HABER MERKEZİ- AZAD ARVÎN’in kaleminden
“Kurdistan coğrafyasını parçalayarak dört devlete paylaştırmayı hedefleyen Lozan Antlaşması’nın üzerinden tam 101 yıl geçti. Yüzyıllardır boyun eğdirilmeye çalışılan Kürtlerin soykırım ve imha süreci, Lozan Antlaşması’yla birlikte yeni bir aşamaya taşındı. Bu antlaşmayla birlikte Kürtlerin statüsüzlüğü dünya nezdinde genel kabul gördü ve devlet denen illetin karanlık yüzü bir kez daha kendisini dışa vurmuş oldu.
Lozan Antlaşması’nın 101’inci yılında, Kurdistan’ın bölünmesi sadece coğrafi sınırları değil, aynı zamanda binlerce yıllık kültürel ve toplumsal bağlar da parçaladı. Antlaşma, Kürt halkı için trajik bir dönüm noktası olarak kabul edilir çünkü bu süreç, Kürtlerin tarihleri boyunca karşılaştıkları soykırım ve imha politikalarının resmi ve sistemli bir boyuta taşınmasını amaçladı. Dünya devletleri, bu acımasız sürece sessiz kalarak, bazı dönemlerde de doğrudan müdahil olarak, Kürt halkının hakları ve varlığına yönelik büyük bir ihlali görmezden geldi ve bu durumu onaylamış oldu.
Kültürel birlik ve tarihsel gerçeklikten kopardı
Lozan Antlaşması, Ortadoğu’da derin ve kalıcı etkiler yarattı ve halkların kültürel birliğini parçalayarak tarihi bağlarını koparttı. Özellikle Kürt halkı, bu antlaşma sonucunda kendi içinde bölünerek Kurdistan coğrafyasında yapay sınırlarla birbirinden ayrıldı. Bu müdahale, özellikle Ortadoğu’da ulus-devlet kavramının palazlanmasına, Kürt halkının varlığının inkar edilmesi politikalarının derinleşmesine yol açtı.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte, bölgedeki etnik ve dini gruplar arasında yapay sınırlar çizilerek bölgede yaşayan kimlikler ve kültürel bağlar parçalandı. Kürtler açısından bu durum binlerce yıllık ortak tarih ve toplumsal yapının derinden etkilenmesi demekti. Coğrafi olarak Kurdistan olarak bilinen topraklar Irak, İran, Türkiye ve Suriye gibi dört farklı ulus devletin himayesine girdi. Burada devletlerin amaçladığı, Kürtlerin ulusal bilincinin parçalanmasıydı.
Kürt ulusal birliğini zedeledi
Bu sınırların Kurdistan’ı parçalaması, Kürtlerin kültürel kimliğini ve birliğini korumasını zorlaştırdı. Ulus-devlet modeli kendisini belirginleştirdikçe, Kürtlerin kendi dil, kültür ve kimliklerini koruma mücadelesi de zorlaştı. Dahası, bu süreç Kürtlerin varlığının tarihte hiç olmadığı kadar inkâr edilmesi politikalarına da zemin oluşturdu. Kürtler özellikle Lozan’dan sonra asimilasyon, kültürel baskı ile fiziksel katliam ve soykırımlarla çok daha fazla karşı karşıya kaldı.
Lozan Antlaşması’nın etkileri daha sonraki süreçte Ortadoğu’daki etnik ve dini çatışmaların derinleşmesinde ve bölgedeki siyasi istikrarsızlıkta da yoğun bir şekilde hissedildi. Kürtler için bu antlaşma, mücadele ve kimlik arayışının temelini de oluşturdu. Lozan, aynı zamanda uluslararası toplumun, etnik grupların haklarını ve kültürel kimliklerini koruma sorumluluğunu hatırlaması gereken bir tarihi anımsatıcıdır.
Lozan Antlaşması’nın imzalanması
Lozan Antlaşması, Türkiye ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya arasında 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrindeki Oşi Kalesi’nde imzalandı.
20 Kasım 1922’de Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Slovenya, Sırbistan ve Türkiye devletleri arasında Lozan Kongresi yapıldı. Ayrıca Ukrayna, Gürcistan ve Bulgaristan da kongrenin yedek üyeleriydi.
Kongre, görünürde Osmanlı devletinin topraklarını paylaşmak ve Türkiye’nin sınırlarını belirlemek üzerine kurgulanmıştı.
Lozan Kongresi’nde Türkiye’nin temsilcileri İsmet İnönü, Başbakan Hasan Reuf ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal’di. Birinci Lozan Kongresi sırasında, dünya savaşını kazanan ülkeler uzayan tartışmalara rağmen Türkiye ile özellikle Musul ve Trakya konuları olmak üzere herhangi bir uzlaşmaya varamadılar.
Tartışmalar üç ay boyunca devam etti
Tartışmaların sonuçsuz kalmasının ardından süreç tıkanma noktasına gelirken Türkiye’nin teklifi üzerine 23 Nisan 1923 tarihinde Lozan Kongresi ikinci defa toplandı. Türkiye ikinci oturum için yüz sayfalık bir rapor hazırlamıştı. Kongrenin ikinci oturumunda Osmanlı devletiyle ilgili tartışmalar üç ay boyunca devam etti. Taraflar sonuç olarak, 17 Temmuz’da bir anlaşmaya vardılar.
17 Temmuz 1923 tarihinde antlaşma sağlanmış olmasına rağmen İsmet İnönü, Mustafa Kemal’in onayını almadan anlaşmayı imzalayamadı. Bu nedenle 123 madde ve 2 ekten oluşan anlaşma daha sonraki birkaç gün içerisinde İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal’in onayını da almasıyla 24 Temmuz tarihinde imzalandı.
Kurdistan coğrafyası ve tarihinde dönüm noktası
Lozan Antlaşması’nın imzalanması, Kurdistan coğrafyasının ve Kürtlerin tarihinde en büyük dönüm noktasıdır çünkü antlaşmaya birlikte Kürtlerin iradesi hiçbir şekilde yansımamış olmasına rağmen Kurdistan toprakları sanal devlet sınırlarıyla dörde ayrıldı. Bu anlaşma ile Kurdistan coğrafyası tarihte ikinci defa parçalandı ve Kurdistan çok açık şekilde işgal edilmiş bir ülke oldu. Üstelik birçok devletin onayıyla!
Tutulmayan sözler, tanınmayan özerklik hakkı
Mustafa Kemal, Sevr Anlaşması’nın öncesinde düzenlediği Erzurum ve Sivas kongrelerinde yaptığı konuşmalarda Kürtlere tüm haklarını tanıyacaklarına dair sözler vermişti. Bu sözlerin karşılığı olarak da 23 Nisan 1920’de Türkiye Parlamentosu’nda Kürtlerin muhtariyeti (özerkliği) onaylandı. Bu dönemde yaptığı konuşmaların birisinde Mustafa Kemal, Kürt ve Türklerin kaderinin bir olduğunu söylemişti.
Kürtlerin varlığı reddedildi!
Parlamento’da alınan kararlar 1921 anayasası ile birlikte tam bir resmiyet kazanacak ve Kürt sorunu çözülecekti. Fakat daha sonraki tartışmalarda bu durum rafa kalktı. 1924 yılına gelindiğinde yapılan yeni anayasada 1921 yılında çıkarılmak istenen Anayasa’da Kürtler ile ilgili olan kısımlar tersine çevrilerek Kürt sorunu ve Kürtlerin varlığı reddedildi. Türk devletinin resmi olarak “tek dil, tek bayrak, tek millet” anlayışına geçiş yapmasıyla Kürt sorunu yeniden şekillendi. Bu dönemde Kürt varlığı inkâr edilmeye başlandı ve Kürtlerin özerklik talepleri resmi politika tarafından reddedildi. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bu anayasayı kabul ettikten sonra Kürtler açısından Lozan’ın devamı niteliğinde olan yeni bir süreç başlattı. Bu süreç Lozan Antlaşması ile bağlantılı olarak Kürtlerin inkarının, zorla göç ettirilmesinin, katledilmesinin ve Kurdistan’ın talan edilmesinin başladığı bir süreçti.
Türkiye’nin bu yönelimiyle birlikte, Kürt halkının yaşadığı bölgelerde zorla yerinden etme politikaları uygulanmaya başladı, Kürt kültürel ve siyasal kimliği bastırılmaya çalışıldı. Kurdistan’ın ekonomik kaynakları talan edildi ve Kürtlerin yaşadığı isyanlar bastırılmak istendi.
İnkara karşı direniş!
Konuşmalarda Kürtlerle Türklerin birlikte olduğu ilkesi dile getirilse de Türkiye’nin iç politikası ve uygulamaları Kürt halkı arasında büyük hoşnutsuzluk ve direnişe yol açtı. Bu dönemde, Kürtlerin çeşitli zamanlarda başlattığı ayaklanmalar, sosyal ve siyasal taleplerin güçlü bir ifadesi oldu. 1925’te Şêx Said isyanı, 1930’da Agiri (Zilan) ve 1937’de Dersim, Kürtlerin önde gelen ayaklanma ve direniş hareketlerinden bazılarıydı.
Sonuç olarak, Türkiye’nin kuruluş yıllarında Kürtlerin hakları ve statüsü üzerine verilen sözlerin zamanla nasıl değiştiğinin ve Türk devletinin merkeziyetçi politikalarının nasıl şekillendiğinin görülmesi Kürt sorununun anlaşılması açısından önemlidir. Bu süreç, günümüzde de Türkiye’nin iç politikalarında önemli bir tartışma konusu olarak varlığını sürdürmektedir.
Kurdistan’da sosyolojik, askeri ve siyasi durum
Lozan Antlaşması’nın bir diğer yönü aynı zamanda isyanlar çerçevesinde Kürtler için yeni bir dönemin başlangıcı olmasıydı. Antlaşmanın imzalandığı dönemde, Kürtlerin askeri, siyasi, diplomatik ve ekonomik olarak belirgin bir güçleri veya örgütlülükleri yoktu. Ancak Kürtler, 24 Temmuz 1923 tarihinden itibaren Lozan’ı kabul etmeyerek kendi kaderini çizme yolunda adımlar attı, direniş örgütlemeye başladı. Çoğu isyan Türk devlet politikası olarak katliamlarla bastırılıyordu ve Türk devletinin Kürtlere dönük politikaları o süreçlerden itibaren şekilleniyordu.
Yeniden diriliş: PKK
Tarih yaprakları 1970’ler sonrasını gösterdiği zamanlarda Kürtler direnişçi damarlarından uzaklaşmamıştı. Özellikle bu yıllar Kürtlerin direniş tarihi baz alındığında Kurdistan için tam anlamıyla dönüm noktasıydı. Çünkü Ortadoğu’da, Kurdistan’da yeni bir liderin ismi duyulmuştu artık. Önder Apo’nun öncülüğünde PKK’nin kuruluşu gerçekleşti. PKK, Kürtlerin sesini daha önce hiç olmadığı kadar yükseltti ve bu kez yenilmez bir direnişi doğurdu. Bu direniş Türk devletinin belini bükse de devlet Kurdistan’daki baskılarını arttıracak, bu isyanı da katliamla durdurma girişimlerini sürdürecekti. Fakat devletin bütün çabaları sonuçsuzdu ve PKK’nin başlattığı isyan halen büyüyerek devam ediyor.
Lozan Antlaşması’ndan sonra Kürtlerin statü kazanması, Türk ve Kürt halkının onurlu bir barış çerçevesinde bir arada yaşayabilmesi için; dolayısıyla Lozan’ın işlevsiz kalması için en çok çabalayan da Önder Apo oldu. Silahlı direnişin başladığı 1985 yılından günümüze kadar Önder Apo işgalci Türk devletiyle defalarca iletişim kurdu ve çoğu tek taraflı olmak üzere ateşkesler ilan etti. Ancak Lozan Antlaşması’yla beraber her anlamda parçalanmaya çalışılan Kürtleri tamamen ortadan kaldırmak isteyen Türk devleti bütün bu çabaları kirli devlet oyunlarıyla bertaraf ederek çözümsüzlükteki ısrarını sürdürdü.
Lozan Antlaşması’nın 100’üncü yılı
Kürtler, geçen yıl KNK öncülüğünde 100’üncü yılında Lozan Antlaşması’nı protesto etmek için bir dizi etkinlik düzenlemiş; konferans, panel, film gösterimi ve konserlerin yer aldığı eylemler dizisi Şubat’ta başlayıp, Ekim ayına kadar etmişti.
Eylem dizisinin finalinde Lozan Antlaşması’nın üç günlük temsili mahkemesi yapıldı.
Daha önce başta Önder Apo olmak üzere birçok çevreden yapılan Ulusal Birlik çağrılarına kayıtsız kalan KDP aynı tutumunu Lozan Antlaşmasının yüzüncü yılında KNK öncülüğünde gerçekleştirilen etkinlik, eylem ve konferanslara katılmayarak sürdürmüştü.
Barış, diyalog ve çözüm girişimleri
Önder Apo öncülüğünde barış umutları daha önce de yeşermiş olsa da özellikle 2013-2015 yılları arasında heyetler aracılığıyla başlayan görüşme süreci, 24 Temmuz 2015’te Dolmabahçe Mutabakatı’nın imzalanmasıyla yeni bir evreye girecekti. Ancak Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk milliyetçiliği ve Osmanlı hayalleri, bölgede yeni çatışma ve işgal dalgalarını tetikledi.
DAİŞ çetelerinin aracılığıyla Kobanê’yi işgal girişimi, ardından Efrin, Serêkaniyê ve Girê Spî’nin işgali, Türkiye’nin Kurdistan’daki askeri varlığını genişlettiğin sinyallerini verdi. Amed Sur, Cizîr, Silopi, Nisêbîn gibi Kürt yerleşimlerinde katliamlar gerçekleştirildi. Kerkük ve Musul’a yönelik müdahaleler, Türkiye’nin bölgedeki genişleme planlarını ve yerel halkları silahlandırma çabalarını ortaya koyuyor. Neo-Osmanlıcılık hayallerinin peşinden her yere işgal saldırıları düzenleyen Türk devletiyle herhangi bir uzlaşma zemini yoktu ve Kürtler her zamanki gibi görkemli direnişini sürdürecekti.
24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması Önder Apo’nun da birçok değerlendirmesine konu oldu. Lozan Antlaşması 20. yüzyılın en önemli diplomatik belgelerinden biri olduğu açıktır fakat başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu’daki halklarda açtığı yaralar derindir. Önder Apo da bu antlaşmanın sadece Kürtleri değil, bölgedeki diğer etnik grupları da önemli ölçüde etkilediğini ifade etti. Ona göre, Lozan Antlaşması’nın barış getirme iddiası sorgulanmalıdır çünkü kazanan ve kaybedenler arasında belirgin bir ayrım vardır.
Bugün Türkiye’deki siyasi partilerin, AKP, MHP, CHP gibi, geçmişin milliyetçiliği ile benzer yöntemlerle siyaset yaptığını vurgulayan Önder Apo, bu durumun Lozan Antlaşması’nın demokratik bir perspektiften yeniden değerlendirilmesi gerektiği gerekliliğini ortaya koyduğunu belirtti. Bu yüzden Önder Apo’ya göre Lozan’ın güncel siyasete ve bölge dinamiklerine uygun bir şekilde güncellenmesi, adaletli bir barış sürecinin temelini oluşturabilir.
Önder Apo özellikle İmralı Zindanında yaptığı değerlendirmelerde, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bölgenin genel politik dengelerinin değişim içinde olduğunu ve özellikle Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni bir Osmanlı İmparatorluğu hayalini gündeme getirdiğini sık sık vurguladı. Bunun herhangi bir sorunu çözmeyeceği gibi, halklar açısından Türk işgalciliğinin yayılmasıyla birlikte sorunların çok daha fazla büyüyeceği de açıktı. Önder Apo’ya göre Lozan’ın Kurdistan ve Ortadoğu’da derinleştirdiği sorunlar başta olmak üzere etnisite ve kültür sorunlarının çözülmesinde ancak Ortadoğu Konfederalizmi olarak adlandırılan demokratik ulus projesi çözebilir. Demokratik Konfederalizmi, bölgesel barış ve istikrarın sağlanması açısından da en iyi alternatif olarak önümüzde duruyor. Bu yaklaşım, Kürtlerin tarihsel ve kültürel varlığını koruyarak, bölgedeki diğer halkların da haklarını güvence altına almayı hedefliyor.
Sonuç olarak Lozan Antlaşması günümüzde hala tüm geçerliliğini koruyor ancak adaletli ve kapsayıcı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerekiyor. Bu yeniden değerlendirme süreci, bölgedeki çeşitli etnik ve dini grupların haklarını ve güvenliğini sağlamaya yönelik adil bir çözümün temelini oluşturabilir.”
Kaynak: ROJNEWS