HABER MERKEZİ- Ortadoğu toplumlarında aile kurumu ve aile olgusu bu coğrafyada yaşayan bireylerin özelde kadınların toplumsal rollerinde, ilişkilerinde genel sosyolojilerinde en büyük etki unsurudur. Herhangi bir araştırmacının Ortadoğu toplumunu ve onun sosyolojisini tanıması için başvuracağı ilk adres aile kurumudur. Bu kurum doğru araştırılmadan, sorgulanıp, irdelenmeden hiç bir sosyolojik araştırma ve incelemenin sonuç vermeyeceği açıktır. Eğer toplum anlaşılmak isteniyorsa aile kurumunun da doğru araştırılması anlaşılması gerekir. Toplum ve aile gerçekliğini birlikte ele almamızın nedeni ailenin toplumun en küçük birimi olduğu iddiasından ötürü değil aile olgusunun toplumda yarattığı değişimi etraflıca ortaya koymak içindir. Yine ailenin zihniyet şekillenmesi ve toplumsal inşadaki rolünü ortaya koymak için irdelenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Binlerce yıllık insanlık tarihinde aile kurumu önemli bir yere sahip olmuştur. Düşünce sistematiğinin, kavrayış biçiminin, ifade ve davranış tiplerinin, ilişki ve çelişkilerin şekillendiği ilk merkezdir. Toplumsal yaşama dahil olmadan bir önceki ön hazırlık okuludur. Bir bireyin bebeklik aşamasından itibaren şekillendirildiği bu kurumun zihniyet oluşumundaki rolünü değerlendirmek gerekiyor. Ailenin zihniyet oluşumundaki etkisinden söz etmeden önce bu kurumun insanlık tarihindeki geçmişi nereye dayanıyor ne şekilde ortaya çıktı bunu da belirtmek gerekiyor: ailenin tarihsel olarak milattan önce insanlığın yerleşik yaşama geçmesiyle birlikte ortaya çıktığı yapılan arkeolojik araştırmalarca tespit edilmiştir. Bilindiği üzere ailenin ortaya çıkışından önce insanların ilk toplumsal oluşumu kılandır. Klan için ilk ve en küçük toplumsal birim diyemeyeceğiz çünkü kılanın kendisi hem toplum hem topluluk olma rolünü üstlenmiş bir yapıdır. Bu anlamda klanı bir arı kovanına benzetmek de mümkündür. Bir arı kovanı gibi kendi kendine yetebilen dişi olanın yani ananın yönettiği her yönüyle özerk bir yapıdır. Tüm kılan üyeleri kutsal ananın evlatları sayılır ve korunur. Bu yapı içerisinde mülkiyet ilişkileriyle karşılaşmak pek mümkün olmuyor. Hem kılan içi ilişki biçimi hem yaşamın yerleşik olmayışı mülkiyet ilişkilerinin gelişimini sınırlamış hatta engellemiştir. Mülkiyet ilişkileri ve zihniyetini geliştirmemelerinin temelinde bu konuda ilkeli davranmaları mı yoksa yaşam koşulları mı buna ele vermedi bu tartışılabilir. Fakat zihniyet oluşumunda karşılıklı bir etkinin olduğu mümkündür.
Aileyi anlamak için bu kuruma mutlak olduğu gözüyle bakmadan önce kılan yaşamına doğru yolculuğa çıkmaya gerek var. Çünkü aile olmazsa olmaz kabilinde şekillendirilmiştir zihinlerimizde. Bu kurum bizim zihnimizde öncesi ve sonrası olmayan bir kurum, adeta tanrısal bir misyon yüklenmiştir. Bu yüzden biz bu kurumun öncesine gitmeyi gerekli görüyoruz. Bir kılanda doğup büyüdüğümüzü düşünelim, klasik bir anne baba ilişkisi yok, anne henüz evin hizmetçisi konumunda değil. Her türlü kişisel hizmetimize koşuşturan, yaşamını bize hizmetkarlık etmekle tüketmemekte, bütün bir kılanın maddi ve manevi ihtiyaçlarının temini ve sorunların çözümüyle uğraşmaktaydı. Bu düzeyde bir sorumluluk yüklenmek o dönem için kadına stratejik düşünme, yaratıcı olma ve kominallik özelliğini kazandırmıştır. Ana kadın bu düzeyde bir sorumluluk sahibiyken kılandaki çocuklara karşı duyarsız değildir. Çocuklar tüm kılana ait oldukları için çocuklar ortak büyütülürdü. Bu yüzden çocuk üzerinde bireysel bir hak talebi vs söz konusu olmuyor. Bu çocuklar herhangi bir anne ya da babanın mülkü olmuyorlar. Sadece bakıma ve yardıma ihtiyaçlarının olduğu bebeklik ve çocukluk dönemine kadar yetiştirilirler. Bu tarz bir yetişme biçimi çocukluktan itibaren kişide mülk olma ya da mülk edinme anlayışını ortadan kaldırıyor. Mülkleşmeyen birey mülkleştirmeyi de reddeder. Mülkleşme kuşkusuz kendiyle iradesizleşmeyi de getirir. İrade olamama birey olamamaktır da aynı zamanda. Birey olamayanın da yarattığı toplumsal tahribatlar kendi içinde toplumu çürütür ve tüketir. Birbirini takip eden zincirleme sorunlar, uydu kişilik ve bu kişiliklerle hastalıklı bir toplumun temelleri atılır. Tüm bu sorunlar sayıldığında bu sorunların aile ile ilişkisinin ne olduğu merek edilir. Gerçekten aile tüm bu sorunların kaynağı mıdır değil midir diye sorulabilir? Haklı olarak bu soruların sorulması ve cevaplanması gerekir.
Aile için klasik sosyolojide toplumun küçük bir yapı birimi tanımı yapılır. Halbuki aile için toplum içinde örgütlenmiş en küçük devlet ya da proto devlet de denilebilir. Ne yazık ki bizim zihnimizde şekillendirilen devlet olgusu da malesef negatif anlamlar içermekten ziyade pozitif yüklü bir kurumdur. Aileyi devlete benzetme örneğinden belki de bir çokları negatif bir anlam çıkarmayabilir fakat devlet toplum dışı örgütlenmiş, doğal toplumsal oluşum seyrine aykırı, sunni bir yapılanmadır. Bu anlamda devlet için toplum dışı bir olgu tespiti de yapılabilir. Devlet doğru tahlil edilmediğinde dışardan çok gerekli, ihtiyaç temelli inşa edildiği sanılabilir. Yani devletin toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için kurulmuş yararlı bir örgütlenme olduğu zannedilir. Esasta ise devlet toplumun maddi ve manevi değerleri üzerinde kurulmuş bu değerleri sömüren gasp eden, bu değerleri kendi çıkar zümresi arasında pay eden bir organizasyondur. Devlet kurumlaşma sistemi ve örgütlenme biçimiyle tek tip insan yarattığı için devlet içileşen bir birey kendi kişiliğinde yetenek ve kabiliyet yitimi yaşar. Bireydeki güç, yetenek ve muazzam potansiyel devletin ihtiyaçlarına göre harcanır. Devlet organizasyonunun kişiye hazırladığı kimlik, meslek, yetenek gurubuna göre kişiler sınıflandırılır. Bir birey devlet organizasyonu içinde tüm hayatı ve ömrü boyunca bazı kısmi rol ve statü sınırlarına hapsolur. Bu statülere hapsedilen bireyler modern bir kast sistemi içinde olduklarını fark etmezler. Belki eski zamanlardakinin aynısı bir kaba sınıflaşma ve klasik bir köle-serf-aristokrat sınıflarına benzer bir tabakalaşma görülmeyebilir fakat ondan daha derin bir sınıflaşma, roller benimsetilerek gerçekleştirilir. Dikkat edilirse 20. Yy ile birlikte toplumun literatüründen sınıf kavramı tabiri cahizse çaktırmadan çıkarılmış durumda. İşçi, köylü, emekçi sınıfı kavramları neredeyse literatürümüzden kaldırılmıştır. Devlet ideolojisi olan liberalizm insanlara eğer isterseniz bu sistem içinde kendi hayallerinize kolaylıkla ulaşabilirsiniz demektedir. Sanki bu sistem sınıfsız, kasıtsız, tabakasız bir sistemmiş algısı yaratılır. Tehlikeli olan da yaşanılan ama hissedilmeyen bu derin sınıf gerçeğidir. Bu anlamda devlet yarattığı sınıflaşma ve sınırlı rol kalıplarıyla toplumsal hakikati felç eder. Böylelikle kimi organları felç olmuş başı gövdeden kesik, iradesini kaybetmiş, kendi kendine yetemeyen bazı sınırlı rollerle kendisini avutan, hep dışarıdan bekleyen, dışarıya muhtaç bir toplum oluşturulur. Devletin ve ailenin toplum dışı bir organizasyon olduğunu belirtmemizin nedeni toplumda yarattıkları bu ağır tahribattır. Bu yüzden toplumlar uzun yıllar devlet yönetiminde ya da diktasında kaldıklarında ve zora düştüklerinde hep nerede bu devlet derler. Ya de devlet baba kavaramı da çok meşhurdur, bir de devlet malı deniz yemeyen keriz denilir. Bunlar aslında devletin topluma ne kadar da yabancı toplum dışı bir kurum olduğunu gösterir. Hem baba diyor hem de ondan çalmak istiyor bu bir paradokstur. Eğer bu kurum toplum nezdinde bu kadar kutsal ve değerli olsaydı her halde bu söylemler gelişmezdi. Fakat konu toprak olunca en değerli sözcükleri kullanırlar. Ana kavramı misal toprak için kullanılabiliyor.
İçerilmiş sınıf, içerilmiş kölelik ve içerilmiş roller aile kurumunda gerçekleştirilir. Aile rolleri dayatmada, rolleri benimsetmede ve sevdirmede kilit rol oynar. Her şeyden önce toplumsal cinsiyet rollerinin en başta dayatıldığı, uygulatıldığı, öğretildiği kurum ailedir. Aile bir kadına ve bir erkeğe toplumdaki yerini ve statüsünü çok ustaca öğretir. Özelde kadına daha sonra tüm aile fertlerine içinde yer alacakları hiyerarşi öğretilir. Bu hiyerarşide baba en üstte olandır. Annenin emeği basit ve küçük görüldüğü için onun bu hiyerarşide yeri çoğu feodal sistemlerde oğlundan sonra gelir. Bazen de babadan sonradır. Geriye en alt tabakada evin kızı kalır. Yani kadın olarak aile piramidinin en alt tabakalarında yer almaktayız. Sarı inekten sonra meselesi bundandır her halde. Bazen evdeki maddi olarak değerli görülen eşyalar bile bir kadının sosyal statüsünden daha illeri bir seviyede olabiliyor. Nesneden daha nesne olmak bu anlama geliyor.
Bu anlamda aile bir bireyin sosyal yaşamına başlamadan önce bireyde belli bir ilgi, algı, zihniyet ve davranış geliştirir. Rollerin, statülerin zihniyetle bir ilişkisi yokmuş gibi görülür fakat her rol bir zihin yapısı geliştirir. Her statü bir duruş, bir algı, bakış açısı ve yine bir zihniyet şekillendirir. Verili zihniyetle bireyler aile kurumu içinde zihinsel olarak felç edilir. Düşünemeyen, sorgulamayan verilenle yetinen bireyler yetiştirilir. Devlet toplumu felç ederken aile bireyi felç eder. Tolum nerede bu devlet derken birey anne ve babasını arar.
Kaynak: Yurtsever Gençlik