13 Şubat 1925’te Piran’da bir provakasyon sonucu erken doğum yaptırılan 1925 Kürt Ulusal Hareketi dinsel etkileri ağırlıklı olan bir “Kürt Ulusal Hareketi” idi. Şeyh Said önderliğindeki hareketin dinsel önderlikli olması onu tek başına kemalist rejim ve taraftarlarının dediği gibi “İrtica hareketi” olarak nitelendirmeyi gerektirmez. Ancak hareketin asıl amacı Kürdistan’ı kemalist egemenliğin sultasından kurtarmak, bir Kürt devleti kurmaktı.
HABER MERKEZİ
94. yılında Kürt Ulusal Hareketi -I-
Cumhuriyet döneminin ilk ulus direniş hareketi bundan 94 yıl önce Ergani kazası Eğil bucağı Piran köyünde başlamıştı. Bu süre içerisinde Kürt, Türk ve yabancı yazarlar tarafından onlarca kitap, makale ve inceleme yazıları yazıldı. Hareket ve önderi adına stranlar söylendi. Hareketin 94. yıldönümü nedeniyle görüşlerimizi Yeni Özgür Politika okuyucuları ve kamuoyu ile paylaşma fırsatını bulmuş olacağız.
Hareketin niteliği
Benim görüşüme göre 13 Şubat 1925’te Piran’da bir provakasyon sonucu erken doğum yaptırılan 1925 Kürt Ulusal Hareketi dinsel etkileri ağırlıklı olan bir “Kürt Ulusal Hareketi” idi.
Hareketin dinsel önderlikli olması onu tek başına kemalist rejim ve taraftarlarının irdelediği gibi “İrtica hareketi” olarak nitelendirmeyi gerektirmez. Şüphesiz, hareket dini önderler olan şeyhlerin öncülüğünde başlatılıp yürütülmüştür. Ancak hareketin asıl amacı “Kürdistan’ı kemalist egemenliğin sultasından kurtarmak, şeriat hükümlerinin doğrultusunda bağımsız bir Kürt devleti kurmaktı.”
Bakanlar kurulunun 1 nolu kararnamesine göre; “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Özel kalem müdürlüğü Adet 1845
Gizlidir Kararname-1
Yüce Genel Kurmay Başkanlığından gelen 30 Nisan 1341 (1925) tarih ve 1835/2270 numaralı tezkerede son isyan ve irtica olayının basınımızda ve özellikle İstanbul basınının büyük bir kısmında genel bir Kürt ayaklanması şeklinde gösterilmesi iç ve dış düşmanlara propaganda zemini ittihat edilmekte olduğundan ve esasen sınırlı bir sahada çeşitli emeller ve iğfallat (aldatma) neticesi oluşan olayın büyütülmesi uygun olmadığından isyanın ayırımcılıktan ziyade irticâi cehalet ve aldatma neticesi olduğu zemininde yayın yapılması için gereğinin yerine getirilmesi teklif olunmuştur.
Keyfiyet icra vekilleri heyetinin 3 Mayıs 1925 tarihli toplantısında tezekkür esnasında, genel ve tertip olmuş bir irticanın görünümü olduğu tespit ve malum olan hadisenin basında Kürt sorunu şeklinde inhisar ettirilmesi gerçeğe mutakıp (uygun) olmadığı kadar siyaseten de sakıncalı olduğundan keyfiyetin bu açıdan yayınlanması için Hariciye Bakanlığına tevdii münasip görülmüştür.” (BÎR Kovara Lêgerin û Lekolîne Sayı: 2 Havin 2005 shf:20)
1 Nolu Kararname olayı bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Nitekim 8 Eylül tarihli ikinci bir kararname ile olayı tetkik ve icabeden tedbirleri almak üzere bir rapor hazırlamak için İçişleri Bakanı Cemil ve Adalet Bakanı Esat Mahmut Bozkurt’tan oluşan bir komisyon teşkil edilip rapor hazırlamak üzere bölgede gezen İçişleri Bakanı Cemil ve Çankırı Milletvekili Mustafa Abdulhalik (Renda) Beyefendi’nin raporları doğrultusunda gerekli tedbirlerin alınması 8 Eylül 1941 günü Bakanlar Kurulu’nda karar altına alınmıştır. Çankırı milletvekili Abdulhalik Renda geniş kapsamlı bir rapor sunmuş, bu raporda “İsyan din ve irtica perdesi altında milli bir harekettir. 1914 senesine kadar meydana gelen münferit ve şahsi isyanlar belli bir yöre ile sınırlı kalmış ve milli bir fikre dayanmadığı için büyük Kürdistan’a şamil olmamıştır” denilmektedir. Raporun bir sonraki paragrafında aynen şu cümleler yer almaktadır: “Son isyana 1914 yılına kadar olan isyanlara katılan yörelerden fazla yöreler katılmış ve kıtalarımızın bastırma hareketiyle isyan son bulmuşsa da, Kürtler de milliyetçilik fikrinin günden güne artmasına engel olmamıştır. Esasen milliyetlerinde pek mutaassıp olan Kürtler, bu isyandan sonra mutaassıplıklarını daha da güçlendirmişlerdir.” Yine iyi bir kemalist olan Uğur Mumcu Kürt-İslam ayaklanması kitabında harekatın her iki özelliği (Kürt-İslam) de taşıdığını söylemektedir.
Türkiye de sağcılar, 1925 Kürt ulusal Hareketine arkasında İngiliz parmağı olan “bölücü” hareket olarak nitelendirirken, kemalizmin ana rahminde büyüyen Türkiye solu ise hareketi yukarıda 1. Nolu Kararnamedeki gibi algılamış irtica hareketi olarak nitelemiştir. Nitekim Komintern’de “Devrimci Kemalist iktidara karşı gerici, irticai grupların başkaldırısı olarak gammazlamışlardır (Bkn: Komintern Belgelerinde Kürt Sorunu. Kaynak yayınları. İstanbul) Türkiye solu içerisinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Vedat Türkali, Fikret Başkaya, Haluk Gerger gibi istisnalar çıksa da istisnalar kaideyi bozmamıştır. Dr. Hikmet Kıvılcımlı Elazığ hapishanesinde yazdığı Yol Notlarında “Bürokrasi cenderesi, jandarma terörü, yalın kılıç ordu saldırısı işte Kürdistan’da Türk burjuvazisinin sömürge siyaseti” diyor. Ancak Dr. Kıvılcımlı’nın 1925 Kürt Ulusal Hareketi hakkındaki tavrı TKP’nin tavrından farklı olmamıştır. (“Şeyh Sait Ayaklanması a) Ülke içinde ağalığın kapitalizme karşı saldırısı olduğu için karşı devrimci idi b) Dünya içinde emperyalizmden medet umduğu için yine karşı devrimci idi) (Hikmet Kıvılcımlı Yol-2 shf: 415 ve 457). Kemalizm’i en iyi çözümleyen, soruna en doğru yaklaşan ise İbrahim Kaypakkaya olmuştur.
1925 Kürt Ulusal Hareketini hazırlayan nedenler
1925 Kürt Ulusal Hareketi kendiliğinden ortaya çıkmış spontane bir hareket değildir. Bunun için 19. yüzyılın ortalarına bakmak gerekir. 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki (Balkanlar’daki) topraklarını kaybetmiş Anadolu, Kürdistan ve Ortadoğu’nun belli bir kısmı ile sınırlanmıştı. Osmanlı padişahı 2. Mahmut döneminde merkezileşme harekatı başladı. Bu tarihe kadar özerk olan Kürt beylikleri merkezi hükümete biat etme yada eskisi gibi özerkliklerini koruma sorunu ile karşı karşıya kaldılar. 1806 yılında Baban Mir’i Abdurrahman Paşa’nın başkaldırısı ile başlayan Kürt Mirlik’lerinin başkaldırıları (Rewanduzlu Mehmet Paşa, Bedirxan Bey, Yezdani Şer, Hakkari Beyliği İsyanı) 19. yüz yılın ortalarına kadar devam etti.
Bu tarihten itibaren Kürdistan’da ortaya çıkan otorite boşluğunu yeni bir güç dolduruyordu: Dini ve Ekonomik güçleri ile Şeyhler. Kürdistan’da daha önceleri (14 yüzyılda) Kadirilik tarikatı vardı. Bir diğer tarikat ise kurucusu bir Türk olan ve Mevlana Xalit Bagdadi’nin kanalı ile Kürdistana giren Nakşibendi tarikatı idi. Nakşibendiliği Kürdistan’a yerleştiren ise Şeyh Taha Nehri ve Şeyh Ali Septi idi. Şeyh Taha’nın oğlu Ubeydullah Nehri 1880 yılında İran’a, sonrada Osmanlıya başkaldırdı. İlk başlarda başarılı olmasına rağmen her iki devlete karşı aynı anda savaşmak Kürtleri zorladı. Şeyh Ubeydullah bir kere daha şansını denemek istedi ancak o günün şartları amacına ulaşmasına engel oldu; Mekke’ye sürgüne gönderildi. Burada vefat etti. Oğlu Seyit A.Kadir ise Osmanlı Meclisi Mebusan’ında Şuray-ı Devlet reisliği yaptı. Kürt Teavün ve Terakki ile Kürdistan Teali Cemiyeti Başkanlığını yürüttü.
Şeyh Ali Septi ise köken olarak Diyarbekir/Bismil Çilgasut köyündendir. Uzun yıllar Mevlana Halit’in yanında ders gördükten sonra Nakşiciliği yaymak üzere Kürdistan’a gelir. Lice’nin Serdi köyüne daha sonra Palu’ya yerleşip burada medresesini kurar. Şeyh Ali’nin dört çocuğu vardır. Şeyh Said, Şey Mehmud’un oğlu Şeyh Ali’nin de torunudur. Şey Said’in Nakşibendi tarikatı içerisinde önemli bir yeri vardı. Mirliklerin ortadan kalkması üzerine Kürt ulusal başkaldırılarında şeyhlerin rolleri sadece Kürdistan’ın kuzeyinde değil, Kürdistan’ın güneyinde de kendisini göstermiştir. Şeyh Mahmut Berzenci Soran mıntıkasında üç defa İngiliz ve Irak hükümetine karşı başkaldırdı, kendisini Kürdistan kralı olarak ilan etti. Bunun üzerine Hindistan’a sürgüne gönderildi, her üç başkaldırısı İngiliz Hava Kuvvetlerinin desteği ile bastırıldı. Son olarak Nasırıye’ye sürgün edildikten sonra Bağdat’ta gitmiş ve 9 Ekim 1956’da burada vefat etmiştir. 1930 sonrası Güney Kürdistan’da Kürt hareketine önderlik edenler ise Barzan Şeyhleri (Şeyh 2. Ebdılselam, Şeyh Ehmed, M. Mustafa Barzani, Mesut Barzani olur) ve Kadiri şeyhi ailesinden olan Celal Talabani olur.
1925 Kürt Ulusal Hareketine 1908-1914 yılları arasında İstanbul’da yaşayan Kürt aydınlarının kurduğu örgüt ve çıkardıkları yayınlarında etkisi olmuş bunların bir bölümü hareketin bastırılmasından sonra Diyarbekir İstiklal Mahkemesi tarafından verilen karar gereği idam edilmiş, bir kısmı ise hapis cezalarına çarptırılmıştır. Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Hewi Talebe Derneği, Kürt Neşri-i Maarif Cemiyeti, Kürt Kadınları Teali Cemiyeti gibi örgütlerin, Şark ve Kürdistan, Kürt Teavün ve Terraki, Peyman, Jin dergisi, Roja Kurd, Hetva Kurd gibi dergilerin 1925 Kürt Ulusal Hareketinin oluşumunda etkisi olmuştur.
19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkışından sonra Kürtleri yanına çekmek için başta Kürtlerin dini duygularından faydalanmak olmak üzere her türlü pragmatist tavrı gösteren Mustafa Kemal yönetimi 1921 Koçgiri Kürt hareketini kanlı bir biçimde bastırdı. Aynı Mustafa Kemal yönetimi 63 Kürt milletvekilinin itirazlarına rağmen Türk Meclisi’nde Kürtlere özerklik yasasını kabul etmiş, ancak bu yasa kağıt üzerinde kalarak uygulamaya konulmamıştır. Lozan Anlaşması’nın ilk taslağı TBMM’de Musul’un konumu konusunda hararetli tartışmalara neden olmuş bunun üzerine M.Kemal 1.Meclisi fesh etmiştir. Lozan Anlaşmasının TBMM de onaylanmasından sonra TC tapusuna sahip olduğunu düşünen kemalist yönetim 29 Ekim1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra 1921 Anayasası’nı yürürlükten kaldırarak ”Tek Vatan”, ”Tek Millet”, “Tek Bayrak”, “Tek Dil” prensibinin temelini oluşturan 1924 Anayasası’nı kabul etmiştir. Buna rıza göstermeyen Kürtler için üç yol önlerine konulmuştur: Tedip, Tenkil ve Tehcir. Tıpkı faşist Franko rejimi 40 yıl üç “s” (sinema, spor, seks) ile uyuttu. Kemalizm ise üç “T” ile Kürtleri terbiye etmek istedi.
1925 Kürt Ulusal Hareketinin hazırlıkları
1925 Kürt Ulusal Hareketinin hazırlıkları Civata Azadî Kurd’un kurulması ile başlar. Azadî’den günümüze yazılı bir belge kalmamıştır. Azadî günün koşulları gereği gizliliğe çok önem veren bir örgüttür. Hücre şeklinde örgütlenmiştir. İsmail Hakkı Şaweys’in anlatımına göre hücre sorumluları ancak bir diğer hücrenin sorumlusunu tanırdı. Hücreler oniki kişiden oluşurdu. Hücrelerin aldığı isimler: Beybun, Rebenok, Sorgul, Leylak, Guleşevin, Çiya, Şax, Kew, Zewî, Çem, Yaregul, Gezîne, Lûleperve Nergiz. Azadî örgütünün tüzük ve üye defteri Cibranlı Halit Bey’in 20 Aralık 1924’te tutuklanmasından hemen sonra amcası İsmail tarafından Erzurum’dan getirilip ele geçmemesi için Karkurut/Varto köyünde yakılır.
Azadî’nin kuruluş tarihi konusunda değişik görüşler vardır. Kimi kaynaklar 1921 kimileri 1923, kimileride 1924 yılını veriyorlar. Robert Olson 1921, Garo Sasuni ise 1920 yılını işaret eder. İsmail Hakkı Şaweys ise kuruluş tarihini 1920 Ekim olarak vermektedir. Ancak bir şey biliyoruz; Türkiye sağı, solu, kemalistleri ve ‘aman sosyalistliğimize halel gelmesin diyen Kürt solcularının’ iddialarının aksine 1925 Kürt Ulusal Hareketinin arkasında ne İngiliz parmağı ne de başka bir parmak var. Kimliği, dili, kültürü, tarihi inkar edilmiş her an tedip, tenkil ve tehcir altında bulunan Kürtlerin iradeleri var. 49’lardan Örfi Akkoyunlu ağabeyin dediği gibi diyalektiğin parmağı var. Kürtler yaşadıkları topraklarda kendi dili, kimliği, kültürü ve tarihi ile birlikte özgürce yaşamak istiyorlardı.
Azadî örgütünün 1. Kongresi’nin 1924 yılı Ağustos ayında yapıldığına dair yazarlar arasında ittifak vardır. Yusuf Ziya Bey tarafından 1924 yılında ziyaret edilip örgüte katılımı konusunda ikna edilen Şeyh Said Efendi ise Azadî örgütüne bu kongrede katılır. Kongre’de üç önemli karar alınır:
- Silahlı mücadeleyi başlatmak.
- Ulusal bir hükümet kurmak.
- Ulusal ekonomiyi canlandırmak.
Azadî örgütü başlarda okumuş şehirli kadrolardan oluşuyordu. Bunları milliyetçi/seküler, dini düşüncelere karşı ılımlı, demokrat, diplomasiye önem veren kanattı. Aralarında Cibranlı Halit Bey, Bitlisli Yusuf Ziya ve Kemal Fevzi Bey, Azadî’nin Çewlik şube başkanı Tayip Ali bey, Hesenanlı Halit Bey, Keremê Kolaxasi, Siirt şube bakanı Yüzbaşı İhsan Nuri Bey, Ekrem ve Kadri Cemil Paşa, Dr. Fuat Bey, Avukat Tevfik Muhammed Hacı Ahti Bey (Bave Tujo), Hênili Salih Bey, Yüzbaşı İsmail Hakkı Şaweyş vs.
Örgütün geleneksel dinci kanadı ise örgüte dahil olan şeyhler ve din alimlerinden oluşuyordu. En önemlileri Seyh Said, Şeyh Abdullah Melekan ve Şeyh Şerif idi. Geleneksel, dinci kanat Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya’nın tutuklanmasından sonra örgüt yönetimini ellerine almışlardı. Bizzat Cibranlı Halit Bey tutuklandıktan sonra teyzesi oğlu ve damadı Şeyh Said’e haber göndererek hareketin liderliğini almasını önermiştir.
Beytülşebap isyanı
Yoğunlukla Hakkari bölgesinde, Siirt, Diyarbekir, Mardin/Nusaybin, Urmiye ve Musul (Bedirhan Paşa’nın katliamından kaçanlar) da yaşayan Nasturiler Sevr Anlaşması sonrası Hakkari bölgesinde otonom bir bölge oluşturmak istemişlerdi. Musul meselesi dolayısıyla Türk hükümeti Nasturileri Hakkari’den çıkarıp Musul’a yakın olmak istiyorlardı. İngiltere’nin desteği ile Nasturiler 7 Ağustos 1924 tarihinde Hakkari valisi ile beraberindeki grupa Hangediği’nde pusu attılar. Saldırıda bir binbaşı ve üç er öldürüldü. Bu olay nedeniyle Ankara hükümeti civardaki birlikleri olay bölgesine kaydırdı. Bu birliklerden biri de 7. Kolorduya bağlı olan 18. Piyade Alayı’dır. Bu alay içerisinde Azadî örgütüne mensup subay ve erler de vardır. Yusuf Ziya Bey’in kardeşi teğmen Ali Rıza’ya gönderdiği şifreli telgrafın yanlış çözümlenmesi sonucunda 18. Piyade Alayın’da görevli bulunan Yüzbaşı İhsan Nuri, Teğmen Vanlı Hürşit, Teğmen Rasim, teğmen Ali Rıza, Teğmen Tevfik komutalarındaki 310 er 10 makineli tüfek ve380 tüfek ile birlikte 18. Piyade Alayı’ndan ayrılıp dağa çıktılar. Amaçları çevredeki aşiretlerle birlikte kurtarılmış bir bölge oluşturmaktı. Ancak arzulanan katılımın olmaması nedeniyle kurtarılmış bölge oluşturulamaz. İsyan çok kısa bir zaman içerisinde bastırılır (27 Eylül 1924). İsyan sırasında Yusuf Ziya’nın kardeşi Ali Rıza yakalanır, İhsan Nuri ve diğer arkadaşları ilk önce Suriye sonrada Irak’a geçip İngilizlere sığınırlar. Dağa çıkan askerlerin bir bölümü birliklerine geri dönerler, geride kalanlar ise Bitlis dağlarına yönelirler. İ.Hakkı Şaveys’e göre Kürtlerin bu olayda kayıpları iki yüz civarındadır.
Azadî cemiyetinin faaliyetlerini Ankaraya ihbar eden dönemin Daraheni Mebusu Hamdi çektiği telgrafta, “Kürt ileri gelenlerinin Musul meselesi nedeniyle galeyanda olduklarını Malatya’dan Zaho’ya kadar olan sahada muhtar bir Kürdistan kurma emelleri vardır. Vanlı Seyit Taha, Seyit A. Kadir, Şaki Hamza, Sımko, Bedirhaniler, Kemal Fevzi, eski Dersim Mebusu Hasan Hayri, Miralay Cibranlı Halit Bey, Muşlu Hacı Musa Bey, Palu ve Genç bölgesinden Şeyh Şerif, Dersim’den Seyit Rıza, Bitlis’ten Şeyh Selahattin, Cemile Çeto ve Hanili Salih Bey bu işin içerisindedir”. Bir diğer ihbar Çapakçur’da öğretmenlik yapan Elazığlı öğretmen Mehmet Zeki’nin yaptığı ihbardır. M. Zeki Dündaralp’ın bir maliye memuru hakkında kin gütmesinden dolayı ihbar yaptığı, ihbarın asılsız çıkması üzerine üç ay ceza alıp görevden alındığı söylenir. Ancak bir rivayete göre bir suçtan dolayı aranan Galip Ağa’nın evinden çıkarken Galip Ağa sanılarak Lice’de yanlışlıkla öldürüldüğü, hakkında soruşturma başlatan Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi’nin sınır dışına çıkarılmasına Daraheni valisi İsmail Hakkı’da İstiklal Mahkemesince bir yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Şeyh Said’in bacanağı Cibranlı Binbaşı Kasım Ataç ise M. Kemal 1924 yılında Erzuruma geldiğinde kendisinden özel randevu alarak 9. Kolordu Komutanı Ali Sait Paşa’nın huzurunda harekatın hazırlıkları konusunda bütün bildiklerini anlattığını sürgünde olduğu Söke’de kaymakam Kazım Atakul’a verdiği ifadede anlatıyor. Binbaşı Kasım harekat süresince bacanağı Şeyh Said’in yanındadır. Bütün gelişmeleri günün gününe Ankara’ya iletmiş, Seyh Seid ve arkadaşlarının Varto’da A. Rahman Paşa köprüsünde bir komplo sonucu teslim alarak devlet güçlerine teslim etmiştir. Bu zat kendisine maaş bağlanması için Ankara’ya M. Kemal ile görüşmek için gittiğinde M. Kemal tarafından ”kendi milletine hainlik yapanların yarın ne yapacakları belli olmaz gerekçesi” ile görüşme talebi kabul edilmemiştir.
Yine M. Şerif Fırat “Doğu İlleri ve Varto Tarihi” isimli kitabında Şeyh Said ile görüştüğünü, harekata katılması konusundaki teklifini kabul etmeyip harekatın hazırlıklarını Ankara’ya rapor ettiğini anlatır. M.Şerif Fırat öğretmendir. Anılan kitabında Kürtlerin Türk soyundan geldiğini ispat etmeye çalışmıştır. Kitabı devlet tarafından belge niteliğinde kabul görmüştür. Apê Musa M. Şerif Fırat’ın kitabına boşu boşuna “Varta Tarihi “ demiyordu. Kitap gerçek tende yalanlarla doludur.
Bu ihbarlar ve Yusuf Ziya Bey’in telgraflarının şifrelerinin çözülmesi sonucunda M. Kemal ve Ankara hükümeti Bir Kürt Ulusal Harekatının hazırlıklarının yapıldığını, Azadî Cemiyetinin varlığını öğrenmişlerdir. Bu gelişmeler üzerine Yusuf Ziya Bey 10 Ekim 1924 tarihinde kardeşi Ali Rıza, damadı Faik, Hacı Musa Bey Bitlis’te tutuklanır. Soruşturma derinleştirilince Cibranlı Halit Bey de 24 Aralık 1924’te gözaltına alınıp Bitlis’e getirilir. Sıra Hesenanlı Halit bey, Zirkanlı Keremê Kolaxasi ve Şeyh Said’in yakın takibe alınmasına, tutuklanmaları için gerekçe bulmaya gelmiştir. Şeyh Said Bitlis’teki soruşturmaların sonucunda ifadesi alınmak üzere Bitlis Divanı Harb Mahkemesine çağrıldı. Ancak yaşlı olduğunu uzun yola gidemeyeceğini beyan ederek ifadesinin Hınıs’ta alınmasını ister. 22 Aralık günü Hınıs’ta ifadesini veren Şeyh Said “Cibranlı Halit Bey ve Yusuf Ziya Bey ile işbirliği yapmadım. Yusuf Ziya kendisinden borç para istediğini, vermeyince bana kırgındır, doğru söylemiyor” der. Şeyh Said İfadesi alındıktan sonra serbest bırakılır. Hesenanlı Halit Bey davete karşılık vermez çünkü Cibranlı Halit bey ve arkadaşlarını kurtarmak için planlar yapmakla meşgul idi.
Şeyh Said artık Hınıs’ta kalamazdı. 27 Aralık 1924 tarihinde Kolhisar’dan ayrılmadan önce kardeşi Bahattin ile aralarında bir konuşma geçmişti. Şeyh Bahattin, “ben biliyorum sen bu küfre, zulme rıza göstermiyorsun, bunlara karşı harekete geçeceksin, ama bizim gücümüz yeterli değildir. Kimse bize arka çıkmaz, yalnız kalırız. Namusumuz, çoluk çocuğumuz askerlerin ayakları altında çiğnenir. Gel malımızı, mülkümüzü satıp başka bir ülkeye gidelim” diyor. Şeyh Said ayağa kalkıp, ”Bahattin ben biliyorum biz bunlarla başa çıkamayabiliriz, ama ben yarın Resulu Ekrem’in huzurunda peygamber benim sakalımdan tutup neden zulme karşı çıkmadın derse ne cevap vereceğim” der. Evinden ayrılırken eşi kendisine, ”bizi bırakıp nereye gidiyorsun? Ya bizide götür ya da gitme. Biz kadın, çocuk ne yapacağız” der. Eşine cevabı, “Ben kıyamet gününde Allah’ın huzuruna suçlu olarak çıkmak istemiyorum” şeklinde cevap verir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Yusuf Serhat FAİK