HABER MERKEZİ
Ah… Güzel gülüşlü esmer çocuk. Yüreğime nakşettiğin o sözleri hatırladıkça kalbim ince ince sızlıyor, yarım yaşanmış bir sonbahar gibi… Gülüşün geliyor aklıma. O zor koşullar altında gönderdiğin sevgi ve duygu yüklü mektuplarını okuyorum….
“Hayatta önemli olan sadece yaşamış olmak değildir… Başkalarının hayatlarında yarattığınız fark, yaşadığınız hayatın değerini gösterir…”
Mandela
Bazı insanlar, isimlerinin özelliklerini taşır, o karaktere bürünürler… Karanlığı yenen ışık olurlar.
Sonbaharda yaprakların sararıp dökülmesi ve ilkbaharda yeniden yeşillenerek doğaya güzellik katması gibi bizim de inancımızı ve bilincimizi tazelememiz gerekiyordu. 2005 sonbaharında özgürlük dağlarındaki kendini daha iyi tanıma ve yenilemeyi esas alan okullardan birinde eğitim görme şansına sahip oldum. Önderliğin okulunda öğrenci olmak gurur vericiydi.
O’nunla ilk kez bir sonbahar günü Medya Savunma Alanları’nda karşılaştım. Sabaha doğan güneşin tadında bir gülüşle “Roj baş” demişti. Kısa bir yürüyüşten sonra bir ağacın altına oturup, güncel siyaset ve Ortadoğu’daki gelişmeler üzerine sohbet ettik. Benden erken geldiği için ortamı ve alanı tanıyordu. Güneşin ışığı yapraklar üzerinde dans ediyordu. Eline sararmış bir yaprak alıp kaşlarını çattı, kısık sesiyle kendini anlatmaya başladı: “Yirmi yaşlarında gerillaya katılma kararı aldım. Bilinçli bir katılım değildi, daha çok duygusal bir katılımdı. Çünkü Önderlik esaret altındayken ben faşist ve çürüyen sisteme hizmet edemezdim, onun için üniversiteyi bırakıp dağların yolunu tuttum.”
Elindeki silahı gösterip “Önderliği özgürlüğe kavuşturana kadar mücadele edeceğim. 1999 yılında sonra katılanlar için “Önderliği özgürleştirme ve konfederalizmi inşa eden fedai güç” diyorlar. Zaten Önderliğimiz özgür olmadan Kürt halkı da özgür olmaz. Önceliğimiz Önderliğimizin sağlığı ve özgürlüğüdür” sözleri sonbaharda düşen sarı yapraklar arasında usul usul sızan su gibi kurumuş yüreğime sızıyordu.
Konuşmasına hiç ara vermeden sürdürdü, “Sence eğitimin önemi nedir, eğitim niye gerekli?” Biraz düşünüp tam cevap verecektim ki bıraktığı yerde söze girdi: “Eğitim kendini yeniden inşaa ve oluşturma faaliyetidir, kendini örgüte ve Önderliğe yeniden daha güçlü katma faaliyetidir. Üslupta, tarzda ve tempoda kendini hep yenilemektir, tıpkı bir ağacın budamasına benzer. Eğitim kendini zafer inançıyla donatmaktır“ deyince, kaşlarımı çattım, fırsat bu fırsat diyerek; “Bence eğitim sorduğun bir sorunun cevabını beklemektir. Eğitim diyalogdur, monolog değildir” deyince yavaşça elini omuza koydu, “Vay be! Sende bayağı hazır cevapçı çıktın ha!” diyerek güldü. O gülüşü eğitim boyunca yüzünde hiç eksik olmadı. “Yüz, bir düşünce yansıttığı zaman güzeldir” sözü gibi düşünceler onun gülüşleriyle güzelleşiyordu. O, herkese moral veren, yardımına koşan bir yoldaştı.
Bir gün çay demlemek için ateş yakmıştık, ateşi gören geliyordu. Roni, dağın yamacında kurumuş yaprakların üzerine basarak xışır xışır sesler arasında hızlı adımlarla geldi. Omuzundaki Kleş’ini indirmeden yanıma oturdu. Biraz ısındıktan sonra, “Bana dünyayı verseler de ben yine de Kürdistan dağlarında kalırım” dedi. Gözleri hep dağların zirvesindeydi. Tuttuğu çayı yudumlarken, “Bu halkı özgürleştirmeden durmak yok bize!” deyince birden sessizlik çöktü. Közün üstünde duran kara çaydanlıkta suyun taşmasıyla sessizlik bozuldu. En sarp dağlarda yolculuk eden bir gerillanın yorgunluğun tek ilacı demli bir çaydı. Gözlerimizi kapatıp çayı yudumlayarak, günün yorgunluğunu üstümüzde atmıştık…
Tarihte kalan bir düş gibi kalbindeki güzel hikaye ve sözlerini bizimle paylaşırdı. Anlatımlarında hem geçmiş hem de gelecek vardı. Geriye hikayeler kalır…. Keşke o sözleri, geçmişin kokusu gibi içime çekebilseydim… Saklayabilseydim.
O’nunla yürüttüğüm dostça sohbetlerini ve birlikte çay içtiğimiz günleri özlüyorum.
Eğitimin ilerleyen günlerinde kuantum dersini O vereceği için bayağı heyecanlıydı. Derse başlarken etrafına baktı, elindeki notlara son kez bir göz attı ve mahçup bir sesle, “Kuantum yaşamımızdaki tüm bilinmezlerin açıklanması için vardır. Kuantuma göre her şey birbiriyle bağlantılıdır. Tüm canlı ve cansız varlıklar birbiri ile iletişim halindedir. Hatta ikililik teorisi vardır. Bir atom iki yerde de olabilir. Tüm olasılıklar yaşanır, mesela biz hayatın gerçek anını yaşarken paralel evrenlerde tüm anlar yaşanıyor. Mesela bizim düşünce ve kabullenişlerimiz direkt olarak bedene etki yapar. Bedenimiz aslında bir enerji okyanusu gibidir. Korku, öfke, suçluluk duyguları bütün hücrelerimizin beslendiği enerji de azalmalar yol açar” sözleriyle dersi bitirdiğini anımsıyorum.
Herkes şaşkın şaşkın birbirinin gözlerine baktı, derin bir uğultu yükseldi ama o kendinden emin divanda dik durmaya çalışsa da terler alnından akıyordu. Uzun ve kuantumik bir anlatımla sonra ders bitmişti ama “Anlayamadık? Kafam çok karıştı, insan nasıl aynı zamanda iki yerde olabilir” gibi sorular sorulunca zekice bir manevra yaptı; kısık bir ses tonuyla, “bunu ben söylemiyorum, Richard Feynman kuantum için ‘Kesinlikle şunu söyleyebilirim, kuantum mekaniğini hiç kimse tam olarak anlayamıyor’ deyince bir sessizlik oluştu.
Ders sonunda alınan tekmillerde, “Arkadaşın bir çabası ve emeği vardı. Ama biz tam olarak kuantumu anlayamadık” eleştirilerine karşı muzipçe gülümseyerek “Tüm arkadaşların bildiği gibi mutlak doğrular yoktur. Her şey ya kara ya da ak değildir, onun için olasılığı kendinize yöntem olarak seçmelisiniz” diyerek, öğretmede ve öğrenmede sınırın olmayacağını gibi her daim kendimizi sorgulayarak neden-sonuç ilişkisini iyi kurmamızı isterdi.
Eğitimden sonra düzenlemesi önce Kelareş’e yapıldı. Ardında Wan dağlarında bir süre kaldıktan sonra tekrar Medya Savunma Alanları’nda eğitim çalışmalarına katıldı. En son konuştuğumuzda, “Uzun bir yolculuğa çıkıyorum“ demişti. Yiğit bir komutan olarak Erzurum’a doğru yola çıkmıştı.
18 yıl boyunca dağlardan dağlara koştu, omzundaki silahını hiç indirmedi. Sürekli Önderlik sevgisini büyüterek yaşamı güzelleştirdi. Korkusuz, hesapsız bir dağ aşığıydı… “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” şarkısındaki sözler gibi yaşadı. Aşk ile bağlı olduğu dağlarda son nefesini verdi.
“Bedenlerimiz bedel olacak elbet
Bulutsuz, masmavi göğün müjdesi için
Olsun be yoldaşım!
Güneşin zaptı yakın değil
Güneşi zapt ettik artık
Şafak bizim artık
Türkümüz uzun uzun çalıyor
Dağlar halaya durmuş
Çocuklarımız deli rüzgar gibi…”
Mahir Atakan
Aşık olanların aşığıyız
Bal arılarının, kırlarda çiçeğin özünü araması gibi birlikte okuduğumuz kitapların arasında anılarını arıyorum. Hasretin, özlemin aşka dönüştü. Büyüdü zamanla… Aşk, kendi yolunu çizdi.
Mezopotamya’nın asi dağlarına
Bir derviş gibi iz bıraktı
Ah! Güzel gülüşlü esmer çocuk
Seni özlemek duyguların en güzeli
Bağlamadan çıkan hüzünlü bir melodinin usulca kalbe işlemesi gibi, seni hatırlamak…
Güleryüzlü ve sıcak kanlı bir delikanlı! Uzun boyuna karşın cüssesi zayıf kalıyordu. Tartışmayı ve anlatmayı severdi. Gözleri parlak, hayalleri büyüktü. Hayallerine ölümüne bağlıydı. Dağlarda yürümeyi severdi, hiç usanmadan ve yorulmadan patikalara iz bırakırdı. Özgür olmak ve intikam almak için çıkmıştı dağlara… Dağları seviyordu; dağın Roni’siydi o.
Ve bir Ağustos günü
Bulut dağın üstünde süzülürken
Herşey sustu
Herkes sustu
11 Ağustos günü bütün sözler havaya karıştı, yıldızlar gibi parıldayıp dağıldı. Yüreğime nakşettiği o sözleri hatırladıkça kalbim ince ince sızlıyor, yarım yaşanmış bir sonbahar gibi hüzünlü gülüşün gelir aklıma. O zor koşullar altında gönderdiğin sevgi ve duygu yüklü mektuplarını okuyorum. Okudukça, kalbimin gözyaşları akıyor…
2007’de yazdığı bir mektupta, “En güzeli de masmavi bir gökyüzü altında Kürdistan’ın herhangi bir dağının taze çiçek kokulu bir yamacında birlikte güneşi selamlamak dileğiyle…” bitirmişti.
Çantasında hiç eksik etmediği özgürlük inancını, yüreğinde büyüttüğü umudu, güneş tadındaki gülüşünü ve omzunda taşıdığı silahını bizlere miras bıraktı. O, moral gücüyle, yaşam ve savaş tarzıyla her daim örnek bir yoldaş olarak ölümsüzleşti.
Tarihte olduğu gibi kahramanlar bugün de ölümsüzdür. Seni asla unutmayacağız.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Özgür Pazarcık