HABER MERKEZİ
İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin gerçekleşmesine sayılı günler kaldı. Gerek iç gerekse de uluslararası kamuoyunun dikkatleri de 23 Haziran günü gerçekleşecek olan bu seçimlere odaklandı. Bunun böyle olmasını da yadırgamamak gerekir. Çünkü İstanbul’da gerçekleşecek olan Yerel Seçim sonuçlarına verilen rol, sadece Türkiye’nin yakın siyaset tarihi açısından değil, siyasal dengeler üzerinde yaratacağı etki nedeniyle de büyük bir öneme sahip. Eğer böyle olmasaydı, ellerinde hiç bir ciddi belge olmamasına rağmen, kendilerinin bile inanmadıkları “gerekçelere” dayanarak 31 Mart günü gerçekleşen seçimlerin sonucunu iptal etmezlerdi. Dünya alemin kendilerine güleceğini ve çok ciddi itibar kaybına uğrayacaklarını bilerek böyle bir karar almazlardı. Ancak sonuçta böyle bir karar almışlardır. 23 Haziran Pazar günü de almış oldukları bu kararı uygulayacaklar.
Böyle bir gerçeklik içerisinde gerçekleşecek olan İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin nasıl sonuçlanacağı da merak konusudur. Eğer seçimler normal koşullar içerisinde ve prosedürüne uygun olarak gerçekleşseydi, seçim sonuçları üç aşağı- beş yukarı bilinebilir ve o kadar da merak uyandırmayabilirdi. Fakat bunun da koşulları ortadan kalkmıştır. AKP-MHP faşist diktatörlüğü tarafından çok ciddi oyunlar oynandığına ve hazırlıkların yapıldığına dair duyumlar söz konusudur. Bunun içinde daha önce de olduğu gibi, devlet imkanlarının sonuna kadar kullanılacağı yönünde bilgiler dolaşmaktadır. Hatta İç İşleri Bakanlığı görevlilerinin, ona bağlı polislerin vb. aktif rol oynayacağını söyleyenler bile bulunmaktadır.
Tabii bu bilgilerin yadırganması ya da birer spekülasyon olduğunu söylemenin de olanağı bulunmamaktadır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tartışma konusu olan basın-yayın organlarına, sosyal medyaya yansıyan ve yaptıklarını göz önünde bulundurunca bunun böyle olduğunu yadırgamak için hiç bir gerekçe de söz konusu olamaz. O nedenle de 23 Haziran seçimlerinin; olağanlığı içerisinde, demokratik bir ortam da gerçekleşeceğini söylemek mümkün değildir.
Bu gerçekliğe rağmen Kürdistan ve Türkiye toplumlarının, demokratik kamuoyunun, demokrasi güçlerinin İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinin AKP-MHP faşist diktatörlüğünün istediği gibi sonuçlanmasına göz yumma olasılığı da yoktur. Çünkü İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri en az, MHP-AKP faşist diktatörlüğü kadar, onlar için de büyük bir öneme sahiptir.
İstanbul, sadece Türk kimliğine sahip olanların değil, Kürdistan ve Türkiye coğrafyalarında yaşayan farklı kimliklere, kültürlere ve inanç topluluklarına aittir. Hem tarihsel hem de güncel olarak bunların hepsinin ortak kaderleri burada belirlenmiş ve belirlenmeye de devam etmektedir. Bu öylesine laf olsun diye de söylenmemektedir. Bunun farkında olan herkes de bu sözlerle neyin ifade edilmek istenildiğini çok iyi anlamaktadır.
Unutulmaması gerekir ki, Türkiye’de özel savaş rejimi, tüm devlet sınırları üzerindeki hakimiyetini, sadece Ankara’da merkezileştirdiği siyasal sistemine dayanarak kurmamıştır. Sürekli olarak, ekonomik merkez rolünü oynayan İstanbul’da hakimiyet kurmadan kendi sistemini, rejimini kuramayacağının, sağlayamayacağının bilinci ile hareket etmektedir. Onun içindir ki, yasalarına dayalı olarak tuttuğu güçlerle birlikte, kendi yasaları dışında oluşturduğu güçlerinin de karargahını İstanbul ve çevresine kurmuştur. Ankara’nın görünürlüğüne rağmen asıl olarak da, Türkiye’yi buradan yönetmek istemiştir.
AKP-MHP faşist diktatörlüğünün İstanbul Belediye Başkanlığı seçim sonuçlarını iptal etmesinin asıl nedenlerinden birini de bu gerçeklik oluşturmaktadır. Bu her iki faşist partinin Özel Savaş Rejimi ile olan ilişkisi ve bağları göz önünde bulundurulunca bu gerçeklik çok daha net bir şekilde anlaşılmış olacaktır. MHP ve onun kurucu başkanı Alpaslan Türkeş daha başından itibaren bir özel savaş görevlendirmesi olarak rol sahibi kılınmıştır. AKP’de bir özel savaş ve kontrgerilla harekatı olan 12 Eylül askeri faşist darbesinin 21.yy’daki güncelleşmiş hali olarak örgütlendirilmiş ve R.T. Erdoğan’da bunun gereklerini yerine getirmekle görevli bir eleman olarak rol sahibi kılınmıştır. Bunlarda iktidarlarının tehlikeye düştüğünü görmüş ve harekete geçmişlerdir.
Aslında bakılırsa AKP-MHP faşist diktatörlüğü harekete yeni geçmişte değillerdir. 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin beklemedikleri bir biçimde sonuçlandığını gördükleri an da harekete geçmişlerdir. O andan itibaren de Devlet Bahçeli’nin belirttiği gibi, R.T. Erdoğan ve D. Bahçeli birbirinden ayrılmayan “kanka” olarak hareket etmektedirler. 24 Haziran 2018 Genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise önlerine koydukları hedefe ulaşamayacaklarını çok net bir şekilde görmüşlerdir. 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri de onlar için bir yıkım haline gelmiştir. Amiyane deyimle de “etekleri zil çalmaya” başlamıştır. Şimdi bunun telaşı ile 23 Haziran İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini gerçekleştirmek istemektedirler. Önlerine de bu seçimleri ne pahasına olursa olsun “kazanma” hedefini koymuşlardır.
Ancak her zaman “evdeki hesabın çarşıya uymayacağı” da bilinen bir gerçekliktir. Bunu sağlayacak olan da Kürdistan ve Türkiye toplumlarıdır. Onların devrimci, demokratik ve özgürlükçü güçleridir. Kendi güçlerine inanarak, iradelerine sahip çıkmaları halinde bunu başarmaları önünde hiçbir engel de bulunmamaktadır. 31 Mart 2019 günü bunu başarmışlardı. Şimdi de başarmaları çok daha fazla olanaklı bir hale gelmiştir.
AKP-MHP faşist diktatörlüğünün ördüğü korku duvarları yıkılmıştır. Halk meydanlarda kendi görüşlerini tüm baskı, engelleme, yasaklamalara ve verilmek istenen gözdağlarına rağmen adeta “bundan ötesi yok” diyerek açıkça söylemektedir. Artık bundan sonra geriye kalan bunun gereklerinin yerine getirilmesidir. 23 Haziran günü de bunun gerçekleşeceği en önemli anlardan biri olacaktır.
Cemal ŞERİK/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi