HABER MERKEZİ
Tecrit uygulaması tamiri mümkün olmayan sorunlara davetiye çıkarmaktadır. Türk devletinin bu akıldışı tecrit dayatması Kürtleri kopuşa zorlayan bir dayatmadır.
Toplumu ayrıştıran, kamplaştıran, kutuplaştıran ve nihayetinde ise muhalefeti tasfiye etmeye çalışan mevcut faşist iktidar; kendi varlığını kriz ve kaosla sürdürmek istemesinden kaynaklanmaktadır.
Tecritte ısrar etmesindeki amaç ise daha üst bir aklın devreye girmesidir. Gerilimden, gerginlikten beslenen faşist iktidar, Kürt düşmanlığını zirveye çıkararak kendisini iç siyasette konsolide ediyor.
İmralı içkence sistemi, uluslararası komplonun ardından kurulan ve uluslararası güçlerin denetiminde olan yüksek güvenlikli bir cezaevidir. Kişiye özel hukukun uygulandığı bir yerdir. İmralı işkence sistemine yaklaşımı belirleyen güçler komplocu güçlerdir.
Türkiye’ye biçilen rol ise İmralı’da gardiyanlık görevidir. İmralı’ya ilişkin politikaları belirleyen temel etken, küresel güçlerin bölgesel politikalarıdır. Kapitalist sistemin stratejik ve taktik ilişkilerine uygun şekillenmekte ve dönemsel ihtiyaçlara göre biçim kazanmaktadır. Tecrit uygulaması kapitalist sistem bölgesel çıkarları ile Türk milliyetçi ve dinci zihniyetin örtüştüğü konjonktürel bir durum kazanmıştır. Tecrit dayatması çok amaçlı kullanılan bir yöntemdir.
Korku iklimi yaratarak kendisini vazgeçilmez olarak topluma sunan AKP faşist iktidarın, ulusalcı-Ergenekoncu güçlerin, milliyetçi ve dinci kesimlerin desteğini almak için kullanılmaktadır.
Tecridin bir başka boyutu da, Kürt kartını kullanmak isteyen herkesin kendisine taraf yontmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. Tecritten medet uman çevreler ister uluslararası güçler olsun, ister faşist AKP hükümeti olsun sonuç almaları mümkün değildir.
Tecrit etrafında dönen kirli pazarlıkların faturasını Kürtlere ödettirerek yol almak isteyenler, Kürt halkına karşı insanlık suçu işlemektedirler. Kürtler elbette bu tecridi kabul etmeyecekler ve tecridin kırılması için ellerinden gelen bütün gücünü seferber edeceklerdir.
Şu gerçeğin altını çizmek gerekir ki, tecrit ile hedeflenen sadece Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi değildir, bir bütünüyle Türkiye’nin kendisidir ve Türkiye halklarıdır. Bu tecrit komplosuyla Türkiye bir girdabın içine çekilmektedir. Türk faşist iktidarı bir aymazlık içindedir. Tecridi sürdürmek faşist iktidarın işine gelse de aslında Türkiye’ye karşı kurulan bir kapandır. Faşist AKP iktidarın eliyle Türkiye’ye karşı uygulanan uluslararası bir komplodur.
Tecridin amacı ve hedefi, kapsamı ve derinliği üzerinde mutlaka durulması gerekiyor. Bu tecridin bedelini sadece Kürtler ödemek durumunda kalmazlar. Bilakis demokrasiden yana olan herkes bunun bedelini ödemek zorunda kalacaklardır. Bu gerçeklikten hareketle tecride karşı topyekün bir direnişe ihtiyaç vardır.
Tecride karşı duruşun kararlılığı İmralı’da başlamıştır. Büyük direnişin kalesi de İmralı’dır. Çözüm adı altında çürütmeyi esas alma, süreci zamana yayarak oyalama, çıkarcı yaklaşarak faşist iktidarın güçlendirmesine karşı, Kürt Halk Önderliğinin geliştirdiği tavır hesapları bozmuştur.
Önder Apo’nun tavrı, temsil ettiği halk iradesinin, devrimci demokratik muhalefet adına takınılan tavırdır. Yani, faşist AKP iktidarı ve Erdoğan diktatörlüğünün halklarımıza dayatmalarına karşı tek başına duruştur. Bu direniş kişide somutlaşmış büyük bir halk direnişidir.
Bu direniş anlaşılmadan, Leyla Güven’in öncülüğünde başlayan, giderek cezaevlerine ve yurt dışına yayılan açlık grevleri de fazla anlaşılamaz. Yani bu direniş bir önderliksel direniştir. Tecrit kırılmadan demokrasi olmayacaktır.
Tecrit aynı zamanda Türkiye’de sistemsel bir sorundur.
Tecride karşı direniş, insanım diyen ve faşizmden zarar gören her bireyin görevidir. Leyla Güven ve tüm açlık grevi direnişçileri insanlık adına büyük bir sorumluluk üstlenerek bedenlerini açlığa yatırdılar. Sonuç alınana kadar, eylem kararlılığını devam ettireceklerini defalarca dillendirdiler. Türkiye’deki halklar adına direnerek risk aldılar, eylemlere öncülük ettiler.
Gelinen aşamada ise eylemlerini bir üst aşamaya ulaştırarak ölüm orucuna başladılar. Halkın sessizliği, suskunluğu, pasifliği, eylemsizliği, yaşadıkları korku psikolojisi gibi faktörler nedeniyle açlık grevleri eylemcilerine istenilen desteği açığa çıkaramamıştır. Ölüm orucuna dönüşmesinin bir nedeni de sonuç alıcı tarza bir çıkışın yapılamamasıdır. Ölüm orucu herkese sorumluluk yüklemektedir.
Herkes sorumluluk bilinciyle hareket etmeli ve tecridi kırmalıdır. Halk sesini yükselttiğinde diktatörlüğün “kağıttan bir kaplan” olduğu görecektir.