HABER MERKEZİ –
Tarihi yazanlar yaşamı yaratıp doğuranlar her zaman kadınlar olmuştur. tarihi inceleyip araştırdığımız da karşılaştığımız manzaranın aslında boyalarla süslenmiş fırçalarla çizilmiş bir tablodan farklı olmadığını göreceğizdir. Kesintisiz bir tarihe sahip olan kadınların direnişlerinin neden bu denli asırları aldığını öğrenmek istiyorsak aslında şunu da belirtmek gerekir ki kadınlar olarak bunu öğrenmek ve öğretmek görevimiz olarak bilirsek ve bu temelde sorunlarımızı ele alırsak yapacağımız çıkışların İştar, Nirvana, İnana’ya sadık torunlar olduğumuzu ispatlayacağızdır.
Dünya sistemleri tarihin akışıyla beraber biz kadınları sömürmekle kalmamış kendi güdülerini tatmin edecek, soylarını sürdürtecek ve kapitalist bir zihniyet ile de özünden koparıp erkekleştirmeye çalıştığını ve bu şekilde bizlere saldırdıklarını doğru bir şekilde analiz edeceğizdir. Kadının yaşadığı cinsel kırılma ile beraber tarihin ölü, olay ve olgusal yığınlarla dolu bir şekilde yazılmaya başlandığını söylemek yerinde olacaktır. Buna karşın biz kadınların kendi tarihini tanımlamak, anlam kazandırmak ve yaşatmak ise mücadeleci yönümüzü geliştirmemiz için temel bir nedendir.
Her dönemin ideolojisi farklı olarak bilinse de, tüm ideolojilerin, felsefelerin, sistemlerin en büyük saldırısı kadına olmuştur. Bunları şuan da belki kronolojik bir şekilde ifade edemeyeceğiz bu yazı çerçevesinde fakat, zihniyet yapısını ve eylem anlayışı üzerine her zaman eleştirisel ve alternatif düşüncelerle değerlendirmeliyiz. Aynı şekilde bilimin parçalayıcı, pozitivist bakışını da doğru bir şekilde ele almalıyız. Kadınlar olarak ayna karşısına geçtiğimiz de görünen suretin karşısında birde görünmeyen suretimizi göreceğizdir.
Tarihin düz ilerleyen çizgisine ve bunu böyle dayatan egemen erkekli devlet zihniyetine karşı kadınların her anı mücadeleci ve özgürlükçü, hakkını ve toplumun ahlakını esas alan tarihsel bağlarını kendimizde damarlarımız da akan kanda hissedeceğizdir. Tarihi kavrama yöntemi olarak bilim, bu temelde yaklaşımı esastır kadınlar için. Bir savaşın yaşanma biçimi olaydır, sonucu ve kimin kazandığı olgusal bir durumun ortaya çıkaracağı da bir gerçektir. Lakin savaşın gerçekten yaşama biçimleri, nedenleri ve kimleri kapsadığı da kendisiyle beraber bilime dayalı yorumlarımızın kadın bakış açısı ile analizlere tabidir.
Kadın tarihimiz önemli bir miras, birikim ve tecrübe kaynağıdır. Bu kaynağı olgusal olay yıkıntıları olarak ele alamayız. Üreten, başaran, yaşamda süreklilik oluşturan biz kadınlarız. Bunun tek kelime ile ifadesi de tanrıçalardır. Doğal toplumdan günümüze biz kadınların özgürlük mücadelesinin temel kaynağı olan yüzlerce binlerce direnişçi kadın ortaya çıkmıştır. Fakat biz bu yazıda 8 martın direnişçi kadınları ele alacağımızdan ve günümüzde izlerinin takipçisi olan direnişçi ve özgür ruhlu kadınlara vurgu yapacağız.
1800’ler de kadın hakları temelinde gelişen örgütlenmelerin bir adresi de ABD’dir. Özellikle belirtmek gerekir ki ucuz iş gücü olarak çalıştırılan, cins kimliğinden ötürü aşağılanan kadınların eşit hakka eşit ücret talepleriyle gelişen bir dizi hareketlilik öne çıkmıştı. Bu süreci kadın mücadelesinin dinamiği olarak tanımlamak yerinde olacaktır. 1857’de kadınlar greve girerler ve tekstil fabrikasında çalışan kadınlar direnişleriyle grevi sonlandırmayınca, dışarıdan çıkışları kapatılarak barikatlar oluşturulur. Bunun üzerine fabrika ateşe verilir ve 129 kadın yanarak hayatını kaybeder. Bu direniş tüm kadınların toplumların bir sembolü halini alır.
Clara ZETKİN 1910 yılında Kopenhag’da ki kadınlar konferansında öldürülen kadınların anısına, 8 martların ‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kabul edilmesini 2. Enternasyonale önerdi. Bu öneri kabul edildi. 1977 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi’ ne 8 martın ‘Dünya Kadınlar Günü, olarak kabul edilmesi önerildi.
Bu şekilde 8’mart Dünya Kadınlar Gününün nasıl oluştuğunu tarihten öğreniyoruz. Fakat bu tarihten günümüze kadar olan mesafeyi ele aldığımız da kadına yönelik şiddet, tecavüz, hakkını vermeme, mülkü bilen daha da sıralayabileceğimiz saldırı yöntemlerini ekleyebiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu zihniyete karşı alternatif bir ideoloji ile mücadele eden Önder Abdullah Öcalan’ın yaklaşımlarını göz önündedir. PKK saflarında kadınların ordulaşarak başta erkek egemen zihniyetine karşı ve cins mücadelesinin geliştirdiği özgürlük mücadelesini de örnek verebiliriz. Başkanın çocuk yaşlarında başlayan arayışları ve özellikle kadın örgütlülüğü arayışı bu evrensel boyutu kapsayan tarihi mücadeleyi başlatmasına temel nedendir.
Büyük kadın davasına olan inancı özgürlüğe ve onuruna bağlı kadınları bu davada bir araya getirdi. Sara ile başlayan dava Azime, Bese, Beritan, Zilan, Sema, Viyan, Toprak, Aze, Delal, Arin, Barin ve daha nice soylu kadınları yaşamlarını gülümseyerek feda etmesi onlar gibi daha yüzlerce gülüşün PKK saflarında halaya tutuşmalarına neden olmaktadır. Bunun en çok anlamlı ifadesi ise Sema Yüce yoldaşın ‘8 Marttan 21 Marta’ bedenini özgürlük köprüsü için kutsanmış ateşle şahlandırmasıdır.
Ronahi Evindar/PAJK Online