HABER MERKEZİ
İskoçya’da “cadı” olarak cezalandırılanların sayısının on binleri bulduğu bilgisini paylaşan Sarah Collins, mağdurların önce boğularak öldürüldüğünü, sonra da gömülecek bir cesetleri olmasın diye kazıklarda yakıldığını ifade etti. Collins, işkence görüp yakılanların “cadılar” değil kadınlar olduğu gerçeğini ortaya koymada yürüttükleri kampanyanın çok etkili olduğunu aktardı. “Cadılık/büyücülük” kavramlarının devlet tarafından bir toplumsal kontrol biçimi olarak icat edildiğini hatırlatan Sarah Collins, cadı avlarının arkasında İskoçya’daki devletin, kiliselerin, kurumların ve o zamanın saygın vatandaşlarının varlığına dikkat çekti. “Feministler olarak toplumda gördüğümüz sorunları ataerkilliğin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin temel yapısal sorunlarıyla ilişkilendirmeyi ve aynı zamanda zihinlerimizin bu yapılar içinde nasıl sömürgeleştirildiğini her zaman hatırlamalıyız.” diyen Collins Kürt Kadın Hareketi’nin Dünya Kadın Konfederalizmi önerisine dair görüşlerini paylaştı.
Sevgili Sarah, sohbetimize sizi tanıyarak başlamak isteriz…?
Elbette. İskoçya’nın Ayrshire bölgesinden bir sendikacıyım. Son 12 yıldır sendikal hareketin yanı sıra İskoç Bağımsızlık Hareketi’nde ve “Stop the War (Savaşı Durdur) Kampanyası” gibi anti-emperyalist kampanyalarda yer aldım. Ayrıca, Glasgow’daki kadın sorunlarını gündemleştiren, kadınları daha geniş ve enternasyonalist siyasetlerle buluşturmaya çalışan Glasgow Feminist Kolektif gibi örgütlerde çalıştım. Şu anda ise İskoçya’da polis yetkilerinin artışını ve polisin kadınların koruyucusu olduğu ya da olacağı iddiasını sorgulayan, kadına karşı şiddetle de mücadele eden “Not One Rogue Cop” adlı bir grubun örgütlenmesinde yer alıyorum. Bu örgütlenmede polisin aslında kadın düşmanı bir kurum olduğunu; ataerkilliğin, kapitalizmin ve ırkçılığın kurumsallaşmış şiddetine hizmet ettiğini söylüyoruz.
Boğulduktan sonra yakıldılar
500 yıl önce İskoçya’da “cadı” ya da “büyücü” yaftasıyla katledilen kadınların akıbeti ve itibarı için bir kampanya yürüttüğünüzü biliyoruz. Bu kampanyanın detaylarından bahseder misiniz?
1563’te İskoçya’da “Cadılık Yasası” adıyla bir yasa çıkarıldı ve 1736’ya kadar yürürlükte kaldı. Bu yasa kapsamında suçlananların büyük çoğunluğu kadınlardı. Az sayıdaki erkek ise çoğunlukla bu kadınlarla ilişkili olduğu için suçlandı. O yıllarda “cadılık, büyücülük” büyük bir suçtu ve cadılıktan hüküm alanlar boğularak öldürülüyordu. Sonra da gömülecek bir cesetleri olmasın diye kazıklarda yakılıyorlardı. Cadılıkla suçlananlar yargılanmayı beklerken hapsediliyor, cadılığı itiraf etmeleri için işkencelerden geçiriliyorlardı. Bu işkencelerin en etkilisi sanığın günlerce uykusuz bırakılmasıydı, insanlar itiraf edene kadar uyanık tutuluyordu. Diğer işkence yöntemleri arasında “delme” (kişinin kan alınmasına nasıl tepki verdiğini ve kanayıp kanamadığını görmek için deriye iğneler ve şişlerin batırılması) ve herhangi bir “cadı işareti”nin olup olmadığını görmek için vücudun soyulması ve muayene edilmesi yer alıyordu. Tırnakları ezmek ve çekmek de kullanılan işkence yöntemleri arasındaydı. Bu işkence yöntemleri genellikle halk içinde gerçekleştiriliyordu. Erken modern İskoçya’da resmi olarak yaklaşık 4.000 kişi cadılıkla suçlandı. Gayri resmi rakamlar ise bu sayının on binleri bulduğunu gösteriyor. 2003’te, resmi belgelerde yer alan 4.000 kişi, Edinburgh Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından bir veri tabanına konuldu. “Cadılık/büyücülük” kavramlarının devlet tarafından bir toplumsal kontrol biçimi olarak icat edildiğini, kadınların kendi davranışlarından veya eylemlerinden ortaya çıkmadığını önemle belirtmek isterim. Cadı kelimesi günümüzde belirli imgeler ve klişelerle anılıyor, ancak bahsettiğimiz kadınlar çok normal kadınlardı. Onlara yapılan bu saldırı, modern Hıristiyan, ataerkil İskoç devletinin yeni ahlaki toplumsal düzenini kurmanın bir parçasıydı. “Ahlaki uygunsuzluk” önlemleriyle, özellikle cinsellik ve “cinsel suçlar” vurgusuyla, kadınlar ilk kez toplu halde kriminalize edildi. Toplumda ataerkil düzenin bir bütün olarak daha fazla kurumsallaşması için yürütülen cadı avı cinsiyetlendirildi. Ataerkilliğin cadı avına ihtiyacı olmamasına rağmen, cadı avı ataerkilliğin güçlendirilmesine destek oldu.
Yaklaşık iki yıldır yürüttüğünüz kampanya sonucunda İskoç Parlamentosu, 8 Mart 2022’de binlerce “cadı avı” mağdurundan resmi olarak özür diledi. Bu özür neden önemli?
İskoç Parlamentosu’nun, aradan geçen yüzyıllardan sonra; yakılmış, işkence görmüş, öldürülmüş ve yaftalanmış kadınları gündemleştiren, çok iyi örgütlenmiş ve başarılı bir kampanyanın ardından binlerce cadı avı kurbanından resmen özür dilemesi harika bir şey. İskoçya’da kadın bir başbakanın olması önemli. Ancak, cadı avlarının arkasında İskoçya’daki devletin, kiliselerin, kurumların ve o zamanın saygın vatandaşlarının olduğunun ve bunun adaletin bir hatası olarak kabul edilmesinin daha önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü devletin, kiliselerin ve herhangi bir kurumun ne yaptığı; zihniyetinin ne olduğu, bu zihniyete dair kanıtların veya yargıların neler olduğu, adalet hatalarının olabildiği ve olabileceği gerçeği konularında daha fazla sorunun sorulmasına neden oluyor. İşkence görüp yakılanların “cadılar” değil kadınlar olduğu gerçeğini ortaya koymada kampanyamız çok etkili oldu. O kadınlar nihayetinde toplumun anneleri, doktorları, hemşireleri, ebeleri, yani toplumdaki insanların sorumluluğunu üstlenen kadınlardı. Sahip oldukları yetenekleri, bilgiyi yani kolektif olan bilgiyi paylaştıkları için işkence gördüler ve zulme uğradılar. Sanırım bu durum, İskoçya’daki ve bunun olduğu başka herhangi bir yerdeki düzene uymadı. Çünkü topluma bu sorumluluğu ve desteği sağlayanların nihayetinde kadınlar olması ataerkil düzenin kabul edeceği bir şey değil.
Avrupa’da bir ilk Mizojini Yasası
Bu özür duyurusu yakında çıkacak olan Mizojini Yasası (Kadın Düşmanlığı Yasası; kamusal alanda kadın düşmanlığını illegal hale getirecek olan yasa) ile de bağlantılıdır. Bu yasa Avrupa’da bir ilk. Tabandaki feminist gruplar olarak bu yasayı memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak bunun kapitalist ve ataerkil olmaya devam eden bir devlette nasıl uygulanacağı ve olabilirliği konusunda da gerçekçi olacağız. Buradaki ırkçı, mizojinist polis gücünün ve yasal kurumların, kamusal mizojiniye karşı radikal bir yaklaşımı uygulamasını nasıl bekleyebiliriz? Gerçek şu ki; bekleyemeyiz. Bu nedenle bir taraftan İskoç Hükümeti’nin özrünü ve yeni yasasını memnuniyetle karşılıyoruz, ancak öte yandan bahsettiğim çelişkilerin sürdüğünü ve işimizin bitmediğini biliyoruz. Ayrıca, bu doğru yönde atılmış bir adım olsa da neo-liberal devletin ve devlet kurumlarının sorunlarda suç ortağı olmadığı yanılsamasını yaratmak için büyük toplumsal sorunlara karşı belirgin bir radikal duruşu kullandığı gerçeğinin de farkında olmalıyız.
Cadı avlarının gerçekleştirildiği İskoçya ve Avrupa’da, bu tarihi hatayı düzeltmek ne tür bir etki yaratabilir?
Bunun yaratabileceği etkinin üç yönlü olduğunu düşünüyorum. Birincisi; zulüm görenlerin anısını canlı tutar. Yeniden adları olur, tanıdığımız insanlar olurlar. Önerilen heykeller ve plaketlerle onları ve anılarını anmak için ülke çapında yapılması gereken şeyler var. Bunun uluslararası veya enternasyonalist bir yönü de var. Çünkü bu, cadı avlarının dünyanın neresinde gerçekleştiğini ve hala gerçekleşmekte olduğunu düşündüğümüz anlamına gelir. Buradaki herkes Salem Cadı Mahkemeleri’ni biliyor. Televizyonlarda yayınlandı ve dramatize edildi. Ama insanlar cadı avı üzerinden kendi geçmişimizi şimdiye kadar sorgulamadılar veya bunun dünyanın başka hangi bölgelerinde olduğunu ve halen nerede olmaya devam ettiğini düşünmediler. İzlanda’da, cadı olarak zulüm görmüş İzlandalı bir kadının gerçek hikayesini anlatan “Burial Rites” adlı çok güzel bir roman var. Kitap bu kadının bakış açısıyla yazılmış. Hikayeyi mahvetmeden şu özeti vereyim; bir cinayet işleniyor ve sonunda bir kadın cadı olmakla suçlanıyor. Hikaye aynı zamanda İzlanda kırsalında yoksulluk içinde büyüyen bu kadının kişisel koşullarını da anlatıyor. Bunun gibi romanlar ve benzer oyunlaştırmalar, bu tarihi diriltme konusunda gayet iyi araçlar. Örneğin bu romanda sadece kadının ilk adının Agnes olduğunu biliyoruz ama onun hakkında veya ona ne olduğu konusunda fazla bir şey bilmiyoruz. Bu nedenle kampanyamızın yerinde bir kampanya olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu kadınların kim olduklarını ve geçmişlerine dair tarihi gerçekleri veriyor. Onlar “cadı” değil, normal kadınlardı. Cadı merceği kadınların eylemleri tarafından değil; modern erkek, ataerkil devlet ve kilise tarafından yaratıldı.
Kaynka: Newaya Jin