BEHDÎNAN – Önceki bölümde 25 yıllık İmralı sistemini çeşitli boyutlarıyla, bütünlüklü bir biçimde özet olarak değerlendirmeye çalıştık. Şimdi de İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı Önder Apo’nun 25 yıllık direnişinin çeşitli boyutları üzerinde durmak istiyoruz. Böyle bir işkence, tecrit ve soykırım sistemine karşı 25 yıl gibi bir süre, çeyrek asır boyunca bir kişi nasıl direnir, neye dayanarak direnir? Nasıl ayakta kalır, böyle ağır bir tecrit ve işkence ortamında? Tabii bu soruların cevabı önemli. İyi anlaşılması gereken bir durum. Öyle herkesin başaracağı, yapabileceği bir durum değil. Değil böyle mücadele etmek, 25 yıl insanlardan uzak, yalnız başına ayakta kalabilmek bile mümkün değildir. Çok az insan ancak böyle kalabilir. Bir de sadece kendini yaşatmak değil de maddi olarak, fiziki olarak bütün insanlığa umut olacak bir mücadele gücü haline kendini getirmek nasıl oluyor? Neyle mümkün? İşte bu Önder Apo gerçeğini ifade ediyor. Önderlik gerçeği dediğimiz, Önderlik hakikati dediğimiz şey bu oluyor.
Aslında 5 ciltlik Demokratik Toplum Manifestosu’nda, önceki diğer savunmalarında da birkaç kez İmralı sistemindeki yaşama dair değerlendirmeler yaptı Önder Apo. İmralı’da yaşamı nasıl yarattığını, nasıl ürettiğini, nelere dayandığını, nasıl ayakta kaldığını, bu gelişmeleri nasıl yarattığını ifade etti. Oldukça önemliydi, anlamlıydı, derindi bu değerlendirmeler. Savunmalarda paradigma değişimi temelindeki teorik tezlerin hepsi çok önemliydi. Fakat bunlara daha büyük anlam kazandıran, bunlardan daha önemli olan İmralı sistemindeki yaşama dair değerlendirmeleriydi. Duygularını, ölçülerini, yaşam anlayışını, yaklaşımını orada çok net olarak koydu.
15 Şubat komplosu gerçekleştiğinde herkesin hemen hemen umudu kırılmıştı, inanç kaybolmuştu. Artık bu iş bitti, deniliyordu. Apo gerçeği buraya kadarmış. Önder Apo mücadelesi buraya kadarmış, diyen çok fazla oldu. Şu ya da bu düzeyde hemen herkes öyle dedi. Çok az insan bunun ötesini düşünebildi. Büyük çoğunluk hareket, örgüt içinde de, partimiz içinde de, yurtsever halkımız içerisinde de, dostlarımız içerisinde de, dünya genelinde zaten tümüyle böyle değerlendirdiler. Bu iş bitti artık, dediler. Hatta şöyle diyorlardı; PKK’nin ömrü 6 ay kaldı, 6 ay sonra PKK diye bir şey bu dünyada kalmayacak, dağılacak, gidecek. Bunu yazdılar, söylediler. Aydınlar, siyasetçiler bilmem kendini çok bilir sayan bir sürü insan. Uluslararası komplodan, Kürt sorunundan beslenenler bununla mutluluk duyuyorlardı. Kendi deyimleriyle bu beladan kurtulduk sayıyorlardı kendilerini. Kürt yurtseverleri, Kürt dostları ise üzüntü duyuyorlardı, acı çekiyorlardı. Vay buraya kadar mıydı, sonu böyle mi olacaktı diyenler çok oldu. Üzülenler, yakınanlar, ağır travmalar yaşayanlar oldu. Çünkü şu görülüyordu. Yani İmralı işkence, tecrit ve soykırım sisteminde artık başka bir şey olmaz. Orada yok olunur, imha olunur, oradan yeni bir şey çıkmaz. Dolayısıyla Önder Apo için artık tarih bitmiştir ve Önder Apo ile yapılacak şeyler bitmiştir. Nitekim yönetimimiz Önder Apo deyip, Önder Apo’nun çizgisini izleyeceğiz dedikçe, mücadeleye o temelde yaklaşım gösterdikçe, birçok yurtseverden dosttan tepki aldık. Müdahale ettiler. Şöyle diyenler oldu; yeter artık Önder Apo. Önder Apo dediniz, biraz da bizi dinleyin. Artık Apo devri geçti, bizim devrimiz olacak, dediler. Mücadelemizin ortaya çıkardığı birçok imkana, kuruma el koymaya çalışanlar oldu.
Kimsenin inancı yoktu. İmralı sisteminde yaşanır, mücadele edilir, özgürlük davası sürdürülür, gelişme sağlanır diye. Kimsenin aklı buna yetmiyordu. Bunu söyleyenlere biraz artık çok hayalci olarak bakıyorlardı. Hiç kimse gerçekten inanmadı. Çünkü ortalama insan duruşuna göre gerçekten de İmralı işkence ve tecrit sisteminde yaşanmazdı. Değil mücadele etmek, özgürlük mücadelesini sürdürmek, bu sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasete karşı mücadele yürütmek, orada yaşanmazdı bile. Oysa işte mücadele gelmiş oraya dayanmıştı. Mücadele burada sürecek dedikçe bizimle böyle alay ediyorlardı, tepki gösteriyorlardı, öfkeleniyorlardı. Artık bırakın Apo’yu diyenler çok oldu. Bunlar arşivde vardır, belgeleri vardır ve sadece sözlü olarak ifade etmiyoruz. Gerçekten mantıksız da değildi. Kendilerine bakıyordu herkes. Ben yapamam diyordu. Zindana girmiş yüzlerce, binlerce siyasi tutsak vardı. İmralı gibi değil, her türlü imkana sahip olan cezaevlerinde bir şey yapamıyorlar. İmralı gibi bu kadar tecrit edilmiş, izole edilmiş bir yerde küresel kapitalist modernite sisteminin BM’nin tutsağı olan bir kişi ne üretebilirdi, ne imkan bulacaktı, ne çalışacaktı? Oradan ne çıkacaktı, çıkmazdı diye öngördüler.
Sadece Önder Apo kendi gücüne, özelliklerine dayanarak, “Ben burada mücadele ederim” dedi. Kendine inandı, güvendi, karar verdi. Bir de çağrı yaptı harekete ve halka; bana şans verin, beni takip edin, dedi. Yönetimimizin komplo sürecindeki Önderlikle bütünleşmesi çok zayıftı, çok kopukluk vardı. Komplo sürecindeki tutumu olumsuzdu. Fakat komplodan sonra Önderliğin bu çağrısına olumlu, bütünlüklü cevap vermesi gerçekten de en önemli tutumdu. O, kopukluğu giderme ve Önderlik ile bütünleşmeye yaklaşmayı ifade etti. Şöyle denebilir, Önderlik için de başka çare yoktu. Öncesinde bütün mücadele yol ve yöntemlerini denemişti. Sonuç kendisini oraya götürmüştü. Ya orada mücadele etmeyi başaracak, sonuç alacak, Kürt sorununun çözümünde başarı elde edecek ya da hiçbir şey olmayacaktı. Önderlik de bunu değerlendirerek mücadeleye girdi. “Evet” dedi. Yönetimimiz için de başka çare yoktu. Önder Apo’da ifade etti, “başka çareleri yok” dedi zaten. Önder Apo her yöntemi uygulayıp İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemiyle karşılaşmışken onun dışında ne yapabilecektir ki yönetimimiz ya da herhangi birimiz, bir şey yapamazdık. En fazla daha geri bir düzeyde Önderliği tekrarladık. En iyisinden, Önderlik düzeyinde veya ona yakın uygulamalar yapsak bile geleceğimiz nokta İmralı olacaktı. Adet bir tekrar yaşayacaktık. Önemli olan onu tekrarlamak değil de, artık onun ötesine geçebilecek miyiz. Onun ötesine geçme çağrısını Önder Apo yaptı, yönetimimiz inandı ve destek verdi. Toplum Önderliğe inanıyordu. Bir de toplumun Önderlik etrafındaki kenetlenmesi vardı. Komploya karşı mücadelesi vardı. 15 Şubat komplosuna karşı ayağa kalkışı vardı gençlerin, kadınların, dört parçada ve yurt dışındaki bütün Kürt emekçilerinin. Önderliği savunmak için “Güneşimiz Karartamazsınız” şiarıyla geliştirdiği fedai bir halk direnişi vardı. Önderliğe bu biçimde bir bağlılık, inanma, güvenme vardı. Bu Önderlik çağrısına, evet denmesini getirdi.
ÖNDER APO MÜCADELE GÜCÜNÜ, DAYANMA GÜCÜNÜ ANLAMLI YAŞAM OLARAK TANIMLADI
Önder APO esas olarak mücadele gücünü, İmralı’da dayanma gücünü, üretme gücünü anlamlı yaşam olarak tanımladı. Yaşamı nasıl anlıyoruz, nasıl ele alıyoruz ona bakmalıyız, dedi. Savunmalardaki değerlendirmelerinin özünde bu var. Anlamlı yaşam, manalı yaşam. İşte dar, basit maddiyat içi yaşamı aşmak. Varoluşu, evreni, dünyayı, toplumu, insan yaşamını dar, maddi yaşam olarak görmemek sadece. Maneviyat önemsemek, anlamlı yaşamın, manalı yaşamın önemli bir boyutu manevi yaşamdır. Maddiyat bunlarla bir değer ifade ediyor. Dolayısıyla yaşamı böyle basit maddi ihtiyaçların giderilmesi olarak görmeyi doğru bulmadı, onu doğru bir anlayış olarak görmedi.
İnsan aklının duygusal ve analitik zekasının ortaya çıkartması gereken doğru insanca sonucun bu olmaması gerektiğini söyledi. Onu aklı, düşünce gücü en dar olan varlıklar öyle görüyorlar, yapıyorlar dedi. Bitkiler, hayvanlar aleminden öteye geçememeyi ifade eder. Eğer biz de katı, dar, maddi yaşamla kendimizi sınırlarsak, insan ayrı bir tür ise, yani o zaman diğer türlerden ayrıldığı nokta ortaya konacak. Nedir bu ayrıldığı nokta? Anlamlı yaşam gücü, anlam gücü, yaşama anlam vermek, manevi yaşam gücü, duyguyu, düşünceyi ruh dünyasını geliştirebilmek, maneviyatı, ahlakı geliştirebilmek. İnsanın maddiyat olduğu kadar, hatta ondan daha fazla manevi bir varlık olduğunu, toplumsal yaşamın da manevi örgülerden oluştuğunu görebilmek, bundan haz duyabilmek. Nasıl araştırma inceleme yapıyorum dedi? Neye dayanarak? Kuşkusuz daha öncesinden çok büyük bir pratik tecrübeye sahipti. 60’ların ortasından itibaren her bakımdan kendini eğitip geliştiren Kurdistan’daki, Türkiye’deki, dünyadaki olayları, gelişmeleri takip eden bir bilgi birikimi, tecrübe birikimi vardır. Çocukluktan itibaren bu işe başladığını, yaşamı çocukluktan itibaren, 7 yaşından itibaren anlam vermeye başlayarak anlamlı yaşama yolunu seçtiğini, var olan yaşamları hep sorguladığını, bunların doğruluğundan hep kuşku duyduğunu ifade etti. Bunlar Önder Apo’nun temel özellikleriydi.
Bu birikimler, bu büyük mücadelenin, gerilla savaşının, parti mücadelesinin tecrübe birikimi elbette çok derin, kapsamlı düşünme, evrene dair, yerküreye dair, toplumsal yaşama, insan varoluşuna dair daha derin, bütünlüklü anlayış, düşünce geliştirmesine imkan veriyordu. Bundan kopmadı. Ben buraya düştüm. Bu, bu duvarlar çok kalın, buradan çıkış olmaz, o halde yaşam bitmiştir, demedi. Tersine burada da yaşam yaratılır, dedi. Orada da, işte tecrübelerine de dayanarak… Ama İmralı sistemi niye ortaya çıktı? Dünyada var olan örneklere göre, işte parti mücadelesi yürütür, sosyalist bir mücadele yürütürken gerilla savaşı yürütür, ulusal kurtuluş mücadelesi yürütürken, ulusal sorunun ulus devlet çözümüyle başarıya gideceği hesaplanırken, bunun için Roma’ya gittiğinde en makul çözüm yöntemleri de sunmuşken sonuç niye İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemine geldi dayandı, orada sonuçlandı? Doğru olmayan neydi? Çözüm üretmeyen nedir? Yeni olması gerekenler neler? Kendisini İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemiyle ne karşı karşıya getiren şeyler nelerdir? Onu nasıl aşacak, nasıl yenecek? Bu soruları kendine sormaktan geri durmadı, korkmadı, çekinmedi. Vazgeçmedi yaşamdan. Tersine, o derin sorgulayıcılığını İmralı koşullarında daha çok derinleştirdi. Anlam gücünü geliştirdi, düşünce gücünü geliştirdi, yeni düşünceler ortaya çıkardı, yeni analizler yaptı, insanlığın tarihsel olarak geliştirdiği düşünce sistemlerini yeni bir senteze kavuşturdu.
Bu husus önemli. Yaşama bakış açısı, yaşama yönelim, işte yaşamı ele alış önemli. Niçin yaşıyoruz, neyle yaşıyoruz, nasıl yaşıyoruz sorularının cevabı önemli. Bunları zaten savunmalarında sordu, cevaplar da verdi. Hep var olan o dar, basit, kaba, materyalist, maddeci yaklaşımları hep eleştirdi. Yaşam anlayışlarını eleştirdi. Yaşamın ondan ibaret olmadığını geniş teorik tahlillerle ortaya koydu. Bu gücüdür esas olarak Önder Apo’yu 25 yıl kendisinin İmralı tabutluğu dediği sistemde yaşatan, ayakta tutan, bu kadar üretken kılan, hiçbir insanın yapamadığını yapar hale getiren, hatta İmralı dışındayken kendisinin de yapamadığını İmralı’da yapar duruma getiren temel nokta bunlardı. Böyle ifade etmemiz gerekli.
KOMPLO KARŞISINDA ÖNDER APO’NUN TUTUMU
Komplo karşısında Önder Apo’nun tutumu nasıl oldu? Şunu ifade etti. İşte Kenya’da 15 Şubat’ta hileyle kontrgerillanın eline düşünce şunu değerlendirdi. İlk önce “Tümden tepki duydum. Bir saat bir, bir buçuk saat. Hiçbir soruya cevap vermedim. Yani her şeyi reddedeyim, kaba bir direniş içerisine gireyim diye düşündüm ve karar verdim” dedi.
“Fakat daha sonra düşündüm ki böyle bir durumdayken zaten komplocular bunu istiyor, beni yok etmek istiyorlar. Bir de kimse nasıl yok olduğumu da bilmesin istiyor. O halde ben böyle yaparsam onların amacı başarılmış, gerçekleşmiş olacak, başarıya ulaşmış olacak. Değil komployu yenmek, bu komplo saldırısını aydınlatmak, insanlığı bu konuda bilgi sahibi kılmak bile mümkün olmayacak. O halde bu tutumum, komploculara fırsat, imkan verecek diye değerlendirdim. Bundan sonra o tutumdan vazgeçtim. Yeni bir tutum takındım. Mücadele edeceğim dedim ve o mücadeleye başladım. Devam ediyorum” dedi.
Burada bir fark var; o ilk bir-iki saatlik tutum neye dayanıyor? Tepkiye dayanıyor. Diğeri neye dayanıyor? Yaratıcı aklın gücüne dayanıyor, derin sorgulamaya, değerlendirmeye, anlam gücü oluşturmaya dayanıyor. Birisi kaba direnişçiliğe, birisi sonuç alıcı, mücadeleciliğe götürüyor. Cepheden saldırı anlamına geliyor birisi. Diğeri; sistem içinden sisteme karşı mücadele stratejisi, tarzı dedi buna daha sonra. O tutum değişikliğiyle temel bir tarz değişikliği, stratejik değişiklik yapmış oluyor Önderlik. Uluslararası komploya karşı komplo içinden mücadele etmek. Bunlar önemli. Bu tarzda mücadele etti.
Öncesi de var, örneğin Yunanistan’a davetli gitmişti. Kabul etmediler. Tepki duyup geri dönmedi. Nedenlerini araştırmaya çalıştı. Çıktığı bir yolda devam etmek istedi. Önder Apo’nun böyle bir sorgulayıcılığı her zaman vardır. Çok sorguluyor, kendi içinde çok tartışıyor, çevresi ile çok tartışıyor. Hatta tanımayanlar bazen karar veremiyor sanıyorlar, kararsız sanıyorlar. Bir işe başlarken kendisi de ifade etti tarzını. Çok böyle nasıl umut vaat etmeyen bir başlangıç gibi olur, sonu başarıyla gelir dedi. Dolayısıyla önceki o duruşundan dolayı kimse çok fazla gerçeği fark edemiyor. Yanılıyor insanlar çok fazla Önderliğe bakışta. Bu defalarca oluyor. Çevresinde ona bakanlarda da ortaya çıkıyor. Zaten herkes bana böyle dıştan bakınca, dar yüzeysel bakınca yanılgı yaşadılar dedi. Oysa kendisi evet öyle sorguluyor ama muğlak kalmıyor. Bir yerde karara ulaşıyor. Bir karara ulaştı mı onu uygulamada kesinlikle sonuna kadar gidendir. Öyle böyle hep tereddütlü, ikircikli, kararsız kalan değildir. Önüne engeller, zorluklar çıkınca bunlar engel oldu, zorluk oldu, burada bırakayım diyen değil. O bakımdan mesela Yunanistan’dan da geri dönmek yerine yeni yerler aradı. Rusya imkanı çıkınca Rusya’ya gitmeyi öngördü.
Şimdi 15 Şubat karşısındaki tutum, duruş, komplo karşısında, mahkeme sürecindeki durumu bunların hepsi çok önemli. İlk mahkemeye çıktığındaki tutumunu görünce herkes şaşırdı. İlk avukatlar gidip Önderlikle konuşunca çoğu şaşırdı. Hatta Önderliğe yön vermeye çalıştılar. Mahkemedeki tutumunu görünce çoğu umutsuzluğa düştü. Çoğu alaya almaya da yöneldi. Bu işte artık mücadeleyi, direnmeyi her bırakmış diyenler oldu, öyle sandılar. Kimileri çıktı, özür diledi. Gayet yerinde davranışlar gösterdi. Öyle değil, böyle. Nasıl kaba tepkili deniliyor ya işte PKK terör örgütü. Hepsi vurup kıranlar, önüne gelene saldıracak sanıyorlardı. Öyle değil de, her şeyi tüm boyutlarıyla değerlendirip onlara cevap oluşturacak bir söz ve davranış sahibi insanla karşılaşınca çoğu ona şaşırdı. Hepsi o temelde etkisi altında kaldılar. Böyle bir tutum kolay kolay gösterilemezdi komplo karşısında da.
İmralı mücadelesi için belirttim. Kimsenin öyle umudu bile yoktu. Birçok dost Önderliği izliyoruz diye bizden uzaklaştı, umudunu kesti. Hayıflananlar oldu. Yazıktır diyorlardı. Bu kadar kan döküldü. İmkan çıkmış bunu kullanmak yerine hala Apo’nun peşine takılıp yok etmek istiyorlar diye bizi suçlayanlar oldu. Önder Apo mahkeme sonrası süreçte şunları söyledi. Şöyle bir haber gönderdi avukatlar üzerinden. Duygusallığa ve tepkiselliğe yer yok. Ben de çok duygusallık da yaşadım ama bunu kırmalıyız. Tepeden tırnağa kendimizi sorgulayacağız, yaptıklarımızı sorgulayacağız. Nerede hata yaptık, nerede doğru oldu, bu sonuç niye ortaya çıktı? Bunu nasıl aşabiliriz? Bu sorulara cevap arayacağız, dedi. Onun için hiç kimse süreci tepkiyle ve duyguyla, duygusallıkla karşılamazsın, öyle yaklaşmasın. Ben kendimi sorguluyorum. Bundan sonra başarılı yürüyebilmek için tüm arkadaşlarımızın öyle yapması gerekiyor. Gerçekten de o duygusallığı yenebildi. Daha sonra savunmalarda bunu duyguların örgütlenmesi olarak değerlendirdi. Çözümlemelerinde de belirtiyordu bunu: Duyguları örgütlü kılmak. O zaman büyük bir gelişme yaratıyor, mücadele ortaya çıkarıyor. Ama dar duygusallıkla hareket etmek var olan gücünü de bitiriyor insanı. Tepkiyle hareket etmek bitiriyor. Bu temelde sorgulamalar geliştirdi. Kimsenin böyle bir mücadeleyle idam durdurulur diye umudu yoktu. Ama Önderlik araştırdı, düşündü, sordu, avukatlara sordu, hatta örgütten, halktan öneriler bekledi, neler yapmak gerekir diye. Uygun bazı yollar, yöntemler buldu. Nasıl diyelim, işte değerlendirmeler geliştirdi, düşünce gücü geliştirdi. Komplonun Türkiye boyutunu derinliğine değerlendirerek, idam gücü olan Türkiye devletiydi. Mesela toplumu, devleti etkiledi. En azından şu düzeyde etkiledi. Bütün o devletçi güçler Önder Apo’nun idamını, İmralı çürütme politikasından kendileri için daha tehlikeli gördüler, daha zarar verici gördüler. Bu bize çatışma yaratıp zarar verir. İmralı sistemi içinde çürütürsek yok olur gider, bir etkisi kalmaz. Biraz zamana yayılır ama bizim için fazla zarar verici bir boyutu olmaz diye hesap ettiler. Böyle bir tarzı bu temelde geliştirdiler. Sonra ortaya çıktı ki yanıldılar. Önderlik gerçeğini tam değerlendirememişlerdi. Şuna inanıyorlardı Türk egemenleri. Hep tekrarlıyorlardı. Aslında APO diye bir şey yok, PKK diye de bir şey yok. Hepsi dış oyundur, bilmem CIA oyunudur, bilmem MOSSAD oyunudur. Emperyalistler yapıyor diyordu solcuları. Sağcıları diyordu, şu şu güçler yapıyor. Herkes bir tarafa bağlıyordu. Çünkü onlar ırkçı, şoven, milliyetçi bir zihniyete sahiptiler. Kürtleri hakir, zayıf görüyorlardı. Kürtler bunu yapamaz, bir Kürt böyle bir düşüncenin ve davranışın sahibi olamaz diyorlardı. Dolayısı ile bu Kürtlerin değildir, işte Apo kendisi bunları yapmıyor, başkaları yapıyor, yaptırıyor diyorlar. Böyle kendi içlerinde tartışıyorlar. Buna inanıyorlardı da. Bunu ifade ediyorlardı. Önderlik gerçeğini de hep böyle değerlendirdiler.
Var olan verilere bakınca kendileri için haklılık payı da görüyorlardı. Fakat nasıl diyelim? İşte fark, Önder Apo farkıydı. Önder Apo’nun zihniyet yapısı, olaylara yaklaşımı, yöntemi, tarzı, olayları ele alışı, çalışma düzeni, disiplini, yaşam anlayışı, başarı inancı, özgürlüğe, Kürt yaşamına tutkusu başka şeyler yarattı. Herkesi yanılttı. Herkes kendi gibi ya da normal bir insan gibi değerlendirdi, ortalama bir insan. Ama karşılarında tabii ki ortalama değil, ötesinde bir insan vardı, bir deha vardı. Tabii onu görmek lazım. Gerçekten de yaşamı böyle maddi, basit yaşam olarak ele alıp yaşamanın ötesine geçmiş, anlam gücüyle yaşayabilen bir insan gerçeği vardı. O gerçeklik herkesi yanılttı.
DEMOKRATİK ORTADOĞU ÖZGÜR KURDISTAN FORMÜLASYONU
Önder Apo ilk savunmalarını demokratik uygarlık anlayışı olarak geliştirmeye çalıştı. Düşünce sistemi olarak da “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” başlıklı savunmada ilk genel tahlillerini yaptı. Bu aslında devletçi paradigmaya göre bir demokratik uygarlık tanımlamasıydı. Demokratik uygarlığı orada tanımladı, demokratik çözümü orada gündeme getirdi. Avrupa’yı demokratik uygarlığın sağ kanadı olarak değerlendirdi. Ortadoğu’da Kürtlere dayalı olarak demokratik uygarlığın sol kanadı geliştirilebilir ve Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşebilir dedi ve bu temelde dört parça Kurdistan’da demokratik çözüm programı koydu. Demokratik Ortadoğu, Özgür Kurdistan siyasi formülasyonu ile yeni bir Kürt sorununa çözüm programı ortaya çıkardı.
Fakat bunu böyle değerlendirdi ama bir politik çözüm olarak gördü, tam net değildi. Daha öncekinden farklılığı çok fazla değildi. Dolayısıyla İmralı sistemini aşma, yenilgiye uğratıp uğratmamak şeyi çok net değildi. Gerçi o haliyle bile Ecevit hükûmetinin bireysel haklara dayalı olarak güya Kürt sorununu çözüp, Türkiye demokratikleşmesini geliştirip, İmralı mücadelesini kazanma hedefini boşa çıkardı. Ecevit hükümetini yenilgiye uğrattı, bu demokratik uygarlık çözümü yaklaşım ile Demokratik Ortadoğu, Özgür Kurdistan çözümüyle, Ortadoğu’da demokratik uygarlığın sol kanadını geliştirme yaklaşımıydı. Ama burada paradigmasal şey nasıl olacaktı, o net değildi ve bu durumu bir ideolojik bunalım olarak değerlendirdi. Düşünsel bunalım. O kadar tahlil yapar, bir siyasi çözüm programı ortaya koyarken, partiye gelince dedi; biz ideolojik bunalım yaşıyoruz. Bütün özgürlük akımı ideolojik bunalımdadır. Dolayısıyla PKK bu ideoloji ile var olamaz. Şimdiye kadar bir ideolojik sistemle oldu, sonuna geldi. Bu bunalımla devam edemez. O zaman PKK bitmiştir, ismini değiştirmek, sona erdirmek lazım. Ya sona erdireceğiz ya da bu bunalımı çözeceğiz. Böyle bir noktaya gitti düşünsel yapısı. Yoğunlaşma ile ne yaptı? Bunalımı çözdü. Nasıl çözdü, işte paradigma değişimiyle çözdü. Amaçla aracın uyumunu sağladı. Paradigma değişiminin özü de odur. Amaç işte özgür, eşit, demokratik, paylaşımcı toplum yaratmak, yaşam inşa etmek. Araç iktidar ve devlet. Peki iktidar ve devlet nedir? Baskı, sömürü, zulüm aracı. Hiç baskı, sömürü, zulüm aracıyla özgürlük, eşitlik, demokrasi olur mu? Olmazdı. O amaçla o araç uyumsuzdu. Reel sosyalizmin çözülüşünü de esas olarak buraya bağladı. O zamana kadar sorguluyordu, birçok yönden eleştiriyordu. Burada tam bir eleştirel sonuç ortaya çıkardı, buraya bağladı. Tarihsel olarak da bütün özgürlük akımlarının yaşadığı sonuçları bununla anlamlandırdı. O halde amaçla araç uyumu gerekli. İktidar, sosyalizmle iktidar ve devlet bir arada olamaz. Özgürlük, eşitlik, paylaşım, devlet ve iktidar aracıyla olmaz. Yeni bir araç lazım. Nedir? Bunu da demokratik yönetim olarak tanımladı. Toplumun kendi kendini yönetmesi olarak tanımladı. Ancak özgür, eşit, paylaşımcı öyle bir araçla olunur diye, böyle bir paradigma değişimi temelinde işte yeni bir zihniyet, yeni bir teorik çerçeve, yeni bir ideolojik politik çizgiyi, yeni bir program, strateji, taktik ortaya çıkartınca devletin yerine demokratik konfederalizm, ulus devletin yerine demokratik ulus çözümünü formüle edince, o zaman yeni bir ideolojik çizgi ve yeni bir politik çözüm programı ortaya çıktı. Böylece PKK’nin yeniden inşasını gündeme getirdi. Sadece ismi yenilemedi. Köklü bir paradigmasal değişim temelinde PKK’yi değişime, dönüşüme uğrattı. Derin bir eleştiriyle, öz eleştiriyle yeniledi. Bütün bunlar Önder Apo’da büyük bir nasıl diyelim, yaşam gücü, anlam gücü, coşku, heyecan ortaya çıkardı. Örneğin yeni şeyler düşünmekten haz duymak dedi. Manevi düşünce gücüyle tatmin olmak dedi. Bazıları güzel şeyler yiyip güzel şeyler giyerlerse, güzel ortamlarda olurlarsa seviniyorlar, tatmin oluyorlar. Ben ise güzel şeyler düşünürsem, derin anlam gücü kazanırsam seviniyorum, mutlu oluyorum, tatmin oluyorum ondan. Maneviyatın insan üzerindeki etkisini değerlendirdi ve paradigma değişiminin nasıl çok büyük bir moral güç, heyecan, yaşam gücü verdiğini ortaya koydu. Bu bir direnç gücü oldu. Bunlara dayanarak direndi. Dikkat edelim imhayı boşa çıkardı, idamı boşa çıkardı. Ecevit’in çürütme politikasını boşa çıkardı. Tayyip Erdoğan’ın İslami çözümünü paradigma değişimiyle boşa çıkardı. Uluslararası komplo birçok saldırı planını peş peşe boşa çıkarttıkça bu durum gücü, morali, umudu, inancı güçlendirdi, iradeyi güçlendirdi. Direnme gücünü böyle geliştirdi, buldu. Paradigma değişimi, yeni paradigmanın tanımlanabilmesi bütün sosyal bilimcilerin, filozofların, düşünürlerin birçok yönden eleştirip onları bütünleştiremeyen, mevcut sistemi eleştirip alternatifini ortaya çıkaramayan durumlarına karşı hem sistemi eleştiren hem de bütünlüklü bir alternatif ortaya çıkartma gücünü gösteren bir zihniyet yapısı, teorik çerçeve, izah ortaya çıkartınca bu büyük bir moral güç verdi, irade gücü verdi, yaşam gücü verdi.
İMRALI KADAR KÜRT DÜŞMANI BİR ORTAM YOKTUR
Bireysel ortamlara, bu saldırı baskıya karşı böyle direndi. Onu böyle anlamak gerekli. Böyle bir büyük direnç gücünü ortaya çıkartamasaydı dayanamazdı ortama. Şimdi nasıl dayanacaksın? Düşün bir kere, 25 yıl her saniyesinde sana düşman olarak bakanların ortamındasın. Etrafın onlarla dolu. Her gün, her an bakıyorsun onları görüyorsun. Sadece onları duyuyorsun. Senin maddi yaşamını bile onlar sağlıyor. Her şeyi, ortamın kendisi büyük bir baskı, saldırı. Senin üzerinde, ruhun üzerinde, duygunun üzerinde, düşüncenin üzerinde, yaşamın üzerinde. Ben de 6 ay Almanya’da zindanda tek hücrede kaldım. Burada da baskılar vardı. Anlıyorum diyemem. Şöyle avantajlarımız vardı. Örneğin karşımızdakiler bize ne kadar düşman çok bilemiyorduk. Onları söylediklerini ben anlamıyordum. Benim söylediğimi onlar anlamıyordu. Ağzıma geleni söylüyordum sıkıştığımda. Onlar ne söylüyorlardı? Anlamadığım için beni çok etkilemiyordu. Davranışlarından rahatsız oluyorduk. Davanın haksızlığının toplum üzerinde etkileri vardı. Kişiden kişiye değişiyordu, herkes aynı şekilde davranmıyordu. Giderek davanın kof bir dava olduğu, uydurma olduğu ortaya çıkınca çevrenizdeki insanların tutumu değişti. Önce devleti korumak için böyle o teröristler diye tanımlamalarla bize bakıyorlardı. Ama daha sonra bakış açıları değişti.
Şimdi İmralı böyle midir? Hiç benzetilemez bile. O kadar ırkçı, şoven, milliyetçi, Kürt düşmanı bir ortam, İmralı kadar Kürt düşmanı bir ortam yoktur. Kurdistan’ı Kürtler için bir ölüm alanı haline getirmek istiyor bu sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaset. Ama bunun en daraltılmış, böyle 24 saat göğüs göğüse en derin yaşanan yeri İmralı. Böyle bir ortamda bunlara karşı 25 yıl nasıl dayanılır, iyi değerlendirelim. Bir yıl değil, beş yıl değil. 25 yılın her an her saniyesi. Ne dediler İmralı sistemini yaratanlar? Niye idam edilmedi deniliyordu. Onu yapanlar dediler ki idam bir sefer öldürür, orada olanlar her gün ölecekler. Biz öyle bir sistem yarattık ki her gün ölecek, ölümü arar hale gelecek dediler. Böyle bir ortam yarattıkları da kesin. İmralı sistemini, ortamını böyle değerlendirmek lazım.
ÖNDER APO ANLAM GÜCÜYLE AYAKTA KALDI
İşkence sistemi deyip geçmemek gerek. İşkence var, işkence var. Örneğin 1981, 82’de 12 Eylül faşist askeri darbesi Amed zindanında işkence yaptı. Evet, onun da psikolojik boyutları çoktu ama çoğunluğu kaba işkenceydi. Kaba işkence, kaba tepki de yaratıyordu. İmralı en derinlikli, en bütünlüklü, en sistemli, özel savaşın psikolojik işkence yöntemleriyle dolu, insana dönük psikolojik işkence oradan üretiliyor diyebiliriz. Böyle bir işkence ortamına karşı nasıl dayanır insan? Dar maddiyat ile dayanılamaz, bireyci şeyle dayanılamaz. Ancak bunları anlayarak, kendinde çözümleyerek, bütün bunları kendi ruhunda duygunda, düşüncende, davranışında yenilgiye uğratarak dayanabilirsin, aşasın onu. Önder Apo, paradigma değişimiyle birlikte bir bütün sistemi yenilgiye uğrattığı için, kendisini yargılamak isteyen sistemi yargılayıp mahkum ettiği için çevresindekileri de yenilgiye uğrattı. Onların her türlü davranışı karşısında kendini ayakta tutacak davranış geliştirdi. Onların her sözüne, her tutumuna anlam verebildi ve kendini ayakta tutacak anlamlar geliştirdi. Anlam gücüyle ayakta kaldı. Yoksa öyle olmasa her an ya sen ya ben kavgasına yol açan bir durum ortaya çıkardı. Dikkat edelim öyle hiçbir şey yoktur.
Disiplinsizlik oluyor da o nedenle ceza veriyoruz diyorlar. Hepsi yalan bunların. Öyle bir şey kesinlikle yok İmralı’da. Önder Apo gerçeğinde öyle bir şey olmaz. Bunların hepsi bu 25 yıl doldu, hukuki olarak serbest bırakılması gerekiyor. AİHM müdahale etti, umut hakkı olacak dedi. Yeniden yargılanma olacak. Avrupa hukukuna göre Önder Apo’nun fiziken özgür olması lazım. Artık İmralı ortamında tutamazlar. 4 ay kaldı. Şimdi bunları hep boşa çıkartabilmek için uyduruyorlar. Yeni cezalar verip, cezaevinde tutma gerekçesi yaratmaya çalışıyorlar. Bunun başka hiçbir izahı yok. Dolayısıyla gerçekle bir alakası yok, bir inandırıcılığı yok. Öyle disiplin suçu işleyecek davranışlar gösteren kişiler İmralı’da kalamazlar. 25 sene kalamaz. Böyle şey olamaz. Neyle oldu bu? Anlamlı yaşamla, düşünce üretimiyle, her şeye doğru ve yeterli cevapları verebilen gücüyle oldu. İmralı’ya gidip dönen arkadaşlar oldu. Basına yansıyor bazı şeyleri. Gözlemleri, anılarını anlatıyorlar, okuyoruz. Çok ilginç değerlendiriyorlar. Diyorlar, Mahsum Korkmaz Akademisi’nde nasıl yaşıyorduysa, İmralı’da da öyle yaşıyor Önder Apo. Düşünebiliyor musunuz? O ortamı kendisi için o pozisyona getirmiş. İşte Mehmet Sait arkadaş mesela. Mahsum Korkmaz Akademisi’nde eğitim gören arkadaşlardandır. Orada gitti, gördü. İmralı’yı da Mahsum Korkmaz Akademisi haline getirmiş, diyordu. Hiç İmralı gibi sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyasetin merkez karargahı olan yer Mahsum Korkmaz Akademisi haline getirilebilir mi? Öyle şey olabilir mi? Ama Önder Apo açısından yaşamı, çalışma düzeni açısından öyle. Ne yaparlarsa yapsınlar, hangi engeli çıkarırlarsa çıkarsınlar, ne tür baskı yaparlarsa yapsınlar Önder Apo bunu gösteriyor işte. Kalemi sayılı veriyorlar, kağıdı sayılı veriyorlar. Vermediler çoğu zaman.
Her türlü tepki, öfke yaratacak davranışı, azamisini gösteriyorlar. Bu kadar olay yaşandı çevrede 25 yıldır. Bunlar İmralı’yı etkiliyordu. Türkiye’de darbe oldu. Ne olduğu belli değil. Bunların hepsi en çok da İmralı’yı etkileyecektir. Ama Önder APO bütün bunları aşabildi. Neyle aşabildi? Anlam gücüyle, değerlendirme gücüyle. Orada işte kendisi karşısında duran insanlardan farklı bir insan olmasıyla, onların alternatifini yaratmış olmasıyla oldu. Onları anlayıp çözen, aşan bir güç olmasıyla oldu. Onları aşamazsa, onların durumunda olsa ya da onlardan daha zayıf olsaydı kesinlikle dayanamazdı, direnemezdi.
Tecrit dediler. Bir de şu noktada yanıldı sistem. Böyle izole ederiz, yalnız bir yere koyarız. Yalnız kalırsa bir şey yapamaz sandılar. Oysa en büyük yanılgı herhalde burada oldu. Önder Apo’da birçok kez ifade ediyor, hep yalnızlığı ifade etti. Evet, insan ilişkileri çoktu ama Önder Apo insanlarla öyle 24 saat rastgele ilişki kuran, bu boş sohbet eden bir kişi değildi. İnsanlarla belli sorunları çözecek, tartışacak, eğitim yapacaksa o ilişkileri kurar. Ondan sonra kendi sorunlarıyla uğraşan, kendi eğitimiyle uğraşan, kendi çalışmasıyla uğraşan bir kişiydi. Bir yerde öyle kalması çok sorun değildi. Yalnız tutarsak işte çok sıkıştırır, daraltır, bunaltırız sandılar. Önder Apo alışıktı ona. Hep öyle kalıyordu, öyle yaşıyordu. Onu rahatlıkla yaratabiliyor kendisinde. Böylece insanlarla ilişki kurma, konuşma, konuşmayı bile unutturacak dediler. Öyle de yaratmaya, yapmaya çalışıyorlar. Fakat okudu, inceledi, düşündü. Önder Apo kitabı okuyarak değil, yaşamı okuyarak düşünce üreten bir kişiliktir. Bir yaşam tarzı, mücadele tarzı öyle. Dolayısıyla O’nu yalnız bırakırız, baskı oluştururuz şeyi tersine döndü. Tam tersine o yalnızlığı aha fazla düşünme, araştırma, daha yeni düşünceler üretme olarak değerlendirdi Önder Apo.
ÖNDER APO’YU HALKTAN VE HAREKETTEN KOPARAMADILAR
Evet, işin duygusal boyutu var, ruhsal boyutları var. Duygusal ve ruhsal boyutu neyle aşıyor? Bir, düşünce üretimiyle aşıyor. Anlam gücüyle aşıyor. Diğer yandan hayat tecrübesiyle aşıyor. Halkla ve hareketle bağını fiziki olmasa da manevi olarak her zaman canlı ve yüksek tutmakla aşıyor. Hiçbir zaman koparamadılar. Önder Apo’yu 25 yıldır İmralı işkence sistemine koydular ama dışarıdaki yaşamdan koparamadılar. Hareketten koparamadılar, halktan koparamadılar, insanlıktan koparamadılar. Hiçbir imkan vermemeye çalıştılar. En az bilgi sahibi o olsun diye tedbirler geliştirdiler. En küçük bilgiyle, en kapsamlı değerlendirmeler yapma gücünü geliştirdi. Hiçbir zaman bilgi yok, yeterli bilgi yok dolayısıyla anlayamam, düşünemem, neler oluyor bilemem demedi. Herkesten daha iyi bildi.
Şimdi herkes İmralı tecridi kalksın, Önder Apo konuşsun söz söylesin de yaşadığımız sorunlara çözüm yolunu bulalım diyorlar. Bunu Kürtler diyor, kadınlar, gençler diyor. Türkiye sosyalistleri, devrimcileri diyor, dünyanın aydınları diyor, siyasetçileri, sanatçıları diyor. Önderlik kitaplarını okuyan, savunmaları okuyan, Önderlik gerçeğiyle hakkında bilgi edinen herkes daha fazla anlam gücü kazanabilmek için Önder Apo’nun yeni değerlendirmelerini, yeni görüşlerini duymak istiyor, bilmek istiyor. Bunun için de Önder Apo’yu sahiplenen mücadele geliştiriyorlar. Dikkat edelim, dışarıdaki çabalar çok fazla rol oynamıyor. Esas olarak İmralı sistemine karşı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için küresel mücadeleyi, Önder Apo’nun düşüncelerinin etkisi yaratıyor. Bu düşüncelerle tanışan herkes orada kendi çıkarını görüyor, kendi iyiliğini, güzelliğini görüyor ve bunu daha fazla duymak için daha çok Önder Apo’nun konuşmasını istiyor, daha çok yazmasını istiyor, Önder Apo’ya daha çok destek veriyor, sahip çıkıyor. Böyle bir boyutu var. Düşünce sisteminin bu düzeyde etkileyiciliği var. Bu neyi ifade ediyor? Önder Apo’nun insanlıkla bağını, halklarla bağını, kadınlarla bağını, Kürtlerle bağını ifade ediyor. Şunu söyledi zaten, daha iyi değerlendirilebilir. Ben Kürt halkının somut durumu, yaşadığı gerçeği ile kendi kişiliğimi, kendi kişiliğimle de Kürt halkının durumunu birleştiremeseydim bütün bu düşünce ve pratiği üretemezdim dedi. Bütün bu gelişmeleri sağlayamazdım. Bu işin duygu düzeyini ifade ediyor. Kişiliğinde ne kadar halklaştığını, uluslaştığını, özgür yaşam varlığıyla bütünleştiğini gösteriyor. Dolayısıyla o dar duygusallığı bununla aşıyor. Sorunları görüp anlayarak, çözüm üreterek ve bir de çözüm yolları göstermiş olarak o tür baskı, zorlukları aşıyor.
Fiziki olarak zorluklar vardır. Şunu ifade edebilirim. Önder Apo dedi benim fiziğim güçlüdür doğru. Fiziki olarak büyük bir güçlülüğü var. İmralı işkence ve tecrit sistemi, o kadar baskı sistemine karşı 25 yıldır ayakta kalmış olmak ne büyük bir gücü ifade ediyor. Bir de şurası kötü olandı. Bu bir adadır. Deniz havası çok nemli. Önder Apo’nun ayaklarında mantar, yarılmalar vardı, onları tedavi ediyordu. Daha sonra ameliyat oldu Sinüzitten. Bu nemli hava zarar veriyordu. Kuru hava sağlığı için iyiydi. Bir deniz ortasındaki ada, en olumsuz havayı ifade ediyor bu açıdan. En nemli havadır. Ona karşı da direndi. En çok zorlandığı fiziki olarak bu olabilir. O hava, ortam fiziken hiç uygun değildi. Bilinçli mi seçtiler bilemeyiz onu. Çok değişik nedenleri de var. İmralı’nın tarihi var. O da belirtildi. Neden İmralı oldu ve öncesinde de muhaliflere dönük o adanın kullanılma durumu var dedi. Kontrgerilla merkezinin, Süper Gladyo’nun devrimci önderlerine karşı ya da böyle büyük muhaliflere karşı denizi, adaları kullanma durumu var. Bunların hepsi rol oynadı. Önder Apo’nun İmralı sistemi altına alınmasında, böyle bir şeyin kullanılmasında ama belki yani sağlık durumu da rol oynamış olabilir. Onu bildikleri için özellikle orayı tercih etmiş olabilirlerdi. Fakat öyle de olsa Önder Apo manevi gücüyle direndi. O en olumsuz ortamı, havayı bile boşa çıkartmayı bildi. Fiziki olarak da buna dayanarak direniyor. Fiziki direnç manevi dirençle bağlanır. Biyolojik yapı var, fiziki şeyler var. Onların hepsini düşünce gücüne, maneviyata bağlayamayız ama maneviyatın da, düşünce gücünün de, yaşamı anlamlı yaşayabilmenin de, anlam verebilmenin de fiziki güç üzerindeki etkisini bilmemiz lazım. Çok büyük ölçüde var ve Önder Apo bunları birleştiren, çok güçlü bir biçimde kullanabilen bir yapıda.
ÖNDER APO’DA SÜREKLİ KENDİNİ YENİLEME GÜCÜ VARDIR
Sonuç olarak şunu ifade edelim. Önder Apo belirtti. İmralı sistemi olmasaydı üçüncü önderlik doğuşu gerçekleştiremeyebilirdik dedi. Öyle oldu ki sanki İmralı sistemi bize bu kadar fayda sağlamış der gibi bir durum gelişti. Baskı, zor yeni doğumların ebesi. Bir ebelik rolü oynadı İmralı. Üçüncü önderliksel doğuş için oranın zor ortamı. Fakat bu şu demek değildir. Her zor ortamda mutlaka yeni bir doğuş olur. Tersine o zorluk var olanı bitirebilir de, yok oluş da getirebilir. Yeni doğuş oradaki yeni öze bağlı, yeni tohuma bağlı, onun yeşermesine bağlı. Önder Apo’da sürekli böyle kendini yenileme gerçeği vardır. Direnme gücü, bir de sürekli kendisini yenilemesine bağlı. Her gün yeni başlangıçlar yapmak diyordu. Her gün yeni başlangıçlar yapan, her gün yenileyebilen, her güne yeni bir yaklaşımla giren yapısından oluyor. O katı, dogmatik tekrarcı zihniyet yapısını, tarzı aşmıştır. Sürekli yeni şeyler icat eden, her güne yeni başlangıç yapabilen, yaratıcı bir tarzın sahibi olması gerçek bir sanatçı. Sanatçılar böyle icat eder. Sürekli mucit. Yeni şeyler icat eden, yeni şeyler yaratan bir tarzın ve zihniyet yapısının sahibi. Onu her türlü olumsuzluklara karşı, baskıya karşı, günlük baskıya karşı günlük olarak direnir kılan, dirençli hale getiren kesinlikle bu. Örgüte ve halka bağlılığı, inancı, gücü. Oradan güç alması çok yüksek. Zaten hep şey diyordu. Arkadaşlar, “biz çok bağlıyız Önderliğe” deyince, “orası tartışmalı” diyordu. “Siz mi bana bağlısınız yoksa gerçekte ben size bağlıyım. Bu biraz iyi anlaşılması gereken bir konu. Sizin varlıklarınız çok zayıf, sıradan. Siz esas benim bağlılığımı görün, anlayın nasıl derindendir diye. Bir de o var. Bu bağlılık, bu güce inanç çok güçlü.
Bütün bunlarla 25 yılda Önder Apo’yu İmralı tecridinde etkisiz kılarak PKK’yi tasfiye edeceğini sananlar yanıldılar. Önder Apo 25 yıldır önderlik görevlerini esas olarak İmralı sisteminde de başarıyla yürüttü. Hem de sadece PKK önderliği değil, sadece Kürt önderliği değil, bütün ezilenlerin önderliği, başta kadınlar ve gençler olmak üzere bütün ezilenlerin önderliği haline getirdi kendisini, önderi kıldı. Çünkü bütün iktidar ve devlet sisteminin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm yolu üretti, çözüm yolunu gösterdi, kurtuluş yolunu gösterdi. İmralı işkence sistemi içerisinde, tecrit baskısı içerisinde Önderliği yok etmek isteyenler böyle bir durumla karşılaştılar. Böyle bir istekle oluşturulan sistemden Önder Apo eşi benzeri görülmeyen bir yeni doğuş gerçekleştirdi. Bu düzeyde büyük gelişmeler ortaya çıkardı. Neyle oldu bu? İşte insanın yaşam tutkusuyla ve bağıyla oldu. Şöyle diyebilirdi, ben yapacağım kadar yaptım, çalışacağım kadar çalıştım, artık buraya da düştüm. Her türlü baskı var. Benden daha ne isteniliyor, işte başkaları yapsın. İmkanı olanlar yapsın, şunlar yapsın, bunlar yapsın diyebilirdi. Dedi mi böyle, demedi. Tersine, herkesten çok kendini sorumlu gördü. En zor ortamda, en imkansız ortamda olmasına rağmen bunlar yok, ben yapamam demedi. Gücünü insanlık için kullandı, ezilenler için kullandı, özgürlük için kullandı. Bu konuda hiç bencil davranmadı, bireyci davranmadı, boş vermiş davranmadı. Tam tersine durmadı, gece gündüz demedi en kıt imkanlarla büyükçe çalışmalar yaptı ve düşünce gücünü, bilgi gücünü insanlığa mal etti. Ezilenlere mal etti, onlarla paylaştı, onlara kurtuluş yolunu gösterdi.
İmralı işkence, tecrit sisteminde insanlığa bu kadar hizmet etti. Şimdi Önder Apo’nun bu direnişini anlamak, Önder Apo’yu sahiplenmek, İmralı işkence, tecrit sistemine karşı çıkmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele etmek, yani çok bir şey yapmış olmak değil. Önder Apo fazlasını verdi hepimize. Borç ödemek oluyor bu. Yaptıklarımız ne kadar borcumuzu ödüyor, çok tartışma götürür, çok cılızdır. O koşullarda bile bize hizmet eden, bütün insanlığa hizmet eden Önder Apo oldu. O halde bu hizmete tabi ki karşılık vermek lazım. Borç ödemeyi bilmek gerekli. İmralı gerçeğini iyi anlamak lazım. Dolayısıyla da İmralı sistemindeki direnişin anlamını, önemini iyi görmeliyiz. Şu üçüncü önderliksel doğuşun, Önder Apo’nun o koşullara rağmen insanlığa yaptığı hizmetin anlamını iyi bir bilince çıkartmalıyız. Ancak öyle olursa bu direnişi doğru anlar, onun üzerimize yüklediği görev ve sorumluluklara sahip çıkarız. Bu konuda gerçekten de bir tutku var. Kürt halkı, kadınları, gençleri iyi tanıyor, sahipleniyorlar. Önder Apo’nun kendileri için ne anlam ifade ettiğini görüyorlar. Türkiye’de bazı çevreler böyle bir gelişme içindeler. Yine Ortadoğu’da, dünyada aydınlar, siyasetçiler, sanatçılar da bu gerçeği anlayan bir çevre var. Bu gittikçe yayılıyor. Bu çok önemli.
Fakat bazı çevreler de ırkçı şoven propagandanın, sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasetin çok etkisindedir. Böyle olanlar Türkiye’de çoktur mesela. Kürt egemen sınıflarında çoktur. Yeminli Önderlik düşmanı, Apo, PKK düşmanı olan Kürtler var, tanıyoruz. Elli senedir Önderliğe karşı mücadele etmekle uğraşıyorlar. 25 yıldır İmralı’da Kürtlüğü ayakta tutmak için her şeyini veriyor. Hala saldırı yapıyorlar. Bu artık ahlaki değerleri aşıyor. Türkiye’de gerçekten de o ırkçı, şoven, soykırımcı zihniyet ve siyasetin etkisi toplumda çok fazla. Ruhlarında, duygularında, düşüncelerinde, davranışlarında, hepsinde var. Sürekli bu empoze ediliyor. O böyle yaparak gönderdikten uzak tutmaya çalışıyorlar. İmralı işkence, tecrit ve soykırım sistemini ayakta tutuyorlar. Toplum karşı çıkmasın istiyorlar. Onu böyle ırkçı, şoven propagandayla beyin yıkamayla sağlıyorlar. Çünkü Türkiye toplumu anlarsa ki, aslında İmralı’daki direniş Kürt özgürlüğü için değil, Türkiye’nin demokrasisi için direniştir esasında. Türkiye’de demokrat olmanın ölçüsü İmralı sistemine karşı çıkmaktır. Hukuki olarak da ideolojik, siyasi olarak da böyle. Hukuki açıdan da avukatlar söylüyorlar. Bir Merdan Yanardağ söyledi. Onun gibi bir görseler, anında ayağa kalkarlar. Dolayısıyla İmralı sistemini yaşatmaya çalışan, Kürt sorunundan beslenen bu faşist, sömürgeci, soykırımcı diktatörlük, zihniyet ve siyaset bir günde yok olur. Bunu engellemek için de her gün Önderliği kötülüyorlar. Önderliğe ilişkin her şeyi yasaklıyorlar. Son zamanlarda tecrit denen şeyi bu yönlü geliştiriyorlar. Öyle ki gerçek görülmesin, Önderlik doğru anlaşılmasın, İmralı direnişinin Türkiye demokrasisi açısından, Türkiye demokratikleşmesi açısından rolü, anlamı görülmesin. Dolayısıyla Türkiye toplumu, gençleri, kadınları, sol devrimci sosyalistleri, aydınları bu zihniyet ve siyasete karşı çıkmasınlar diye yoğun bir çaba harcıyor. Baskı yapıyor, eğitimde beyin yıkıyorlar. O eğitim sisteminin hepsi beyin yıkamadır. Niye yurtseverler, solcular oraya çocuklarını gönderiyorlar; insan şaşıyor. Kültürel saldırı en ileri düzeyde. Tam bir toplum kırım var. Zihniyet kırımı, vicdan kırımı. Böyle bir toplum kırım halindeler. Bunu sanatla yapıyorlar, edebiyatta yapıyorlar. Bu konuda medyayı, basın yayını en ileri düzeyde kullanıyorlar. En kötü bir biçimde.
Türkiye toplumunu Önderlik ve İmralı direniş gerçeğini anlamaz, dolayısıyla sahiplenemez kılmak için yapıyorlar. Çok bilinçli planlıdır. Bunu herkesin görmesi gerekli. Bu yönlü şeyler de gelişiyor. Biz umut ediyoruz. Bu 26’ncı mücadele yılında bu durum daha çok anlaşılacak. Uluslararası komploya karşı 26’ncı yıl mücadelesi İmralı işkence ve tecrit sistemini tümden yıkmak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde Kürt özgürlüğünü ve Türkiye demokratikleşmesini sağlamak için en büyük mücadele yılı olacak. Bu temelde yürütülen mücadelelere üstün başarılar diliyorum.
Herkesi de görevine, sorumluluğuna sahip çıkmaya ve böyle bir mücadele var gücüyle katılmaya davet ediyorum.”