HABER MERKEZİ
Hiçbir iktidar Tayyip Erdoğan Yönetimi kadar ülke kaynaklarını yağma ve talan etmedi, sömürmedi ve dış güçlere peşkeş çekmedi. Hiçbir iktidar Tayyip Erdoğan Yönetimi kadar eli kanlı olmadı, katliam ve savaş yapmadı. Hiçbir iktidar Tayyip Erdoğan Yönetimi kadar baskı ve terör uygulamadı, hukuk ve ahlak tanımaz olmadı. Hiçbir iktidar Tayyip Erdoğan Yönetimi kadar Kürt düşmanlığı, kadın ve halk düşmanlığı yapmadı. Hiçbir iktidar Tayyip Erdoğan Yönetimi kadar demogojik davranmadı, yalan ve hileye başvurmadı…
Belli ki bu liste daha da uzatılabilir. Şimdi de söz konusu bu iktidar, baskı, zor, yalan ve hile ile yürüttüğü 31 Mart yerel seçim sonuçlarını beğenmeyip tersine çevirmek istemektedir. Her türlü devlet imkânını kullanıp baskı ve hileye başvurmuş olmasına rağmen, yine de kazanamadığı 31 Mart yerel seçim sonuçlarını yok saydırarak, zorla halkın yerel yönetimlerini yeniden gasp etmek istemektedir. Devletin tüm kurumlarını kendi çetesi haline getirmiş, her istediğini yaptırmaya çalışmaktadır. Geçen dönemde “Kayyum” adı altında gerçekleştirdiği gasp yetmemiş olacak ki, şimdi de yeni tür bir kayyumculukla seçimi kazanan belediye eşbaşkanlarını “KHK nedeniyle kazanamamış” sayarak yeniden gasp etmek istemektedir. İstanbul başta olmak üzere Türkiye kentlerinde “Seçimi yenileme” adıyla, Kürdistan kentlerinde ise YSK marifetleriyle belediyeleri yeniden gasp etmeye çalışmaktadır.
Halbuki Tayyip Erdoğan Yönetimi 31 Mart yerel seçiminde kaybetmiştir ve birazcık demokratik onur ve namus varsa çekilip, yerini ülke sorunlarına çözüm getirecek demokratik bir yönetime bırakması gerekir. Ama o, bunu yapmamakta, tersine kaybettiği yönetim yetkisini zor ve hile ile yeniden kazanmaya çalışmaktadır. Çünkü 7 Haziran 2015 genel seçimi ardından böyle yapmış ve muhalefet yetersizliği nedeniyle sonuç da almıştır. 7 Haziran 2015’de kaybettiği seçim sonuçlarını yok sayarak ve işlemez kılarak 1 Kasım 2015’de siyasi yönetimi yeniden gasp etmeyi başarmıştır. Aslında bu yönetim 7 Haziran 2015 günü düşmüş ve tarihin çöp sepetine atılmıştır. Ondan sonraki süreç bir iktidar gaspı ve faşist diktatörlük sürecidir. Dolayısıyla bu sürecin hiçbir meşruiyeti ve demokratik karakteri yoktur. Tayyip Erdoğan’ın kitabına uydurarak yaptıklarının hepsi bir iktidar gaspı niteliğindedir.
Bu iktidar gaspı sürecinde ise ülke kaynaklarını tümüyle yağmalamış ve talan etmiştir. Bu temelde kendi hanedanlığını şişirdiği gibi, etrafında besleme bir yağdanlık çetesi de oluşturmuştur. Hem genel iktidarı ve hem de belediyeleri böyle bir talan ve sömürü için her bakımdan kullanmıştır. İşte şimdi sağladığı bu yağma ve sömürü imkânlarını kaybetmek istememektedir. Belediye başkanlıkları el değiştirirse, o zaman her türlü kirinin, talan ve sömürüsünün açığa çıkacağından ve hesap vermek zorunda kalacağından korkmaktadır. Kürdistan’da gaspçı kayyumların belediyelerde neler yapmış olduğunu Cizre Belediye Eşbaşkanları kısmen açıklamıştır. Yirmi beş yıldır adeta yenilip yutulmuş olan İstanbul gerçeğinin açığa çıkmasından duyulan korku Tayyip Erdoğan’ın ödünü düşürmektedir.
Şimdi hepimizin önündeki somut soru şudur: Evet Tayyip Erdoğan gerçeği budur ve artık tartışma gerektirmeyecek kadar açığa çıkmıştır; ancak bu duruma hala göz yumulup da “Devam etsin” mi denilecektir? Söz konusu Tayyip Erdoğan saltanatına “Dur” denilemeyecek midir? Türkiye ve Kürdistan’ı Tayyip Erdoğan Yönetiminden kurtararak, sorunlara çözüm getirecek bir demokratik yönetim alternatifi ortaya çıkmayacak mıdır? Açık ki, hepimizin net bir biçimde cevaplaması gereken sorular bunlardır. Yoksa Tayyip Erdoğan’ı tartışmak artık ülkeye ve topluma hiçbir şey kazandırmayacaktır. Dahası biraz da Tayyip Erdoğan’ın istediğini yapmak ve oyununa düşmek olacaktır.
İşte bu noktada görev, en başta HDP ve CHP’ye ve seçilmiş belediye başkanlarına düşmektedir. Örneğin seçilmiş belediye başkanları haklarını her yöntemle ve sonuna kadar savunmalı ve halkın kendilerine verdiği yetkiyi hiç kimseye kaptırmamalıdır. Bu konuda her türlü demokratik direnişi göstermeli ve gerekirse halkla birlikte alternatif yerel yönetim örgütleyerek, AKP’nin gaspçı faşist saldırılarına meydanı boş bırakmamalıdır. Artık her türlü sızlanma ve sözde AKP eleştirisi boştur. Tayyip Erdoğan Yönetimi nasıl ki hiçbir hukuk kuralı dinlemeden kendi yönetimini hakim kılmaya çalışıyorsa, seçilmiş demokratik belediye başkanları da halkla birlikte kendi alternatif yerel yönetimini örgütlemeyi ve geliştirmeyi bilmelidir.
HDP ve CHP Yönetimlerine gelince, esas sorumluluğun ve görevin kendilerine düştüğünü görmeli ve mevcut durumda AKP Yönetiminden demokratik tutum beklemenin anlamsız hale geldiğini bilmelidirler. Kuşkusuz Türkiye’yi bu duruma faşist MHP ile ittifak yapan AKP getirmiştir ve esas sorumlu olan Tayyip Erdoğan’dır. Fakat böyle bir gelişmeyi de CHP ile HDP önleyememiş ve demokratik bir alternatif geliştirememiştir. Bu da HDP ile CHP’nin sorumluluğu olmaktadır. Belli ki önce bu sorumluluğun bilincine varan bir özeleştirel yaklaşım gereklidir. Ardından da geçmişte yapılamayanı şimdi yapmak, yani demokratik bir yönetim alternatifini AKP-MHP ittifakına karşı çıkartıp Türkiye’nin önüne koymak gerekir.
Peki örneğin mevcut CHP Yönetimi bunu yapabilecek midir? Mevcut AKP-MHP ırkçı-faşist zihniyetine ve politikalarına alternatif demokratik bir zihniyet ve politika sahibi olabilecek midir? Kürt sorununa ve çözümüne yaklaşımda AKP-MHP’den farklı bir zihniyet ve politika üretebilecek midir? Bunun için HDP ile görüşmeler yapıp, Türkiye’nin önünü açacak bir demokratik yönetim alternatifini örgütleme sürecini başlatabilecek midir? Belli ki bu sorular çoğaltılabilir. Fakat mevcut CHP Yönetiminin söz konusu sorular çerçevesinde çözümleyici olamadığı, Tayyip Erdoğan Yönetiminin bundan güç alarak bu kadar şımarık davrandığı açıktır. Şimdi de İyi Parti ve Saadet Partisi gibi AKP-MHP’den arta kalan güçlere dayanarak CHP Yönetimi aynı tutumu sürdürmeye çalışmaktadır. Eğer şimdiye kadar ki zihniyet ve politikalarını değiştiremeyecekse, o zaman öncelikle mevcut CHP Yönetiminin değiştirilmesinin gerekeceği açıktır.
Aynı durumda olmasa da, HDP Yönetiminin de hem halkı kazanmada ve hem de ittifaklar geliştirmede fazla başarılı, açılımcı ve alternatif yönetim yaratıcı kapasitede olamadığı görülmektedir. HDP’nin kendisini sadece küçük bir muhalefet ve eleştiri gücü olarak görmesi ve bu konumda tutması doğru değildir. Belli ki rolünü ve misyonunu doğru tanımlaması ve Türkiye’nin demokratik dönüşümünün öncü temel gücü olarak kendisine rol oynatmayı bilmesi gerekir. Bu konuda dar, tutucu, etkisiz, iddia ve iradesiz olmaması, tersine demokratik çözüm ilkelerini ısrarla tüm topluma götürerek toplumun en geniş desteğini kazanması önemli ve esastır. Mevcut demokratik alternatif zayıflığının birinci sorumlusu kuşkusuz CHP Yönetimidir, ancak CHP’ye rol oynatamayan HDP de kendi sorumluluğunu görmelidir.
AKP-MHP ittifakının 31 Mart’ta yaşadığı seçim yenilgisi HDP ve CHP için çok önemli bir fırsat sunmaktadır. Başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’nin dayatan barış ve demokratikleşme sorunları HDP ve CHP için bir gelişme etkeni olmaktadır. En önemlisi de, beş ayı aşkın süredir yedi binden fazla insanın tecridin kırılması ve ülkenin demokratikleşmesi için geliştirdiği Büyük Açlık Grevi Direnişinin değiştirici gücüdür. Söz konusu açlık grevleri ve onlar etrafında gelişen halkın geniş demokratik eylemliliği, yani Tecridi Kıralım ve Faşizmi Yıkalım Direniş Hamlesinin yarattığı siyasal gelişmeler HDP ve CHP için en temel dayanaktır. Artık gerisi HDP ve CHP Yönetimlerine kalmaktadır. Birlikte doğru davranabilirlerse tarihin yapıcısı olurlar, yoksa tarih tarafından yargılanırlar.
Selahattin ERDEM/Yeni Özgür Politika