HABER MERKEZİ –
Yeni bir konsept var, durum değişmiştir
Şimdi, mevcut AKP-MHP faşizminin, bütün o sömürgeci-soykırımcı sistemin maskeleri geçen 40 yıllık mücadeleyle düşürüldüğü için Diyarbakır Zindanı’nda 12 Eylül faşist-askeri rejiminin çıplak-yalın bir biçimde uyguladığı bu gerçekliği toplum üzerinde de açık bir biçimde uyguluyor. Biz ‘bu rejim başka zamanlarda yapılmamışı yapıyor, ağır uygulamalarda bulunuyor’ diyoruz. Hayır, öyle değildir. Aslında yüzyıldır 4 parça Kürdistan’da her an uygulanan gerçeklik bu ama üstü maskeleniyor. Şimdi mücadele edilince ona karşı, maskeler düşürüldükçe gerçek yüzü açığa çıkıyor. Diyarbakır Zindanı’nda açığa çıkmıştı. Şimdi gerilla öncüllüğündeki Özgürlük Mücadelemizin maskeleri düşürmesi sonucunda yine yalın bir biçimde açığa çıktı.
AKP-MHP faşizmi Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamaların hepsini, ‘itirafçılık politikası’ denilerek yürütülenleri, aslında toplum üzerinde açık bir biçimde yürütüyor. Dayatmalar aynı dayatmalardır. Tayyip Erdoğan’ın, Devlet Bahçeli’nin sözlerine, tutumlarına, uygulamalarına bakalım, İmralı’dan diğer zindanlara, kentlerden dağlara, Bakur’dan Rojava’ya, Başûr’a, yurtdışına kadar, yaşayan diri insandan şehitliklere kadar, cenazeler üzerindeki uygulama ve saldırılara kadar yürütülen tüm politikalara bakalım hepsi Diyarbakır Zindanı’ndaki itirafçılık uygulamasıdır.
Yani özgür Kürt olarak hiçbir şey var olmayacak. Bu konuda tarihe her hangi bir iz bırakılmayacak. İzi bile yok edilebilecek ki kökünü kazıyasın. İşte kök kazıma politikası bu oluyor. Yani tüm izleri yok etmek. Kürt soykırımı, Kürdistan, Kürt toplumu üzerindeki soykırım böyle uygulanıyor. Bu konuda özellikle ‘30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısının’ aldığı ‘Çöktürme Eylem Planı’ adlı soykırım planı, 12 Eylül faşist-askeri rejiminin Diyarbakır Zindanı’nda uyguladığı politikaları çok daha ileri bir biçimde planlayarak uygulamaya koymayı ifade ediyor.
Genelde bu kök kazıma, inkâr ve imha yüzyıldır hep var. Çeşitli dönemlerde ağır soykırımlar biçiminde sürdü. Yine Önder Apo’nun başlatıp geliştirdiği, PKK biçiminde somutlaşan, örgütlenip yürütülen Özgürlük Mücadelesine de, 18 Mayıs 1977 tarihinde Antep’te Hakki Karer Yoldaşın katledilmesinden itibaren bir katliam-imha-tasfiye etme saldırısı dayatıldı. Bunlar birer gerçeklik, fakat bu ‘Çöktürme Eylem Planı’ denen saldırı bugün AKP-MHP faşizminin her alanda yalın bir biçimde yürüttüğü uygulamalar, tıpkı 12 Eylül rejiminin Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalarına benzer bir düzeyi, açıklığı ifade ediyor. Oradaki ‘itirafçılık’ adı altındaki kök kazıma, imha etme, yok etme saldırılarının daha açık bir biçimde yürütülmesini ifade ediyor. Bunu görüp anlamamız gerekli.
Kürdistan Diyarbakır Zindanı haline getirilmiş durumda
Bu direnişin 38. yıldönümünde mevcut durumu anlamaya çalışırken aslında bu gerçekliğe parmak basmak gerekli ve yerinde bir durum olmaktadır. Öncesiyle de bağını doğru kurmamız lazım. Bir anda ortaya çıkmıyor ama gerçekten de bu yeni bir konsept, yeni bir planlama, yeni bir uygulama düzeyini de ifade ediyor. Eskiyle karıştırmamak gerekli. Bu durum birçok bakımdan AKP yönetiminin önceki dönemlerine benzemiyor. Ne oldu, nasıl oldu, AKP niye böyle oldu? diye bazı çevrelerde şaşkınlık da yaratıyor. Ama yeni bir konsept var, durum değişmiştir. Kök kazıma hedefi tıpkı Diyarbakır Zindanı’nda uygulandığı gibi bugün bütün topluma, dört parça Kürdistan ve yurtdışında açık bir biçimde ve planlı-örgütlü olarak uygulanır hale getirilmiştir. İşin gerçeği bu. Bu bakımdan 1982’de Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalar bugün olduğu gibi Bakurê Kurdistan’da, Türkiye’de, dört parça Kürdistan’ın her tarafında uygulanıyor. Aslında Kürdistan Diyarbakır Zindanı haline getirilmiş durumda.
Çok farkında değiliz, birçok kesim yaşadığını sanıyor, zindanda olmadığını düşünüyor. “İnsanlar tutuklanıp, zindanlara konuyor,” diyoruz. Oysa yaşam zindan haline getirilmiş durumda. Dışarı zindan olmuş. Ülke zindana dönüştürülmüş. Bu gerçekliği iyi görmek gerekli. Hem de 1982 Diyarbakır Zindanı’na dönüştürülmüş. Bunun iyi görülüp anlaşılması lazım.
O halde 1982 Diyarbakır Zindanı’nda mücadele nasıl, hangi çizgide, hangi ruhla, nasıl bir amaç temelinde yürütüldüyse şimdi de bir bütün her alanda Özgürlük Mücadelesinin aynı biçimde, aynı çizgide yürütülmesi gerekiyor. O nedenle de büyük zindan direniş çizgisi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu çizgisi her zamankinden daha fazla bu günü aydınlatıyor. Bugün için ön açıcı, yol gösterici, aydınlatıcı oluyor. Ne yapmamızı, nasıl yapmamız gerektiği sorularına her zamankinden daha çok şimdi cevap oluşturuyor.
PKK’nin imha ve tasfiyesi için yapılan saldırılar 18 Mayıs 1977’de başladı
Bu çerçevede AKP-MHP-Ergenekon ittifakıyla oluşturulan bu yeni soykırım saldırı konseptini doğru anlamamız lazım. Kuşkusuz yüzyıllık soykırım zihniyet ve siyasetinin uygulanması oluyor. Bu PKK’ye baştan beri dayatılan imha ve tasfiye saldırılarının üzerinden yükseliyor. Onların bir devamı oluyor ama gerçekten de yeni, farklı özellikler de içeriyor. Onları ayrı görmemek lazım. Elbette bu saldırının merkezinde de PKK’nin imhası ve tasfiyesi var. Öncelikle saldırı PKK’ye oluyor. Fakat dikkat edelim sadece bugünün PKK’sini imha ve tasfiye etmeyi hedeflemiyor. Öyle ki, gelecekte de PKK gibi bir özgürlük bilincinin, iradesinin örgüt ve eyleminin ortaya çıkmamasını garantiye almak istiyor. Böyle bir gelişmeyi var edebilecek her türlü zemini yok etmeyi, kurutmayı hedefliyor, kök kazıma böyle gerçekleşiyor.
Tabi bu farklıdır. Var olanı olduğu düzeyiyle yok etmek ayrı, ilerde benzer durumların, gelişmelerin ortaya çıkma ihtimalini ortadan kaldırma, o ihtimalin gerçekleşeceği zemini de yok etmeyi hedefleme daha ayrı bir durum olmaktadır. Bu tabi ayrı planlamaları, uygulamaları gerektiriyor. Farklı saldırı biçimlerini ortaya koyuyor. Yoksa PKK’nin imha ve tasfiyesi için yapılan saldırılar 18 Mayıs 1977’den itibaren başladı.
Maraş Katliamı’yla birlikte 12 Eylül faşist-askeri darbesine giden süreç başlatıldı ve bu büyük bir imha saldırısıydı. Bu saldırı 1981-82’de Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalarla yürütüldü. Yurtdışında Papa suikastinden, Palme cinayetine kadar giden saldırılarla yürütülmeye çalışıldı. Bunların hepsi imha ve tasfiye saldırılarıydı. Buna karşı esas olarak zindanlarda direnildi. Zindan direnişi bunları boşa çıkardı. Hilvan-Siverek’te direnişler geliştirilerek boşa çıkartıldı. Ama esas olarak büyük zindan direnişi, 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bu imha saldırılarını boşa çıkardı. 12 Eylül faşist-askeri rejimine karşı Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadele edecek bir öncü gücü, parti gücünü eğitip örgütlemeyi, Kürdistan’ın merkezi olan Botan’a taşımayı, gerilla haline getirmeyi sağladı. Bütün bu gelişmelerle bu saldırılar boşa çıkartıldı.
15 Ağustos 1984 gerilla atılımından sonra gerillaya karşı yürütülen mücadele, savaş, 1985 itibariyle NATO’ya götürüldü. NATO’nun geliştirdiği imha saldırıları nasıl oldu? İşte bir tanesi tampon bölge planlamasıydı. Bu 1985’de Türkiye-Irak görüşmeleriyle gündeme getirildi. Sınırın her iki yakasını en az 5’er kilometre kadar boşaltmayı, dolayısıyla Bakur’dan Başûr’a Başûr’dan Bakur’a gerilla geçişini engellemeyi hedefliyordu. Yine 1987’de Olağanüstü Hal geliştirildi. Özel savaş derinleştirildi. Özel savaştaki derinleşme, tampon bölge yaklaşımlarının hepsi, PKK’yi imha ve tasfiye saldırısıydı. Buna karşı gerilla ve halk direndi.
Önderlik, Mahsum Korkmaz Akademisi temelinde büyük bir gerilla eğitimi ve örgütlemesi yaptı. Büyük bir gerilla direnişi yürüttü. Bu şekilde bütün bunlar boşa çıkartıldı. İmha saldırıları 90’dan itibaren Başûrê Kurdistan’da bir ‘Kürt statüsü’ yaratılarak yürütülmek istendi. Bunu iyi görmek lazım. Başûrê Kurdistan yönetimi o zaman bu anlayışla oluştuğu için hala siyaseti aynı dönemin siyaseti sanıyor, o temelde yaklaşıyor.
PKK’ye karşı mücadele etmek üzere kendilerine bu imkan verilmiş. ‘O halde bu karşıtlık temelinde mücadele ederek hep var olurum ve yaşarım’ sanılıyor. Hala o çizgide kalmış. İşte 90 başındaki uygulama oydu; Bir yandan Başûrê Kurdistan’da bir statü oluşturup özgür Kürtlüğü onlara dayanarak da kuşatmak istediler. Bizler bunu 1992 savaşında, yine 1993-98 arasındaki Güreş-Ağar-Demirel-Çiller çetesinin topyekûn-faşist soykırımcı saldırılarında gördük. İmha ve tasfiye böyle yürütüldü. Sınır üzerinde karakollar kurularak tampon bölge uygulanmak istendi. Bunlar boşa çıkartılınca Uluslararası Komplo gündeme kondu. Önder Apo’yu imha ederek PKK’yi imha ve tasfiye etmeyi, Kürt soykırımını yürütmeyi öngördüler.
Amaç PKK’yi imha ve tasfiyeydi
Uluslararası Komplo da bir imha ve tasfiye saldırısıydı. Buna karşı Önder Apo’nun çok yoğun, bilinçli bir direnişi gelişti, saldırıları boşa çıkartma gerçeği görüldü. Örgüt-halk, bütün eksiklerine rağmen Önderliği izledi, takip etti. Önderlik direnişi ile bütünleşmeye çalıştı, destek verdi. Komployla Önderliği imha, PKK’yi tasfiye gerçekleştirilemedi. Ardından 23 Ağustos 2005 tarihli MGK toplantısının gündemleştirdiği ‘yeniden topyekûn faşist, özel savaş saldırısı’ devreye kondu. Bu saldırı 5 Kasım 2007’de Erdoğan-Bush görüşmesiyle, TC-ABD planlamalarını yeniden ortaklaştırma temelinde daha ileri bir düzeye götürülmek istendi. Bu temelde Türkiye-Irak ittifakına Kürtleri de katarak İran’a ve Suriye’ye karşı mücadele etme stratejisinin bir gereği olarak Irak’ta Saddam Hüseyin yönetimi tasfiye edildi. Kürtler’de de PKK’nin imha ve tasfiye edilmesi gündeme geldi. Eğer bu olmayacaksa özellikle Başûrê Kurdistan yönetiminin etkin hale getirilmesi temelinde PKK’nin denetime alınması öngörüldü. 2008 Şubat’ında Zap ile başlayan saldırı da böyle bir saldırıydı. Dikkat edelim orada da amaç PKK’yi imha ve tasfiyeydi. Fakat TC var olanı imha ve tasfiye etmeyi öngörüyordu. ABD ve ortakları ise KDP tarafından PKK’nin denetime alınmasını öngörüyorlardı. Yani, hem bir oldukları noktalar, hem de çelişkileri vardı.
Şunu görmek lazım: 1983 Mayıs’ından itibaren Şubat 2008 Zap saldırısı da dâhil, Başûrê Kurdistan’da, Bakur’da gerillaya karşı yürütülen askeri operasyonlar, saldırılar sadece PKK’nin imha ve tasfiye edilmesi hedefini öngörüyordu. Vurup ezmeyi, darbelemeyi, daraltıp, küçültüp, yok etmeyi hedefliyordu. Bunun ötesinde bir hedefi yoktu. Bu saldırılar darbe vurmayı ve ezmeyi hedefliyordu.
Şimdi bütün bunları şu açıdan değerlendirmek lazım: 30 Ekim 2014 tarihli MGK toplantısındaki ‘Çöktürme Eylem Planı’ denen konsept bunu aştı. PKK’yi imha ve tasfiye etmeyi, ezmeyi, ona darbe vurucu saldırılar yapmayı değil de, ona zemin olan yapıları ortadan kaldırmayı hedefleyen bir saldırıya dönüştü. Bu ne oldu, nasıl görüldü? İşte Cizîr’de, Sûr’da, Şirnex’te, Nisêbîn’de Gever’de PKK direnişinin dayandığı toplumsal zemini yok etme, ezme, dağıtma hareketi şeklinde görüldü. 2015-16 saldırıları kesinlikle bu temelde gerçekleşti. Yine PKK’nin, onun gerillasının dayandığı temel coğrafi alanları işgal etme şeklinde görüldü. 2016 Ağustos’ta Cerablus-Bab’tan başlayan işgal hareketi, daha sonra Rojava’da Efrîn-Girê Spî, Serêkanî işgal saldırıları biçiminde süren, Başûrê Kurdistan’da ise 2016 Eylül’ünden itibaren Zap’ta, Avaşîn’de başlayan, 2017 Aralığında Xakûrkê’ye dönük işgal saldırısı olarak süren, şimdi 2020 Haziranı’nda da Heftanîn’i işgal etme biçiminde sürdürülmeye çalışılan bir işgal saldırısı haline geldi.
Duran Kalkan