EFRÎN- Nurhak Boran’ın kaleminden
“Acılı, öfkeli ve yaralı bir coğrafyanın en kadim sahalarından birindeyiz. Uzağındayken sadece anlatılanla yetinerek hayal ettiğimiz fakat içindeyken anlatılanın ötesinde bir güzelliğe sahip olduğunu fark ettiğimiz topraklar. Tabi içindeyken dediğimiz işgalinden bu yana işgalcilerin eline geçmeyen 6 köyden bahsediyoruz. Evet, Efrin… Tarihi güzellikleri, genç bir kadının savrulan saçlarını anımsatan zeytin ağaçlarının eşsiz güzelliği, doğası ve tabi ki bunlar kadar da insanları. Yaşadıkları bütün acılara, hüzünlere rağmen yaşamın güzelliğinin farkında olan bir halk Efrin halkı. Bu yüzden her olumsuzluktan mutlaka bir şey çekerek esprilerine dahil ederek yaşamın sadece hüzün ve acıdan ibaret olmadığını hatırlatıyorlar her defasında. Bunu nasıl başarıyorsunuz diye sorduğumda ise “Eğer sadece acılarımızla yaşarsak şimdiye kadar çoktan kafayı yemiş olurduk” diyerek yine espriye vurarak aslında yaşamın derin gerçekliğine işaret ediyordu cevabı veren. Bütün bunları derinlemesine ifade etmekten kaçınacağım ve görürken güzelliğine hayran kaldığım bu toprakları biraz anlatacağım.
Yolculuğunu yaptığımız ve nasıl olurda şimdiye kadar kimse fark etmedi dediğim yerlerden birindeyiz. Efrînê bağlı Şêrawa ilçesinin işgalcilerin elinde olmadığı 6 köyünden bazılarındayız. Yol boyunca en çok dikkatimi çeken şeylerden biri ise Efrîn’e yaklaştıkça toprağın daha koyu bir kırmızı rengi alması oluyor. İnciri daha bir iri, üzümleri daha bir tatlı vb. buna dikkat çekerken ise gelen ilk cevap hep şu oluyor “ooo sen daha Efrîn’de yetişenleri görmedin…”
Daha da ilerledikçe coğrafyasının en dikkat çeken yönlerinden biri ise taşlık olması. Bu yüzden köylerin yapıları da taştan. Evet o kadar ustalıkla yapılmış ki uzaktan bakıldığında kamuflajı ince ve titizlikle yapılmış gibi. Tabi coğrafyanın insanı üzerinde de ciddi etkileri vardır. Bu yüzden Şêrawa halkının da en belirgin özelliklerinden biri de çok inatçı olmaları oluyor. Halk eski geleneklerine göre, komünal, kollektif yaşamı halen çok canlı bir biçimde yaşıyor. Köy kültürünün getirdiği dayanışma, birliktelik, toplumsallık güçlülüğünü korumaya devam ediyor.
Birçqasê ve Kilotên köyleri arasında bulunan bir ziyarete uğruyoruz. Küçük bir mağarayı andıran ziyaretin içerisine girdiğimizde bir türbeyle karşılaşıyoruz. Yine küçük taşları tavana yapıştırarak, mum yakarak dilekler tutuluyor ve mum sönmeyip taş düşmediği müddetçe dileğin kabul olabileceği belirtiliyor. Kayalığın kendisinde bir insan elini andıran taş yapısıyla karşılıyoruz. Ele benzeyen taştan aşağıya su damlıyor ve bu suyun bütün dertlere şifa olduğuna inanılıyor. Derken dışarıda kocaman bir dilek ağacına bir parça kumaş bağlayan iki anneyle karşılaşıyoruz. Her iki annenin de köyü faşist Türk devleti ve çeteleri tarafından işgal edilen köylerden ve şuan bulundukları köyle aralarında sadece yürüme mesafesi olan Birç Heyder köyü. Anneler dilek ağacına kumaşlarını bağlarken “Tanrı sizi bütün kötülüklerden korusun, dağdaki çocuklarımızı korusun onlara kuvvet versin, düşmana iyi günler yaşatmasın, tez zamanda topraklarımıza, yurdumuza dönelim” diye yıllardır bekledikleri o gün için dua ediyorlar. Ardından Kilotên köyüne geçiyoruz. Kilotên tarihi bir mekan olup, köy halkı tarafından ne zamana ait olduğu bilinmediği bir yer. Yapılara bakınca eki Bizans yapılarını andırıyor. Köy halkı ise bu tarihi mekanın içerisinde ve bu güzelliği hiç bozmadan çok uyumlu bir biçimde yaşam alanlarını inşa etmiş durumda.
Köy sakinlerinden olan Şeker Amca’nın bir fotoğrafını aldıktan sonra evine misafir oluyoruz ve bize bir çay ikram ediyor. Evinin ne kadar şirin olduğunu belirttiğimizde ise bu ev benim geçici evim, gerçek evim ise şurası diyerek toprağı işaret ediyor. Kadim insanın dünyadaki her şeyin dünyada kaldığı, bizlerin bu dünyada sadece bir misafir olduğumuzu hatırlatmasıyla Kürdistan insanının yaşam ve ölüm diyalektiğini ne denli çözümlediğini sezinliyor insan.
Özcesi değerli okuyucu, sadece birkaç yüz metre ötede işgalci çeteler Efrin halkının toprağının her karışında emek vererek ter döktüğü toprakların üzerine çullanırken, bizler koruyabildiğimiz topraklarımız üzerinden yazıyoruz. Geriye kalan ise halen kurtarılmayı bekliyor.”