HABER MERKEZİ –
Önder Apo’nun 1970’li yıllarda geliştirdiği özgürlük çizgisi ve onun eylemli kılınmış hali olan PKK öncülüğü, 1980’li yıllarda kahramanlık çizgisinde yürüyen büyük bir gerilla direnişiyle sürdürülünce ve 1990’lı yıllarda da Kadın Özgürlük Mücadelesinin ve Özgürlük Gerillasının yenilmez gücüyle özgürlükte ısrar edince, tıpkı 15 Şubat 1925’te Kürt yurtsever bilincine, örgütlülüğüne ve güçlerine karşı dayatılan komplonun bir benzeri ve çok daha ağırı küresel kapitalist modernite sisteminin örgütleyip planladığı bir saldırı olarak 9 Ekim 1998 tarihinden itibaren Önder Apo gerçeğine dayatılmıştır.
9 Ekim 1998 komplosuyla Önder Apo imha edilmek, bu temelde PKK tasfiye edilip küresel kapitalist modernite sisteminin bir planlaması olan Kürt soykırım zihniyet ve siyaseti hayata geçirilmek ve tamamlanmak istenmiştir. 9 Ekim komplosuyla istenen başarı elde edilemeyince de 15 Şubat 1999 komplosu gündeme getirilmiş, Önder Apo İmralı işkence ve tecrit sistemi altına alınarak idam edilmek, ya da ideolojik-siyasi olarak imhaya uğratılıp bu temelde PKK’nin tasfiyesi ve Kürt soykırımının tamamlanması sağlanmak istenmiştir. Sömürgeci-soykırımcı düşmanın her sıkıştığında bu yöntemi kullandığını da görüyoruz. 1925 Şubat’ında Şêx Said ve arkadaşlarına da komplocu yöntemle saldırdılar, iç ihaneti geliştirdiler. Kürt yurtsever bilincini örgüt ve eyleme dönüşmeden çatışma içerisine çekerek ezdiler. Benzer bir durumu 1930’ların başında Ağrı-Zilan hattında yaptılar. Daha belirgin olarak 1937-38’de Dersim’de yaptılar. Seyit Rıza ve arkadaşlarına da komplocu yöntemlerle tuzak kurdular.
Benzer uygulamayı Başûrê Kürdistan’da da görüyoruz; Şêx Mahmut Berzenci’ye de İngilizlerin ve diğer güçlerin yaptıklarının bundan hiçbir farkı yoktur. Aynı gerçeklik Rojhılat Kürdistan’da da yaşanıyor. Qazi Mıhemed ve arkadaşlarına, yine Sımko Şıkaki ve arkadaşlarına yapılanın da benzer komplocu saldırılardan farklı olmadığı açık bir biçimde biliniyor.
Demek ki komplo deyip geçmemek lazım. Komploculuk vahşidir diyerek yanılmamalıyız. Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi olarak öyle bir düşmanla karşı karşıyayız ki, her türlü komplocu yöntemden soykırım uygulamasına kadar insanlık suçu kabul edilen tüm yöntemleri uygulamaya koymaktan geri durmayan bir gerçeği var. O halde düşmanımızı doğru tanımak ve dolayısıyla da böyle bir düşman karşısında var olup mücadele edebilecek tedbiri gösterebilmek açısından komploculuğu, komploculuk karşısındaki duruşu iyi anlamamız gerekiyor.
Komplocu saldırıların amaçları nedir?
Komplocu saldırılar bir amaç temelinde ortaya çıkıyorlar. Amaçları Kürt soykırımını gerçekleştirmek için uygulamaya konan saldırı oluyorlar. ‘Uluslararası komplo’ dediğimiz saldırının kendisi Kürt’ü inkâr ve imha eden zihniyet ve siyasetin pratiğe geçirilmesini içeriyor. Dolayısıyla Kürt inkârı ve imhasıyla kopmaz bir biçimde bağlıdır. Kürt soykırım zihniyet ve siyasetiyle bağlıdır. Söz konusu zihniyet ve siyasetin imha ve tasfiye amaçlı saldırısı olmaktadır.
İşte bu gerçekleri en çok irdeleyen, tarihsel olarak bilince çıkartan bir güç olarak Önder Apo gerçeği, 1970’lerin başından itibaren Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin düşüncesini, teorisini, programını, örgütünü, stratejisini ve taktiklerini geliştirerek parti öncülüğünü, öz savunma gücü olarak gerillasını, kadın ve gençlik hareketini, bunlar temelinde topyekûn bir halk direnişini, ortaya çıkartmayı başarmıştır. Kürt sorununu tamamen açığa çıkartarak sömürgeci-soykırımcı zihniyeti darbeleyip iyice teşhir etmiştir. Sömürgeci-soykırımcı güçlerin de daha önceki hareketlere ve önderliklere yaptıkları gibi ‘görüşme ve demokratik siyasi çözümün önünü açma’ yönünde gösterdikleri eğilime de dayanarak Avrupa’ya çıkmak, Avrupa demokrasisi çerçevesinde ulusal sorunların kendi kaderini tayin hakkı temelindeki demokratik siyasi çözümlerini gerçekleştirmek istemiştir.
Peki 9 Ekim 1998’de Önder Apo’ya dayatılan nedir? Çok açık ki 9 Ekim günü kim vurduya getirerek imha etme planıdır. Bu, gerçekten de alçakça bir komployu ve katliamı ifade etmektedir. Çok iyi biliyoruz ki, komplocuların uluslararası komployu tezgâhlarken ilk planlı hedefleri Önder Apo’nun fiziki imhasının gerçekleştirilmesidir. Bunu başaramayınca, büyük bir sürek avı biçiminde dünyanın dört bir yanında takip etmişler, en sonunda istihbarat güçlerinin denetimi çerçevesinde 15 Şubat komplosunu, yani Önder Apo’yu kaçırarak İmralı işkence ve tecrit sistemi altına almayı gerçekleştirmişlerdir.
Denebilir ki önceki direnişlerde yaşananları en iyi bilen ve bu konuda en çok uyanık davranan bir güç olarak Önder Apo söz konusu hareket tarzını neden esas almıştır? İşte bu noktada da şunları ifade ediyoruz: O zamana kadar yaklaşık 30 yıla yakın yürüttüğü mücadelenin ortaya çıkardığı sonuçlara dayanmak istemiştir. Yani Kürt sorunu temelinde tarihsel gerçekleri aydınlatmak, teorik çerçeve ortaya koymak, ideolojik-siyasi program oluşturmak, örgüt ve eylem geliştirmek, kısaca Kürtler açısından ve genel sorun kapsamında Kürt sorununun çözümü için gerekli bütün verileri ortaya çıkartmak biçiminde yürüttüğü çalışmalar ve sağladığı gelişmelere dayanmak istemiştir. Belli ki Türkiye ve dünya açısından da Kürt gerçeği ve Kürt sorunu olayı yeterince aydınlatılmıştır. Dünyada en çok sözü edilen kavram da ‘Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı’ olmaktadır. Ulusal demokratik hakların tanınması ve sorunların demokratik yöntemlerle çözümü olmaktadır. O halde, mevcut gelişmeler temelinde tüm bunların Kürt sorununun çözümüne de uygulanmasına fırsat vermek için, her türlü riski ve tehlikeyi göze alarak böyle bir yönelim içeresine girmiştir.
Ancak Önder Apo’nun bu kadar açık, çözümleyici ve iyi niyetli yaklaşımına karşı sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetin dayattığı ise tıpkı önceki süreçlerde olduğu gibi yeni bir imha ve tasfiye dayatması olmuştur. 15 Şubat komplo gerçeği bize net bir biçimde bunu göstermektedir. Dikkat edilirse, Önder Apo Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünü altın tepside Avrupa siyasetinin ve o çok sözü edilen demokrasisinin önüne koymuştur. Peki, Avrupa demokrasisi denen sistemin yaptığı ne olmuştur? Önder Apo’nun CIA komplosuna kurban gitmesi için ellerinden gelen bütün desteği ABD ve CIA’ye vermek olmuştur.
23 yıldır Önder Apo, hareketimiz ve halkımız büyük bir direniş yürütüyor
Dikkat edilirse, 23 yıldır Önder Apo, hareketimiz ve halkımız İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı, yani 15 Şubat komplosuna karşı büyük bir direniş yürütüyor. Gerçekten de Önder Apo’nun deyimiyle “Olacaksa bir yaşam ya özgür olacak ya da hiç olmayacak” deyip özgür yaşamı elde edebilmek için tarihin en büyük mücadelesi içerisine girdik.
Şimdi bizi hareket ve halk olarak böyle amansız bir mücadele yürütmek zorunda bırakan neydi? Çok açık ki 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 komplo gerçeğiydi. Önder Apo’nun Kürt sorununu açığa çıkartıp Kürtler açısından çözüm muhatabını yaratarak sorunu var eden güçlerin önüne Kürt sorununun demokratik çözümünü koyması karşısında, Kürt sorununu yaratan güçlerin buna dayattıkları imha ve tasfiye amaçlı komplocu saldırılarıydı.
Bu gerçeği, uluslararası komploya karşı mücadelenin 24. yılına girerken de daha derinden bilince çıkartıp anlamamız gerekiyor. Kürt sorununun gerçekte ne olduğunu, kimler tarafından yaratıldığını, dolayısıyla nasıl çözülebileceğini bütün bu tarihsel olaylara ve yaşanan gelişmelere bakarak doğru ve yeterli bir biçimde anlamamız büyük önem taşıyor. Bir kere daha benzer hatalara düşmemek için, Kürt varlığını ve özgürlüğünü garantileyecek bir bilinci, iradeyi, örgüt ve eylem gerçeğini ortaya çıkartma ve kendi öz gücümüzle mücadele edip yaşama gücünü gösterebilmek için, bu tarihsel gerçekliği derinliğine anlamak ve bilince çıkartmak önem taşıyor.
Önder Apo’ya yöneltilen 9 Ekim 1998 ve 15 Şubat 1999 komploları, Kürt soykırım zihniyet ve stratejisini hayata geçirip başarmak için geliştirilmiş bir vahşi saldırı olmaktadır. Bu saldırıyı kararlaştıran, planlayan ve uygulayan güçler aslında Kürt sorununu yaratan ve Kürt soykırımını kararlaştırıp planlayan güçlerdir. 23 yıldır yaşanan komplo gerçeğinden baktığımızda çok net bir biçimde görüyoruz ki, Kürt sorununu ortaya çıkartan güçler, aslında kapitalizmi küresel hegemonik hale getiren güçler olmaktadır. Küresel kapitalist sistem Kürt’ü yok sayıp yok edilmesinin önünü açmıştır. Dolayısıyla Kürt sorunu, Kürt halkını imha ve tasfiye etme, tarihten silme sorunudur. Yani bir soykırım gerçeğidir. Bunu fiziki katliamlarla, demografyayı değiştirerek, Kürtleri anayurtlarından Kürdistan’dan sürerek, asimilasyona dayalı kültürel soykırımı en üst düzeyde geliştirerek yapmaktadırlar.
Kısaca Kürt sorunu bir Kürt soykırım olayıdır. Bunu planlayıp ortaya çıkartan güçler de küresel kapitalist sistem olmaktadır. Böyle olunca uluslararası komployu kimin kararlaştırdığı, planladığı, uygulamaya koyduğu açık bir biçimde anlaşılır olmaktadır. Zaten pratik olarak da çok iyi biliyoruz ki, uluslararası komployu ABD yönetimi kararlaştırmış, planlamış ve uygulamaya koymuştur. Böyle bir komplocu saldırının başarıya götürülmesinde İsrail’in, Almanya, Fransa ve İngiltere başta olmak üzere Avrupa devletlerinin, dönemin Mısır yönetiminin ve Rusya ile Yunanistan yönetimlerinin önemli bir payı olduğu bilinmektedir. Bugün kendini çok daha fazla açığa çıkarmış olan Kürt işbirlikçi-ihanetinin de söz konusu komplonun uygulanmasında ve 15 Şubat’ın gerçekleştirilmesinde önemli bir payı olmuştur.
Çok iyi biliyoruz ki, Önder Apo 9 Ekim’de kim vurduya getirilerek imha edilmek, bu temelde PKK tasfiye edilerek Kürt soykırımı başarıya götürülmek istenmiştir. Önder Apo’nun büyük sezgisi, öngörüsü ve doğru tarzıyla söz konusu plan boşa çıkartılmıştır. Artık imhanın öngörüldüğü gibi başarılamayacağı ortaya çıkınca, bu sefer gündeme 15 Şubat komplosu getirilmiştir.
Önder Apo ve PKK gerçeği Kürt varlığının ve özgürlüğünün garantisidir
15 Şubat komplosuyla Önder Apo’nun idamı, PKK’nin bu temelde tasfiyesi ve yine Kürt soykırımının bunlara dayanılarak tamamlanması hesaplanmıştır. Çünkü Önder Apo ve PKK gerçeği var oldukça Kürt soykırım zihniyet ve siyasetini başarıya götürmek, bu temelde oluşturulan planları başarılı bir biçimde uygulamak mümkün olmamaktadır. İfade ettiğimiz gibi, Önder Apo ve PKK gerçeği Kürt varlığının ve özgürlüğünün garantisi ve bir öz savunma gücüdür. Kürt sorununu yaratan sömürgeci-soykırımcı güçler, Kürtlüğü yok edebilmek için Önder Apo’nun imhasını ve PKK’nin tasfiyesini hep olmazsa olmaz bir öncelik olarak görmüşler ve uygulamak istemişlerdir.
Önder Apo’nun derin çözümleyici, komployu en geniş biçimde tanımlayıcı, Kürtlere olduğu kadar Türkiye halklarına ve onların geleceğine dönük de bir komplo olduğu gerçeğini ortaya koyup etkili bir şekilde savunucu yaklaşımları karşısında idam planı da boşa çıkartılmıştır. Komplonun planlanıp yürütülmesinde gardiyanlık rolünden başka etkileri olmayan TC yöneticileri, idamı kendi çıkarları için uygun görmeyince, bu sefer gündeme İmralı çürütme politikası gelmiştir. Böylelikle Önder Apo İmralı işkence ve tecrit sistemi içerisinde herhangi bir etkinlik gösteremez hale getirilerek, ideolojik-siyasi varlığı ve etkinliği bitirilmek istenmiştir. Önder Apo’nun ideolojik-siyasi yenilgisine dayanılarak da PKK’nin dağılması, bu temelde Kürt soykırımının önünün açılması hedeflenmiştir.
Önder Apo, tarihin en ağır baskı ve işkence yeri olan İmralı koşullarında söz konusu mücadeleyi geliştirdiği savunmalarla kazanmayı bilmiştir. Bülent Ecevit hükümetinin Avrupa demokrasisinin öngördüğü bireysel haklar temelindeki ‘Kürt çözümünün’ karşısına ‘Demokratik Ortadoğu Özgür Kürdistan’ çözümünü çıkartarak İmralı mücadelesini de kazanmıştır. Dolayısıyla uluslararası komplo planını İmralı koşullarında uygulamakla görevli olan Ecevit hükümeti görevini başaramayınca bir anda çökmüş, bu sefer komployu pratikleştirmek için dinci ve milliyetçi çizgide bulunan Tayyip Erdoğan ve arkadaşları görevlendirilmiştir. Tayyip Erdoğan’ın kurduğu AKP’nin 3 Kasım 2002’de tek başına iktidara getirilmesi durumu bu temelde ortaya çıkmıştır.
AKP faşist-soykırımcı bir özel savaş güruhudur
Aslında ne Tayyip Erdoğan bir siyasetçi, ne de AKP bir siyasi partidir. Herhangi bir seçim kazanma durumu da söz konusu değildir. Peki, o halde gerçekleşen nedir? Çok açık ki Önder Apo’nun, hareketimizin ve halkımızın direnci karşısında yenik düşen sosyal-demokrat, milliyetçi ve liberal koalisyondan sonra Türkiye’de ayakta kalan tek çizgi olarak ‘dinci ve milliyetçi AKP’nin uluslararası komployu yürütmek ve İmralı mücadelesini kazanmak için görevlendirilmiş olmasıdır. Yani bu topluluk normal bir parti ve iktidar değildir. Uluslararası komployu hayata geçirip başarıya götürmekle görevlendirilmiş bir faşist güruhtur. Faşist-soykırımcı bir özel savaş güruhudur.
Onların çeşitli dönemlerde Kürt’ten söz etmeleri, İmralı’da ve Oslo’da görüşmeler yapmaları, kendilerine göre ‘Kürt açılımları ve çözüm süreçleri’ geliştirmeye çalışmaları, aslında uluslararası komployu başarıya götürmek üzere geliştirilen özel savaş taktiklerinden başka bir şey değildir.
Dikkat edilirse bu güruh, başlangıçta Kürt toplumunu İslam’a bağlılığı nedeniyle aldatarak Önder Apo ve PKK’den kopartacağını umut edip ‘İslam çözümü’ adı altında Kürtlere yakın bir siyaset izlemeye çalışmıştır. Bir yandan halk tabanını Önderlik ve partiden koparmayı, diğer yandan PKK’yi içten parçalamayı ve bu temelde sonuca gitmeyi öngörmüştür. Bununla yeterince sonuç alamayınca, özellikle içten dayatılan 2002-2004 tasfiyeciliği Önder Apo’nun büyük çabalarıyla tasfiye edilip bu plan boşa çıkarılınca, yine AKP’nin ‘İslam Ümmeti’ yaklaşımının aldatıcılığı ve çözümsüzlüğü Önder Apo’nun paradigma değişimi temelinde geliştirdiği ‘Kürt sorununun demokratik konfederalizm sistemi ile çözümü’ projesi temelinde aşılınca, bu sefer AKP yönetimi kendisini devlet içinde güçlü ve etkin hale getirebilmek için bir ara süreç yaşamak zorunda kalmıştır. 2005 ile 2009 arasındaki dönemi böyle değerlendirebiliriz.
Aslında bu süreci, komployu başarıya götürmekle görevlendirilmiş olan AKP’nin, ABD desteğiyle TC’yi ele geçirme ve kendisini devlet haline getirme süreci olarak da değerlendirebiliriz. Nitekim bu dönemde baskı ve şiddet yanında, çeşitli ılımlı söylemleri, güya Kürt sorununu çözecekmiş gibi yaklaşımları ileri sürerek Kürtlerde beklenti yaratmayı ihmal etmemiştir. Aslında daha sonraki süreçte de bu tür oyunlara başvurmaktan geri durmamıştır. Bu da bütün bu oyunları, hileleri, bu temeldeki planları bozulup boşa çıkartılana ve kendisi de devleti ele geçirip bir devlet olarak kendisini örgütleyene kadar sürmüştür. Bunları gerçekleştirdikten sonra MHP ile ittifak yaparak gerçek yüzünü net bir biçimde ortaya koymuştur. Çeşitli hile, oyun ve aldatmalarla Önder Apo’yu etkisiz kılma, PKK’yi içten tasfiye etme ve komployu başarıya götürmeyi sağlayamayınca, bu sefer MHP ile anlaşarak ve Türkiye’de açık bir faşist diktatörlüğü inşa ederek özel savaşı her boyutta tırmandırıp Kürtlüğün fiziki imhası ve soykırımını gerçekleştirmeye yönelmiştir.
Dikkat edilirse, söylenenler ve çeşitli dönemde yapılanlar toplu ele alınıp her türlü hile ve oyun ayıklanıp gerçek açığa çıkartıldığında görünen şu oluyor ki, 23 yıldır uluslararası komployu yapan güçler Önder Apo’yu ve PKK’yi imha ve tasfiye planlarından asla vazgeçmemişlerdir. 23 yıldır söyledikleri ve yaptıkları tamamen bu sonucu almayı başarmak içindir. Her şeyi böyle bir sonuç almanın hizmetine koşmuşlardır. Bu 23 yıl boyunca özel savaşı tüm boyutlarıyla en ileri düzeyde derinleştirmiş ve uygulamışlardır. Aslında bu 23 yıl boyunca özel savaş kapsamında her türlü saldırıyı yapmışlardır. On binlerce Kürt gencini “bölücü, terörist” diyerek alçakça katletmişlerdir. On binlerce Kürt gencini, kadınını, yurtseverini zindanlara doldurmuşlar, çoğunu sorgusuz ve yargısız bir biçimde en ağır baskı ve işkence altında tutmuşlardır. Milyonlarca Kürt insanını Kürdistan’dan Türkiye’ye ve dünyanın dört bir yanına göçertmişlerdir. Kürdistan’ın çok değişik alanlarına dünyanın dört bir yanından topladıkları devşirme toplulukları yerleştirerek Kürdistan’daki demografyayı değiştirmeye, Kürt nüfusu azaltmaya çalışmışlardır. Ekonomik sömürgeciliği, siyasi baskıyı en ileri düzeye çıkarmışlardır. Yaşamı, ekonomiyi, karnını doyurmayı bir soykırım aracı haline getirmişlerdir. Asimilasyonu en ileri düzeyde geliştirmişlerdir. Okullarla, medyayla, sanat ve edebiyatla ırkçı-faşist bir Türklüğü daha çok geliştirerek Kürt toplumunu asimile edebilmek için her türlü saldırıyı yürütmüşlerdir.
Nihayetinde bunu Kuzey Kürdistan’la sınırlı tutmamışlar, Afrîn’i, Serêkani’yi, Gırê Sıpî’yi işgal etmişlerdir. Bütün Rojava Kürdistan’ı işgal etmekle tehdit etmektedirler. Yine Heftanin’den Xakurkê’ye, Zap,a Avaşin,e Metina’ya kadar Güney Kürdistan’ın sınır hattında önemli bir coğrafya parçasını işgal etmek istemektedir. Bu işgali daha çok artırmak, Şengal’e kadar uzatmak istedikleri açıktır. Günlük olarak bunun hazırlığı içindedirler. Nitekim fırsat ve imkânını bulurlarsa Rojava ve Başûrê Kürdistan’a dönük işgalci saldırıları daha da genişletmekten asla geri durmayacaklar.
Tüm bu süreç boyunca da İmralı’da işkence ve tecrit sistemini ağırlaştırarak geliştirmişler, Önder Apo üzerinde tam bir fiziki ve psikolojik baskı, işkence ve tecrit sistemi oluşturarak bir çift cümlesinin bile Kürt halkına ve insanlığa ulaşmasına fırsat vermemişlerdir. AKP-MHP faşist ittifakında ifade edilen TC gerçeğinin Kürt soykırımından zihniyet ve siyaset olarak asla vazgeçmediği, bunu da bütün Türkiye toplumuna yaymak için büyük bir çaba içerisinde olduğu açık bir gerçektir. Mevcut haliyle komplocu güçler söz konusu soykırımcı saldırıları desteklemektedirler. KDP gibi işbirlikçiler de böyle bir soykırım saldırısının parçası durumuna gelmiştir. Bu konuda asla süreci yanlış anlamamak, olup bitenlere yanlış bir açıdan bakmamak gerekir.
Dayatılan soykırım gerçeğini doğru anlamak gerekiyor
Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini başarıyla yürütebilmek için öncelikle uluslararası komplo olayını doğru anlamak ve bu komployu planlayan ve uygulamaya koyan güçleri yeterli bir biçimde tanımak gerekmektedir. Nitekim Önder Apo bütün yoğunlaşmalarını ve çabasını bu husus üzerinde geliştirmiştir. Uluslararası komploya yol açan, İmralı işkence ve tecrit sistemini ortaya çıkartan ve sürdüren tarihsel gerçekliği, küresel iktidar ve devlet sistemini, Kürt sorununu ve onu ortaya çıkartan güçleri açığa çıkartıp söz konusu soykırımcı zihniyet ve siyaseti yargılamaya çalışmıştır. Bu konuda tarihi öneme sahip önemli kazanımlar ve büyük başarılar da ortaya çıkartmıştır. Tarihsel toplum gerçeğinin sadece iktidar ve devlet sistemi olmadığını, uygarlığın sadece merkezi devletçi uygarlıkla sınırlandırılamayacağını, kadın öncülüklü neolitik devrimin ve tarım-köy toplumunun gelişimini, doğal toplumu ve demokratik uygarlığı tanımlayarak aslında iktidarcı ve devletçi uygarlığın tarihsel toplum süreci içerisinde bir yarılma ve sapma olduğunu, bütün sorunların da söz konusu bu uygarlık sapmasından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Kürt sorununu da hem bu beş bin yıllık iktidar-devlet sistemiyle ve hem de bu sistemin son modernitesi olan kapitalist modernite sistemiyle ve özellikle onun son yüz yılda yaşadığı küresel hegemonik gerçekliğiyle bağlantılandırmıştır.
Bunlar temelinde, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini yürüten bir güç olarak kendisine yöneltilen saldırının söz konusu tarihsel temele dayanan, iktidar ve devletçi uygarlık eliyle, onun günümüzdeki temsilcileri olan kapitalist modernite sistemi tarafından geliştirildiğini ortaya koymuş, böyle bir sistemin nasıl insan düşmanı, kadın düşmanı, toplum ve doğa düşmanı olduğunu açık bir biçimde herkese göstermiştir.
Böyle kanserleşmiş bir zihniyet ve siyasetten kurtulmanın yolu olarak da, Kürt varlık ve özgürlük mücadelesinin de başarı yolu olacak şekilde demokratik modernite çözümünü geliştirmiştir. Bu çözüm yolunu, demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm sistemi ve demokratik ulus inşası olarak tanımlamıştır. Bu tarz bir çözüm gücünü geliştirerek, uluslararası komployu düzenleyen kapitalist modernite güçlerinin nasıl bir özgürlük ve demokrasi düşmanı, kadın ve halk düşmanı olduğu gerçeğini ortaya koymuş, tarihsel olarak bu güçleri yargılamış ve mahkûm etmiştir.
Kuşkusuz böyle bir düşünce sistemini geliştirmek demek, uluslararası komployu ve onu yaratan sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratıp aşmak, halklar için, kadınlar ve gençler için, tüm ezilenler için demokratik özerklik ve birlik çerçevesinde yeni özgür ve kardeşçe bir yaşamın yolunu açmak demektir.
Hareketimiz de Önder Apo’nun geliştirdiği bu düşüncelerle kendisini eğitmiş ve örgütlemiş; bu temelde toplumu, kadınları, gençleri, halkları, insanlığı eğitmeye, kendini örgütleyip eylemli kıldığı oranda Kürtleri ve diğer halkları da eylemli kılmaya çalışmıştır. Bu temelde ağır mücadele süreçleri yaşanmış, yoğun faşist-soykırımcı saldırılara karşı direnilmiş, on binlerce şehit verilmiş, zindan işkencelerine göğüs gerilmiş, yokluğa ve zorluğa karşı durulmuştur. Kısaca 23 yıldır 15 Şubat uluslararası komplosuna karşı Önder Apo’nun yürüttüğü varlık ve özgürlük mücadelesine hareket ve halk olarak katılınmaya ve bu mücadele zafere götürülmeye çalışılmıştır.
Çok açık ki komplo ve komploya karşı direnişin her yıl dönümünde biz, komplo gerçeğini daha doğru ve yeterli anlamak için, yine komploya karşı özgürlük mücadelemizi daha başarılı yürütebilmek için, kendimizi yeniden sorguluyor, yeni bir kararlaşmaya ve planlamaya yöneltiyoruz. Çünkü düşman uluslararası komplo temelinde bize saldırıyor. Hareket ve halk olarak uluslararası komplo biçiminde kendini planlamış ve programlamış olan bir faşist-soykırımcı saldırıya karşı direniyoruz. Böyle bir saldırıyı kırmayı, onun dayandığı soykırımcı zihniyet ve siyaseti yenilgiye uğratmayı, bu temelde Kürt varlık ve özgürlük mücadelesini zafere götürmeyi, buna dayalı olarak Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesini geliştirmeyi hedefliyoruz.
23 yıllık 15 Şubat komplosuna karşı yürütülen büyük mücadelenin Önderliksel düzeyde, Kürt özgürlüğü düzeyinde ortaya çıkardığı tarihi gelişmeler bunu ifade ediyor. İdeolojik, felsefi, teorik, siyasi ve askeri bakımdan sağladığı büyük kazanımlar bunu ifade ediyor. Bu gelişmeleri hiçbir biçimde hafife almamak, küçük görmemek lazım. Bu gelişmeler ABD ve NATO desteğinde olan faşist Türk ordusunun ve devletinin çökertilmesi, işlemez kılınmasıdır.
Demek ki 24. yılda zafer kazanmamızın imkân ve fırsatları vardır. Zafer kazanan bir parti öncülüğünü ortaya çıkartmak için koşullar her zamankinden uygun, imkân ve fırsatlar her zamankinden fazladır. Artık İmralı işkence ve tecrit sistemiyle yaşanmayacağı, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kavuşmadan yaşamın kabul edilmeyeceği, buna göre bir mücadeleciliğin geliştirilmesi, parti öncülüğünün kendisini tümüyle İmralı işkence ve tecrit sisteminin parçalanmasına ve Önder Apo’nun fiziki özgürlüğüne kilitlemesi gerektiği açıktır. Hareket ve halk olarak bunu esas aldığımız müddetçe AKP-MHP faşizmine vuramayacağımız darbe kesinlikle yoktur.
Rubar yazdi……