HABER MERKEZİ
İnsanlık miladi 2020 yılına daha büyük özgürlük ve demokrasi umutlarıyla girmek isterken, artan ABD-İran krizi ve çatışması her şeyi tersine çevirdi. 2019 yılı Ekim ayı başından bu yana gösterilere sahne olan ve başbakanın istifası ile derin bir yönetim krizi yaşayan Irak’ta kriz ve kaos daha da derinleşti. Önce 2019 yılının son gününde İran yanlıları tarafından ABD’nin Bağdat Büyükelçiliği basıldı. Ardından da 3 Ocak gününe girerken, ABD tarafından Bağdat Havaalanında İranlı General Kasım Süleymani ile Haşdî Şabi örgütünün başkan yardımcısı Ebu Mehdi El Mühendis füze ile vurularak öldürüldü. Böylece kırk yıldır süren ABD-İran gerginliği nihayetinde en üst saldırı ile sonu belirsiz bir savaş halini aldı.
Kuşkusuz mevcut ABD saldırısı en üstten gerçekleşen ve cüretli bir saldırıydı. ABD’nin bu düzeyde bir saldırıda bulunacağı pek beklenmiyordu ve bu nedenle birçok çevrede adeta şok etkisi yarattı. Aynı zamanda mevcut sonuç, İran açısından da çok ciddi bir darbe oldu. İran devletine bundan daha ağır bir darbe vurulamazdı. Nitekim İran Yönetiminin de toplumunun da çok ciddi bir sarsıntı yaşadığı gözlendi.
ABD Yönetimi yaptığını baştan itibaren sahiplenerek, saldırı emrini bizzat ABD Başkanı Trump’ın verdiğini bile açıkladı. Ardından ‘Savaş yanlısı olmadığını’ ifade ederek İran’ı müzakereye çağıran açıklamalarda bulundu. Ancak Ortadoğu’ya yeni üç bin askeri sevk etme de dahil birçok askeri tedbiri de peşi sıra aldı. Buna karşılık üzerindeki şoku atan İran Yönetimi de “İntikam alınacağını” ifade eden açıklamalar yaptı. Başta Rusya ve Çin olmak üzere bazı çevreler sözde ABD’yi uyarıyor gibi görünen açıklamalar yapsalar da, aslında hiç kimse ABD saldırısını kınamayarak, hemen herkes tarafından kaygı belirten ve sükûnet çağrısı yapan açıklamalar geldi. Belli ki tüm dünya kaygılıydı, fakat ABD ve İran karşısında da adeta ciddi bir şey yapma gücünden yoksundu.
Burada şu soru ortaya çıkıyor: Peki şimdi ne olacak? Acaba İran nasıl bir intikam alacak? ABD-İran savaşı karşılıklı intikam alma biçiminde mi sürecek, yoksa genel bir askeri çatışmaya mı dönüşecek? Eğer böyle bir savaş olursa, bu durum Ortadoğu’yu ve dünyayı nasıl etkileyecek ve sonucu ne olacak? Kuşkusuz bu soruların cevabını şimdilik hiç kimse bilmiyor. Fakat İran Yönetiminin savaş yerine intikam alınacağını açıklamış olması belli bir ipucu veriyor. Yine ABD Yönetiminin ‘Müzakere çağrısı’ da bununla belli ölçüde uyuşuyor. Fakat söz konusu bu çağrı adeta ‘Teslim ol’ demeye de geliyor.
Çok açık ki mevcut savaş durumunu ve olası gelişmeleri değerlendirebilmek için, önce neden ve nasıl ortaya çıktığına bakmak gerekiyor. 1979 İran İslam Devriminden bu yana kırk yıldır ABD ile İran arası ciddi biçimde gergindi ve sürekli bir çatışma durumu yaşanıyordu. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ardından ABD, dünya genelinde belirlediği birkaç rakipten birini İran yaptı ve dünyayı böyle bir karşıtlık temelinde yönetmeye çalıştı. Aslında ABD ile İran kırk yıldır savaş halindeydi, fakat bu savaş hem düşük yoğunlukluydu ve hem de pratikte örgütlenen farklı güçler tarafından yürütülüyordu. Taraflar bu gerginlik ve çatışma durumunu bir siyasi strateji olarak uyguluyor ve tüm Ortadoğu’yu bu karşıtlığa bağlamaya çalışıyordu.
Şimdi birincisi, bu vesayet savaşı ortadan kalkarak taraflar doğrudan kendi güçleriyle vuruşmaya başladı. İkincisi, demek ki vesayet savaşı sonuç vermedi ve sistem içi kriz ve kaosu derinleştirerek ciddi bir tıkanma yarattı. Üçüncüsü, başlayan yeni savaş süreci ABD-İran çatışmasının bölgede yarattığı tıkanmanın bir sonucudur ve sözde bu tıkanmaya aşmaya yöneliktir. Dördüncüsü, söz konusu savaş da mevcut tıkanmayı aşamayacak ve yaşanan kriz ve kaosu ortadan kaldıramayacaktır. Sonuncusu, tek çare dış emperyalist müdahale ile iç ulus-devlet diktatörlüklerinin aşılması temelindeki bir demokratikleşme, sorunların demokratikleşme temelinde çözümü ve Demokratik Ortadoğu’dur. Bu da ancak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfedaralizm’ projesi ile gerçekleşebilir.
Çok açık ki, kapitalist sistem içi paylaşım savaşı kötü, ama vesayet savaşının sona ermesi iyidir. Yine tıkanmanın aşılması arayışı iyi, ama bunu böyle bir vahşi savaşla gerçekleştirmek istemek kötüdür. Zaten söz konusu savaş gerçek bir çözüm de yaratamaz. Bu nedenle, tüm ezilenler ve halklar, tüm devrimci-demokratik güçler mevcut ABD-İran savaşına karşı çıkmak ve asla taraf olmamak durumundadır. Mevcut savaşı ABD ve İran politikalarının çözümsüz ve tıkatıcı gerçeği yaratmıştır ve bunlar savaşla da çözüm getiremeyecektir. Başta ABD olmak üzere küresel devletlerin Ortadoğu halklarının siyasi iradelerini hiçe sayan müdahaleleri asla kabul edilemez ve buna karşı çıkmak gerekir. Ama başta İran ve TC olmak üzere bölge ulus-devletlerinin de halkların taleplerini dikkate almayan baskıcı ve sömürücü diktatörlükleri de kabul edilemez ve buna karşı da tüm ezilenlerin demokrasi mücadelesi yürütmesi gerekir. Söz konusu ulus-devlet diktatörlükleri dış güçlerin bölgeye müdahalesinin zemini ve gerekçesi olmaktadır. O halde doğru devrimci-demokratik tutum, söz konusu bu zemini ortadan kaldırmak için mücadele etmek ve bunu başarmaktır.
Bazıları ABD’nin askerlerini Ortadoğu’dan çekeceğini sanıyordu ve buna üzülen de sevinen de oluyordu. Öncelikle gerçeğin böyle olmadığı, ABD’nin 1990’dan beri uyguladığı ‘Yeni Dünya Düzeni’ stratejisi içerisinde Ortadoğu’da hakimiyetini sağlama amacının olduğu bir kez daha açığa çıktı. Diğer yandan, Ekim 2017’de faşist DAİŞ çetesi kendi başkenti Rakka’da yenildikten sonra, ABD Yönetimi DAİŞ’e karşı mücadelenin ortaya çıkardığı kazanımların tümünü kendi tekeline almayı amaçlayan bir plan hazırladı ve bu temelde DAİŞ’e karşı mücadele içinde örgütlenip gelişmiş olan güçleri çeşitli yöntemlerle geriletmeye çalıştı. Bu güçlerin başında da Haşdi Şabi ile YPG-YPJ geliyordu. Ekim 2017 Kerkük olayından bu yana Irak’taki gelişmeleri ve Ocak 2018 Efrîn işgalinden bu yana Kuzey-Doğu Suriye’deki gelişmeleri bu temelde ele almak ve değerlendirmek gerekir.
Bir de Ekim 2019 başından bu yana Lübnan, Suriye, Irak ve İran’daki gelişmeler var. Lübnan’da hükümet krizi ortaya çıktı, AKP-MHP faşizmi 9 Ekim’den itibaren Rojava Kürdistan’a saldırarak Girê Spî ve Serêkanîyê’yi işgal etti, Irak’ta gösteriler ve hükümet krizi yaratıldı ve İran’da gösteriler oldu. İşte bütün bunların hepsi de birbirine bağlıydı, bir plan dahilindeydi ve bu da bir ABD planıydı. Şimdi Bağdat Büyükelçilik krizi ile Kasım Süleymani suikastı bu planın son parçası ve zirvesi oluyor. Bundan sonra hangi adımların geleceği merakla bekleniyor.
Belli ki mevcut Bağdat saldırısına dayanarak ABD Başkanı Trump azledilmekten kurtulabilir ve İran Yönetimi de içteki muhalefeti bastırabilir. Fakat bu saldırı, işleri daha karmaşık hale getirmekten öteye sahipleri için hiçbir sonuç vermeyecektir. Ortadoğu’da sorunların çözümü sadece demokratikleşme ve Demokratik Ortadoğu Konfederalizmi temelinde olacaktır. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının demokratik devrim mücadelesi üzerinde odaklanması gerekir. Belli ki kitleler söz konusu çatışmanın dışında kalamaz, fakat olduğu gibi içine girip herhangi bir tarafı da olamaz. Onların yapması gereken özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştirmek ve kendi demokratik devrimlerini gerçekleştirmektir.
Kuşkusuz bunun için de temel alan Türkiye ve birinci hedef AKP-MHP faşizminin yıkılmasıdır. Ancak AKP-MHP faşizmini yıkan bir demokratik Türkiye, Ortadoğu’da demokratik gelişmenin önünü açabilir. Çünkü Ortadoğu’nun ve dünyanın en temel sorunu olan Kürt sorununu çözer ve Ortadoğu’nun kalbi olan Kürdistan’ı özgürleştirir. O halde çözümü başka yerlerde aramamak, tersine Türkiye’de gerçekleştirme üzerinde odaklanmak; çareyi başkalarından beklememek, tersine kendini çare yapmayı bilmek gerekir.
Yeni Özgür POLİTİKA/Selahattin ERDEM