HABER MERKEZİ
Günümüzde iki yüzü aşkın ulus-devlet, New York kent merkezli BM’de temsil edilmektedir. BM’nin aynı ittifakın öncülüğünde hareket ettiği, en azından ittifakın onayı olmadan tek bir karar çıkartamadığı bilinmektedir.
Tekrar belirtmeliyim ki, iki yüz ulus-devleti Siyonizm veya başka bir Yahudi güç yönetmiyor. Ama iki yüzü de (Buna can düşmanları İran ve Arap ulus-devletleri de dahildir) Yahudi milliyetçi paradigmayla kurulmuştur ve ipleri dört yüz yıldır aynı ittifak çekirdeğinin elindedir. Ulus-devlet elitleri içinde hiç Yahudi bulunmasa bile, gerek paradigmatik gerek ittifakın somut tedbirleri nedeniyle (yani teorik ve pratik olarak) bağımsız hareket sahaları son derece sınırlıdır. Yapacakları işler dört yüz yıllık kapitalist modernitenin geleneksel ideolojik ve yapısal kalıplarına uygun oldukça problem yoktur. Yola devam edebilirler. G. W. Bush’un deyimiyle, eğer ‘asi devlet’ konumuna kayarlarsa, her ulus-devletin akıbeti Taliban Afganistan’ı, Saddam Irak’ı ve tarihte onlarca örneği bulunanlarla aynı olacaktır. Uluslararası sistem, BM statükosu denilen olgu budur.
Yetmiş yıllık Sovyet Rusya’sı bile ancak kapitalist modernitenin gereklerine tam uyum ifade ettikten sonra sisteme entegre edilmeye başlandı. Çin daha erken entegre edildi. Açık ki, sistem gücünü baştan beri anlatmaya çalıştığım iki stratejik güçten alıyor. İkisinde de Yahudilik tarihsel ve güncel olarak belirleyiciliğe yakın konumdadır. Stratejik ideolojik güç unsurları kültür endüstrisi, entelektüel sermaye ve medyadır. İçerikleri milliyetçi, dinci, bilimci ve cinsiyetçidir. Stratejik maddi güç unsurları ticari, sınai, finansal ve iktidar tekel yapılanmalarıdır. Devlet sistemleri olarak ulus-devletin uluslararası ittifakları resmi yapıyı ifade eder. Devasa iki stratejik güç alanının kendisini, resmi ifade olarak devletler ve sistemleriyle karıştırmamak gerekir.
Ek mahiyetinde kısa bir değerlendirmeyi de Anadolu Yahudiliği ile ilgili sunmak önem taşımaktadır. Bu konuda ilk ve ortaçağlara kısaca değinmiştim. Selçuklu-Yahudi ve Grek-Yahudi ilişkileri önemlidir. Doğu Yahudileri ortaçağda Endülüs’ten Orta Asya’ya kadar yayılmışlardır. Hazara Yahudi Türk Devleti bu sürecin ürünüdür. Dönmecilik ve açık Yahudicilik İslam ülkelerinde yasaklanmış olmayıp, özellikle iktidar ve devletlerin stratejik alanlarında geleneksel ideolojik ve maddi güçleriyle etkilidirler. Ticaret ve bankerlik Batıdakinden aşağı kalır bir konumda değildir.
Hıristiyanlarla geleneksel çelişkileri (İsa’nın çarmıha gerilmesi ve Hıristiyanlığın Batı’nın resmi inancı haline gelmesi) 1179 Lateran Konsey Kararıyla gettolaşmaya dönüşünce ve 1391 ile 1492 İspanya sürgünleri söz konusu olunca, Yahudiler kendileri için daha çok anayurt ihtiyacı duymaya başladılar. ‘Vaat edilmiş ülke’ kavramı hâlâ canlıdır. Daha yükseliş döneminde Osmanlı saltanat çevreleriyle kurdukları ilişkiler olumlu sonuçlarını verecektir. Bankerlik ve ticaret Osmanlılar için de önemini arttırınca, Yahudilik de konumunu güçlendirecektir. Osmanlıların sürekli Hıristiyan nüfus üzerinde iktidarlarını yayıp geliştirmeleri, Batıda Hıristiyanlık âleminde (Katolik ve Ortodoks olanları) konumları giderek zorlaşan Yahudilerin İngiltere ile benzer bir ittifakı Osmanlı padişahları ile de yapmalarını beraberinde getirdi. Ortak görüş 1550-1600 yıllarında bu ittifakın güçlenmiş olduğudur. Aynı tarihte Protestan olan Hollanda ve İngiltere ile de benzer ittifak geliştirilecektir. Protestanlık, kapitalizm, ulus-devlet, modernite ve Yahudi ilişkisi araştırılmaya değer önemli bir konudur.
İspanya İberik Yarımadasının Müslümanlar ve Musevilerden temizlenmesi (1600’lere kadar tamamlanır), karşı hamle olarak Anadolu’nun Hıristiyanlıktan temizlenmesini gündeme getirir. Tarihin Anadolu’daki en eski halklarından olan, güçlü bir maddi ve manevi kültür tarihi bulunan, ama erkenden Hıristiyanlaşmış Rumlar, Pontuslular, Ermeniler ve Süryanilerin trajedisi, bu gündem nedeniyle tersine dönmeye başlar. Akdeniz’in her iki ucundaki yarımadalar adeta birbirlerine misilleme yaparcasına adım adım karşılıklı tasfiyeleri gerçekleştirirler. Yahudilerin 1550-1600 hamlesinden sonra ikinci büyük hamleleri İttihat ve Terakki Partisi ile (1890’larda Siyonist Kongre 1896’da aynı dönemde kurulur) yaşanır. Selanik merkezli ve Sabetay’dan (1650’lerden beri) gelme dönmecilik hareketiyle iç içe gelişen İttihat ve Terakki’nin en azından bir kanadının Yahudi olduğu kesindir. İnşa ettikleri ulusçuluk (Cohen, Wamberi) kelime olarak ‘Türk’tür ama içeriği Mason ve dönme olan Kürt, Arnavut ve Yahudilerle doludur. Sosyolojik bir olgu olarak Türklükle pek ilgisi yoktur. Tümüyle siyasi bir Türklük söz konusudur. Almanya ve İngiltere Yahudilerinin üzerlerinde yarışan bir etkisi de önemlidir. Tarihi uzundur ve yeri burası değildir.
Sonuçta bence Yahudiliğin Anadolu’daki tarihleri, yaşadıkları sürgünler ve ulus-devlet inşa tecrübeleri stratejik, ideolojik ve maddi güçleriyle birleşince, gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, gerek hızla (muhtemelen 1926’larda) ulus-devlete dönüştürülmesinde önemli bir rol oynar. Tıpkı 1600’lerde Hollanda ve İngiltere’de olduğu gibi. Cumhuriyetin hızla ulus-devlete dönüşmesini ve Anadolu Hıristiyanlığının tasfiyesinden sonra geleneksel İslam ve Kürtlerin kültürel tasfiyelerinin gündeme gelmesini (Hıristiyanların fiziki tasfiyeleri de söz konusudur) sadece Türklerin ulus olma projesi olarak sunmak büyük yanlışlıklar içerir. Konu daha kapsamlıdır ve Yahudilerin Anadolu’yu İsrail’den önce Yahudi anayurdu olarak kabul etmeleriyle yakından bağlantılıdır. Bu konunun Yahudiler arasında çok tartışıldığı bilinmektedir. Mustafa Kemal’e dayatılan Selanik veya Edirne merkezli Yahudi projesi örtbas edilen bir konudur. Ancak İsrail’in kuruluşuyla birlikte bu projenin önemini yitirdiğini belirtmek mümkündür. Ama Anadolu’da TC üzerinde Yahudilerin ve İsrail’in ilgisi halen stratejiktir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin inşasında Mustafa Kemal Atatürk’ün konumu tartışmasızdır. Ama kendisine rağmen tanrısallaştırılması, tarih boyunca çok yerde yaptıkları gibi bir Yahudi ideolojik kurmacasıdır. Yahudi evrenselciliğinde (Levhi Mahfuz, kader, yasacılık, determinizm, ilerlemecilik Sümer tanrı kurmacalığının tek tanrılı dinlere dönüştürülmüş biçimi) tanrısallaştırılma çok geliştirilmiş ve uygulanmış bir kavramdır. Gerek peygamberlerce, gerek modernite döneminde entelektüellerce geliştirilen her türlü edebi ütopya, altınçağ, teori, varsayım ve kanun gibi zihniyet kavramlaştırmaları bu gelenekle yakından bağlantılıdır. Tüm Ortadoğu halklarına ilişkin olduğu gibi, Türkler üzerinde de bu yönlü yoğun tanrısal seküler-laik hegemonik dogmalar inşa ettikleri doğru çözümlenmedikçe, bölgeyi kavramak eksik ve zor olacaktır.
Elbette Yahudilerin maddi güçleri de stratejik önemdeydi. M. K. Atatürk’ün bu eğilime teslim olmadığına inanıyorum. Ama çok okumasına ve araştırmasına rağmen (Sümer ve Hititlere kadar inmesi boşuna değil), tam çözümlediği kanısında değilim. İyi bir cumhuriyetçi olmak istediğinden, bunun ulus-devlet olarak değil demokrasi olarak geliştirilmesini istediğinden de kuşku duymuyorum. İdea edildiği gibi anti-Kürt ve anti-İslam da değildir. Fakat İslam-laik sorunu (Laiklik ancak 1937’de anayasaya girer) ile Kürt sorununa başlangıçta liberal yaklaşımlarını sürdüremediğine, bunun nedeninin de etrafının dönme İttihatçı kadrolarla sıkıca kuşatılması olduğuna dair kuşkularımı da önemle belirtmek durumundayım.
Türkiye Cumhuriyeti üzerinde daha 1926’larda başlayan hegemonik çekişmenin (laiklerle İslamiler arasında) tüm hızıyla devam etmesi, bence Mustafa Kemal Atatürk’ün kusuru ve istemi doğrultusunda değerlendirilmemesi gereken bir konudur. Kendi eğiliminin Demokratik Cumhuriyet doğrultusunda olduğuna dair kanıt ve işaretler daha çoktur. Hegemonik çekişmenin yaşadığımız günlerde taraflardan biri lehine tam başarıyla sonuçlanacağına inanmıyorum. Büyük bir demokratik geleneğe sahip olduğuna inandığım Anadolu topraklarında, bu sefer Demokratik Cumhuriyet çıkışının güç ve başarı kazanacağına dair umutlarımın arttığını belirtmek isterim. Anadolu ve Türkiye üzerinde hegemonik mücadelenin içyüzünü savunmanın ayrı bir cilt olarak düşünülen Ortadoğu bölümünde sunmayı umuyorum.
Yahudiliği sadece kapitalizm, modernite ve ulus-devlet bağlamında düşünmek eksik ve yanlış olur. Demokratik modernite üzerinde de önemli etkisi olmuştur. Tarih boyunca tıpkı iktidarcı-devletçi kanat (Yahudi Krallığı, İsrail Devleti) kadar olmasa bile, yine de güçlü bir Yahudi demokratik uygarlık modernite kanadı hep olagelmiştir. Yoksul ve kabile bağları zayıf Yahudilik de tarihte hep kendinden bahsettirmiştir. Hz. İbrahim’in cariye Hacer’den olma oğlu İsmail’den Mısır’daki Yusuf’a, Musa’nın kızkardeşi Meryem’den İsa’nın annesi Meryem’e kadar çok sayıda peygamber, yazar, aydın, sosyal anarşist, feminist, felsefeci ve bilim adamı ve tüm emekçi halkıyla Yahudiliğin diğer yüzü demokratik uygarlık ve modernite mücadelesinde büyük buluşlar, icatlar, teoriler, devrimler ve sanat eserleri gerçekleştirmişlerdir. Yahudiler ideolojik ve maddi güçlerini hep tekeller uğruna harcamamışlardır. Daha aydınlıklı, adil, özgür ve demokratik bir dünya için de çok önemli çaba ve başarıları olmuştur. Hangi peygamber hareketini, kardeşlik ve yoksullar dayanışmasını, ütopik hareketi, sosyalizm, anarşizm, feminizm ve ekolojik hareketi Yahudisiz düşünebiliriz? Felsefi ekoller, bilimsel ve sanatsal hareketler, dinsel mezhepler Yahudisiz çok az düşünülebilir. Kapitalizme karşı sosyalizm, ulus-devletçiliğe karşı enternasyonalizm, liberalizme karşı komünalizm, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı feminizm, endüstriyalizme karşı eko-ekonomizm, dinciliğe karşı laisizm, evrenselciliğe karşı görecilik Yahudilik ve Yahudiler olmadan acaba ne kadar gelişebilirdi?
Açık ki, Yahudilik her iki modernite dünyası açısından da önemlidir. Tarihin önemli kısımlarında ve günümüzde bu önemlerini korumuşlardır. Buna rağmen, Yahudi sorunu tarihte olduğu gibi günümüzde de varlığını korumaktadır. Başta da belirttiğim gibi, Yahudiliğe tanrının seçkin topluluğu olarak bakmak da, günah keçileri olarak görüp değerlendirmek de, çokça örneği görüldüğü gibi vahim yanlışlıklara ve oluşumlara yol açar. Önemine binaen konuya taslak düzeyinde eğilme gereği duymam bu nedenledir. Hem yerel hem küresel çözümlemeler, Yahudi gerçekliği göz önüne getirilmeden, yeterince doğru ve sonuç verici olamazlar.
Konuyu bağlarken, K. Marks’ın bir sözünü tekrarlamak isterim: Marks, “Proletarya kendini kurtarmak istiyorsa, bu işin dünyayı kurtarmadan gerçekleşemeyeceğini bilerek hareket etmelidir demişti. Ben de diyorum ki, Yahudilik eğer kendini kurtarmak istiyorsa, bunun dünyayı kurtarmadan gerçekleşmeyeceğini bilerek, stratejik olan ideolojik ve maddi gücünü bu temelde kullanmalıdır. Demokratik modernite bu temelin başında gelmektedir.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan