HABER MERKEZİ –
Devlet denilen yapı tümden toplumların maddi ve manevi değerlerine el koyan bir yapıdır. Gasp etme işi en fazla da devletlerin en temel işidir. Çalıp çırpmakta devletlerin en başlı işlerindendir.
Hepimiz az çok Kırk Haremiler’i biliriz. Haremiler dar bir gurup olarak vurup, kırıp, yıkarak korkutarak dar bir çerçevede çapulculuk yaparken, devlet adındaki yapılar üstelik hukuk diye bilinen ve devletlerin hırsızlıklarının üstünü örtmek için oluşturulan kurumsallaşmayla, bunu bir de yasal zemine çekerek yaparlar.
Meşhurdur, Makadonyalı Büyük İskender’in bir korsan gurubu yakalatarak yargılamak istemesine korsanların verdiği cevap. Korsanların, ‘biz sadece dar bir sahada bunu yaparken sen tüm dünyayı soyarak yapıyorsun,’ sözleri tam da söylemek istediğimiz soyguncu ve talancı olan devleti tarif etmek açısından en iyi örneklerdendir.
Biz bu yazımızda daha fazla devleti ele almak istemiyoruz. Esasta devletler içerisinde en aç gözlü olupta sonradan görme misali tam bir çapulcu gibi hareket eden bir devletten ve de idarecilerinden söz edeceğiz.
Malum, Türkiye devleti yıl başından bu yana marketler de, dükkanlar da satılan poşetlerden 25 kuruş almayı kararlaştırmış. Bu 25 kuruşun 15 kuruşu ise devlete vergi olarak gidecektir.
15 kuruş deyip geçmemek gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan’da ne kadar poşetin günlük olarak satıldığını düşünelim. Ve bunu yıla vuralım. Ortaya çıkacak meblağ hiçte küçümsenecek bir meblağ değildir. Bir poşete 25 kuruş verenler için bu çok büyük bir sorunu teşkil etmeye bilir. Hatta bazıları burada elde edilecek paralarla bu poşetler başta olmak üzere bir sürü başka plastik artığı geri dönüştürülerek tabiata hayırlı bir iş yapılacağını bile düşünebilir. Yine kimisi burada elde edilecek paralarla Türk silah sanayisi için bir miktar para da toplanabileceğini düşünebilir.
Bunlar ve daha fazlasını da söylenebilir. Ancak belirtelim ki, devlet denilen aygıtın kendisi zaten budur. Emeği sarf edenlerin cebinde yapabilirler ise bir şekilde gönüllü almak, yapamazlar ise vergi yoluyla ceplerine inmek ve bunlar yetmediğinde ise gerekirse zoraki el koyarak gasp etmektir.
Örneğin Türkiye cumhuriyeti adındaki devlet hep bir şekilde gasp etmiştir. Kuruluşu gasplar ile başlamıştır. Ermenilerin mal varlıklarına el konulduğu gibi zamanla Kürtlerin ve 1940’larda Yahudi ve Rumların mal varlıklarına el konularak kendi burjuvazisini oluşturmaya çalışmışlardır. Çok rahatlıkla belirtebiliriz ki, Türkiye’nin sermayedarlarının elleri kanlıdır. Ve ellerindeki ağırlıklı değerler ya Ermenilerin, ya Yahudilerin, ya Süryanların, ya Rumların ya da Kürtlerindir. Kendilerinin kattıkları bir şeyleri olmadığı gibi sadece tüketmişlerdir.
Daha iyi bir örnek ise Kıbrıs’ın işgali ile Afrin’in işgalleridir. Buralarda halkların mal varlıklarına zoraki el koyarak kendilerince biriktirmelere gitmişlerdir.
Ancak bilelim ki, bir yerde çalmanın düzeyi düşüyorsa ya da düşmüş ise orada korkunç bir çöküş söz konusudur.
Bu çöküş biçimine en iyi örnek zamanda İran’ı yöneten Kaçar Hanedanlarıdır. Bunlar ayakta kalabilmek için önce tüm İran’ı satmışlardır. Öyle ki, tütünü 50 yıllığına bir şirkete, petrolü 100 yıllığına başka şirkete, limanları bilmem kaç yıllığına başkalarına derken, tuzu başkalarına, madenleri ise başkalarına yıllara varacak zamanlar vererek, karşılığında cüzi paralar alarak ya düşkünce yaşamlarını sürdürmek istemişlerdir yada o düzeyde borç bataklığına batmış İran’ın az da olsa borcunu ödemeye kalkışmışlardır ya da yurt dışına çıkacak olan Şahlarının masraflarını karşılamak için bu düşkünlüklere başvurmuşlardır.
Evet, İran’ı yöneten Kaçar Hanedanı iflas eden yapılar açısından iyi bir örnek olabilir. Ancak daha iyi bir örnek Erdoğan ve etrafındaki yapılar için geçerlidir.
Bir kere bunlar Türkiye’nin her şeyini satmak için pazara sürmektedirler. Türkiye’nin en güzel yerleri para karşılığında Arap zenginlerine, Yahudi zenginlerine satılmaktadır.
Bunlar yetmiyor, Türkiye’nin suları ve madenleri satılmaktadır.
Dahası hesap kitaplarını kontrol etmek ve kontrolde tutmak için yurt dışında –aynı zamanında Kaçarların yaptıkları gibi-şirketlerle anlaşmaktadırlar.
Dahası, çaldıkları para ve maddi değerleri başka ülkelere göndererek sağlama almaktadırlar. Malta hikayesi ile Man adası hikayeleri bunları ifade etmektedir.
Ve tabi bir de her şeye ama her şeye vergi getirilmektedir. Sigaraya, içkiye derken araçlara, benzine, yağa, meyvelere, sebzelere, ilaçlara ve de dükkanlarda satılan poşetlere kadar vergi getirilmektedir.
Düşkünlük ve düşürülmüşlük işte bu düzeydedir. Ancak bilelim ki bu düşkünlük esasta çöküşün düzeyini göstermektedir. Çöküş öyle derindir ki, ellerindeki tüm imkanları kullanarak toplumu soymaya çalışıyorlar. Toplumun elindeki en küçük kırıntılara bile göz dikebilmektedirler.
Bu çalıp çırpmanın üstünü örtmek için türlü türlü yalanlar sergilenmekte, oyunlar yapılmaktadır.
Hatırlayalım, yıl başı öncesi birden bire benzinin ve gazının fiyatını sözde düşürdüler ve de bir daha zam yapılamayacağını söylediler. Ne tuhaftır ki, henüz yıl başını bir kaç gün geçmiş iken benzine de, içkiye de, gaza da, sigaraya da, ekmeye de ve de ve de bir sürü eşyaya zam ve vergi getirilmelerin yanı sıra bir de poşete vergi getirdiler.
Bu kadar düşmenin nedeni gerçekten de iflas edişlerindendir. Çöküşlerindendir. Yıkılışlarındandır. Yani Müflisliklerindendir.
Ancak bilelim ki, düşkünlük o kadar derindir ki, düştüklerinde sorulacak hesap da o kadar derin ve köklü olacaktır. Bunu bildikleri içindir ki, dört elle, tüm zorbalıkları kullanarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Kendi oluşturdukları hukuku da ayakları altına alıp çiğnemektedirler. En son kafası çalışmayan Bin Ali Yıldırım’ın Meclis Başkanlığından istifa etmeden İstanbul Belediye Başkan adayı olmak istemesi de bundandır.
Evet, yeniden belirtelim; 25 KURUŞA GÖZ DİKENLER MÜFLİS YAPI KİŞİLİKLERDİR. Ve böylelerinin gidişleri de an meselesidir.
Kaynak: Kasım ENGİN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi