Avrupa Birliği bünyesinde bulunan en yüksek mahkeme olan ve Avrupa Birliği hukukunu ilgilendiren konularda son sözü söyleyen Avrupa Adalet Divanı geçtiğimiz gün PKK’yi ve Kürtleri ilgilendiren önemli bir karar verdi.
HABER MERKEZİ – Avrupa Birliği Konseyi tarafından PKK’nin terörist örgütler listesine alınmasına dair kararın somut ve yeterli delillere dayanmadığını ifade eden Avrupa Adalet Divanı, birkaç açıdan PKK’nin terörist örgütler listesinden çıkarılması gerektiğini belirtti.
Bu karar her ne kadar önemli ve tarihi bir karar olsa da kararın nasıl, neden ve niye bu zamanda alındığının irdelenmesi ve anlaşılması gerekiyor.
Kuşkusuz bu karar PKK’nin ve Kürtlerin bir başarısı, verilen mücadelenin bir sonucu olarak görülmeli, bir bütünen Kürtleri ve PKK’yi kriminalize eden bu haksız, ahlaksız ve hukuksuz kararın tüm Avrupa Birliği ülkeleri ve uluslararası alanda ortadan kaldırılmasının zemini yapılmalıdır. Ancak tüm üye ülkelerden yargıçların içinde yer aldığı Avrupa Adalet Divanı’nın son derece politik bir mahkeme olduğu da gözlerden kaçmamalıdır.
Bu açıdan kararın politik yönü, ne mesaj taşıdığı ve neyi amaçladığı da tartışılmak zorundadır.
Avrupa Birliği’ne bağlı bir başka yüksek mahkeme olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çok yakın bir tarihte Halkların Önderi Abdullah Öcalan’ın İmralı’da maruz kaldığı işkenceye dair hukuksuz ve haksız bir karar vermiş, işkencenin yapıldığına dair yeterli bir kanıtın bulunmadığını ileri sürmüştü.
Bu kararın gerekçesinde soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin argümanlarını olduğu gibi tekrarlayan AİHM, İmralı’da yürütülen işkence ve tecrit politikasına destek vermiş, faşist AKP-MHP iktidarını cesaretlendirmişti.
Avrupa Adalet Divanı’nın PKK’ye dair aldığı bu kararın AİHM’in kararının hemen arkasından gelmesi dikkat çekicidir.
Özellikle de Avrupa Birliği’nin en önemli üyeleri olan Fransa ve Almanya ile uzatmalı üye İngiltere, Türkiye ile geliştirdiği son derece çıkarcı, ilkesiz ve Kürt soykırımına destek niteliği taşıyan ilişkilerini daha da sıklaştırmışken; ABD’nin PKK’nin 3 önder kadrosunu hedef gösteren ve imhasını amaçlayan bir karar alıp basında açıklamışken; Türkiye’nin başta Rojava ve Başur olmak üzere tüm Kürdistan’ı tehdit eden işgal ve soykırım saldırıları artarken, Avrupa Adalet Divanı’nın böylesi bir karar vermesi yürütülen uluslararası konsept ve Kürt soykırımı politikasının olası sonuçlarıyla bağlantılıdır.
Avrupa, bir bakıma denge politikası yürüterek yaşanan ve daha da şiddetli bir şekilde yaşanacak olan Kürt soykırım saldırılarındaki sorumluluğunu gizlemeyi amaçlamaktadır.
Halkların Önderi Abdullah Öcalan Kürt sorununun bölgesel değil uluslarararası bir sorun olduğunu defalarca dile getirmiştir. PKK ve Kürt halkının sorunun çözümünü dayatmasına karşın, başta Kürdistan’ı işgal eden sömürgeci soykırımcı rejimler olmak üzere Kürt ve Kürdistan sorununu yaratan Avrupa ülkeleri ve diğer uluslararası güçler inkar, imha ve soykırım politikalarında ısrar etmektedir.
Bu nedenledir ki Halkların Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ve 20. yılına giren İmralı işkence sistemi ve ağır tecrit politikasına ne Avrupa Birliği’nden ne de herhangi bir kapitalist modernist güçten en ufak bir itiraz bile gelmemektedir.
Bu nedenledir ki soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin on yıllardır Kürdistan’da geliştirdiği kirli savaşa karşı çıkılmamakta, hatta Türkiye’nin bu kirli savaşına ya dolaylı olarak NATO ve çeşitli kurumlar aracılığıyla ya da doğrudan Avrupa ülkeleri tarafından askeri, siyasi, ekonomik, diplomatik, hukuki vb. destek verilmektedir.
Bu nedenledir ki Kuzey Kürdistan’daki şehirler yerle bir edilirken, Sur gibi UNESCO Tarihi Miraslar listesine alınan kentler yakılıp yıkılırken, 7 aylık bebekten 70 yaşındaki yaşlılara kadar yüzlerce sivil insan sokak ortalarında vurulup katledilirken, insanlar bodrumlarda yakılırken, şehirler, ilçeler, köyler, dağlar ve ovalar ablukaya alınıp bombalanırken Avrupa Birliği ve üye ülkelerinden ciddi bir itiraz yükselmemiştir.
Bu nedenledir ki soykırımcı sömürgeci faşist Türk devletinin Rojava ve Başur’daki işgal saldırılarını çok fazla şiddetlendirdiği, yasaklanmış silah ve mühimmatlarla sivil yerleşim yerlerini, dağları bombalayarak ağır savaş suçu işlediği bir dönemde başta ABD ve Rusya gibi hegemon devletler olmak üzere Batılı güçler Türkiye ile ilişkilerini daha fazla geliştirme peşindedirler.
Sonuç olarak PKK ve Kürdistan’a yönelik geliştirilen son konspetle birlikte Kürt’ü soykırıma uğratma politikası uluslararası bir niteliğe ve desteğe kavuşmuştur denilebilir.
Kapitalist modernist güçlerin “APO’ya hayır, PKK’ye evet” veya “APO’ya ve PKK’ye hayır, Kürtlere evet” şeklinde de tanımlanabilecek son dönemlerde sergilediği tutum ve açıklamalara karşı Kürt halkı ve dostlarının cevabı “APO’suz PKK, PKK’siz Kürt, Kürtsüz Ortadoğu, Ortadoğu’suz da Avrupa ve dünya olmaz, olamaz, olmayacak” şeklinde gelişmelidir. Bu cevap başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada geliştirilecek gösteri ve etkinliklerle, meşru radikal demokratik eylemlerle ortaya konulmalı, söz konusu lanetli konsept ve bu temelde geliştirilen güncellenmiş uluslararası komplo boşa çıkarılıncaya, Halkların Önderi Abdullah Öcalan ve Kürdistan özgürleştirilinceye kadar ısrarla sürdürülmelidir.
Bu açıdan komplocu güçler ve bu güçlere ait kimi kurumların almış olduğu kimi karar ve yaptıkları açıklamalar bizleri aldatmamalı, karşı karşıya olunan tehlikeye karşı yürütülen ve daha da büyütülmesi gereken mücadelede gevşekliğe, rehavete sevk etmemelidir.
Eğer Avrupa Birliği böyle bir karar almak zorunda kalmış, soykırım politikalarındaki sorumluluğunu gizleme gereği duymuşsa; bu, Kürt halkının ve dostlarının örgütlü mücadele gücünden çekinmesinin bir sonucu olarak gelişmiştir. Bu açıdan mücadele büyütülür ve yaygınlaştırılırsa daha fazla sonuç alınacağı kesindir.
Aslolan mücadele ve direnişin büyütülmesidir, gerisi teferruattır.
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi/Alîşêr Pîran