HABER MERKEZİ
Bazı halk hareketleri teorik saptamalar yapmadan kavganın ateşini fitiller. Bu tam da toplumsal halk hareketi olmanın doğal refleksidir. Halk hareketlerini doğru okumak ve zaman kaybetmeden doğrudan öncülük etmek ise devrimci öncü örgütlere düşer. Devrim yapma amacı, kaygısı taşıyan bunun için kurulmuş partiler için zamanın ruhunu anlamak ve doğru taktiklerini geliştirmek hayati bir konudur. Çünkü ya şimdide var olursa var olacaklar ya da manifestoları bir söylenceden ibaret kalır. Elbette hiçbir parti, örgüt kendi varlığını sürdürmek için kurulmaz, toplumsal sorunların çözümü için ortaya çıkmanın tabiatı gereği bunu başarmayı amaçlar.
Yüzyılımızda yaşanan gelişmeleri daha yerli yerine oturtmamız gerektiği açıktır. Her şeyden önce sistem karşıtı Devrimci Kadın Hareketleri olarak neler yapıyoruz, yaptıklarımız yani mücadelemiz hangi kulvarda gelişiyor, neler yapmalıyız sorusunu hep kendimize sormamız gerekir. Bu yarattığımız gelişmelerden kuşkulanmak anlamında değil. Bu, doğruyu daha yetkin uygulama ve zamana eşdeğer gelişmeleri yaratma kaygısını taşımakla ilgili yaşanan kuşkudur. Herkes gibi, sokağa çıkan, mücadele eden, bedel ödeyen herkes gibi devrimci kadın örgütleri olarak hangi amacı taşıdığımızı ve mücadelemizin kıymetini biliyoruz. Biliyor olmamıza rağmen yine de huzursuzluğumuz devam ediyor. Bu zamana daha çok şeyi sığdırmayı hatta sığdırmanın ötesinde yeni bir kadın zamanı yaratmanın taşıdığı doğuş sancılarının yarattığı sanrılardan doğan huzursuzluk. Bunu yaşamakta haklıyız. Çünkü tarihin normal bir seyrinde değiliz. Bir çağ değişiminin içindeyiz. Değişim hem heyecan verici hem hangi yöne değişeceği neye evrileceği belirsizliği korku doğurmakta. Evet, korkumuz fırsatları kaçırmaya dairdir. Korkularımızı gidermek bize bağlı. Bunun için neler olup bittiğine bakacak olursak, önümüzü netleştirebiliriz.
Bunun için içinden geçtiğimiz sürecin karakterini yeniden ortaya koymakta fayda var. Yaşanmakta olan nedir? Dünyada yaşanan sorunlar herhangi bir dönemle kıyaslanmayacak denli yeni bir çağa işaret etmektedir. Yeni bir dünya siyasal sistemin inşa edileceğinin tüm emarelerini taşımaktadır. En somut durum üçüncü dünya savaşının yaşanıyor olmasıdır. Bir geçiş sürecinde olduğumuzu bilmeliyiz. Geçiş süreçleri uzun erimli olup müdahaleyi stratejik ve taktik olarak zamanında doğru yapanlar belirleyecektir. Sahada tek olmadığımızı görerek hatta zorlukların daha fazla olduğunu bilerek ama değişim için tüm olanaklarımızı seferber ederek, yılmadan, değişim için her şeyi göze alarak devrimci katılımla sağlayabiliriz. Bu kaçınılmazdır.
Kapitalist sistemin beş yüz yıllık yapısallığı kriz içindedir. Kriz sistemseldir. Tahayyül sınırlarımızı genişlettiğimizde beş yüzyıldır süregelen kapitalist sistemin ilk kez belirgin bir biçimde krizde olduğu örtülemeyecek kadar şiddetle yaşanmaktadır. Sistemin bir yönünün krize girmesinden söz etmiyoruz. Kapitalist dünya-sisteminin kendisi temelden krizdedir. Çöküştedir. Elbette bunu belirtirken birden bire krizin patlak verdiği söylenmiyor. Ya da çöküşteyse asgari bir müdahaleyle de sonuç alınabilir gibi bir iyi niyet gösterilemez. Çünkü çözülmekte olan sistemi restore ederek ayakta tutma çabası bir dünya savaşını ortaya çıkaracak denli şiddetli yaşanmaktadır. Kapitalist sistemin hegamonik güçleri kendi projelerinde sonuna kadar ısrarlı olacaktır. Buna karşılık devrimci halk güçlerinin, anti-kapitalist, militarist, kadın özgürlükçü sistem karşıtı tüm hareketlerin, muhaliflerin, demokratların daha yoğunluklu bir mücadeleyi kesintisiz sürdürmeleri gerekir.
Kapitalist dünya sistem krizi, buhranlı dönemlerin birikimi olarak günümüze varmıştır. Yani sorunları biriktire biriktire kriz sarmalına dönmüştür. ‘Refah’ döneminden birden bire kriz dönemine geçilmedi. Beş yüzyıldır insanlık acı çekmekte. Eşitsizliğe, haksızlığa, yoksulluğa, adaletsizliğe, esarete, sömürgeciliğe karşı toplumun vicdanı hep ayakta oldu. Bunun için bunca süre zarfında nice devrimler yaşandı. Sosyalist devrimler gerçekleşti. İster sınıf ideolojileri ister ulusal kurtuluş ideolojileri adına olsun, kadın mücadeleleri kapitalizmin yarattığı buhranlara, sorunlara müdahale çıkışlarıydı. Bu anlamda sorunsuz bir beş yüzyıl söz konusu değil.
Dünyada tüm toplumsal hücrelere yerleşme, kültürleştirme, sanayileştirme, toplumu devletleştirmede başarılı olmayan ama küresel denebilecek, dünya sistemi olarak tanımlanan ve somut tarih olarak beş yüzyıla tekabül eden kapitalist sistemi krize koyan nedenler nelerdir? Bunu anlamak, alternatifine yüklenmenin ne kadar haklı tarihsel-toplumsal dayanaklarına sahip olduğumuzu gösterir.
Kapitalizmin kendisi kriz sistemidir. Her ne kadar liberal ideolojik söylemine dayalı olarak refah, huzur, istikrar, güvence, demokrasi, bireysel hak-özgürlükler, hukukun üstünlüğünü sürekli savunsa da iç yapısal özelliği gereği kurduğunu birer birer ortadan kendi eliyle kaldırır. Kaldırmak zorundadır, çünkü başka türlü büyüyemez. Nitekim, otoriter, merkeziyetçi, sağcı, militarist, milliyetçi iktidarların başa gelmesi, daha da ileri gidilerek faşistleşmesi bundandır. Ulus-devlet iktidarları, toplumu yönetemez duruma geldiklerinde iktidar hırsıyla en zorba güç olarak faşist yüzlerini açığa vururlar. Toplum üzerindeki kontrolü yeniden sağlamaya yöneliktir. Kontrolü sağlayabilmek için Türkiye, İran ve halk hareketlerinin yaşandığı ülkelerde olduğu gibi hükümetlerin tutuculaşıp, diktatörleşmesi, Batıdaki sosyal devlet anlayışından giderek uzaklaşıp topluma verilen maddi güvenceler de ve siyasal-sosyal, kültürel haklarda kısıtlanmaya gidilmesi, emeklilik, sağlık, eğitim, işsizlik sigortasındaki değişikliklerin hepsi yaşanan krizle ilgilidir.
Şöyle ki, kapitalizm sınırsız, sonsuz sermaye birikimine dayanır. Toplumların maddi-manevi değerlerini emerek, bunu işleyip metalaştırarak, metayı arz-talepe göre satış pazarları oluşturarak kısa zamanda en yüksek kazancı sağlamanın sistemidir. Süreklileşmiş sömürüye dayanarak ayakta kalır. Bu çarkın rahat dönmesi için devlet, ordu, siyaset gereklidir. Hepsi kapitalist sistemin sermaye güvencesi, engelsiz dolaşımı için gereklidir. Kurmuş olduğu yapıların kendisi sorun haline geldiğinde değiştirmekten, devirmekten çekinilmez. Yerlerine yenileri kurulur. Kurmada her zaman başarılı oldukları söylenemez. Bunun elbette nedenleri vardır. Irak’a 2003’ten müdahaleden beri alt-üst yapısıyla bir biçim kazanmamış tersine yeni halk hareketini tetiklemiştir. Günümüzde klasik ulus-devlet iktidarlarının yıkılması, yerlerine işbirliğine uygun yeni iktidarların getirilmesi, ulus sınırlarının değişimi dahil yeni projelendirmelerin gündemde olması, değişimin güçlü devinimci potansiyelini ortaya koyan yerel siyasetin, yerel halk güçlerinin öne çıkmasıyla işbirliğine yönelmesi çıkarlarla ilgilidir.
Görüldüğü gibi ciddi anlamda kadınlar doğrudan erkek egemen sistemi sorgulamakta, cinsiyetçi toplumunun gelenekselleşmiş erkek şiddetini siyasetin, eylemin merkezine oturtmayı aşarak doğrudan bu şiddetin kaynağı olan iktidar yapılarına yönelmekte. Bu çok önemli devrimci müdahaleye kayan bir değişimdir. Buna tekrardan değinmek üzere nokta koyuyorum. Şimdi ulus-devlet krizi hem Ortadoğu’da hem de dünyanın geri kalanında iktidarlara büyük tepki hareketleri gelişmekte. Ekonomik kriz bu halk hareketlerinin temel çıkış noktasını oluşturmakta. Krizin salınımları çoğaldıkça karşı toplumsal hareketleri de tetiklemektedir. Başlı başına Batıyısyla, Doğusuyla kontrol edemedikleri bir toplumsal karşı tepki, çıkış var. Çelişkileri bastıramaz, kontrol edemez, yönetemez, otoritesini sağlayamaz duruma düşmesi sistemin krizde olduğunu apaçık gösterir.
Hegemonik güç olan ABD’si, Rusya’sı, İngiltere, Çin, Fransa, Almanya, İspanya, petrol zengini Arap devletleri hariçi, Yunanistan ve diğer minimal ulus-devletler dahil dünya genelinde ciddi bir gelir sorunu yaşanmakta. Ekonomik kriz yaşanmakta. Bunun için tüm devletler öncelikle içeride iç harcamaları azaltan reçetelere yönelirken faturasını halka ödetmek istemektedirler. Ve üretim verimliliğini artırma konulu aynı miktarda ama az maliyetle az insan çalıştırarak kar sağlamanın yollarını aramaktalar. Bu da işsizlik oranında artış sağlamakta. İşsizlik-yoksulluk hızla büyümektedir. Daha şimdiden Almanya, büyük otomativ sanayinde on bin işçinin çıkarılmasını programlamış, Avrupa Birliği para birimi Euro, ABD doları karşısında beklenen değeri görmemiş, Rusya, Akdeniz’de hakim olmaya çalışarak Ortadoğu’dan Akdeniz üzerinden doğal gaz vb. getirerek hakim olmanın peşinde Suriye’de aktif aktör almıştır. İki kutuplu dünya gerçeğinde ABD’yle girdiği rekabetin devamı olarak da anlamak gerekir. Ortadoğu petrolleri herkesin gözünü kamaştırmakta. Fransa’da sarı yelekliler protestosu ardından emeklilik yasasının yeniden düzenlenmesi büyük tepki gördü. ABD savaş harcamalarını tek karşılamamak için koalisyon güçleriyle hareket etmekte, Meksika’ya sınırlarını kapatmış. İngiltere, AB birliğinden ayrılma kararı almıştır. Hiçbir Avrupa ülkesi eskisi gibi mülteci ve işçi kabul etmemekte. Her ülke, öncelikle krizden az etkilenmenin yollarına başvurarak kendisini sağlama almayı merkezine almıştır. Bunu yaparken dünya siyasetinde de etkili olmayı temkinli adımlar atarak sürdürmektedir. Her ülkenin iç siyaseti tamamen dış gelişmelerle bağlantılı olarak dış siyasetle iç içe belirlenmektedir. Dolayısıyla jeostratejik, jeopolitik duruş öndedir. Sermaye birikimine dayanan kapitalist sistem sermaye edinme ve biriktirmeyi eskisi gibi yapamıyor. Zenginler sınıfı bir zümre olduğuna göre bunun dışında kalanların hepsinin sistemle çelişik olması, muhalefete kayması, geçim sorunu, sağlık, eğitim, sosyal eşitsizlik, cinsiyetçiliğin ağır sonuçları nedeniyle tepki göstermesi beklenilir durumdur. Nitekim kadın şiddeti, tecavüz başta olmak üzere kadın sorunları etrafında çığ gibi büyüyen bir kadın mücadelesini her yerde görmek mümkün. Zamma, vergilerin artırılması gibi halk aleyhine olan çeşitli düzenlemelere karşı halk hareketleri boy vermektedir. Artan işsizliğe karşı mevcut statüsünü korumaya çalışan küçük memurlar, dar gelirliler bile toplumsal harekete katılmakta. Soruna doğrudan hitap eden eylemler kısa sürede kitlesel güce kavuşmakta.
Şimdi bu hareketlerin ne kadar sol olduğu, değişimi öngördüğü, devrimci nitelik taşıyıp taşımadığı tartışmalarının gündeme gelmesi bir zaman kaybından başka bir şey değildir. Hatta böylesi hareketlerin hangi örgütün örgütlediği eğer öncü bir örgütü yoksa kuşkuyla bakıldığı ideolojik bir sığlıkla karşı karşıyayız. Elbette, kendiliğinden bir hareketin tek başına başarıya ulaşması mümkün değildir. Ama her hareket kendi içinde bir öncülüğü ortaya çıkarmakta. Bu tür durumlarda devrimci-sosyalist-sol güçlerin duruma derhal ilgili yaklaşarak inisiyatifi ele geçirmesi lazım. Aksi taktirde egemen güçler, fazlasıyla yararlanmaya çalışmakta. İktidarlar ise büyümeden hızla bastırmaya yönelmekte. Karma yapılardan oluşan bileşimi ısrarla sınıfsal bir yere oturtmaya çalışmak ise klasik sol stratejinin dogmatizmi olarak değerlendirmek mümkün. Bir hareketin toplumsal olabilmesi zaten tüm kesim, tabaka, kültürleri kapsaması gerekir. O nedenle meydanlarda, sokaklarda ezilen sınıf adına sadece işçileri, köylüleri aramak dar bir yaklaşımdır. Bu hareketlerin adı sistem karşıtı hareketlerdir. İşçisi, köylüsü, genci, yaşlısı, kadını, kamu görevlisi, orta sınıfı herkesi görmek mümkün. Yukarıda belirttiğimiz böylesine zengin eylem gücü sadece ekonomik sorunlara karşı oluşmamakta. Benzer durum iktidarların varlığına karşı yöneltilmekte. İktidarların politikaları şiddetle eleştirilmekle yetinilmeyip yeni bir düzen istenmekte. İran, Irak, Sudan, Suriye, Türkiye’da olan halk hareketlerini böyle ele alabiliriz. Halk, seçimlerle, muhalefetle, politik tutumlarla meramını dile getirmeyi yeterli bulmadığında ki bunun iktidarlar tarafından dikkate alınır karşılığının olmadığını gördüğünden devrimci durum denilen doğrudan ayaklanma sürecine girmektedir. Kanlı yöntemlerle bastırmaya kalkan iktidarları hazin son beklemektedir. Türkiye’de AKP iktidarı toplumun içten içe kaynayan bir volkana dönüştüğünü görmektedir. Bu volkanın patlamaması için en sıradan bir muhalif çıkışı şiddetle bastırmakta. Bir tiyatro sahnesinden tutalım, internet ortamındaki bir cümlelik paylaşıma kadar hepsine yönelik devlet şiddetiyle yönelmekte. Bu anlamda politik, askeri, sosyal, kültürel şiddetin bu ölçekte artması yaşadığı korkuyla ilgilidir. Tekrardan toplumsal hareketlerin niteliğine baktığımızda şunu kaydetmekte fayda var. Bu hareketlerin ne kadar süreceği belirsizdir. Ciddi bir öncülük ortaya çıkmazsa etki düzeyi kısa olur. Böylelikle sorunlar ertelenmiş, fırsatlar kaçırılmış olur. Zaten devrimler güçlü redle başlar. İşte ortaya çıkan canıyla bedel vermeyi göze alan kararlı kesimleri kim sıradan görebilir. Gerçek anlamda politik bir harekettir. Red var, ancak yerine neyi koyacağını tam bilemez. Bu boşluğu doldurması gereken öncülüktür. Burada iş öncülüğe düşmekte. Devrime soyunan bu politik katmanların hepsini kapsayacak hem güncel, dönemsel ihtiyaçlarına, beklentilerine cevap verecek hem gelecek kaygılarını yeterli bir programla cevaplandıracak, yani bunun alternatifini derhal örerek gösterecek pratik yetkinlikteki öncülük gerektirir. Devrimlerin, niteliği olmayan kitleler tarafından yaratılmayacağı söylenir. Peki Ortadoğu’da, Batı’da yaşanan halk hareketlerinin bir niteliği yok mu? Var elbette. Kamburlaşmış ulus-devlet iktidarlarından kurtulmak istiyorlar. Adil bir düzen, cinsiyetçiliğin olmadığı insanca yaşam, demokrasi ve özgürlük istiyorlar. Ekolojik, ekonomik, kültürel, siyasal yönetim sorunu hepsi dolu dizgin yaşanmakta. O nedenle bu sorunların hepsini gündemleştiren kesimlerin bir araya gelmesi toplumsal hareketlerin zenginliğini gözler önüne serer. Ve bu ayağa kalkışa, çözüm arayışlarını içeren halk isyanlarına, kadın isyanlarına nitelik kazandırması gerekenler devrimcilerin kendisidir. Sistemle çelişik olan tüm yapılar ilk kez ortaklaşarak sokağa çıkma duruşunu göstermiş ve başarmışsa bu muazzam bir güçtür. Bunun derin bir örgütlenmeye dayandığını belirtmek zordur. Ama doğru ve yeterli öncülükle kısa sürede örgütlenme karakterine sahip olduğu bilinmelidir. Bir yerde başlayan bir kampanya, halk gösterisi kısa sürede büyük bir toplumsal güce evrilme özelliği gösteriyor. Bu özelliği görmek, fark etmek çok çok önemlidir. Devrim cephesinin genişliği, devrimin imkanlarını genişletir. Kapitalist sistem krizinin çelişkileri öyle taşınamaz, gizlenemez, idare edilemez noktaya varmıştır ki, doğrudan iktidarlar-halk, egemen erkeklik-kadın, ezen-ezilen, ulus-devlet-alternatif öz yönetim, ordu-öz savunma güçleri karşı karşıya gelmiştir. Tüm toplumsal kesimler baş çelişkiyi çözmek üzerinden hedefini belirlemiştir. İktidar-ezen sınıf-ulus devlet, egemen erkeklik kültürünün birbirini nasıl beslediği, doğurduğu, sürdürdüğü, koruduğu açık seçik ortaya çıkmıştır.
Kapitalist dünya sistemi içindeki ulus-devletler her şeye kadir değildir. İktidarların programladığı her hedefe ulaştığını düşünmek yanlış olur. Gerçekleşen durumlardan da görebiliriz. Ama ulaşmak için her şeyi denerler. Bu bize neyi gösterir. Ulus-devlet iktidar yapıları aşılmaz, değişmez değildir. Ebedi değildir. Toplumun iç yapısından doğan tepkiler ulus-devletlerin gayrimeşru olduğunu ifade eder. Yaşanan gelişmeler fazlasıyla bunu göstermekte. Ulus-devletlerin kendisi kriz içinde. Ama tümden güçlerini yitirdikleri, zayıfladıkları anlamına gelmez. Gücünü ordu-polis-silahtan almaktadır. Kürdistan’da buna faşist Türk devleti özel psikolojik özel harp dairesinin ve yine Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’in kirli savaş yöntemleriyle sürekli manipülasyonla algı oluşturup yönlendirme, irade kırma, fuhuş, tecavüz, uyuşturucu yaygınlaştırarak toplumsal yapıyı bozma, sosyal çelişkileri körükleyerek karşıtlığı kışkırtma, sanat, siyaset, ekonomiyle teslim alma, cinsiyetçiliği pompalayarak erkek şiddetine ortam hazırlayıp kadın katliamlarının önünü açmakta. Yanı sıra baskı, tutuklama, muhalefeti ezme, hak ve özgürlüklerin hepsini ‘terör’ kavramına sıkıştırarak toptancı ve topyekun suçlamayla milliyetçiliği şahlandırarak teslim almaya çalışır. Bir tek bu uygulamalar yapılmamakta işgal amaçlı saldırıları Kürdistan’ın her yerine yaymakta, Ortadoğu’da da hegemon emel beslemekte. Fiziki soykırım dahil her türlü şiddeti kullanmakta. Hem içteki şiddet ve faşizm koşulları nedeniyle gelişen tepkiler bastırılmakta hem dışarı da da uluslar arası kurumsal yapılar 3. Dünya savaş gerçeğinde etkisini, otoritesini yitirdiğinden ulus-devletler kendi önlerinde engel görmemekteler. Ama tek engel halkın kendisi olduğunu bildiklerinden temel korkuları kadınların öncülüğünde halkın ayağa kalkmasıdır.
Ulus-devletleri sarsan en radikal ve hızla yayılan eylemler kadınlarındır. Küresel bir mücadele özelliği taşımaktadır. Kadınlar doğrudan sistemin sorun olduğunu merkezileştirmekteler. Hem evrensel çapta hem yerelinde siyasete, mücadeleye, sıcak savaşların yaşandığı bölgelerde aktif savunmada yer almakta. Kürdistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Sudan, Arjantin, Hollanda, İtalya, Portekiz, İspanya, Şili, Hindistan, Mısır, Afganistan, Latin Amerika’da etkili bir kadın mücadelesi var. Çıkış noktası kadın özgürlük probleminin çözümü kadar, ulus-devletlerin yapılanmalarını sorgulayarak ataerkil sistemin değişimini içermekte. Toplumsal sorunlarla bağını koparmadan halk ayaklanmalarında en etkili biçimde öncü düzeyde yer almaktalar. Toplumsal sorunlara kendini kapatan değil, açılan, sahiplenen, çözümünü radikal savunan tutum, tavır içindeler. Bu halk hareketlerine büyük bir devinim kazandırmakta. Bazılarını aktaracak olursak, kadına yönelik şiddet ve tecavüzü sona erdirmek amacıyla 2013’te başlatılan “1 Milyar Kadın Dans Ediyor” eylemi, bütün dünyaya yayılıp günümüzde hala devam ediyor. Kapitalizmin ‘Sevgililer Günü’ adı altında ticarileştirdiği 14 Şubat gününde kadınlar meydanlarda “Zamanı geldi artık/ haydi kır zincirlerini/ ayağa kalk/ dans et/ dans et ve yeniden doğ” şarkısı eşliğinde aynı şekilde dans ediyor. Yine 2015’te Arjantin’de kadın katliamlarına karşı başlatılan “Bir kadın daha eksilmeyeceğiz” (NiUnaMenos) hareketi kısa süre içinde bütün Latin Amerika yanı sıra İtalya, Portekiz ve İspanya’ya da yayıldı. Son olarak Şilili kadınların bu yılki 25 Kasım’da başlattığı danslı protesto #LasTesis de günler içinde bütün dünyaya yayıldı. Kadın Hakları ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı önünde tecavüze karşı dans ederek eylem yapan kadınlar gözlerini bantla kaparak “Kadın cinayetlerine ve tecavüze karşı sesimizi çıkarıyoruz! Suçlu ben değilim, ne giydiğim ya da nerede olduğum değil! Suçlu sensin, polis, adalet sistemi, devlet, toplum” dedi. Dünyanın dört bir yanında onlarca ülkede bu eylemler yapıldı. Sadece Türkiye’de faşist AKP iktidarı polisleri kadınlara saldırttı.
Yine Rojava direnişine dünya çapında sahiplenme gelişti. Rojava devrimi denilince kadın devrimi denilmekte. Kadınlar, savunmada aktif rol aldıkları gibi Kuzey Doğu Suriye’de yeni bir yaşamın örülmesinde belirleyicidir. Eşit, özgür toplumsal yaşamın inşasını geliştirdikleri gibi savunulmasında da yepyeni bir geleneğin yaratıcılarıdır. Savaşın tüm tahribatlarına karşı inanç, azim ve kararlılıkla örgütlenmeyi sürdürmekteler. Ve dünya kadın hareketleriyle buluşmada, kazanılan değerleri evrenselleştirme yönü şimdiden yaratılmıştır. Akın akın Rojava’ya dünyanın çeşitli yerlerinden devrimci, sol, anti-kapitalist, muhalif, anti-militarist kesimler, kişiler, örgütler gelip katılmakta. Savunulan toplumsal projenin pratikleştiği bir saha olması itibariyle dikkat çekicidir. Enternasyonal yeni bir çıkış söz konusudur. Bunu daha fazla örgütleme, sistemleştirme ihtiyacı kuşkusuz var.
Önder APO’nun kadın özgürlük mücadelesindeki yoğun emeği, bizzat mücadeleyi, kurtuluşun kadınla gerçekleşeceğini savunması ve teorik, pratik açılımı bu gelişmeyi ortaya çıkarmıştır. Demokratik-Ekolojik-Kadın Özgürlükçü Paradigmasını ortaya koymuştur. Bu paradigma sistem krizine gerçek çözüm ve alternatiftir. Çözülmekte olan kapitalist dünya sistem gerçeği demek çözülmekte olan erkek paradigmasıdır. Ve onun dayandığı kapitalist-ulus devlet-endüstriyalizm ayağının çökmesidir. Eski paradigmayla sistem sorununa çözüm bulmakta sistem güçleri ısrarlıdır. Krize giren kapitalist dünya sistemi ancak yeni bir paradigmayla yapılanabilir. Kadın Kurtuluş İdeolojisi bu paradigmanın özünü oluşturmaktadır. Sistem krizine dönemsel protestoların, ayaklanmaların, isyanların ve eylemlerin tek başına yeterli olmayacağı aşikar. Sistem krizi uzun bir dönem daha sürecek. Buna karşı alternatif paradigma ve buna dayalı programla karşılık vermek gerekir. 21. Yüzyılın ilk yirmi yılında böyle bir evreye girmiş olduk. Kadın yüzyılı yapmanın olanakları güçlü doğmuş oluyor. Sınıf temelli ideolojilerle hareket edilemeyeceği yaşanan gelişmelerin niteliği göstermekte. Gelişmelere cevap olmayacaktır. Kadın kurtuluş ideolojisi toplumsal olup bütünleyendir. Ancak böyle bir ideolojik çıkış sistem krizine doğru çözüm üretebilir. Bunun tarihsel-toplumsal nedenleri var. Dayandığı beş bin yıllık erkek egemen sistemin son beş yüz yıllık kapitalist dünya sistem gerçeğinin krize girmesi demek en dipteki çelişkinin gün yüzüne çıkması demektir. Bu kadınların emeğiyle, mücadelesiyle yaratılmıştır. Kadınların çeşitli evrelerden geçerek günümüze kadar getirdiği mücadelesi kadın sorununu sistemin hem temel krizi hem çözümün temel ana halkası olmasını sağlamıştır. Sömürü sistemi olarak şekillenen kapitalist sistemin aşılmasından söz ediyorsak sömürünün katmerlisini yaşayan kesim kadın olgusu olduğundan bunun başkaldırısı değişimin başat gücü yapar. Kadın olgusunu ilk sömürge sınıf, ulus olma tanımından yola çıktığımızda ve sorun temelli düşündüğümüzde çözümünü de temele dayandırmamız gerektiğini ortaya koyar. Kadın kurtuluş ideolojisine dayanmayan, kadın özgürlüğünü merkeze almayan hiçbir toplumsal mücadelenin başarıya ulaşmayacağını kanıtlar. Ne adına hareket edilirse edilsin gerçek demokrasi ve özgürlük bundan tamamen alıkonulan, toplumda en aşağı katmana hasp olan kadının tüm zincirleri parçalamasıyla mümkün olacaktır. Bu anlamda kadın yüzyılını yaratma, eyleme geçme, demokratik ekolojik, kadın özgürlükçü toplumsal sistemi inşa zamanıdır. Bunun kolay olmayacağını en başta kadınlar bilmektedir. Kadın üzerindeki herhangi bir baskı ve gaspı ortadan kaldırmak en basit bir hak mücadelesini kazanmak bile kadınlara büyük bedele mal olduğunu toplumsal mücadele tarihi anlatmaktadır. Yeni bir dünya sisteminin şekillenmesinde kuşkusuz bunun bedeli daha fazla olacaktır. Kadınlar zaten her gün erkek şiddetine, tecavüzüne, görünmeyen ev içi şiddete kurban gitmekte. Bunu da katbe kat aşan kadın soykırımı denilecek düzeyde kadın ve ona ait değerlerin yıkımı ulus-devletlerce geliştirilmektedir. Tüm savaşlarda ilk saldırı kadın bedenine yapılmakta. İlk kurbanlar kadın olmakta. Yoksulluğun, işsizliğin yine ilk vurduğu kadınlar olmaktadır. Kadınlık statüsüzlüktür. Kadınlar erkek egemen dünya gerçeğinde statüsüzdür. Her ülkede yaşanan toplumsal-siyasal sorunlar farklılık gösterse de dikkatlerden kaçmayacak ve her yerde ortak, aynı yaşanan sorun kadın üzerindeki erkek-devlet-cinsiyetçi gelenek şiddetidir. Ölümden beter bir yaşama mahkum edilmiş kadınların bu yaşama güçlü retleri oluşmuştur. Özgür, onurlu bir yaşam için tüm zorlukları göze almaya değer bir mücadeledir. Kadınlar artık bunun farkına varmıştır. Politikleşmiş, politik kimlik kazanmış toplumsal kadın hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketlere katılan kadınlar artık eskisi gibi asla yaşamak istememektedir. Bizzat bu eylem yapıp harekete geçtikleri gibi, gelişen halk hareketlerinde de hiç çekinmeden İran, Irak, Sudan’da olduğu gibi yerlerini almaktalar. Yaşanan süreç devrimci bir dönemdir. Devrimci zamanların hızla oluşturucu özelliği vardır. Yüzyılla ifade edilebilecek uzun değişim süreleri devrimci dönemlerde hızla sosyal bir değişimi ortaya çıkarır. Devrim denilmesinin bir anlamı da bu oluyor. Hızlı değiştirme yeteneğine sahip olmasındandır. Bu anlamda devrimler, sosyolojik çözümlemeleri alt üst etmektedir.
Bunu bilmiyor olsak bile zulüm apaçıktır ve başkaldırmak her şeye değer, çünkü yaşamımıza anlam katar. Hayatın anlamına, varlığımızın anlamına kavuşuruz. Şöyle ki, devrimci mücadele süreci tüm toplumu etkisi altına alan süreçtir. Hiç kimse eskisi gibi kalamamakta. Ortaya çıkan başarılar, kazanımlar gözle görünür olduğundan herkesin hayatına dokunmakta ve bir değişimi ortaya çıkarmakta. Aile ilişkilerinden, toplumsal ilişkilere kadar yeni bir durum açığa çıkarır. Yıkmakta zorlanılan tüm fikirler, kafesler, engeller bir çırpıda yerle bir olur. Bunun en güzel örneğini Rojava devriminde bir kez daha yaşadık. Daha düne kadar yaş fark etmeksizin erkek kardeşi olmadan evden dışarı çıkamayan Kobanili kızlar, devrimle beraber politikadan savunmaya, ekonomiden, sanata kadar toplumsal rol hızla üstlendi. Ha keza Arap kadınlarının, Ezidi kadınlarının gelişimi göz kamaştırıcıdır. Toplumun kadına klasik yaklaşımı değişti. Kadın kimliğinin toplumun hafızasına yer edinmesi özgürlük, onur oldu. Halkın davranışları, algısı, bakış açısı, öncelikleri, değer yargıları değişti. Devrim öncesi ve sonrası bariz fark ortaya çıktı. Ve şimdi özgürlük taşıdığı anlam ve değer itibariyle evrensel özgürlük mücadelesine dönüşmüştür. Rojava’da Kürdistan özgürlük mücadelesine, Ortadoğu demokratikleşme mücadelesine damgasını vuran Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketinin özgürlük talebi, tüm insanlık için özgürlük isteme talebidir. Bunu yerelinde en güçlü hayata geçirmeye ve savunmaya çalışmaktadır. Sistemli, örgütlü, toplumsal bir hareket olma özelliğine kavuştuğundan başta faşist Türk ulus-devletinin AKP iktidarı bu nedenle devrimci kadınlar başta olmak üzere mücadeleci tüm kadınları hedeflemekte. Terör suçlamasıyla ve bölgesel, ulusla arası desteğe dayanarak en büyük terörü kadına karşı yapmaktadır. DAİŞ’in kadınlara yaptığı insanlık suçu, Şengalli kadınlara, topluma karşı geliştirdiği soykırım suçundan faşist iktidarın elebaşı Erdoğan sorumludur. En büyük terörü Erdoğan gibi iktidarlar yapmaktadır. Uluslar arası hukuk işlemiş olsa derhal yargılanmasını gerektirir. Kendi adaletimizi kendimiz sağlayacağız. Kadın özgürlük mücadelemiz, halkların başkaldırısı meşrudur. Ulus-devlet terörünü ortadan kaldırmak, soykırımı durdurmak, kadın kırımına son vermek için tüm dünya kadınlarıyla birlikte el ele kendi geleceğimizi daha güçlü yaratmanın zamanıdır.
Ronya Ronahi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi