HABER MERKEZİ –
En son NATO’nun 70’inci kuruluş yıl dönümü vesilesiyle Londra’da yapılan liderler zirvesine YPG/YPJ güçlerinin terörist olarak tanınmasına dönük dayatmalarının başarısız kalması önemli bir gerçeği de ortaya çıkardı. O da Erdoğan’ın Türkiye’nin jeo stratejik değerini NATO’da eski gibi pazarlayamayacağı olması.
Peki, bu durum Türkiye’nin NATO nezdinde değerinin kalmadığı anlamına mı geliyor? Elbette öyle değildir. Ancak yeni düşman Çin olunca Türkiye’nin jeo stratejik değerindeki düşüşü de beraberinde getirmiştir. İkincisi AKP-MHP hükümetinin kendi iktidar çıkarlarını NATO çıkarlarının önüne koyması ve S400 füzelerinin alımından aktif hale getirilmesi Türkiye için olmasa da AKP-MHP hükümeti açısından eski değerinden önemli bir düşüşü beraberinde getirmiştir.
Londra’daki liderler zirvesinde önemli çatlaklarla birlikte Çin’in ortak düşman olarak sonuç bildirgesine yazılması söz konusu olsa da, sonuç bildirgesine yazılmayan ama kimi çatlaklarla birlikte AKP-MHP hükümetinin eski değeri kalmadığına dönük ortak bir fikrin oluşmasıdır. NATO’da sorun çözen değil, sürekli NATO’ya sorun taşıyan ve NATO müttefikleriyle karşı karşıya gelen bir Türkiye. Özellikle Erdoğan’ın, “NATO için bir yük ve tehlikeli sularda yüzen bir müttefik tanımı” Türkiye’de farklı hükümet arayışlarını beraberinde tetiklemiştir.
Bu görüşe katılmayan Trump hükümeti ise AKP-MHP hükümetinin Rusya’dan kopartılması ve İran karşısında önemli rol oynayabileceğini düşünerek desteğe devam edilmeli fikrini öne sürse de NATO içinde genel bir kabule dönüşmemiştir. O nedenle Erdoğan NATO’dan istediği sonucu alamamıştır. Aynı şekilde Güvenlikli Bölge için ekonomik ve siyasi destek arayışını İngiltere, Fransa ve Almanya ile yaptığı toplantı da sonuçsuz kalmış, ancak bir sonraki toplantılar da tartışma kararı kopartılarak bu güçleri ikna için zaman kazanmıştır.
NATO’da yaşanan bu hezimeti değerlendiren AKP-MHP hükümeti Kürtlerin varlığını kendi iktidarları açısından varlık yokluk sorunu olarak görmesinden kaynaklı son MGK toplantısında içerde ve dışarda aşılması gereken temel güç olarak ele almıştır. O nedenle birinci önceliğini YPG/YPJ güçlerini tehdit olarak gösterip NATO’nun 5. Maddesini işletme kartını öne sürerek pazarlık arayışını sürdürmek isteyecektir. Diğer ise içeride HDP’yi etkisiz hale getirmek için baskı ve soykırım operasyonlarını artırma, Davutoğlu ve Babacan ekiplerini geri çektirme için baskı ve şantaj geliştirme, bunlar sonuç almıyorsa yıpratma yoluna gitme.
AKP-MHP hükümetinin bütünlüklü olarak durumunu ele aldığımızda başta Suriye politikası olmak üzere birçok alanda kaybettiğini görmekteyiz. Suriye gerçeğinde tam bir işgalci pozisyonda kabul görmektedir. Bu durum sadece Kürtler açısından yapılan bir tanımlamanın ötesinde başta Suriye rejimi olmak üzere birçok Arap ülkesi ve toplumu bir işgal politikası olarak ele almaktadır.
Avrupa Birliği mülteci şantajından kaynaklı istenilen tepkiyi bütünlüklü ortaya koyamasa da Türkiye’yi daha fazla sırtında taşımak istemediğini her fırsata ortaya koymaktadır. En son Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye’ye dönük İŞİD ile ilişkilerini ortaya koyması gelinen aşamayı göstermektedir. Aynı şekilde Trump hükümeti tarafından destek görse de, ABD Senato Dışişleri Komitesi, Temsilciler meclisinden Erdoğan ailesinin mal varlığını da kapsayan Türkiye’ye dönük yaptırımları içeren yasa tasarısını büyük çoğunlukla kabul etmesi ABD’nin Erdoğan hükümetine bakış açısını ortaya koymaktadır. Özellikle kabul edilen yasa tasarısının ismi oldukça manidar. “ABD’nin ulusal güvenliğini sağlama ve İŞİD’in geri gelmesini önleme’.
Rusya Türkiye ilişkilerine bakıldığında ise tamamen çıkara dayalı ve koşulludur. AKP-MHP hükümetinin en son Libya’ya geçici hükümetiyle Akdeniz deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasıyla hem Rusya’nın ve hem de Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı karşısına almıştır. Bu durum başta İtalya ve Fransa olmak üzere birçok ülkeyi daha sorunun içine çekecektir.
Ortadoğu’da ise Türkiye’nin siyasi ve diplomatik durumu tam bir bela konumundadır. Kimsenin görmek istediği yüz Erdoğan’ın yüzüdür. En etkili Arap gazetelerine bakıldığında Ortadoğu’yu tekrardan işgal etmek isteyen yeni Osmanlıcı bir güç olarak tanımlanıp ele alınmaktadır. Katar ve KDP dışında sorunlu olmadığı bir ülke ve örgüt yok gibidir. Kimi ilişkiler olsa da bu ehvenişer dinelecek zorunlu ilişkilerdir. İŞİD, Cephetun Nusra ve tabi ki, İhvan-i Müslümin arkasındaki güç ve temsilcisi olarak kabul görmektedir.
İŞİD, Cephetun Nusra ve İhvan-i Müslümin’e dayalı Ortadoğu’da terör örgütlemesi üzerinden politika yürütme dönemi tüm Ortadoğu ülkelerini karşısına almaya götürmüştür. Gelinen aşamada bir iki ülke ve örgüt dışında Ortadoğu’da eskisi gibi terör ihracına dayalı politikaya karşı bu ülkeler bir araya gelmektedir. En nihayetinde Suudi, Birleşik Arap Emirlikleri BAE, Mısır gibi ülkeler buna karşı durmaktadır. Bu terör örgütlerine karşı en etkili mücadele eden YPG ve YPJ güçleriyle görüşmekte ve destek sunmaktadır. Aynı şekilde en son NATO toplantısında Trump’un Türkiye’ye ısrarlı destek arayışına rağmen Avrupa ülkelerini ikna edememesi; Türkiye’nin Avrupa’ya terör ihraç etme, mültecilerle şantaj yapma politikalarına karşı dur demeleri gelinen aşamanı bir sonucudur.
AKP-MHP hükümetinin yarattığı krizler bir süre iktidarda kalmasına yetse de gelinen aşamada bumerang etkisini gösteren krizler kendisini vurmaya başlamıştır. Türkiye artık krizleri yönetememektedir. Krizler birer birer geri dönerek AKP-MHP hükümetini bitirmektedir.
Etme bulma dünyasının diyalektiği en çok de Erdoğan hükümeti gerçeğinde ortaya çıkmıştır. Suriye, Akdeniz, Libya, Irak ve tabi içerde yaşadığı ekonomik sorun AKP-MHP hükümetini her geçen gün biraz daha bitişe taşımıştır.
Özellikle çözülme aşmasına gelinen Kürt sorununu çözüp büyüme yerine, soykırım ve bastırma politikalarına ağırlık vermesi, buna karşı Kürtlerin şimdilik tabandan doğru birleşmeye yönelmesi AKP’ye olan Kürt desteğini kesmekle kalmamış, aynı zamanda önümüzdeki erken bir seçimde eskiden olduğu gibi iktidarı belirleyen olması Erdoğan’ı çileden çıkaran temel nirengi noktası olmuştur.
Uluslararası ve bölgesel olarak yaşanan siyasal diplomatik kayıplar, ekonomik kayıpları beraberinde tetiklemiştir. Bu yönüyle AKP-MHP hükümeti önümüzdeki süreçte dışta kimi arayışlarını sürdürse de yüzünü daha çok içe dönecektir. Çünkü AKP bölünmeyle karşı karşıyadır. Bu ölünmenin sonucu olarak, Türkiye’deki siyasal yaşama iki yeni parti katılacaktır. Bu partiler AKP içinden çıksa da MHP’yi de etkileyecektir. Her iki partiden de önemli oranda oy kopartacağı gerçeği dikkate alındığında içerde ve dışarıda AKP’nin siyasi ve ekonomik muslukları önemli oranda kesilecek ve rant ayakları kopacaktır. O nedenle AKP-MHP’nin eskiyle rağmen daha fazla başta HDP olmak üzere tüm siyasi muhalefetin üzerine giderek iktidarını korumaya çalışacağı kıyasıya bir mücadele süreci olacaktır. Mücadelenin sıcaklığının kışın soğukluğunu yeneceği kesin olsa da, baharın kime açacağını bekleyip göreceğiz.
Amed PİRAN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi