HABER MERKEZİ –
12 Eylül 1980 askeri darbesine ‘faşist-askeri rejim’ diyoruz
1982 büyük zindan direnişi Newroz’da, 17-18 Mayıs’ta, en son 14 Temmuz’da gerçekleşen bu büyük eylem duruşu kimlere karşı, hangi koşullarda, niçin gerçekleşti, ortaya çıktı ve yapıldı? Tabii bu soruların cevabı da önem arz ediyor. Dolayısıyla 1982 büyük zindan direnişinin anlam ve önemine vakıf olmak demek her şeyden önce tarihsel gelişme içerisinde Kürt sorunu denen soykırım zihniyetini ve siyasetini doğru anlamayı, yine böyle bir zihniyet ve siyasetin 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle nasıl uygulamaya geçirilmek istendiği gerçeğini doğru bilince çıkartmayı gerekli kılıyor. Bu temelde ortaya çıkan 12 Eylül 1980 askeri darbesine ‘faşist-askeri rejim’ diyoruz ama bu şekilde söyleyip geçmemek lazım. Demek ki daha önceki yönetimlerden farkı var. Her şeyden önce onu görmeliyiz. Eğer farkı olmasaydı 12 Eylül darbesi olmazdı. Öncekileri eleştiren, suçlayan, yıkarak yeniden kuruluş sağlamaya yönelen ayrı bir yönetim ortaya çıkmazdı.
O halde hem Kürt sorunu denen soykırım zihniyet ve siyasetini, hem de bunun 12 Eylül 1980 faşist-askeri darbesi temelindeki uygulanma biçimini, özelliklerini bilince doğru çıkartmalıyız. Çünkü büyük zindan direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bunlara karşı gelişti. Kürt toplumuna dayatılan soykırım saldırısına karşı gerçekleşen bir direniş oldu. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmeyi ve gerçekleştirmeyi ifade etti.
14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nu zorunlu kılan uygulamalar
O halde Kürdistan’a dayatılan soykırım gerçeği özellikleri nelerdir? 12 Eylül faşist-askeri darbesi böyle bir soykırımı hangi yol ve yöntemlerle, nasıl bir baskı, terör ve katliam uygulamasıyla gerçekleştirmeye çalıştı? Bunun içerisinde zindanlara dayatılan ne oldu? Diyarbakır Zindanı’nda böyle bir soykırım zihniyeti ve siyaseti hangi yol ve yöntemlerle uygulanmaya çalışıldı? Darbenin tutuklayıp, Diyarbakır Zindanı’na koyduğu devrimci tutsaklara karşı neler yapıldı? Onlar üzerinde ne tür baskı-katliam-işkence uygulaması yapıldı? Kesinlikle bunları iyi bilmek, anlamak gerekli. Diyarbakır Zindanı’nda 1981-1982 yıllarında 12 Eylül faşist-askeri darbesinin ortaya koyduğu baskı ve işkence gerçeğini, çizgisini doğru anlayıp, bilince çıkaramayan ve onu ruhunda, duygusunda, düşünce ve yaşamında aşamayan, ona karşı mücadele edemeyen özgürlük savaşçısı olamaz, düşmanını ve özgür yaşamı bilince doğru çıkartamaz. Bunu kesinlikle böyle bilmek gerekli.
Yani 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu’nu zorunlu kılan uygulamalar sadece zindana özgü değildi, bir tesadüf değildi, gelip-geçici bir durum değildi. Aslında kapitalist modernitenin küresel hegemonik sistem haline gelme özelliğini ve bu temelde Türkiye’de geliştirdiği ulus devleti Ortadoğu’ya yayarak Kürdistan üzerinde kurduğu soykırımcı sistemi ifade ediyordu, ortaya koyuyordu. Bu sistem gerçeğinin özde ne olduğunu, günlük olarak Kürt toplumu ve insanlık üzerinde ne tür uygulamalar gerçekleştirdiğini açıkça görünür hale getiriyordu. Aslında topluma dayatılan, dönem dönem katliamlarla, soykırımlarla sürdürülen bu sömürgeci-soykırımcı saldırıların gerçek yüzünü çıplak gözle görülebilir biçimde açığa çıkardı. Yoksa öyle geçici bir durum, sadece zindanlara özgü bir durum değildi. Zindanlar mücadelenin keskinleştiği, yoğunlaştığı, dolayısıyla da çatışmanın gırtlak gırtlağa, 24 saatin her anında, en keskin bir biçimde yaşandığı yerler oluyor. Dolayısıyla gerçekler daha çok ve daha yalın bir biçimde ortaya çıkıyor, daha iyi görülebiliyor. Zindanda görülenler bu oldu.
12 Eylül faşist-askeri rejimi, Diyarbakır Zindanı’nda devrimci tutsaklara neler dayattı? Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay, 14 Temmuz direnişçileri bu dayatmalara nasıl bir duyguyla, düşünceyle, tutumla karşılık verdiler? İşte bu da doğru anlaşılmayı kesinlikle gerektiriyor. 12 Eylül rejiminin zindanda dayattığını ‘itirafçılık’ diye ifade ediyorlar. O politikayı genelde öyle tanımladılar. Bunun içeriğine de ulusal kimliği, ideolojik-örgütsel kimliği inkâr etme, red etme, onlardan koparak karşı safa geçip karşıtların önünde uşakça bu gerçekliğe karşı mücadele eder hale gelmeyi dayattılar. İtirafçılık buydu. Kürt devrimciliğine Kürt ulusal kimliğinden kopma, inkâr etme, Türkleşme dayatılıyordu. Kürt varlığına, özgürlüğüne demokratik birlik ve kardeşlik düşüncesinden, ideolojisinden kopup, çok veciz bir biçimde ifade edilen ‘Genç Kemalistler’ haline gelme dayatmasını içeriyordu.
Diyarbakır Zindanı’nda, itirafçı olanların ideolojik-örgütsel kimliklerini ‘Genç Kemalistler’ olarak tanımladılar. Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit ve benzerlerinin içine düştükleri ihanete faşist-soykırımcı düşman böyle bir örgütsel kimlik takmaya çalıştı. Niye? 24 saat ihanetlerini ruhlarında, duygularında duysunlar, hissetsinler, hiçbir an organ kopuşu yaşamasınlar diye. Yoksa o öyle kaba bir tanımlama değildi. Çok iyi düşünülmüş, itirafçılık amaçları doğrultusunda somut belirlenmiş bir isim takmayı ifade ediyordu. Tabi örgütten, Partiden, Önderlikten kopma dayatılıyordu.
Dikkat edilirse 12 Eylül faşist-askeri darbesi, 15 Ağustos 1984’e kadar elliden fazla insanı idam etti. Faili meçhul birçok katliam oldu. İşkencelerde çok sayıda devrimci-demokrat insan katledildi. En erken dava açılan hareketlerden birisi PKK oldu. Yine erken idam cezası verilen hareketlerden bir tanesi PKK hareketiydi. Daha 12 Eylül darbesi gelir gelmez, darbeden önce görülmekte olan bazı davalarda PKK kadrolarına idam cezaları vermişlerdi. Fakat hiçbirini uygulamadılar, uygulamaya koyamadılar. Diğer bütün örgütlerden, sol-sosyalist, devrimci örgütlerden, hatta Milliyetçi-İslamcı örgütlerden birçok kişiyi peş peşe idam etmelerine rağmen bir PKK’li idam edemediler. O soykırım amacına uygun düşmüyordu. Kürtlere karşı öyle bir soykırım uygulanıyordu ki, Dersim’de katliamlara giden yolda oluşturulan ferman neyi içeriyordu ‘ilerde Kürtlük idealini beyninde ve yüreğinde taşıma ihtimali olan herkesin katledilmesini’ ifade ediyordu.
Şimdi ana karnında bir çocuğun doğup, büyüyünce ne düşüneceğini, duyacağını, nasıl yaşayacağını, ne yapmak isteyebileceğini nerden bileceksin? 3 yaşındaki çocuğun 20-30 yaşına gelince neleri düşünüp yapmak isteyeceğini nereden anlayacaksın, kestireceksin? Hiçbir ölçüsü yoktur. Dolayısıyla canlı insan türü olarak var olan herkes ilerde böyle bir ideali taşıma, onun peşinden gitme potansiyelini kendi içinde taşımaktadır. O halde bu ‘herkes katledilmelidir’ demek oluyor. Yani insan türü olarak var olan herkesin katledilmesini, katliamını böyle ifade ediyorlar. Böyle dolambaçlı bir ifadeyle ortaya koyuyorlar. Güya anlaşılmaz kılmak, kendilerince biraz da muğlaklaştırmak istiyorlar, ama uygulaması çok nettir. Şimdi Dersim’de bu uygulandı. Hem de çok ağır bir biçimde, hiçbir iz bırakmamak üzere uygulandı. Onlarca insanı idam ettiler. Adlarından ve kulaktan kulağa aktarılan sözlerinden başka hiçbir iz kalmadı.
On binlerce insanı katlettiler, hiçbirisinin izi yoktur. Geriye sadece korku ve dehşet kaldı. 1938 katliamlarının dehşetini bıraktılar. Bundan başka hiçbir iz kalmadı. Dikkat edelim, korkuyla kulaktan kulağa söylenen sözler dışında Kürtlük adına, varlık adına, özgürlük adına her hangi bir iz bırakmadılar. Aslında onun da söylenmesine korku derinleştirilsin, yürekten yüreğe taşınsın dolayısıyla böyle bir şeye cüret etme durumu ortaya çıkmasın diye izin verdiler. Yoksa onu da önlemeye çalışırlardı.
İşte Diyarbakır Zindanı’nda devrimci tutsaklara dayatılan çizgi de bunun esasıydı, daha da geliştirilmişi oluyor. Öyle ki Kürt olarak, PKK militanı, Apocu militan olarak yaşamayacaksın. Zaten bundan vazgeçirilmesi için 24 saat baskı var.
Büyük zindan direnişi itirafçılık dayatmasına karşı gelişti
Bir de öyle ölmeyeceksin. Ne olursa olsun bütün bunları beyninden ve yüreğinden atacaksın, kusacaksın. İtirafçılık demek bu oluyor. Kendi ulusal, ideolojik, partisel, insanlık kimliğini red edip, bütün duygu-düşünce-ruh dünyanı yok edeceksin, dolayısıyla bu şekilde bir posa haline geldikten sonra bir uşak olarak sana verileni alacak ve onun gereklerini icra edeceksin. Ne kadar alınabilir, icra edilebilirse o kadar yapacaksın. Dayatma bu işte.
Büyük zindan direnişi böyle bir itirafçılık dayatmasına karşı gelişti. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi bu zihniyeti ve politikayı yenilgiye uğrattı. Özgürlük mücadelesi yürüten bir Kürt olarak, bir Apocu militan olarak hiç kimse ölmeyecek kararını, boşa çıkarttı. Başarı böyle gerçekleşti.
Dikkat edelim, neye başarı dediğimizi doğru anlamamız lazım. O halde büyük özgürlük değeri ne oluyor? Onu doğru bilince çıkartmamız gerekiyor. Başarı, düşmanın bu dayatmalarını posa olarak var edip, insan olarak yok etme dayatmasını boşa çıkartmayı, başarısız kılmayı ifade etti. Mazlumların, Ferhatların, Hayri, Kemal yoldaşların bu büyük cesaretleri, fedakârlıkları, geliştirdikleri fedai çizgisi işte bunu ifade ediyor. Düşmanın ulusal, toplumsal, ideolojik insan olarak ölümü dayatıp bir posa olarak yaşamayı dayatmasına karşı, onlar bir insan olarak ulusal kimlik, ideolojik-örgütsel kimliği esas alan, onunla ölümü gerçekleştiren, tercih eden, onlardan koparak düşmanın istediği biçimde bir posa olarak fiziki yaşam sürdürmeyi, biyolojik yaşam sürdürmeyi red eden bir büyük bilincin ve iradenin sahibi oldular. İtirafçılık politikasını ancak bu biçimde boşa çıkardılar, yenilgiye uğrattılar. Devrimci değer, ulusal özgürlükçü, demokratik değeri bu biçimde var ettiler.
Şimdi şu önemli: Diyarbakır Zindanı’nda bu bir dayatma olarak net görüldü. İfade ettik, bu sadece o an ve zindana özgü değildi. Aslında Birinci Dünya Savaşı’yla ortaya çıkartılmış olan Kürt soykırım zihniyet ve siyasetinin esasıydı. Toplumda Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Kürt toplumu üzerindeki sömürgeci-soykırımcı uygulamanın kendisiydi. Zindanda bu uygulamaların temel özelliklerinin, amaçlarının neler olduğu daha yalın, açık, çıplak bir biçimde görüldü.”
Duran Kalkan