HABER MERKEZİ- Miraç URAL yazdı
“Tarihler 6 Mart 2025’i gösteriyordu. Bugünün ve yarının ağır geçen süreçleri Alevilerin ayaklanmasını ve buna karşı HTŞ yönetiminin kanlı kıyımlarla Alevileri susturmaya çalıştığına tanıklık ettik.
Zalim HTŞ, Alevileri doğramaya başladı. Silahsız savunmasız insanlar evlerinde, köylerinde topluca katliama maruz kalarak öldürüldü. Ölü sayısı kimi yerlerde topluca 100-120 kişinin katledildiği; farklı alanlarda 60-70, 150 kişinin imha edildiği belirtiliyor. Bu ilk belirlemelere karşın son durumda bizlere ulaşan ölü sayısı korkunç boyutlara vardı, 7000 ( yedi bin) kişiyi aştığı belirtilmektedir.
Kıyım şöyle bir yol izledi. 4 Mart’ta Lazkiye’nin Datur denilen mahallesinde bu çapulcu HTŞ terör çetelerinin kıyımıyla başladı. Datur mahallesi yoksul Alevilerin oturduğu mahalledir. Mahalleye topluca “siz Alevileri katledeceğiz, barınaksız bırakacağız” nidalarıyla giriş yapan çapulcular 4 insanı katlettiler; 15 yaşında olan bir gencin yanı sıra bir kadın ve kucağında bir çocuk. Bu kıyımın hiçbir nedeni, hiçbir gerekçesi yoktu. 5 Mart’ta HTŞ çeteleri Cable kırsalındaki Beyt Aana köyü (bu köy ünlü komutan Süheyl Hasan’ın köyüdür) sakinlerinden bir genci silah kaçakçısı olduğu iddiasıyla tutuklamaya geldiler. Halk bu gencin sorgulanmasına itirazı yoktu, itiraz gencin nereye götürüleceği üzerinde tartıştılar, genci bu tartışmada katletiler. Halk bu haksız katliama büyük tepki gösterdi. Bunun üzerine köy gençliği bölgeye destek olarak gönderilen cihatçı sefilleri kurşun yağmuruna tuttu. Ölü sayısı 13 oldu. Böyle başlayan tartışmaların ardında terör şebekeleri helikopterle ve Şahin droneleri ile köyü taramaya başladı. Ölenlerin sayısı belli olmadı ama gençler ayaklandılar ve çatışmalar aldı başını gitti. Gözü dönmüş olan bu cihatçılar önlerine geleni öldürdüler. Çatışma öyle bir boyut aldı ki durması mümkün olmayan bir hale ulaştı.
HTŞ çeteleri ve başında yer alan katil Colani, ortamı sakinleştirmek yerine karşı saldırı çağrısı yayınladı. Bu çağrıyla herkesin silah alarak sahile akın etmesini istedi ve bu oldu. “Nefir sam” (genel seferberlik) çağrısına cihat adıyla Türkistani, Çeçen ve Uygur teröristleri sağda solda savunmasız insanları katlederek, yağmalama ve ganimet toplayarak, katliamlara yönelerek Sahil bölgesini istila etmeye başladılar. Sahil Alevilerin merkeziydi, bu merkezin topyekün katli için emir verilmişti, Colani aslına dönmüş, Alevi katliamları için elinden geleni ardına bırakmamıştır.
Çağrı “Fulul el Esad” adıyla Esad kaçkınlarını kovalayıp katletme çağrısıdır. Esasında ortalıkta Esad diye bir şey kalmamıştı. Hiç bir Alevi Esad’la ilgili zerre kadar sağlıklı bir düşünceye sahip değildir. Ekmeğine aşına bakan yoksul emekçi Aleviler hiç kimsenin adamı olmayacak kadar yalın haldeler. Ancak iktidarı ele geçirmiş olan bu soytarı terör çeteleri ısrarla Esad temasını işlemekte bir beis görmemektedir. Camilerde durmadan tekrar eden ” Esad kaçkınları” söylemiyle kendilerini meşrulaştıracaklarını sanıyorlar. Bu çağrı Alevi bölgelerinde acımasız tarzda tekrar ediyordu; Kırfeys, Safita, Beyt Aana, Muhtariye, Şir, Baniyas, Barmaya, Hay el Kusur, Ayn L’ Arus, Kırdaha, Ceble, Humus, Tartus ve adını yazmayacağım tüm Alevi köyleri ezilmeye çalışıldı. Bilinmesi gereken şey Alevi halkının hakları için savaştığıdır, hiç bir şekilde ne dün ne de bu gün Esadçı olmadı. Aleviler örgütlendikçe, kavgaya atıldıkça sadece kendi adına bu mücadeleye katılmaktadır.
Aleviler Esad döneminde ezildiler, örgütsüz kaldılar, ne dini bir mercileri oldu ne de siyasi bir yönelimleri gündeme geldi. Esad dönemi Alevilerin en kötü dönemiydi, bu şimdiye kadar da sürmektedir. 54 yıllık Esad rejimini yıktığı iddiasında olanlar Alevilerin bu rejimde hiçte kolay yerde olmadıklarını biliyorlardı. Hiçbir hükümette etkin yerleri olmadı, hiç bir müessesede etkin yer almadılar. Orduda bile komutanlıkları çok geriden gelmekteydi. Aleviler Esad döneminde bir hiçtiler, o kadar. Esad yönetimi Sünni bir yönetimdi, devlet Sünni bir devletti, yıkılan Esad’ın Sünni iktidarıdır. İnsanları aldatmak üzere düzenlenen “Fulul el Esad”, Esad kaçkınları koca bir yalandan ibaretti.
Terörist HTŞ’nin seferberlik çağrısı tüm Suriye için geçerliydi. Böylece Sahil şeridine koşu başlayınca geride boşluklar oluşacaktı, Türkiye bu boşlukları kapatmak ve ana amacı olan Suriye’yi parçalayıp yutmak için aynı anda 6 Mart’ta dev askeri konvoylarıyla Suriye’ye giriş yaptı. Her olayda Türkiye merkezli gelişmeler yaşanıyor. Çünkü esas sorun Türkiye’dir. Türkiye 2011’i takip eden yıllardan itibaren Suriye’yi parçalayıp bölmek için her olayda merkezi bir rol oynadı. Şimdi de aynı rolü oynamaya devam etmektedir. Erdoğan Türkiye’si ahlaksızlığın, iki yüzlülüğün daniskasıdır.
Aleviler onurluca yaşamayı tercih ettiler. Ekmek ve aş için hayatta kalma mücadelesi verdiler, onları ne Esad’ın iktidarı ne de başka bir şey enterese etmemiştir. Bu sürecin farkında olan Kürtlerden şeyh Mazi bu gerçeği bilenlerdendi, Alevilerin onurlu olduklarını, kimsenin peşinden sürüklenmeyeceklerini iyi biliyordu. Colani’ye çağrısı da bu boyuttaydı. O, “Aleviler kimsenin oyuncağı değildir, temiz insanlardır, birlikte yaşama mücadelesine katılmak isteyen insanlardır” diye tanıyordu. Ancak Şam’daki iktidar, HTŞ bu çağrıyı kaale almadan genel mücadele çağrısını onaylıyordu. Önüne geleni tepeleyecek olan bu çağrı binlerce savunmasız insanı topluca mezara gömdü. Bu hayasız çağrı Alevilerin tarihinde kapanması güç olan bir süreç açmış oldu. Bizler HTŞ canilerinin iktidarı almadan önce 12 toplu katliam yaptıklarını biliyoruz, bu canilerin dün gibi bugün de acımasızca kıyıma yöneldiklerini görüyoruz.
Alevilere yönelen bu toplu kıyım karşısında ben bir kez daha önceki yazılarımda da dile getirdiğim gibi, Kürt kardeşlerimizle dayanışma içinde olmaları gerektiğini söylüyorum. Kürtler bu konuyu ciddi bir biçimde ele almışlardır, sıra Alevilere gelmiştir. Rojava önemli bir dayanak oluşturmaktadır. Her açıdan yeterli olan Kürt elinin tutulması ve bu yolda birlikte yürünmesi gerekmektedir. Artık bu zalim kıyımdan çıkış ve yeni atılımlar için federasyon çağrılarına sarılmamız gerekmektedir. Federasyon için Alevilerin Kürtlerle, Dürziler ve diğer azınlıklarla omuz omuza yürümeleri hayati önem taşımaktadır.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika