HABER MERKEZİ –
Savaşan Kürdistan Halkına!
Değerli Halkımız!
15 Ağustos Atılımı’nın 11. yılını geride bırakıp 12. savaş yılına girerken, hepinizi büyük coşkuyla selamlıyor ve bu yılında sizin zafer yılınız olması için başarı sözünü tekrarlıyor ve selamlıyorum.
Siz halkımız bu yılda da büyük bir savaşı yaşadınız. Düşman, geçtiğimiz yılı bizim için büyük umutsuzluk, karanlık ve bitiş yılı haline getirmek için bütün imkanlarını seferber etti. Belki de hiçbir savaşta kullanılmaması gereken kirli savaş yöntemlerini dayattı. Çok iyi biliyoruz ki, eğer bu savaşı, hem de bu yakın yıllarda kazanmazsa, o lanetli tarihi, barbar faşist tarihi başına büyük bir bela getirebilir. Bundan duyduğu korkuyla eceli gelmiş bir canavar debelenmesiyle üzerimize çullandıkça çullandı. Çok iyi tanıdığınız ve tüm yaşamınızı yerle bir eden insanlık tarihinde eşi görülmeyen bu canavarca yükleniş karşısında, tabii ki dayanmak zorundayız.
Sizlere çok açıkça vurgulamak istediğim; bu yıllar öyle kolayca yaşanacak yıllar değildir, yine kolayca savaşılacak yıllar değildir. Çok büyük sabır, inat, direnme isteği gibi, bunların yenilmemesi için çok büyük ustalık istiyor. Biz bunların anlaşılabilmesi için, partimiz içinde, ordumuz içinde çok büyük çaba gösterdik. Eğer büyük hatalar yapmış olsaydık, en önemlisi de kendi tarz, direnişimizi sürdürememiş olsaydık, bugün her şey elden gidebilirdi. Yine çok iyi biliyorsunuz ki, bütün içtenliğinize, fedakarlığınıza rağmen, düşmandan daha kötü bozguncular, işi boşa çıkaranlar kendi içimizden çıkıyor. Ulusal kurtuluş saflarında, hatta parti içinde bela olan kişilikler, neye-nasıl hizmet ettiğini doğru-dürüst bilmeyen kişilikler var. Tüm tarihimizin isyanlarında görüldüğü gibi, bu kutsal son umut isyanını, tek yaşam kavgasını belki de çok basit bir nedenle ve iyi niyetlice boşa çıkarabilirlerdi.
Denilebilir ki, düşmandan daha çok akıllı, sabırlı, inatçı bir mücadeleyi vermeliydik, hem de ustaca. Bu cephede de, geçen yıllarda büyük bir savaşı verdiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim.
Siz Değerli Halkımız!
Bugün çok iyi görüyorsunuz ki, mücadele yenilmediği gibi, kazanım yanları ağır basan, hatta zaferin işaretlerini veren bir süreç yakalanmıştır. Düşman geçen birkaç yıla, bir halkın son kurtuluş umutlarını yerle bir etmek için yüklendi. Unutmayalım, yalnız Kuzey Kürdistan’ı değil, bütün Kürdistan parçalarında nihai çöküş için, belki de en tehlikeli katliam tarzını esas alarak haince, gizlice, ikiyüzlüce dayatarak yürütmek istedi. Bunu hiç kimse göz ardı etmemeli, anlamazlıktan gelmemeli. Eğer bir halk, uyanan bir halk, hatta savaşan bir halk bu gerçeği göremezse, sizler en temel savaş gerçekliğini göremezseniz, kötü kaybetmeye şimdiki zorluklardan daha fazla zorluk, şimdiki işkenceli, katliamlı yıllardan daha katliamlı, işkenceli yılları ve bu anlamda bitiş yıllarını yaşamak zorunda kalacaksınız.
Bugün, dünyanın en gerisinde bir halk durumuna düşüşümüzün nedenlerini çok iyi görüyorsunuz. Düşmanımız kadar, ona karşı savaşı bilemediğimiz için, örgütlenemediğimiz için, ordulaşamadığımız için, doğru savaş tarzına sahip olamadığımız için kaybettik, bu duruma düştük. Bazıları diyebilir ki, “benimle ne olabilir”, hatta daha da öte “kaybeden bir halkın tekrar dirilmesi, kurtuluşu sağlaması mümkün mü?” diyebilir. Bunu biz çok duyduk. Ben kendim ilk günlerden bugüne kadar halen parti içinde ve dışında bu sözü duyuyorum. “Bir benimle ne olur, bir bizimle ne olur?” deniliyor. Bu kadar kendini unutmuş, bu kadar özüne ters düşmüş bir insan ve yine bir halk gerçekten çok lanetlidir. Bu dünyada hiçbir şeye sahip olamaz. O zaman niçin bu savaş diyorsanız, çok sıkça sorduğumuz ve bugün daha çarpıcı size soracağımız soru budur; niçin bu savaş? Bu işkencelere ve katliamlara daha büyük direnç şunun içindir; bu savaş olmazsa bir hiçsiniz!
Çok iyi biliyorsunuz ki, eğer bugün dünyada bir adınız varsa, bu savaşla mümkün olmuştur. Kendi öz savaşımını vermesini bilmeyen bir halk, ülkesini bir hiç uğruna terk eder. Nasıl terk ettiğini, hatta ardı sıra bakmadan kaçtığını bilmeyen bir halk, en kötü düşmüş halktır. Çok acıdır ki daha düne kadar yaşadığınız gerçeğiniz de buydu. Şimdi sizlerde bir vatanseverlik gelişiyor. Vatan sahibi olmak, özgür bir vatanda, özgür bir yaşamı arzulamak, hepinizde gün geçtikçe gelişiyor. Giderek önünde durulamaz bir sel gibi doğal kaynağına da döneceksiniz. Bundan kuşkumuz yok. Ama unutmayalım ki, daha düne kadar kaçan kaçanaydı ve halen de herkes gözünü ya düşmanın bir beldesine, ya emperyalizmin metropollerine dikmiş gidiyor.
Ülke dışına savrulmuş halkımıza soruyorum; bu yaşamı beğeniyor musunuz? Rezillik şimdi daha fazla değil mi? Vatansızlık ne kadar kötü bir şey! Onursuzluk ne kadar kötü bir şey! Bunun için savaş diyorum. Belki de ekmek ve sudan daha önce gelir bu özgürlük savaşı! Savaşta belki kesin bir zafer kazanmadık, ama belki de onun kadar ve hatta ondan daha değerli kazandıklarımız var. Savaşı yakalayan bir halk olmak, savaşan bir halk olmak, belki de zafer kazanmaktan daha değerlidir. Durumu, koşulları sizin gibi olan bir halkla gerçekten savaşmak, kendi başına zafer kadar değerlidir.
Savaş, köle halklar için bir bayramdır.
Şu anda her gün bayramını yaşıyorsunuz. Bu doğrudur ve öyle olmalıdır. Neden kolay bir zafer kazanmadık diye beklenti içinde olmaya hiç gerek yok. Bu savaş on yıllar daha sürsün. Yeter ki savaşmasını bilelim ve savaştaki bayramı yaşayalım. Bize gerekli olan budur. Siz bu şansı elde ettiniz. Bizzat böyle bir halk oldunuz. İşte savaşımımızın bu yılında kesin ve emin biçimde, benim size söyleyebileceğim; ardı arkası kesilmeyecek bir savaşı sağlam temellere oturtmaktır. Bunun için cesaret, fedakarlık, daha da ötesi siyaset, bizzat hazırlık, mevzilenme çok büyük çaba ister. Ben bunları da burada anlatacak değilim.
Düşmana boyun eğmeyen, direnen bir tarz bile büyük cesaret isterdi. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Bir jandarma karşısında kırk büklüm olmadan, teslim olmadan bakmak bile bir onurdur. Kendi adını söylemek bir onurdur. “Benim de bir vatanım olmalı” demek büyük bir adımdır. Bugün bütün bunlar hiç kimsenin kazanım diyemeyeceği, görmeyeceği şeylerdir. Ama ben yıllarca bir adınız için, bir cesareti yaratmak için, bir fedakarlık duygusunu yaratmak için hangi çabaları harcadığımı çok iyi biliyorum. İnkarcı olmamak gerekir. Herkes kendisini mutlaka doğru biçimde tanımlamalı. Nereden nereye geldik? Neyle, nasıl geldik? Bunu bilmezseniz parti nedir, Önderlik nedir, şehit kimdir, işkence nedir anlayamazsınız. Anlamadan da savaş olmaz. Savaşı anlamadan da yaşam olmaz, şeref ve haysiyet olmaz. Artık bu kelimeleri kendimize yakıştırmalıyız.
Ben bu dönemde ve önümüzdeki yıl ve yıllarda çok açıkça söyleyeyim; belki kesin bir zafer kazanırız demeyeceğim ama, ne mutlu ki, ardı arkası kesilmeyecek bir savaşı gerçekleştirdik. Bize ucuz zafer getirecek bir savaşı kuşkuyla karşılamalıyız. Savaşın potasında çelikleşmeyen bir kişilik, her zaman kaybetmeye mahkûm bir kişiliktir. Yıkılmaz, yenilmez kişiliği, biz, savaş potasında çelikleştireceğiz. Yenilmez bir halkı, çelikleşmiş düşünce, iddia ve irade gücünü bu savaşta yaratacağız. Biraz yarattık, daha fazlasını bu önümüzdeki yıllarda yaratacağız.
Yenilmez bir halk olduğumuza artık düşman da inanıyor. Bugünlerde Kürt raporları yayınlanıyor; “Hani ya bitecekler, ya biteceklerdi” diyenler rapor yazıyorlar. “PKK yenilemez, bu halkın savaşımı da yenilemez” diye söylüyorlar. Çaresizler! Bu halkı kabul edecek durumları da yok. Düşman büyük bir çözümsüzlüğü yaşıyor. Bu dünyanın hiçbir zaman kabul etmeyeceği kirli bir savaşı, entrikayla ikiyüzlülükle gizleyerek daha fazla sürdürmek, artık arkasında güvendiği dostları, müttefikleri bile kabul edemez duruma gelmişlerdir. Artık büyük dayılarına, Amerika’sına, Almanya’sına dayanarak bu savaşı yürütemez. İçeride de herkesi, demagojiyle, “milli bütünlük” çığlıklarıyla kışkırtarak da bu savaşın kirini gözlerden saklayamaz. Düşman bu noktaya gelmiştir.
Biz direnebildik ve sonuç olarak ben size açıkça kendi raporumu veriyorum. Düşman kadar ondan daha tehlikeli bir biçimde savaşmasını bilmeyen kendini doğru-dürüst ordulaştırmayan, hatta halklaştırmayan kişilikler var. Şu veya bu oranda hemen hepimiz çok iyi biliyoruz ki, savaş sahasında zayıflıklarımız nedeniyle zordayız. Bazıları çok daha kötü yapıyor. Bunları gördük. Bunlarla amansız savaştık ve çok rahatlıkla söyleyebilirim ki, nasıl düşmanı daralttıysak, bu dayattığı en tehlikeli savaşı sınırlandırıp durdurduysak; içimizdeki bu düşmanın dolaylı müttefiklerini de kimisi iyi niyetli, kimisi bozguncu, kimsi kendini bilmez tarzda, biçimi ne olursa olsun, bunların da artık partinin başına, ordunun başına bela olan durumlarını sınırlandırdık. Bu ne demektir? Bu, bundan sonra karşı durulan düşmana daha daraltıcı savaşı dayatmak demektir. Bu, savaşı içte de müthiş geliştirmek demektir.
Bu sene büyük bir başarı yaşadık. Yeni savaş yılına bu temelde giriyoruz. Fazla umut vaat etmek istemem. Müjdeler de vermek istemiyorum. Söyleyebileceğim; bu önümüzdeki savaş yılında bende dahil şahadetler olabilir, ama yenilgi olmaz! Halk savaşının yenilgisi, onun her türlü engel ve tehlikeleri bertaraf edilmiştir. Halk savaşı önümüzdeki yıl içte ve dışta kendini arındırarak, geliştirerek hem niceliğini, hem niteliğini ve çarpıcı tarzını geliştirerek devam edecektir. Bunu küçümsememek gerekir. Gelişen savaş, gelişen kurtuluştur, özgür yaşamdır. Daha fazla savaş, daha fazla özgürlüktür, bağımsızlıktır. Hiç kimse savaştan çekinmemeli.
Ben sizi önümüzdeki süreçte daha fazla savaşkan bir halk olmaya çağırıyorum. Savaşın korkusu yıkıldı. Savaşın fedakarlığı kanıtlandı. Savaşın bir yaşam tarzı olarak kabulü gerçekleşti. O halde, bu temel üzerinde daha fazla savaş demeli, daha fazla savaş için daha fazla örgüt, daha fazla eğitim, daha fazla propaganda… Herkesin elinden geleni sunması gerekir; ailede, tarlada, fabrikada, camide, kilisede, yurt içinde, yurt dışında, dağlarda, şehirlerde, köylerde, her yerde… Bir taştan tutalım en ağır silaha kadar, gönülden edilen bir duadan tutalım bir kılıç darbesine kadar, durumuna göre, koşullarına göre elinden ne geliyorsa, yeteneği neye el veriyorsa, öylesine bu savaşı büyütmeye tutkuyla devam etmeli.
Biz düşmana “gelin, siyasi çözüm yoluna başvuralım” dedik. Bu vesile ile bu çağrımı bir kez daha yineliyorum. Ayrıca 14 Temmuz Direnişi adına on binler direnişe yattı. Başta kahraman on binlerin zindan direnişçiliğini, onların açlık grevlerini bu vesileyle selamlarken ve siz halkımızın, her taraftaki bu açlık grevlerine dünya çapında katılım gösterirken, bunun bir barış çağrısı olduğunu, bu kirli savaş yerine çağdaş, uygarca bir çözüm yolu olarak, siyasi diyalog yoluyla meseleleri tartışama, çözme çağrısı olduğunu vurguluyorum. Bu çağrıyı açıkça siz yaptınız, ben de tekrarlıyorum. Ama görünen o ki, düşman anlamak bile istemiyor. Yüzyıllardan beri çapul savaşını, barbar tarzını yürütmekte ısrarlı. Bunu hepimiz anlamalıyız. Anlamakla yetinemeyiz, karşı durmalıyız, ona karşı kendi savaşımızı geliştirmeliyiz.
Onun için çok keyifli olduğu için savaşın demiyorum, bir barbar savaş, her şeyi savaşla halledeceğini, hatta siz halkımızı ortadan kaldıracağını sanan bir düşman var, onun karşısında varlığınızı korumak için savaşın. Düşman bunu yüzyıllardan beri böyle yaptı, şimdi de hiçbir dünya milletinin kabul etmeyeceği bir biçimde dünyanın gözünün içine baka, baka “ben seni ya bitireceğim, ya bitireceğim” diyor. Ne cüretle bu sözü söylüyor? Ne hakla, hangi insanlık adına bunu söylüyor? Kimlerin kanunudur bu? Bunu bilmeliyiz ve eğer bizde yüzde yüz bitmişlik yoksa, insanlık onurunu kaybetmemişsek; kahramanca zindan direnişçilerimiz, dağ direnişçilerimiz kadar siz halkımız da boyun eğmez, baş eğmez tavrınızla mutlaka bir şeyler yapmak gerektiği bilinciyle karşı durmanız gerekir.
Dalga dalga bu duruma geliyorsunuz ve hatta daha da öndesiniz. Serihildanlar dönemine, halkımızın yedisinden yetmişine kadar her şeyiyle bir isyan dönemine girmenin tam zamanıdır diyoruz. Hem de bayram coşkusuyla… Ayağa kalkan, savaşan halk, ancak böyle cevap verebilir. Bu halkın kutsal direniş savaşımına kalkalım diyorum. Bundan daha yüce, daha değerli bir yaşam düşünülemez!
Ne mutlu ki, bu savaşı artık yaşayabilecek duruma geldiniz. Daha fazla savaşla, daha fazla onur, daha fazla özgürlük elde edecek tarihi sürecin içine girdiniz. Daha dün adını bile ağzınıza almaktan çekinen halk, vatanından kaçmak için adeta öcüden, vebadan kaçar gibi kaçan halk; bugün ruhunu vatanına bağlamıştır. Ve onun için en büyük fedakarlığı göze almış bir halk haline gelmeniz ne kolaydır, ne küçümsenir. Eğer biraz daha halk gerçeğinizi, onun özgürlük bilincini, onun ordusunu, savaşını tamamıyla anladıysanız, en büyük kazanımı daha şimdiden yaşıyorsunuz demektir.
Biz bununla yetinmiyoruz, düşmana karşı ısrarlı olan bir halkın ondan daha amansız olduğunu biliyoruz. Çünkü haklı olan biziz, mutlaka vatanımızda özgürce yaşamak zorunda olan biziz. Eşitlik ve kardeşlik temelinde birlik kadar, özgürlük isteyen biziz. Bunun için savaş gerekir. Zaten dünyanın en belalı yaşamını her yerde yaşıyorsunuz, bu yaşamınız savaştan da beterdir.
8 Ağustos 1995/Halklar Önderi Abdullah Öcalan