HABER MERKEZİ
Türkiye’de toplumsal ve siyasal sorunlar diz boyu. Öyle ki ekonomik olarak bir çöküş, ruhsal olarak günlük olarak cinnet geçirmeler, kutuplaşma, fakirleşme, işsizlik derken giderek şiddetlenen siyasal sorunlar. Gelişen savaş ile artan bir diktatörlük, diktatörlük ile birlikte toplumu açlığa mahkûm eden bir silahlanma, bununla da yine her yere savaş ihraç ederek ayakta kalan bir milliyetçilik. Milliyetçiliğin ayakta kalabilmesi için kutuplaştırma, ekonominin savaşa endekslenmesi, silahlanma derken daha fazla ekonomik çöküş ve açlık sınırında seyreden bir ülke. Ülke derken halkın açlık sınırına çekilişi ve bir avuç talancının ise daha fazla zenginleşmesi.
Buna siyaset bilimcileri Kriz diyor.
Krizi, iktidar -özelde MHP ve Ergenekon ile geliştirdikleri ittifak ile birlikte- savaşla çözmek istiyor. Savaşın geliştirilebilmesi için toplumun motive edilmesi gerekiyor. Toplumun desteğini almadan geliştirilecek bir savaşın her zaman iflas demek olduğunu bilen aynı güçler, bunun için daha fazla milliyetçilik silahına, hamaset siyasetine ve toplumu manipüle etme yöntemlerine başvurarak ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Böyle bir siyasetle Türkiye’nin giderek daha fazla kutuplaştığı, ruhsal olarak bölünerek çok daha fazla enerji kaybettiğini ise herkes görüyor. Türkiye bu siyasetle sadece enerji kaybetmiyor, günlük olarak giderek daha fazla bölgede tecrit edilerek Türkiye’yi tehlikeli limanlara doğru sürüklediğini söylemek ise bir kehanet olmuyor. Özcesi, sıklıkla iktidar güçlerin dile getirdikleri Bekaa Sorunu yani gelecek sorunları her geçen gün biraz daha gerçek oluyor. Ve Türkiye gerçekten de bir Bekaa Sorunu’na doğru yuvarlanıyor.
Türkiye’nin durumu bu iken geliştirilmesi gerekli olan siyaset ne olmalıdır?
Bahçeli ve Perinçek’in kuyruğuna takılan Erdoğan siyasetinin ne olduğu görülüyor. Yapılan zamanında Enver, Talat ve Cemal Paşa’ların yaptıkları ile tıpa tıp örtüşüyor. Turanizm ile Türklüğün bulunduğu her yeri ele geçirebilmek için öncelikli olarak milliyetçilik hatta ırkçılık geliştiriliyor. Bu siyasetin diğer bir özelliği ise birinci dünya savaşı gerçekliğini yani kaos durumunu da fırsat bilerek kaybettikleri coğrafyaları ele geçirerek, yeniden geçmişte yaşadıkları sözde Büyük Osmanlılık yerine Büyük Türkizmdi ki, bunun da diğer bir adı savaşa yüklenmek olmuş. Bu siyasetle Osmanlının parçalandığı ise bugün herkes biliyor.
Dikkat edersek Bahçeli-Erdoğan-Perinçek ve benzer kafaların esas aldıkları siyaset yine bu siyasettir. Bunun için Türkiye’de geliştirilen savaş çığırtkanlığıdır. En iyi savaş çığırtkanlığının ise bir günah keçisi seçmekle olduğunu bize dünya tarihi gösteriyor. Enver ve Talatların günah keçileri; Ermeni, Süryan-Keldaniler, Rumlar ve Kürtler iken, Bahçeli-Perinçek-Erdoğan’ın günah keçileri ise Kürtlerdir. Özelde de özgür Kürtlerdir. Bunun için nerede bir Kürt kazanımı varsa, İspanya Boğa’sı gibi saldırmaları bundan. Ancak bilelim ki bu topraklarda Kürtlere yönelen her türden Türk Milliyetçiliği aynı zamanda Türkiye’nin demokratlarına, farklı renklerine ve farklı düşünenlere de yönelecek bir milliyetçik olmak zorundadır. Çünkü her farklı düşünüş ve duruş sonuç itibariyle milliyetçiliği bölen, zayıflatan ve geriye çeken bir rol oynayacağı için, Kürtlere düşmanlık yapacak olanlar Türkiye’nin her rengine düşmanlık yapmak zorundadırlar. O kadar tekçiliğin geliştirilmesi, bir diktatöre bile verilmeyen yetkilerin bir kişiye verilmesi hep bu gerçeklerle bire bir bağı bulunmaktadır.
Daha dün tümden birbirine düşman gibi görünen Bahçeli ile Erdoğan, Perinçek ile Erdoğan ve benzerlerinin bir potada buluşmalarının nedeni işte bu ortak akıldır. Bu ortak aklın hedefi savaş ve başka topraklara göz dikmek iken, ideolojik gıdaları milliyetçilik ve ırkçılıktır. Bunun diğer adı ise faşizmdir.
Böyle bir siyasete karşı geliştirilmesi gerekli alternatif siyaset ne olmalıdır? Alternatif daha fazla milliyetçilik olabilir mi? Milliyetçiliğin ve ırkçılığın orijinali dururken kim sahtesine tevessül eder? Nitekim sıklıkla Bahçeli’nin milliyetçilikle yol almak isteyenlere sorduğu bi soru sürekli bu olmuyor mu?
Milliyetçilik üzerine kurulu siyasetlerin ne yazık ki bir tuzağı bulunuyor, herkesi -hem de kimi zaman farklı düşünenleri bile -teslim alma tuzağı. Milliyetçi olmayanlar bile milliyetçiliğin tuzağına düşerek sözde toplumu kazanma adına milliyetçilik yapma tuzağı!
Ancak bilelim ki Türkiye’de bir alternatif olunmak isteniyorsa, milliyetçi söyleminin dışına çıkarak çözümler aranması gerekmektedir. Milliyetçi çözüme baş vurdukça iktidarın çizdiği siyaset çeperinin dışına çıkmak mümkün değildir. Bu ise dolap beygiri misali hep bir şekilde boyuna geçirilmiş boyundurukla sürekli aynı şekilde kör bir dairinin etrafında dönüp dolaşmaktır.
Ne yazık ki, bugünkü muhalefetin yaşadığı tam da bu gerçekliktir. Dikkat edersek, iktidar Güney Kürdistan’a karşı bir saldırı gerçekleştirdiğinde ilk önce savaşa evet diyen bu muhalefettir. Bir yerde bir asker öldüğünde, bu savaşı ve ölümü sorgulamadan destek sunan ve sahiplenen yine bu muhalefettir. Kürdistan’ın herhangi bir yerinde karşı bir askeri hamle başlatıldığında askerin yanında ilk elden yer alan yine bu muhalefettir. İktidar herhangi bir şekilde bir milliyetçilik söylemi geliştirdiğinde ilk destek sunan yine hemen bu muhalefettir.
Bunun bir siyaset olmadığı, siyasetsizlik olduğu ortaya çıkan tabloda görülmektedir. Yapılan tüm seçimleri-son yerel seçimler dışında tutulursa- hepsini iktidar hem de bu muhalefete karşı büyük bir farkla kazanmıştır. İktidardaki Erdoğan’ın büyük bir demagog ve bukalemun olduğu doğrudur. Sıkılmadan yalan söylediği de doğrudur. Dini korkunç çirkin bir şekilde kullandığı da. Ancak Erdoğan’ı en çok ayakta tutanın muhalefetin siyaset tarzı daha doğrusu siyasetsizlik tarzı olduğu ise açık değil midir? Nitekim buna benzer bir söylemi Erdoğan sarf etmedi mi?
Dikkat edilirse yıllardır ilk kez muhalefet ayrı bir siyaset tarzına İstanbul’da baş vurdu ve bunun sonuçları Türkiye’de sarsıcı oldu. Özelde bir şekilde iktidarın ve iktidarı tahrik ederek yönlendirenlerin milliyetçiliklerinin tuzaklarına düşmeden yürütülen İstanbul seçimleri büyük bir başarıyı ortaya çıkardığı gibi birçok farklı çevreyi de mobilize ederek faşizan ve tekçi yapıların yüzlerine bir tokat gibi inmesinin nedeni bu gerçekliktir.
Genelde yerel seçimlerde ancak özelde de İstanbul seçimlerinin diğer seçimlere ve yine diğer siyasetlere farkı kesinlikle, az biraz da olsa Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın milliyetçilik tuzaklarına düşülmemiş olmasıdır. Muhalefet milliyetçilikten uzaklaştıkça Türkiye’nin yüzde 50’isini değil giderek Türkiye’nin yüzde 80’ine de hitap edebilir. Kimse yurtseverliğe bir şey demez ancak milliyetçilik başkalarını yok etmeye dayalı bir siyaset olduğu için birleştirici değil her zaman ayrıştırıcıdır. Konjonktürel olarak gelişmelere yol açsa da –Hitler’de görüldüğü gibi- uzun erimde her zaman parçalayıcı ve bölücü bir ideolojidir.
Sözü uzatmadan, muhalefet hem gerçek bir muhalefet ve hem de var olan partilere ve siyasetlere karşı gerçekten bir alternatif olmak istiyorsa, siyaset tarzını değiştirerek milliyetçilik ve savaşın karşısında yer alarak tüm halkları ve renkleri kapsayacak bir zenginliğe kendini kavuşturmalıdır.
Aksi taktirde olacak olan hep bir şekilde dolap beygiri gibi yerinde dönüp dolanma olacaktır.
Kasım ENGİN/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi