HABER MERKEZİ
Yazının başlığına bakıp Türkiye’de ne zaman, siyasi cinayetler işlenmedi ki denilecektir. Doğrudur. Kürtler ve sosyalist yurtsever kesimler, Aleviler başta olmak üzere sistem muhalifi özgürlükçü demokratik kesimlere dönük kesintisiz bir siyasi cinayetler süreci hep vardır. Kürtlere dönük son kırk beş, elli yılın her günü siyasi cinayetlerin işlendiği bir tarih kesiti olmuştur. Örneğin Cumartesi Anneleri kesintisiz devam eden siyasi cinayetler devletinin suçlarını her hafta ifşa ediyorlar.
Fakat bu yazının başlığına aldığımız cümlelerle egemenlerin kendi iç kavgalarının birbirini öldürme merhalesine girdiğine dikkat çekmek istiyorum.
İktidar güçleri arasında ilk günden beri birbirini öldürme hep olmuştur. Türk, Fars, Arap, İngiliz, Alman, Fransız vd… kim ki iktidara bulaşmışsa taht için, tahtın sağladığı mal ve mülk için, yeri ve zamanı geldiğinde karşısındakini boğazlamaktan geri durmamıştır. Bir Osmanlı padişahının bir gecede 17 kardeşini boğazladığını biliyoruz. Ve bu işi yaparken ‘ben bunu devletin bekası için yapıyorum’ demiştir. Devletin bekası dediği şey gerçekte kendi tahtıdır. Sarayı ve sultasıdır. Çünkü öldüren katil yerine maktullerden biri de pek ala devleti yönetebilir, devamlılığını sağlayabilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti’nde egemenlerin birbirini öldürmesinde bilinen ilk örneklerden en çarpıcı olanı ‘İzmir Suikastı’ denilen olaydan sonra Atatürk tarafından planlanan öldürmelerdir. Atatürk bu öldürmelerle kendi muhaliflerini tasfiye etmiştir. Adnan Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesi bilinen diğer örnektir. Turgut Özal ve Bülent Ecevit ise egemenlerin kendi içindeki ‘faili meçhul’ cinayetlerdir. Bu iki cinayetin de ilerde nasıl işlendiğini belgelerden öğreneceğiz. Söz konusu tüm cinayetlerde işin en çarpıcı yanlarından biri öldürme nedenleri arasında ‘taht kavgası’ yanında Kürtlerle ilişkilerin de Özal’da olduğu gibi doğrudan Menderes idamındaki gibi dolaylı neden olmasıdır. Bugünden itibaren işlenmesini beklediğimiz daha doğrusu öngördüğümüz cinayetler ise Kürtleri yok etmek için varlarını yoklarını ortaya koyanların yenilgilerinden ötürü suçu birbirine atarak birbirini öldürmesi biçiminde olacaktır. Kürtlerle savaşta yüzde yüz başarı elde edecek biçimde maddi ve manevi ayarlamalar ve kararlar alan egemenler, yenildikleri için birbirini öldüreceklerdir. Yani birbirine gireceklerdir. Bu öldürmelerden sonra ‘devlet aklı’na sahip daha akıllı ve vicdan sahibi bir kliğin ‘tahtı’ ele geçirmesi yüksek olasılıktır.
Bahçeli çizgisindeki ABD yapımı Türk kontrgerilla gücü, Erdoğan ile birlikte son dört yıldır devlettir ve muazzam bir ‘direniş’ içindedir. Kürtleri yok edebilseydi her kesin kendilerine biat etmesini isteyeceklerdi. Ve tek sorunları dış dünya ile ilişkilerini düzenleme şeklinin nasıl olacağı noktası kalacaktı. ‘En iyi ve sonuç alıcı tarzda Kürtleri ben bitiririm’ diyerek 2007’de Yaşar Büyükanıt’tan Dolmabahçe Sarayında devlet ‘tahtı’na oturma izni alan Erdoğan’ın temsil ettiği AKP adlı proje parti, çözüm süreci adı altındaki taktiğinde başarısız olunca bunu Gülen Cemaatine bağlamıştı. Ergenekoncular da adeta ‘madem Gülenciler bırakmıyor biz Gülencileri de tasfiye edelim’ demiş ve 15 temmuz darbe girişimi adı altında yaşanan gelişmelerle Gülencileri, batıcı asker ve diğer bürokratları tasfiye ettiler. Bu da yetmedi yanına Türkeş tarafından yıllarca hazırlanmış Bahçeli’yi de vererek bu işi başar dediler. Ve kendisine en büyük yardımcı olan iki has adamlarını da pratik için verdiler; Hulusi Akar ve Süleyman Soylu. Yani Kürt halkının varlığını ortadan kaldıracak temel iki güç olan asker ve polisin başına, iki kontrgerilla üyesi adamlarını da görevlendirdiler. Erdoğan ve Bahçeli’ye ‘bundan böyle tek bir gerekçeniz kalmadı’ dercesine Kürt soykırımını tamamlayın dediler.
ABD imalatı Türk Ergenekonu ya da kontrgerilla devleti başta basın, yargı, üniversite, diyanet gibi temel kurumlar olmak üzere mali ve ekonomik alanı da Kürtleri yok edecek savaş için yeniden düzenlediği için kendine o kadar çok güveniyordu ki, 2015’de başlattıkları savaşı en geç 2016 baharında ‘zaferle’ sonuçlandıracaklarını saklamadan dilendirdiler. Erdoğan ve Süleyman Soylu bunu defalarca basın yoluyla kamuoyuna ilan ettiler.
Ve 2020’ye giriyoruz. Türk kontrgerilla devletinin zaferi için temel hedefine koyduğu Kürt özgürlük gerillası yok edileceği hesaplanın bir yıl değil beşinci yıllın sonunda mevzilerini korumaktadır. Gerilla komutanları, gerillanın 2020’de sürprizler yapacağını söyleyecek kadar iddialı değerlendirmeler yapmaktadır. Kürdistan özgürlük gerillasının 2019 yılındaki savaş düzeyi gerilla komutanlarının iddialarının ne kadar sağlam bir dayanağa dayalı söylendiğini gösteriyor. İşte Türkiye siyasi cinayetlerin yeniden işleneceği sürece girdi derken, devletin Kürt gerillası karşısında ve en önemlisi de Kürt halkının dört parça ve yurt dışındaki direnişi karşısında aldığı yenilginin faturasını içerde bir birine ödetmek zorunda olduğuna dikkat çekiyorum.
Kürtlerle ilişkiler, Ak Deniz’de Gaz arama ve bir çete olduğu anlaşılan Libya ihvan yönetimi ile yapılan anlaşma gibi aslında çok rahatlıkla siyasi olarak çözülecek meselelerin ısrarla gergin ve çatışmalı askeri tarzda sürdürülmek istenmesindeki asıl neden, Erdoğan ve Bahçeli kişiliklerinde gördüğümüz kontrgerilla devlet kliğinin ölümünü daha doğrusu öldürülmesini uzatmaktır. Dikkat edilirse, Türk devletinin son dört yılda yaptıkları hiçbir şey ne kendi devlet hukukuna ne de uluslararası hukuka göre değildir. İkincisi her ne yapıyorlarsa hepsini yalanlarla topluma vererek halkı kandırarak yapıyorlar. Türkiye’de halka yalan söylemek bir devlet çizgisidir. Erdoğan ve adamlarının utanmadan yalan söylemeleri ise devletin kendilerine verdiği işi yani Kürt soykırımını tamamlamak içindir. Ve bir konsepte dayalıdır. Bunu CHP’nin muhalefetinden anlamak zor değildir. Kılıçdaroğlu CHP’si yalancının şahidi bir partidir. Örneğin CHP, Libya’ya asker göndermeye karşı çıkarken Erdoğan’ın gerekçe gösterdiklerinin tam tersini Suriye politikasında ve Kürtlerle ilişkilerinde esas aldığını söylemiyor. Neden çünkü Erdoğan’a verilmiş görevde Bahçeli ‘akil adam’ Kılıçdaroğlu ise yalanlarını doğrulayan şahididir. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun biri birini yalancı demesi boşuna değildir. Anlayacağınız ‘Şıracının şahidi bozacıdır’ meselesi yani. Dolayısıyla AKP ve Erdoğan’ı bu iki ‘müstesna zat’ ayakta tutuyor.
Gelinen aşamada artık bardağa son damlalar düşüyor. AKP’nin üçe yarılması son damlaların düştüğünü gösteriyor. Bahçeli’nin bir süredir görünmemesi diğer işarettir. Bardak ha taştı ha taşacak. En son damlanın düştüğünü ise CHP muhalefet tarzından öğrenmiş olacağız. Ne zaman ki CHP Kürtler, Suriye ve AB politikalarında adam gibi konuşmaya başladı bilin ki son damla da düşmüştür. Son damlanın düşmesi birilerinin öldürülmesi ya da tutuklanması şeklinde de gözler önünde yaşanacak bir sürecin tetiklendiğini gösterecektir.
Mehmet Gören
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi