HABER MERKEZİ – Hatice Ergün Yazdı.
“Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından CHP’nin çağrısıyla düzenlenen protestolar kapsamında eşyanın doğası gereği yine Kürt siyasal hareketi hedef tahtasına oturtuldu. Eşyanın doğası gereği, zira, bu memlekette olağan şüpheliler listesinin ilk sırasında bu hareket yer alıyor. Kürt siyasal partilerinin en başından bu yana izledikleri, barış için istisnasız her oluşumla masaya oturma ilkesini bir türlü kabul edilmediği bakma biçimine yapışıveren gözler Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’in Tayyip Erdoğan’la görüşmüş olmasını ve ardından yapılan olumlu açıklamayı Kürtlerin toplumsal muhalefete ihaneti olarak okuyuveriyorlar.
AKP’nin siyaseti artık bir parça düşünebilen her aklın malûmu. Bu barış açılımının da, bir önceki gibi sonuçsuz kalma ihtimalinin yüksek olduğu fikri sıkıcı derecede sıradan. Yine, bu adımın da, diğer şeylerin yanında, yönetimin ve Erdoğan’ın şahsının akla zarar söylemsel pratiklerine rağmen seçim popülaritesini yükseltmek niyetiyle atıldığını anlamak için üstün zekâya gerek yok. Dolayısıyla, ortada insanı şaşkınlığa düşürecek, sürpriz bir durum yok. DEM Parti, Kürt siyasal partilerinin barış hattında devam ederek, parlamenter siyaset gereği TBMM’de koltuk sahibi tüm siyasal partilerle öngörüşmeler yaptıktan sonra Erdoğan’la da görüştü. Temsilî demokrasilerde olması gereken de budur, değil mi? Tabii, bu memlekette temsilî demokrasiden geriye kalan ne varsa, o kadarıyla.
İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte kendinden beklenmeyen bir çıkış yapan CHP’nin bir kanadı ve bağlantılı takipçileri açısından bu görüşmeler endişe verici, orası kesin. Aynı kanat, bir süredir seçim siyasetinde Kürt siyasal hareketiyle, getireceği oylar için ittifaka girerken milliyetçi dertlerini rafa kaldırmayı beceren CHP’nin kendi belediye başkanının başına gelenler ilkmişçesine davranma saçmalığında bulunuyor; başlayan toplumsal protestolara DEM Parti’nin resmen katılmamasına içeriyor. Eh, kırılgan erkeklikler zamanlarındayız. Olacak o kadar!
Bir olacak o kadar daha, protestolara boykotun eklenmesinde karşımıza çıkıyor. Memlekette genel grevi gözü kesmeyen sendika siyasetinden doğru anlayabileceğimiz, bu, belirli markalara, işletmelere haddini bildirme, belirli günlerde alışveriş yapmama… Ülke ekonomisinden bihaber üst orta sınıf çözümü. Sendikaların sol siyasetten uzaklaştığı bir dönemde, bir günlük genel grev kararı bile alınmazken, eğitimde öğrenciler sokaklardan sınavlara çağrılırken ancak belirli marketlerden gıda, temizlik, alet alabilen yoksul çoğunluk fırsattan istifade fiyatları yükselten boykotsuz marketlerden mi alışveriş yapacak? Kapitalizmle böyle mi mücadele edilecek? Kaldı ki, boykot edilen markaların yanına yaklaşamayanların çoğunlukta olduğu bir ülkedeyiz, değil mi?
1990’lardan bu yana, CHP’nin kapitalizmle mücadelede önerdiği ilk somut politikanın bu olduğu gerçeğini görüp, ‘hiç yoktan iyidir’ demek de mümkün, pek tabii. Öte yandan, partinin alışkanlık haline getirdiği politikasızlık, kimliğini AKP uygulamalarına angaje bir şekilde kurması, bir türlü silemediği faşist eğilimleri, sol siyaset yürüten üyelerin hep geri plana atılması, feminist kadrolaşmanın imkânsız kılınması sokağa çağrıyla anlık popülerlik kazanan Özel’in sosyal demokrat siyaset bagajının henüz çok hafif olduğunu gösteriyor.
Her şey bir yana, protestolar bayram tatiline girmeseydi, CHP biraz daha inandırıcı olmaz mıydı?”