HABER MERKEZİ
Akıl, kelime anlamı olarak; anlam ve bilince ulaşmış, öğrenilmiş alışkanlıklar ile doğruyu – yanlışı, iyiyi-kötüyü ayırt edebilme yetisidir.
Akıl ve zeka birbirinden farklı anlamlarda olsalar da bir diyalektik içerisindedirler. Akıllı her insan için zeki kavramı kullanılmaz, zeki her insan içinde akıllı kavramı kullanılmaz. Birbiri ile bağlantılı olmalarına rağmen farklı anlamları olan bu cümleler üzerine düşünür iken fark ettim, sinsi hamleyi. Akıl ve zeka sonuçlar olarak ortaya çıkmışlardır. Peki bu işin özü, aslı nedir diye araştırırken bir an da tarihin başlangıcına gittiğimi fark ettim.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın dediği gibi; “Hazineler kaybedildiği yerde aranır.”. Kapitalizmin anlam bulanıklığına koyarak, özünü gizlemeye çalıştığı durum ise akıl ve ahlak arasındaki ilişkidir.
Bir bireyde veya birey şahsında gelişen toplumda eğer ahlak ta bir değişim varsa bu doğru ve yanlışın referanslarının da değişimi olmaktadır.
Karar verme eyleminin sonucu, akıl olarak lanse edilirken, toplumun yaşam ölçülerini belirleyen ahlak’ın bu kararın alınmasındaki belirleyici rolünden oldukça uzak durdurulmaya çalışıldığımızı fark ettim.
Birey ahlakı ve bunu uygulayacağı ölçüde ise ancak o zaman akıllı olarak hareket edebilmektedir.
Toplum olabilmenin birincil ölçütlerinden biridir bir arada yaşayabilmek. Bir arada yaşayabilmek içinde ortak bir bağın, kabullerin olması gerekiyor, o zamanda devreye ahlak giriyor. Bir topluluğun toplum olarak tanımlanabilmesi için öncelikle ahlaki açıdan ortaklaşmanın olması gerekiyor. Ahlaki bütünsellik bireylerinde bir araya gelişini sağlıyor ve böylece topluluk ruh buluyor ve toplumsallaşıyor.
Ahlak çevresinde bir araya gelen topluluğun yaşamını sürdüre bilmesi için hareketlilik içerisinde olması gerekmektedir . Bu hareketliliği yaparken hem öğrenen hem de öğrendiklerini tecrübe olarak yanında kayıt etme durumu gelişmektedir. Bu dönemde öğrenilen her şey doğrudur diye bir genelleme yapmamız mümkün değildir.
Bunun için toplumsal ahlak temelli gelişen adımlar ve kabul-redler ile toplumsal akıl gelişir. Gelişen toplumsal akıl ile toplum kendini geliştirir ve varlığını sürdürür.
Devlet kavramı ise özü itibari ile anti-toplumsal yönü ile tanınmaktadır. Devletin; dili, dini, ırkı yoktur diye bir söz vardır. Bundan daha özcesi ile belirtmek gerekirse devletin ahlakı yoktur. Ahlak olan yerde devletin anlamı olmaz. Devlet kavramı boşa çıkar ve tasfiyeyi yaşar. Bundan dolayı da sürekli olarak toplumsallığın bir dinamiği olan ahlak, devlet tarafından hedef alınmakta yok edilmek istenmektedir.
Devletin karakteristik özelliğinde yer alan; hep bana anlayışı yani zorbalık, talan, katliam, düşmanlıklar üzerinden varlığını sürdürme ile devlet kendini sürdürür. Bu özellikten vazgeçince bu terör yapılanmasının gelecek kaygısı öne çıkmaya başlar. Yok olma korkusu ile her daim hareket eden devletin bir süreden sonra bu korkuyu gidermek için halklara yönelik saldırılarında sınır tanımaması ve tüm gücüyle saldırması tahmin edilebilen sonuçlardır.
Bu sebepten ötürü devlet; her zaman, kendi mutlak varlığını, sömürgesini sürdürebilmek için ne yapılması gerekiyorsa yapmaktan taviz vermeyerek ve ne tür bir zorbalığa gerek duyulursa duyulsun bunu yapmakta tereddüt yaşamamaktadır.
Bu devlet olmanın bir gerekliliğidir. Bunu yapmadığı zaman devlet olmaktan uzaklaşmaya başlar. İşte o zamanda etrafında onu yemeye hazır olan diğer devletler tarafından bir sömürge olarak ele alınır ve onun talan edilmesi plânı harekata konur ve en kısa sürede yok edilmesi için saldırılar üst üste yapılır.
Tabii tüm bunlar yapılırken esas talan edilen , sömürülen ise toplumun ta kendisi olmaktadır. Ahlak ölçülerinden yoksunlaşan bir toplumun , içinin boşaltılması ise devletin istediği forma girmesinin önemli bir aşaması tamamlanmış olduğunu ifade etmektedir.
İşte tam da bu mutlak sömürünün sağlanması ve bununla varlığını devam ettirme harekatlarının koordine edildiği akıl devlet aklı olmaktadır. İlke, etik, ahlak tanımayan, her şeyi kendinden başlatan ve bitiren bu anlayış ile yürütülen sömürge sisteminin yürütülmesini sağlayan harekat merkezinden toplumsal refleksler beklemek başlıca bir yanılgıda olmayı ifade etmektedir.
Unutmamak lazım, devlet adamı denen kişilerin en büyük ortak özelliği ahlaksız olmalarıdır. Ahlaksızlıkları oranında mevkii alan bu kişilerden ahlaklı adımlar beklememek gerekmektedir. Bu sebepten dolayı bireyden topluma doğru uzanan yolda herkesin birincil görevi toplumsal ahlakın yeniden oluşturulması ve bununla geliştirilecek neslin devlet sömürgesinden mümkün mertebe uzak tutulmasıdır. Sömürgeden uzak bir şekilde büyüyecek bir nesil demek özgür geleceği yaşayarak yaratan bir nesil demek olmaktadır.
Harun Xweza