HABER MERKEZİ –
Zindanlardaki direniş 70’li günlerini tamamlamak üzere. Belirli bir süreye tabi olmadığı için, sonraki günlerde “70’li günler” sözcüğünün yerini yarın daha farklı hangi rakamın alacağı belli değildir. Elbette burada zikredilen rakamın ne olacağı değildir. Burada asıl önemli olan; onun ifade ettiği anlam, neden olacağı sonuçlar, Açlık Grevi Direnişinin ifade ettikleri ile bunun karşısında yerine getirilmesi gereken görevler ve sorumluluklardır.
Daha önce de; Kürdistan, Türkiye ve Dünya’nın farklı ülke zindanlarında tutsakların gerçekleştirdikleri Açlık Grevi ve Ölüm Oruçları Direnişleri yaşanmıştır. Bu direnişler içerisinde yaşamlarını verenlerin sayısı oldukça fazladır. Hatta diyebiliriz ki, gerçekleştikleri ülkelerde devrimci mücadele içerisinde en aktif ve öncü konumunda olanlar bu direnişler içerisinde yaşamlarını vermişlerdir.
Başta, Kürdistan ve Türkiye için bunu söylemek mümkündür. Kürdistan’da Diyarbakır Zindanların da 20 Nisan 1981’de; Ali Erek’in, 14 Temmuz 1982 yılında başlattıkları açlık grevleri sonucunda; Kemal Pir, Mehmet Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in, 1984 yılında İstanbul-Metriste; Mehmet Fatih Öktülmüş, Haydar Başbağ, Abdullah Meral ve Hasan Telci yaşamlarını kaybetmişlerdir. Daha sonra da Kürdistan ve Türkiye zindanlarında Açlık Grevi ve Ölüm Oruçlarında yaşamlarını kaybeden devrimciler vardır. Aynı gerçeklik İrlanda’da da söz konusudur; 1981 yılında Bobby Sands, 10 arkadaşıyla birlikte başlattığı Ölüm Orucunda yaşamını kaybetmiştir. Benzeri Açlık Grevi Direnişleri başka ülkelerde de gerçekleşmiştir. Tabii Açlık Grevleri sadece zindanlarla sınırları kalmamıştır. Devrimci, demokrasi mücadelelerinde ve toplumsal alanda yaşanan sorunların çözümünün sağlanması için içerisine girilen direniş biçimleri arasında yerini almıştır.
Şimdi Kürdistan ve Türkiye zindanlarında bu direniş zincirine yeni bir halka daha eklenmiştir. DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkari milletvekili Leyla Güven’in bayrağını dalgalandırdığı bu direnişin tek hedefi vardır. O da; Önder Apo üzerinde uygulamaya konulmuş olan “Mutlak Tecridin” kaldırılmasıdır. Bunun sağlanması için, yüzlerce devrimci tutsak bedenini açlığa yatırmıştır. Gelinen aşamada bu direniş; zindan duvarlarını aşmış, gerek Kürdistan’ın dört parçasında gerekse Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda; her gün daha da genişleyerek yaygınlaşmaktadır.
Giderek uluslararası alanda etkisini gösteren, 70’li günler içerisinde bulunan Açlık Grevi Direnişine; sosyalist, devrimci, demokratik, özgürlükçü güçler ve çevrelerin gösterdiği duyarlılıklara rağmen, AKP-MHP faşizminin; Açlık Grevi Direnişi içerisinde yer alan tutsaklar üzerinde uyguladığı baskılar, kısıtlamalar ve yasaklar her geçen gün katlanarak devam etmektedir.
Tabii bu saldırılar sadece tutsaklar ve zindan direnişin yanın da olanlarla sınırlı kalmamaktadır. Bir bütün olarak topluma karşı yürütülmektedir. Bunun asıl nedeni, AKP-MHP faşizminin; zindan direnişlerinin topluma ulaşarak, genel bir sahiplenmeye dönüşmesinden duyduğu korku oluşturmaktadır. AKP-MHP faşizminin yandaşı olarak adlandırılan medyanın yine devletin resmi basın-yayın organlarının Açlık Grevi Direnişlerine dair bir haber bile yayınlamamaları, yine devlet görevlilerinin ve hükümet temsilcilerinin şu ana kadar kamuoyunun önüne çıkıp tek kelime etmemiş olmamaları böyle bir gerçeklik içerisinde yerini bulmaktadır.
AKP-MHP faşizmi; Zindan Direnişlerinin, duvar ve tel örgüler dışına çıkmasından derin korku duymaktadır. Zindan direnişlerinin topluma ulaşması halinde, “kelebek etkisi” misali nasıl bir fırtınaya dönüşebileceğini görmektedir. TC faşizminin yakın tarihi de bunun sayısız örnekleriyle doludur. Öyle ki, zindanlar, onu açanların başlarına bela haline getirilmişlerdir. Bunu 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştirenler ve onların izlerinde yürüyenler çok iyi bilmektedirler. Onların devamı olan AKP-MHP faşizminin de bunu bilmemesi mümkün değildir.
12 Eylül 1980 askeri faşist darbesini gerçekleştirenler, zindanlara yönelik özel politikalar belirlemiş ve bunları uygulamışlardı. Hedef olarak önlerine, zindanlara aldıkları devrimci tutsaklara teslimiyeti kabul ettirmeyi koymuşlardı. Bunu başarmak için her türlü yol ve yöntemlere başvurdukları gibi, rutin hale getirdikleri işkencelerle birlikte, tutsakların dışarı ile her türlü bağını koparmak istemişlerdi. Buna rağmen ne istedikleri sonuca ulaşabilmişler ne de tutsakların seslerini duyurmalarını ve bu yükselen sesin etrafında duyarlı kişi ve çevrelerin harekete geçmelerini engelleyebilmişlerdi.
Zindanlarda yaşanan Büyük Ölüm Oruçları ve Açlık Grevi Direnişlerinin böyle bir etkisi olmuştu. 1990’ların başlarında Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde çok kısa bir süre açılı kalsa da Eskişehir’de uygulamaya konan ve “tabutluklar” olarak tarihe geçen zindan politikası ile de benzeri bir hedef doğrultusunda hareket edilmişti. O zaman zindan direnişi ve bu direniş etrafında harekete geçen toplum karşısında “tabutluklar” kapatılmak zorunda kalmıştı. 2012’de böyle olmuştu. Önder Apo üzerinde uygulamaya konan “Mutlak Tecrit” karşısında zindanlarda başlayan direnişin, toplumsal hareketlilikle bütünleşmesi, AKP faşizmine geri adım attırmıştı.
AKP-MHP faşizmi, öncelik olan 12 Eylül faşizminin ve onun ardıllarının izinden yürümektedir. Yine onlar gibi, Zindanlara, Önder Apo’ya karşı özel politikalar belirleyerek, uygulamaya koymakta ve bunlardan bir sonuç elde edeceğini düşünmektedir. Belirlemiş olduğu hedef ulaşmak için Önder Apo ve zindanlarda bulunan tutsakların; toplum ile bağlarını koparmak istemektedir. Bunu yaparken, toplumun da zindanlardan bihaber hale getirilerek, olup-bitenler karşısında tepkisiz kalmasını sağlamaya çalışmaktadır.
Şimdi 70’li günler içerisinde olan Zindanlar da yaşanmakta olan Açlık Grevi Direnişi karşısında da benzeri bir politika izlemektedir. AKP-MHP faşizmi, zindan direnişçilerinin seslerinin, zindan duvarları ve tel örgüleri dışına çıkmasını engellemek istemektedir. Eğer bunu başarırsa hedefine ulaşacağını sanmaktadır. Nasıl, 12 Eylül 1980 faşizmi ve onun takipçileri hedeflerine ulaşamamışlarsa, bunların bir izdüşümü olan AKP-MHP faşizminin de belirlediği bu hedefe ulaşması mümkün değildir. Daha şimdiden, normal görüş günü olmamasına rağmen Önder Apo’nun kardeşi Mehmet Öcalan’ı, 2016 yılının Eylül ayında olduğu gibi apar-topar İmralı’ya götürerek, giderek toplum üzerinde daha fazla etkisini hissettiren Açlık Grevi Direnişlerinin etkisini kırmaya çalışmış olmaları da bu gerçekliği doğrulamaktadır.
Bugün asıl olan da AKP-MHP faşizminin oynadığı bu oyunları görmek ve boşa çıkarmaktır. Daha önce 12 Eylül faşizmi ve onun takipçilerine karşı, büyük bedeller ödeme pahasına bu başarılmıştı. Bugün bunun koşulları vardır. 19 Ocak günü Amed’de AKP-MHP faşizminin tüm baskı, yasak, tehdit ve engellemelere rağmen on binlerin meydanları doldurması ve Önder Apo üzerinde uygulanan “mutlak tecride” karşı bedenini Açlık Grevine yatıran Leyla Güven’le birlikte olduklarını gür sesleriyle haykırarak ilan etmiş olmaları bunu göstermektedir.
Hatta bunun olanakları bugün geçmişe nazaran çok daha fazladır. Yeter ki, bunun farkında ve bilincinde olunsun!
CEMAL ŞERİK/LEKOLİN