HABER MERKEZİ
Yıllardır 1 Mayıs dünyanın her tarafında kutlanıyor. Kutlanırken geçmişte 1 Mayısta yaşananlar da anılmıyor değil. İşçi ve emekçi insanların adil bir paylaşım ve yaşam için vermediği bedel yok. Ama sonuçta bedel verdiği halde haksız duruma düşürülmeye çalışılan yine ezilen emekçi kesimler oluyor. Çünkü yafta hazır. Hak arandın mı terörist damgası rahatlıkla vurulabiliniyor. Ancak bundan hiçte ders çıkarılmıyor.Parti Önderliğimiz “eğer doğru bir tespit ve doğru bir pratik var ise orada başarı da vardır” diyor. O zaman ya doğru tespit yapılmıyor ya da doğru bir pratik uygulanmıyor. Eskiden kendine solcuyum diyen herkes Marksist-Leninist ilkeler ile mücadele yürütürdü ve aynı zamanda “Marksizm, somut koşulların somut tahliline göre uyarlanması gerekir” derlerdi. Kimse teoride bir yanlışlık var mı diye de bir sorgulama yapma gereği duymazdı. Bu gün Kürt özgürlük hareketini saymaz isek geçmişte sayıları milyonlara varan örgütler de dahil bütün örgütlerin önderliklerinin fiziki tasfiyesi ile başlayan bir tükenişi yaşadığı, kalan örgütlerin de marjinal bir duruma düştüğünü görmekteyiz. Elbette ki bu durum, devrim ve devrimciler adına acı veren bir durum. Bu anlamda geriye dönüp baktığımızda gerçekten de bir arpa boyu yol kat edilmediği çok açık ve net olarak görünüyor. Kürt özgürlük hareketine karşı bu tür yönelimler olduğunda Kürt özgürlük hareketi gerekli tedbirleri alma yeteneğini gösterebildi.
PKK Önderliği kendini ideolojik, siyasi, örgütsel açıdan sürekli yenileyerek bütün yönelim ve tasfiye girişimlerini bertaraf etmesini bildi. İlk şehit Haki KARER anısına Kürdistan İşçi Partisi kuruldu. Her ne kadar ismi Kürdistan İşçi Partisi olsa da PKK hareketi ve Önderliği Türkiye halkının mücadelesinin, özgürlüğünün Kürdistan halkı özgürleştikçe, mücadelesi geliştikçe sağlanabileceğini hiçbir zaman göz ardı etmedi. Ve bunun içindir ki kapısını bütün halklardan enternasyonalist devrimcilere de açarak özde bir enternasyonalist hareket olma becerisini sağladı. Bir yandan Kürdistan halkının mücadelesi gelişti, diğer yandan Kürt ve Türk halklarının haklı mücadelesine olan inanç gelişti. Dolayısı ile Kürtlerde şoven milliyetçi yaklaşımların önü alınmış oldu. Çünkü PKK kurulduğu günden itibaren, her ne kadar ulusal kurtuluş mücadelesi yürütse de esasta ezilenlerin ideolojisini geliştirip güçlendirdiği gibi karşıtı olan ezen ulus ve onun ideolojisi olan milliyetçiliğe karşı olmayı ilke olarak kabul etti ve mücadelesini bu eksende geliştirdi.
Bu temelde kendi yapısı içinde de demokratik bir zihniyeti oluşturmaya çalıştı. PKK hareketi, Türkiye devriminin yiğit önder kadrolarından başta Mahir ÇAYAN ve arkadaşları, Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN, Hüseyin İNAN, İbrahim KAYPAKAYA, Sinan CEMGİL ve bunun gibi birçok devrimcinin anısına layık olmanın gereği olarak, Türkiye emekçileri ve halklarının haklı davasını, özgürlük mücadelesini hem Türkiye hem de Kürdistan zemininde tutkuyla yürütmeye çalıştı. 1 Mayıslara ve bu uğurda mücadele edipte düşenlerin anısına bu tarzda bir mücadele ile karşılık vermeyi onların anısına bir borç bildi. İşte bundan dolayıdır ki, PKK örgütü ve önderi sadece Türkiye’de değil uluslararası alanda da kapitalist-emperyalist güçlerin hedefi durumuna geldi. Her on yılda bir darbelerin yapıldığı Türkiye’de, geçmişten ders alınarak demokratik açıdan gelişmeler yaşanması gerekirken, aksine gelenin gideni arattığı hükümetler ve sonunda da darbelerle çalkalanan bir ülke olma konumu bir türlü aşılamamıştır. Aşılamamıştır çünkü aşılmak istenmemiştir. DP sonrası, AP, CHP, MHP, SHP SODEP vs. dönemlerinde yıllarca bu partiler arasında sürdürülen iktidar çatışmalarının hepsi de Türkiye’de yaşanan yoksulluğun, sosyal adaletsizliğin asıl sebeplerindendir. Çok bariz bir biçimde de ezilen halkların haklı mücadelesinin ve örgütlenmesinin önünü tıkamak ve ezilen kesimlere verilen vaatlerle insanları kandırarak enerjilerini kendi iktidarları için kullanmaktan başka hiçbir şey yapılmamıştır. Sosyal mücadelelerin geliştiği dönemlerde solcu gibi görünüp sol söylemler kullanılmış, yeri geldiğinde de halkın dini duyguları suiistimal edilmiş ya da vatan millet Sakarya politikaları yürütülmüştür. Polemik gibi görünen bütün tartışmaların hepsi bir şeyleri gizlemenin yolu ve yöntemi olmuştur. Yani ayrı ayrı gibi görünen ama hepsi de bir biçimiyle belli kesimlerin temsilcisi olarak iktidar olmak için ellerinden ne gelmiş ise yapmaktan geri durmamışlardır. Çıkarlar el verdiğinde direk ya da zımni olarak uzlaşmaktan da geri durulmamıştır. Çok zorlanıldığında ise Ordu onların imdadına koşmuş darbelerle Türkiye onlarca yıl daha gerilere itilmiştir. Ezilenler adına politika yaptığını söyleyenlerin kendi eksikliklerinin kaynağını bir türlü aşılamayan devletçi mantıkta, devletten medet uman zihniyetlerinde görmeleri gerek. Anlayış olarak eğer devlet sömüren bir kurumsa ve buna karşı durulması gerekiyorsa, o zaman yerine getirilecek şeyin devlet olmaması gerekir. Ne burjuva anlamda devlet ne de sosyalist anlamda devlet ezilenlerin sorunlarını çözebilir. Şimdiye kadarki bütün devrimciler, işçi ve emekçi sınıfın burjuvazinin sömürüsünden kurtulması için var olan devletin yıkılmasını ama yerine de sosyal adaletin daha iyi sağlanacağı işçinin ve emekçinin iktidarı olan proletarya diktatörlüğünün kurulması gerektiğini söylemişlerdir. Sonuçta diktatörlükten kurtulmak için başka bir diktatörlük kurmak gibi bir teorinin pratikçileri olmuşlardır. Bu kum saatinin ters çevrilmesinden başka bir şey değildir. Bunun içindir ki bir kısır döngüdür almış başını yürümüştür. Kum yine yukarıdan aşağı akıyor.
Yetmiş yıllık Sovyetler birliğinde uygulanan işte bu olmuştur. Demek ki bir sonuca ulaşılsa bile, yanlış tuğla ile inşa edilen bina eninde sonunda yıkılıyor. Çünkü yanlış oluşturulan şey doğru diye bildiğimiz düşüncelerimizden yani diğer bir deyimle zihniyetten kaynaklanıyor. Sonuçta bu zihniyet kendisine karşı mücadele ettiğimiz anlayışa hizmet etmekten geri kalmıyor. Yani her seferinde sayfalar dolusu yazılar, kitaplar yazılarak, konuşularak başkasının taklidini yapmak bir zihniyet oluşturmuyor, dolayısı ile bu zihniyet özgür irade ile donanmış bir irade olmuyor. Başkalarının iktidar için yaptığını yapmak ondan çok farklı olmasa gerek. O zaman doğru olan demokratik zihniyetle kendimizi donatmak, bunu aynı zamanda pratik yaşama da yansıtarak kendimizi ahlaki, politik açıdan güçlendirmek ve özgür kişilikler haline getirmek olacaktır. Ancak bu biçimde doğru bir tarzın sahibi olunur, doğru bir toplumsallık yaşanabilinir. Yoksa Sosyalizme rağmen iktidarcı bir zihniyetten kurtulamayız. Devlet denilen sistem zaten bir kesimin çıkarlarını korumak ve geliştirmek adına oluşturulmuş bir örgütlenme biçimi olmuyor mu? Eğer öyle ise o zaman “seni sömüren, seni soyup soğana çevirerek kendi yaşamını idame ettirenden, halkların kendi dilinde konuşup eğitim görmesini ve bunun için mücadele etmeyi bölücülük sayan zihniyetten medet ummak niye”, diye insanın kendini sorgulaması gerekmiyor mu? İşte PKK hareketi kendini otuz beş yıl boyunca bu tarz bir sorgulama, öz eleştiri ve eleştiriye tabi tutarak mücadele yürüttü. Ve hala da bunu yapıyor. Uluslararası bütün yönelimlere rağmen PKK hala ayakta durmuş ve büyük kazanımlar elde etmişse bu onun kendini sürekli yenilemesinden ve doğru zihniyeti kendinde yaratmasından kaynaklanmaktadır. Sonuç olarak, eğer geleceği yaratacak isek -ki bunu istediğimiz konusunda hiçbir tereddüdümüz yok- bu günkü konjonktürel durumu da görerek, geçmiş ile yüzleşerek, dogmalarımızdan kurtulmak, ret ve kabul ölçülerimizi daha çok güçlendirmek, bir bütün olarak toplumu ele aldığımızda tarihimizde insani açıdan olumlu olanlara sahip çıkıp, tecrübelerden ders çıkarmak, olumsuz olanlar karşısında da çeliğe su verir gibi sertleşerek mücadele etmek gerekmektedir. Elbette ki bunu yaparken nihilistçe bir yaklaşım içinde olmamak için dikkat etmemiz gerekirken, toplumun yarattığı bütün değerleri toplumu kategorize ederek şu veya bu sınıfa mal etmemek gerekir. Eğer bunu yaparsak, bu bizi değerlerden uzaklaşmaya götürü ki bu kendini boşa çıkarmak olur. Gelinen bu aşamada bütün devrimler tarihinden ve özgün olarak da kendi tarihimizden elde ettiğimiz çokça tecrübe vardır. Bu gün her ne kadar geri bırakılmaya çalışılsa bile halklar, kendi üzerlerinde sürdürülen zulme bir dur demektedir.
Günümüz Türkiye ve Kürdistan’ında bu gün özgürlük mücadelesi yürütenler de yetmişli ve seksenli yıllardaki gibi tecrübesiz ve örgütsüz devrimciler değildirler. Bedeli ne olursa olsun mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerdir. Bu açıdan Kürdistan ve Türkiye’deki bütün devrimci, demokratlar, aydınlar ve ezilenler, bu kadar zulmü reva görenlere 1 Mayıs’la birlikte sadece Arapların değil Türklerin, Kürtlerin ve diğer ezilenlerin de baharının olduğunu göstereceklerdir.