HABER MERKEZİ
Tekçi ulus-devlet argümanları üzerinden kurulan sömürgeci Türk devleti tarihinin en büyük krizini yaşıyor. Yaklaşık yüz yıldır izlediği Kürt soykırım politikası krizin esas sebebidir. Kurtuluş ve kuruluş süreçlerinde ortaklık düzeyinde değerlendirilen ve 1921 anayasasıyla hukuki açıdan da kabul gören Kürtler sonraki süreçlerde dışlanmış, inkâr edilmiş ve imha sürecine alınmışlardır. Kendisini oluşturan en temel asli varlıklardan birini inkâr etmek ve yok etmeye çalışmak daha baştan adına “Cumhuriyet” dense de faşist bir rejimin inşasına yol açmıştır. Sömürgeci rejim Şeyh Sait isyanından başlayarak Kürdistan’ı baştan sona yeniden işgal etmiş, kızıl ve beyaz soykırımın her çeşidini en sert ve acımasız bir şekilde uygulamış, sadece Kürt ve Kürdistan varlığını değil, adını bile yer yüzünden yazılı ve sözlü olarak yok etmek istemiştir. Özcesi Kürtlüğü tarih sayfasından ebediyen silmeyi amaçlamıştır. Her türlü asimilasyon uygulamalarıyla kültürel soykırımı uygulamıştır. Kürdistan halkı: Siyasi anlamda sömürgecilik, ekonomik anlamda açlık, işsizlik, yoksulluk ve talan, kültürel anlamda asimilasyon ve soykırım, askeri olarak da işgal konumunda tutulmuştur. Kürt halkı klasik sömürge tanımıyla bile izahı zor uluslararası sömürge düzeyinde bir statüsüzlüğe mahkûm edilmiştir.
PKK işte bu koşullarda Kürdistan’ı işgal altında tutan; dil, kültür, kimlik gibi en doğal hakların bile kullanılmasına fırsat vermeyen, her türlü insani, demokratik hak ve istemi şiddetle bastıran, inkâr ve imhada ısrar edip ve bu konuda hiçbir hukuku tanımayan sömürgeci rejimler karşısında meşru savunma hakkının kullanılması anlamında destansı bir direnişin Önderliksel bir hareketi olarak Kürtlerin yeniden tarih sahnesine çıkışını ifade etmektedir. PKK’nin direnişi sömürgeci rejimin uygulamalarını ve soykırım planlarını darbeleyip boşa çıkarmış, Kürt varlığını yeniden dirilterek özne haline getirmiş, ulusal, siyasal, sosyal ve askeri alanda bölgesel ve küresel düzeyde kabul gören, bölgenin stratejik bir gücü konumuna yükseltmiştir.
Kırk yıllık direniş süreciyle kimlik, kişilik ve siyasal demokratik kazanımları elde eden Kürt halkı bunları korumak ve geliştirmek için direnmektedir. Devlet yüzyıllık inkâr ve imha politikasından vazgeçmediği gibi Kürtlerde kendilerini var eden direnişlerinden vaz geçmemektedir. Devlet soykırımda, Kürtler’ de direnişte ısrar etmektedir. Kürtlerin direnişi iki alanda gerçekleşmektedir. Birincisi halk serhıldanların da yer aldığı demokratik siyasal alan mücadelesi ve gerillanın öncü güç konumunda bulunduğu silahlı direniştir. Direniş Kürtler için varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama bakımından hayati önemdedir.
AKP dönemiyle Kürt direnişi yeni bir döneme evirilse de gerek silahlı mücadele gerekse siyasal demokratik mücadele her alanda devam etmiştir. AKP-Erdoğan’dan önceki tüm iktidarlar PKK şahsında Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek istemiş ancak bunu başaramadıklarından kendileri tasfiye olmuştur. AKP-Erdoğan iktidarı aynı amacı farklı yöntemlerle gerçekleştirmek için işbaşına getirilmiştir. AKP’ye verilen iki esas görev vardır. Birincisi; Türkiye’yi BOP ekseninde bir model olarak Ortadoğu’da etkili kılarak küresel sermayenin çıkarlarına göre dizayn etmek. Erdoğan’ın kendisi de BOP eş başkanıdır. İkincisi; PKK’nin tasfiyesiyle Kürt soykırımını tamamlamaktır. Birincisi büyük ölçüde gerçekleştirildi. Türkiye her açıdan küresel sistemin istemine göre dizayn edildi. Bölgesel ve küresel emperyalist güçlerle tek çatışma noktası Erdoğan’ın yeni Osmanlıcılık hayalleriyle hegemonya olma sevdasına aşırı kapılması ve bazı konularda aykırı hareket etmesidir. İkincisinde başarılı olamadı, farklı yöntemlerle PKK’yi tasfiye edemeyince geçmişi çok aşan düzeyde bir savaş tarzına başvurdu.
Türk devleti Erdoğan üzerinden 3. Dünya savaşı ortamında bölgede yeni alan açma ve sınırlarını genişletmeyi hedefliyor. Kendi başına güç getiremeyen AKP iktidarına ilaveten MHP ve Ergenkoncular da bu savaş ittifakına dahil edilerek bölgede hegemon güç olmak isteniyor. Bunun önünde engel konumda gördükleri Kürt varlığını ve direnişini tümden tasfiye etmek için yeni bir savaş kararı aldılar. 2014 yılında hazırlanan “Çöktürme planı” nı devreye sokarak büyük bir savaş sürecine girdiler. “Ülkemizin doğu ve güneydoğu bölgesinde terör örgütünün bertaraf edilmesi, yerleşkelerin geri dönülemez şekilde tahrip edilmesi, yerleşim birimlerinin boşaltılması, kamu görevlilerinin bölgeyi boşaltmalarının hızlandırılması, özellikle okul çağındaki çocukların harekatın bitimine mukabelen yatılı okullara, Anadolu Liselerine ve Özel okullara yerleştirilmesi, Anayasal işleyişin bölgede olağanüstü hal şeklinde sürdürülmesi, terör örgütü ve yandaşlarının bertarafının kesin bir şekilde sağlanması için tüm imkanların seferber edilmesi,” (Çöktürme planı)
” Çöktürme planı” ile Kürdistan’da kentler yıkılıp yakılacak, on binlerce insan katledilecek, yüz binlercesi göç ettirilecekti. Anayasa, hukuk, insan hakları, basın özgürlüğü askıya alınarak, devlet güçlerine her türlü müdahale ve katletme yetkisi verildi. Tank, top ve uçak gibi ağır savaş silahlarının kullanılması öngörüldü. Davutoğlu’nun başbakanlığı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu plan 2015 yılında başlayarak yürürlüğe girdi. Yerleşim yerleri yakılıp yıkıldı, katliamlar ve göçertmeler gerçekleştirildi. Türkiye Kurtuluş savaşını kat be kat aşan büyük bir savaş sürecine girildi. AKP-DAİŞ ortak ittifakıyla 2014 Serekani savaşı, Kobani işgali, daha sonraki Efrin işgali soykırım planına göre gerçekleştirildi. 24 Temmuz 2015’te gerillaya karşı TC. Tarihinin en kapsamlı hava saldırıları yapıldı. KDP ve uzantısı ENKS ile anlaşmalar yapılarak Güney Kürdistan işgal operasyonları gelişti. Sömürgeci Türk rejiminin Rojava’yı işgal hazırlığı hala sıcak bir gündemdir. 15 Temmuz 2016 darbe tertibiyle iktidarını pekiştiren AKP-Erdoğan savaşı sınırların ötesine doğru yaydı. Irak, Suriye, Libya’ya kadar yaygınlık kazanan bir işgal ve çatışma alanı yaratıldı. Ancak soykırım rejimi işgal ettiği tüm alanlarda batağa saplandı yenildi, çöktü ve işgalci konumda görülerek kovulmaktadır. Savaş büyüdükçe içteki siyasi ve ekonomik kriz aynı oranda büyüdü ve yönetilemez hale geldi.
PKK ile savaşta devletin tüm imkanlarını kullanan AKP-MHP-Ergenekon ittifakı diğer tüm ulusalcı, ırkçı ve milliyetçi bileşimleriyle seferberlik düzeyinde Kürt direnişini bastırmak ve tasfiye etmek için uğraşıyor. Her türlü kirli savaş yöntemini denese de PKK’yi tasfiye edemediği gibi Kürt özürlük mücadelesinin Rojava Devrimi özgülünde evrenselleşmesini ve hızla siyasi ve askeri bir güce dönüşmesini de engelleyemedi. Özellikle 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Kürtlerin stratejik oylarıyla Ankara, İstanbul, Adana, gibi büyük kentlerde büyük bir yenilgi alan AKP iktidarı meşruiyetini kaybetti. Planlamalarını PKK’nin tasfiyesine endekslemiş olan AKP iktidarı böylece gerileme ve çöküş sürecine girmiş oldu.
Hem dıştaki politik, askeri ve diplomatik iflası hem de içte toplum tarafından kabul edilmez hale gelmesi rejimi sarstı ve daralttı. Zayıflayan AKP iktidarı durma yerine daha büyük saldırılara yönelmektedir. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı 19 Ağustos 2019 darbesiyle üç büyük operasyonu devreye soktu. Aynı günde üç alanda gerçekleşen saldırı soykırım planının bir halkası biçiminde gelişti. Siyasi darbeyle üç büyük belediyeye atanan kayyumların amacı toplum iradesinin gaspı ve demokratik siyasal alanın Kürtlere tamamen kapatılması ve tasfiye edilmesidir. Toplu gözaltılar siyasi soykırımın devamı ve örgütsel yapının etkisizleştirilmesini hedeflemektedir. Yoğun hava ve kara opersyonları gerillayı imhayı amaçlamaktadır. Siyasal, örgütsel ve askeri alandaki bu operasyonlar devletin Kürtlere karşı savaş politikasında ısrar ettiğini göstermiştir. 19 Ağustos darbesi aynı zamanda sömürgeci devlet aklının Kürtlere verdiği cevaptır. Sorunu savaşsız demokratik yöntemlerle çözme arayışında olan PKK önderliğine ve çağrılarına bu şekilde cevap verilmiştir. Savaşın daha da şiddetleneceği, saldırıların daha da yoğunlaşacağı görülmektedir.
AKP-MHP faşist iktidarı topluma karşı sürekli saldırı ve savaş ittifakıdır. Kürtler başta olmak üzere, demokratik güçler, kadınlar, gençler ve emekçilere karşı faşist saldırlar gerçekleştirmektedir. Sadece Kürtler değil, Kürdistan da başlayarak tüm ülkeye giderek tüm bölgenin işgalle teslim alınması hedeflenmiştir. AKP-MHP iktidarı saldırıyı durdurduğu an çökeceğinden bu saldırılara dayanarak ayakta kalıyor. Sürekli saldırıları içinde olması çok güçlü olmasından değil çok zayıflamış, çökmekte olduğundan kaynaklanıyor. Çökmemek için bu saldırıları yapıyor. AKP artık meşruluğunu yitirmiştir, yönetemez düzeye gelmiştir. Gerici her türlü faşist zoru uyguluyor olmasına rağmen toplum artık AKP faşizmini ve yönetimin kabul etmemektedir. Kendi içinde de parçalanmayı yaşayan AKP iktidarı çöküşün yarattığı hissiyatla daha fazla hırçınlaşmakta ve saldırganlaşmaktadır.
MİT Tarafından Örgütlenmiş Birkaç Kiralık Aile Üzerinden Nemalanan Devletin Acizliği
AKP’nin İçte ve dışta bir çöküş sürecine girdiği, HDP’nin başlattığı kayyumlara karşı direnişlerin süreklileştiği ve büyüyerek yayıldığı, AKP iktidarının devlet kurumlarındaki hırsızlıklarının deşifre edilerek itibarsızlaştığı, AKP’nin parçalandığı ve yeni partilerin ortaya çıktığı, milyonlarca üyesinin istifa ettiği tam da böylesi bir süreçte Mit tarafından örgütlenen ve HDP Amed il binası önünde oturtulan aileler gündeme sokularak özel savaş medyasınca bolca işlenir hale geldi. Hemen ertesi gün Vatan partisi denen özel savaş şubesi aynı yerde provokasyon yapmak istedi. Bazı faşist dernekler destek ziyaretlerinde bulunacaklarını açıkladı. Özel savaş kurumları ve Metiner-Miroğlu işbirlikçi ajan kişilikler “Mağdur ailelere destek” şeklindeki açıklamalarıyla bu planın kime ait olduğunu açığa çıkartmış oldu. Kuşkusuz bu gelişmeyi özel savaşın bir faaliyeti biçiminde ele almak gerekmektedir. Bazı planlara dayalı geliştiği anlaşılmaktadır. Zira devletin teşviki ve özel korumasıyla gerçekleşen bir durumdur.
İktidar güdümlü aileler ve bunların destekçileri HDP şahsında Kürt Özgürlük Mücadelesini hedeflemektedir. Bu anlayış ve yaklaşımları bilmek ve çözümlemek doğru tavır ve mücadele açısından önemlidir.
1-) Türk özel savaş rejimi son yıllarda Kürt Özgürlük hareketine karşı teknik ve istihbarat araçlarını en yoğun biçimde kullanmaktadır. İstihbarat faaliyetlerinin en temel yönü yurtsever kitlenin düşürülmesine yöneliktir. Özellikle mücadeleye yakın yurtsever çevre içinde seçilen aile ve kişilerin düşürülerek ajanlaştırılması ve mücadele karşıtı haline getirilip kullanılması MİT’in en önemli çalışmasıdır. Mücadelenin başlangıcından bu yana aileleri Harekete karşı kullanma özel savaş rejiminin stratejik bir faaliyeti olmuştur. Sistem bazı aileleri ajanlaştırmış ve kendisine hizmet eder hale getirmiştir. Aileleri yüzünden esir edilip idam edilen, tutuklanıp hala zindan da bulunan, pusulara düşürülüp infaz edilen arkadaşlarımız olmuştur. Önderlik bu aile olgusunu objektif ajan ve düşmanın en küçük birimi şeklinde tanımlamıştır. Genelde bilinçsizce düşmana hizmet etsede sonuç değişmemektedir. Bilerek ya da bilmeyerek düşmanına fayda sağlamak düşmanla iş birliği içinde olmaktır. Özel savaş rejimi bu stratejik faaliyetlerden kısmi sonuçlar elde etsede mücadelenin önünü kesememiş ve yurtsever halkın hareketle olan bağını koparamamış ve buluşmasını engelleyememiştir. Yurtsever aileler üzerinde yürütülen politikalar özel savaş rejimi için stratejik bir çalışma alanı olmaya devam etmektedir. Amed ’teki söz konusu aileleri de özel savaş faaliyetleri kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Söz konusu olan AKP-MİT tarafından kandırılmış ya da ajanlaştırılmış bir aile provokasyonudur.
2-) Özellikle gençler faşist baskılar nedeniyle nefes alamaz duruma getirilmiştir. Dolayısıyla farklı mücadele arayışında bulunmakta, daha radikal bir mücadele alanına ulaşmak istemekte ve gerillaya katılım sağlamaktadırlar. Ordusuyla, ajanıyla, polisi ve istihbaratıyla gerillaya katılımı engelleyemeyen sömürgeci rejim aciz kalınca bunu birkaç aileyi istismar ederek gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu durum bile devletin çaresizliğini ve güçsüzlüğünü gösteriyor. Aileler gerillaya katılımın önünü almak maksadıyla psikolojik savaşın birer malzemesi durumunda kullanılmaktadır.
3-) Maddi çıkar karşılığı kiralanan birkaç aile üzerinden kirli bir senaryo hayata geçirilmeye çalışılıyor. Gerçekte mağdur eden terörist Türk devletidir. Hakikat buyken “Örgüt mağduru” gibi sahte gündemlerle sömürgeci rejim ve iktidarı AKP aklanmaya çalışılıyor. Kürdistan’da yaşanan tüm kayıpların, acıların, katliamların sebebi devletin Kürtlere uyguladığı soykırımdır. Dağlara çıkışında, zindana girişinde, on binlerce insanın kaybedilmesinin de ve anaların akıttığı gözyaşlarının da sebebi Türk devletinin ve onun hain işbirlikçilerini Kürt halkına uyguladığı zulümdür. Hesap rsorulacak yer devlettir. Kara propagandayla istismar edilen aileler üzeri bu konuda da muğlaklık yaratılmaya çalışılmakta ve hakikat çarpıtılmaktadır.
4-) Aile provokasyonunun bir amacı da gerçek barış annelerinin misyonunu, konumunu tartışmaya açarak itibarsızlaştırmaktır. 25-30 yıldır her cumartesi Galatasaray meydanında ve Diyarbakır’ da çocuklarının akıbetini ve kemiklerini arayan, her türlü saldırı ve hakarete maruz kalan Cumartesi ve Barış annelerini bir kez bile haber konusu yapmayan ve görmezden gelen özel savaş medyası ve işbirlikçi kişilikler devlet eliyle organize edilen birkaç aileyi gündemden düşürmediğine göre neyi amaçladıkları bellidir. Sözde yazar-çizer ve aydın geçinen bazı kişiliklerin Özgürlük Hareketini ve devleti aynı düzlemde ele alması, bağlı olarak provokasyon ailelerini Barış Anneleriyle eş tutması, aynı derecede değerlendirmesi anlayışlarının ne kadar çarpık olduğunu göstermektedir. Sömürge sistemiyle göbekten bağlı olup ondan beslenen bu çevreler AKP şahsında Kürdistan’da meşruluğunu kaybederek çökmekte olan sömürge sistemini aklama ve ayakta tutma çabası içindedirler. Devletin her türlü zulmüne, yok etmesine, katletmesine ve savaşına karşı en zor koşullarda bile barış talepleriyle devlete karşı direnmiş, işkence ve zindan görmüş yurtsever Barış annelerini provokasyon aileleriyle bir tutmak kendini bilmez sahtekâr ahlaksızların en başta barış annelerine yaptığı büyük hakaretidir. Bu kişilikler adaletten, vicdandan, ahlaktan ve yurtseverlik duygularından yoksundurlar.
5-) Bu süreçte hâkim kılınmaya çalışılan bir anlayışta uzun süredir siyasi alanda varlık gösteren sağ liberal ve orta yolcu anlayıştır. Bu anlayış daha çok devrimci halk savaşına karşı geliştirilen liberal ve orta sınıf anlayışıdır. Bu anlayışın özü Kürdistan’da alternatif olarak gelişen Demokratik Halk Çizgisinin tasfiye edilmesi, revize edilip içi boşaltılarak sisteme entegre edilmesidir. Sömürge rejimini biraz esneterek kendine rant alanı yaratma bu anlayışın temel politikasıdır. Bunlara göre Kürdistan’da artık radikal mücadelenin zamanı geçmiştir. PKK, gerilla gibi olgular zamanını doldurmuştur. Bu kesimler Kürt ve Kürdistan’daki mücadeleyi, kazanımları değerlendirirken bile PKK ve gerilla adını telaffuz etmemek için özel bir çaba sarf ederler. PKK ve gerilladan ne kadar uzak durulursa ve ne kadar az bahsedilirse devlet düzeyinde o kadar çok kabul görülür ve demokratik gelişim sağlanır gibi büyük bir çarpıtma ve tehlikeli bir duruş içindeler. Bu kesimler sömürgeciliğin aşılmasını hedeflemediklerinden onunla yaşamayı tercih etmektedirler. Radikal mücadeleye en sert şekilde karşı çıkan bu kesimler kendini yeri geldiğinde her iki tarafa da yaranmaya özen gösteren çıkarcı ve oportünist bir karaktere sahiptirler. Devlete hiçbir zaman tavır almaz ve bağlarını kopartmazlar. Yeri geldiğinde “örgüt mağdurları” sahtekarlığına sarılan bu kesimler devlet saffında yer alarak Kürdistan’da radikal bir mücadelenin gelişmesine karşıdırlar. Büyük bir utanmazlık, nankörlük ve ahlaksızlık için de olan bu oportünist kesimler Kürdistan devrimin yaratıcısı olan Önderliğin, PKK ve gerillanın hakkını vermeden bolca Kürtlükten, özgürlükten, demokrasiden ve çözümden bahsederler. PKK yokmuş, bunca değeri PKK yaratmamış, hala etkili ve belirleyici değilmiş, faşizme karşı en büyük direnişi PKK-gerilla vermiyormuş gibi konuşurlar. Bunun adına da politika derler ve bunu tüm topluma yaymak isterler. PKK ile sömürgeci devleti aynı değerde ele alan, aynılaştıran bu tehlikeli ve sapkın anlayış Kürdistan ve Türkiye devrimi önündeki en büyük engellerden biridir.
6-) Kürtler büyük bedeller karşılığında direnerek demokratik siyasal kazanımlar elde etmiştir. Kürt demokratik siyaseti egemen sitemin imkanlarıyla değil devrimci mücadeleyle yaratılmış bir gelenekten gelmektedir. Varlığını da bu şekilde sürdürecektir. HDP geleneği de bu ilkeler üzerinde var olmuştur. HDP Kürdistan ve Türkiye halklarının demokratik ittifakına dayanan toplumsal ve siyasal bir yapıdır. Demokratik toplum gerçeğine dayanır. HDP bir sistem partisi değildir, onun alternatifidir. HDP’yi sistem içileştirmek demokratik mücadele çizgisini tasfiye etmektir. HDP’yi demokratik direniş geleneğinden koparmaktır. Devletin ve liberal çevrelerin gerçekleştirmek istediği budur. Demokratik halk çizgisinden kopararak iktidar ve devletçi sistem için düzenlenmiş hukuk normlarına hapsetmek, dizginlemek ve teslim alarak sistemin bir parçası haline getirmedir.
7-) Erdoğan iktidarının barış ve uzlaşıya değil savaşa, kaosa ve şiddete ihtiyacı vardır. Bu bağlamda ne kadar çok toplumsal bunalım, iç çatışma, çelişki, provokasyon ve kaos yaratılırsa kendisi için o kadar faydalıdır. Güney’de nasıl ki, Kürtler arası bir savaşı çıkartmak istiyorsa, Kuzey’de de Kürtler arası bir çatışmayı yaratmak ve ulusal birliğini kırmak istiyor. Ailelerin kullanmasının bir nedeni de budur. İktidarın aşırı baskılamasıyla oluşan toplumsal tepki ve öfkeyi bu şekilde kanalize ederek kullanmak ve yararlanmak istemektedir. İktidara yönelecek tepkileri gündem çarpıtmasıyla demokratik kurumlara çevirmekte ve bunun üzerinden rant sağlamaktadır. Böylece hem toplumsal örgütlülüğü zayıflatmış olacak hem de tepkileri bertaraf ederek parçalanmış toplum sayesinde hiçbir yasa ve hukuk tanınmayan olağanüstü yönetimle iktidarını engelsiz bir biçimde yürütmüş olacaktır. Saldırılar sadece HDP ile sınırlı kalmayarak AKP iktidarına muhalif olan, eleştiren kişiler, kurum ve demokratik güç çevrelerini de kapsayacaktır. Saldırıları boşa çıkartmak ve AKP faşist iktidarını aşmak ancak daha fazla direnişle mümkün hale gelecektir.
😎 19 Ağustos kayyum darbesine karşı HDP Öncülüğünde gelişen ve yaygınlık kazanan demokratik bir direniş söz konusudur. Faşizmin toplumda yaratmak istediği yılgınlık, korku ve pasiflik bu direnişler sayesinde aşılmaya başlandı. Kürdistan ve Türkiye de birçok kesimin ortak eylemlikleri gelişiyor. Korku perdesi yırtılarak demokrasi bloku etrafında en geniş anti faşist ittifak istemi açığa çıkmış, başlangıç olarak zayıfta olsa ortak eylemlere dönüşmüştür. Bu durumdan büyük ürküntü duyan AKP iktidarı tehditler savurarak yeni kayyum ve saldırıların sinyalini veriyor. HDP’yi kriminalize ederek komplo ve özel savaş yöntemleriyle etkisizleştirmeyi ve kapatma gerekçesi sayacak sahte suç delilleri yaratmak istiyor. Söz konusu aileler bu amaçla HDP’ye yönlendiriliyor. Yönlendirilen aileler etrafında yaratılan gündemin bir amacı da HDP üzerinde baskı oluşturarak, demoralize etmek ve eylem gücünü kırarak pasifleştirmektir. HDP ile aynı demokrasi cephesinde bulaşmak isleyenlere “bunlar teröristtir, bulaşmayın sizi de cezalandırırım” mesajı veriliyor. Aileler bilinçli veya bilinçsiz bu kirli oyunlar için bir araç olarak kullanılıyor.
Sonuç olarak: Aileler belki de yurtsever olup farkında olmadan devlet tarafından kullanılmaktadır. Ancak böyle olsa bile bu aileler bir an önce onursuz tutumdan vazgeçmelidir. Eğer yurtsever değil ve bilinçli düşmana hizmet ediyorsa o zaman teşhir edilmeliler. Anne ve aile duygusu ve sevgisi yüceltiyor ve toplumsal değerlere yöneltiyor ve özgürleştiriyorsa değerlidir. Anne ve aile sevgisi düşürüyor, alçaltıyor, teslimiyete, ihanete yöneltip ve düşmana hizmet ettiriyorsa o zaman değersizdir onun reddedilmesi gerekir. Aileler kendini kullanılmaktan çıkarmalı ve ulusal değerlerine uygun hareket etmelidir. Tepkilerini savaşta, ölümde ve acıda ısrar eden devleti yöneten iktidar partilerine yönelterek kapılarına dayanmalıdırlar. AKP iktidarından çocuklarının akıbetlerini sormalı ve savaşa karşı durmalılar. Evlatlarını gerçekten seven aileler bunu yapar. HDP savaşın ve dağa çıkışların nedeni değildir ve olamaz. Bu sorumluluk devletin ve iktidarın olduğuna göre hesap sorulacak yerde devlettir ve hükümettir. Savaş sona ererse çocuklarında dağa çıkmasına gerek kalmayacak ve ölümler yaşanmayacaktır. Gerçek bu kadar açıkken, sorumluları yanlış yerde aramak ya aldanmışlığı ya da kötü niyetliliği ve ajan faaliyetlerini ifade eder. Bu ailelerin varsa cesaretleri ve eylem güçleri savaşın ve ölümlerin kaynağı olan işgalci devlete karşı kullanmalılar.
Kürdistan da aile ve insan ilişkilerinde geleneksel tarzlar büyük oranda aşılmıştır. Aile ilişkileri de olsa biyolojik bağlardan çok ulusal ve siyasal bağlar belirleyici hale gelmiştir. Öyle ki bir ailede bir fert gerilladayken diğer bir fert düşman askeri veya korucusu olabiliyor. Bir fert demokrat, diğeri faşist olabiliyor. Bu açıdan Kürdistan’da aile bazılarının dediği gibi kutsal değildir. Sömürgeciliğin asimilasyonundan fazlasıyla payını almış, ulusal değerlerine yabancılaştırılmış ve adeta düşman karakoluna dönüştürülmüş bir aile gerçeği vardır. Ailenin demokratik dönüşümü PKK ile başlamıştır. Hala dönüşmeyen ve sistemle bağını koparmayan toplumsal kesimler bu ailelerin toplamından oluşmaktadır. Dolayısıyla aile olgusu ele alınırken yurtsever demokratik ölçüleriyle çözümlenmelidir. Devlet zulmüne baş kaldırmış, halk ve vatan savunması için dağa çıkmış gençleri suçlayanlar yurtsever Kürt ailesi olamazlar. Faşizme karşı direnme hakkını kullandığı için kendi evlatlarını reddedenler gerici ailelerdir. Halkının ve ailesinin onur ve namusunu savunmak için direnmeye karar vermiş gençler için HDP’yi suçlayanlar Kürt aileleri olamazlar. Barış için devlete karşı eylem ve baskı yapmayanlar, çocuklarının gerillaya katılmasını bahane ederek HDP’yi suçlayanlar savaş taraftarlarıdır ve gerçekte çocuklarını sevmiyorlar. Barış değil savaş taraftarıdırlar. Para ve başka bir çıkar karşılığı onurunu satanlardır. HDP savaş değil barışın ve çözümün partisidir. Gerçek anne ve babalar çocuklarının ölmemesi için savaşı sürdüren devlete karşı barış mücadelesini yürütenlerdir. Binlerce çocuğu kaybedilmiş, öldürülmüş, zindanlara kapatılan halkının acısını hissetmemiş, ses çıkarmamış aileler sıra kendisine gelince tepkilerini iktidar yerine kendi soyuna yöneltenler büyük bir ayıp ve çarpıtma içindeler ve düşmana hizmet etmektedirler. Kürdistan’daki tüm kötülüklerin nedeni olan düşman saflarında yer almak onursuzluktur, kimliksizliktir, kendi evlatlarına yapılan en büyük hakaret ve kötülüktür.
Gerçek yurtsever Kürt aileleri çocuklarının özgürlük saflarına katılmasına değil, düşmanına hizmet etmesine karşı duranlardır. Bizim gerçek yurtsever Kürt annelerimiz özgürlük mücadelesinin neferleridirler. Zindan kapılarında, direnişin sembolleri Cumartesi anneleriyle, şehitliklerde, dağ eteklerinde, sokaklarda direniş halinde olup direnen, çocuklarına haklı davasında her koşulda desteğini ve dayanışmasını göstermiş, ülkesine sevdalı, Önderliğine, halkına bağlı onurlu ve gururlu analardır. Ömrü boyunca haberini alamadığı, bir parçasını bile bulamadığı, bir gün çıkıp gelecek hayaliyle beklediği evlatlarının anısına ve davasına bağlı kalan fedakâr ve cefakâr annelerdir. Bizim analarımız sokaklarda devlet tarafından coplanan, hakaret edilerek yerlerde sürüklenen, 70-80 yaşlarında zindanlara kapatılan, aylarca morglarda evlatlarının cenazelerini bekleyen ama asla ve asla onurundan ve şerefinden taviz vermeyen direngen duruşlarıyla eli öpülesi analarımızdır. Bizim annelerimiz zulümlere, alçaklıklara ve düşmanlıklara karşı beyaz tülbentleriyle barışı haykıran, merhametli, başkasının acılarını kendi acısı gibi hisseden barış melekleridir.
Yurtsever Kürt anneleri faşizme ve onun her türlü işbirlikçilerine karşı bir milim bile geri adım atmaksızın cesaret dolu yürekleriyle zorba AKP devletine karşı direniş alanlarında eksik olmuyorlar. AKP faşizminin irade ve öz yönetim gaspına karşı her gün alanlarda özgürlüklerini haykırıyorlar. Gençler, kadınlar, emekçiler ve faşizmin her türlü saldırısına maruz kalan tüm toplumsal kesimler anti faşist cephede annelerimizle bir araya gelerek daha fazla cesaret ve daha fazla direnişle birleşirse işte o zaman AKP-MHP iktidarının sonu gelecektir.
Dıjwar SASON
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi