HABER MERKEZİ –
“Emperyalist-kapitalist Avrupa’nın, Kürtlere yaklaşımı çifte standartlı olmuştur. Avrupa ülkeleri demokrasi, özgürlükler ve insan hakları konusunda zaman zaman, Türkiye’yi eleştirselerde, bu yaklaşımları hep çıkar eksenli olmuştur. Son günlerde AB temsilcilerinin RT Erdoğan’la Türkiye’de görüşmeleri, klasik siyasi-ekonomik görüşmelerin ötesine geçemedi. AB, Türkiye’de Kürtlerin hen gün cehennem hayatı yaşadıklarını ve hapislerin Kürtlerle ve muhaliflerle dolu olduğunu, faşizmin ve zulmün hayatın bir olağan parçası haline geldiğini pekala çok iyi biliyorlar. Türkiye’nin, AB’ye girme konusunda bazı demokratikleşme yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini ama bu yükümlülükleri yerine getirme konusunda, Türkiye’ye gerektiği gibi yada anladığı şekilde davranmadığı biliniyor. Demokrasi ve insan hakları konusunda Türkiye’nin ne durumda olduğunu aslında AB çok iyi biliyor ama Türkiye’de demokrasinin olmasıyla yada olmamasıyla da pek ilgilenmiyor.
Yani Türkiye ister demokratik olsun ister olmasın, AB’nin umurunda bile değil. Türkiye, AB için büyük bir pazar ve sadık bir müttefik olduğu sürece, insan hakları ve demokrasi konusundaki kırık notlarını görmezden gelecek. Kaldıki AB demokrasi, ve insan hakları üreten bir konumda da değildir. AB, Türkiye’den, ekonomik ve siyasi olarak istediklerini aldığı sürece, Türkiye’nin iç sorunları konusunda ne durumdan olduğuyla ilgilenmeyecektir. AB aslında Türkiye’nin demokratik bir ülke olmasını da istemiyor. AKP hükümeti, mültecilerle AB’si tehdit etmesi, kapıları açarım demesi bir oyundan ve danışıklı döğüşten başka birşey değildir. AB, demokratikleşememiş ve kendi sorunlarını çözmemiş bir Türkiye’yle daha iyi anlaşıyorlar diyebilirim. AB, Türkiye’nin başta Kürt sorunu olmak üzere bütün sorunlarını çözüp, demokratik bir ülke olmasını zaten istemiyor. Türkiye son yetmiş yıldır AB’nin (NATO) uydusu durumundadır.
Türkiye bu durumda olduğu sürece, AB ve ABD, Türkiye’yi kendi peşinde süreklemeye devam eder. Bazen AB, hükümetleriyle AKP hükümeti arasında çeşitli anlaşamama durumları olsada, bunlar daha çok dönemsel-geçici küçük sorunlardır. AB Türkiye’de, Kürt sorunu olduğunu ve devletin Kürtlere her türlü zulmü, baskıyı yaptığını çok iyi biliyor ve bu yapılanlara ses çıkarmıyor ve hatta destekte veriyor. Zaman zaman AB ülkelerinde Kürtlerin evlerine ve derneklere baskınlar yapılıyor, AB ülkelerinde siyasi nedenlerden dolayı hapiste olan Kürtler bile var. Türkiye’de siyasi baskılardan dolayı AB’ye gelen Kürtler, AB’de de rahat hareket edemiyorlar. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmüyorsa, çözülemiyorsa, bunun sorumluluğu aslında AB’ye aittir. AB isteseydi, Türkiye’de Kürt sorunu çoktan çözülmüştü. Kürtler AB’nin emperyalist politikalarına ve siyasi- ekonomik çıkarlarına hep kurban edildiler.
Türkiye’de, Kürt inkarına dayalı Türk-İslam sentezi inkarcı sistem, AB’den günümüze kadar destek aldı, almaya devam ediyor. AB, Türkiye’nin yumuşak karnının Kürt sorunu olduğunu ve Türkiye’nin bu konuda ne düşündüğünü çok iyi biliyor ve bunu bir koz olarak kullanıyor. Aslında AB ve Türkiye bu konuda birbirlerini kullanıyorlar. Türkiye diyorki ben Kürtler konusunda çok hassasım yani Kürtleri asimile etmek istiyorum ve sen bu konuda bana destek verirsen, bende sana siyasi ve ekonomik olarak her istediğini veririm ve her isteğini yaparım, kapılarımı sonuna kadar sana açarım, NATO’nun emrine zaten yetmiş yıldır ordumuzu vermişiz, ekonomik olarak zaten size bağımlıyım diyor. Yani Kürtler konusunda ses çıkarmayın, yaptıklarıma göz yumun, bende ne isterseniz verim diyor. AB, Türkiye’den istediklerini alamasın, Türkiye’yi üç günde alabora ederler, boğarlar. İstediklerini aldıkları sürecede, çifte standartlı ve ikiyüzlü siyaset hayat bulmaya devam eder.
Kürtlerin hala inkar edilmelerinin aslında altında çok esiye dayanan bu kirli çıkar ilişkileri yatıyor ve bu ilişkilerin esasen yüz yıllık bir geçmişi var. AB, Türkiye ilişkileri çok derin ilişkilerdir ve öyle basit bazı anlaşamama durumlarıyla da bozulacak türden ilişkiler değildir. Türkiye’nin sanayisi AB’ye bağımlıdır. Türkiye istese bile, öyle hop demeyle AB’den ayrılamaz. Ayrılsa bile bunun ağır bir bedeli olduğunu çok iyi biliyor. Türkiye’de faşizan bir sistemin olmasında AB’nin oynadığı rol küçümsenemez. Türkiye aynı zamanda genç nüfüsun olduğu bir ülkedir. Son elli yıldır Türkiye’den AB’ye üç milyon insan geldi yerleşti. Yani Türkiye aynı zamanda, AB ülkeleri için, ucuz bir iş gücü elde etme merkezidir. Türkiye’de yüzyıldır AB’nin siyasetine hizmet eden bir klik var ve devlet içinde oldukça etkililer. İngiltere başta olmak üzere, Almanya ve Fransa’nın, Türkiye ile geçmişten süregelen çok derin ilişkileri var. Eğer aksi bir durum söz konusu olsaydı, Türkiye’de Kürt sorunu çözülürdü ve Türkiye’de en azından AB standartlarında bir demokrasi olabilirdi.
AB ülkeleri hükümetleri, demokrasi, özgürlükler ve insan hakları konusunda Türkiye’ye çeşitli nasihatlar verselerde, bunların hepsi sette oynanan rollerdir. Özellikle son yıllarda, AKP hükümetinin hem bütün Kürtlere ve hemde diğer muhalif kesimlere nasıl davrandığını bilmiyor olamaz. AB’nin amacı emperyalist-kapitalist çıkarlarıdır. Kimse, AB’yi demokrasinin, özgürlüklerin ve insan haklarının cenneti olarak görmesin. Bazı sosyal-ekonomik haklar varsada, bu haklar AB işçi sınıfının ve halklarının mücadelesiyle, bedeliyle kazanılmış haklardır. AB hükümetleri ne demokratikler, nede insancıllar. Dünyanın diğer bölgelerinin yoksullukla ve savaşlarla yıkıma uğramaları, AB emperyalist siyasetinin bir sonucudur. Kürtler AB’den demokrasi beklememeliler. Kürtler zeten demokrasi için mücadele ediyorlar ve bu konuda çok bedel verdiler. Son zamanlarda AB ile Türkiye arasında yapılan görüşmeler, siyasi ve ekonomik ilişkiler olup, demokrasiyi ve özgürlükleri, insan haklarını kapsamıyor. AB temsilcileri böyle yapmakla, AKP hükümetinin ömrünü biraz daha uzatmış oluyor. AKP hükümeti bunu kendisi için bir ödül olarak görsede, AKP-MHP hükümetinin bir bitişi yaşadığını herkes biliyor. Türkiye halkı, AKP-MHP hükümetinin bir yalan ve zulüm hükümeti olduğunu artık biliyor. Eski argumanlar artık siyasi prim yapmıyor. AKP hükümeti sıfırı tüketti, söyleyecek yalan bulamıyorlar.”
Kemal Söbe