Efrîn’i işgal girişimini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Altun, hiçbir güce bağımlı olmadan kendi çizgilerinde mücadeleyi sürdürdüklerini ve temel müttefiklerinin demokratik güçler olduğunu söyledi.
HABER MERKEZİ-NÛÇE CIWAN
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, “Rusya Kürtleri sattı” veya “ABD Kürtleri sattı” söyleminin yanlış olduğunu, çünkü Kürt Özgürlük Hareketi’nin ne Rusya ne de ABD ile böyle bir ilişki ve ittifakının olmadığını söyledi. Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi çizgisi olduğunu ve buna göre mücadele ettiğini belirten Altun, “Bizim temel müttefikimiz uluslararası demokratik güçlerdir” dedi.
https://www.youtube.com/watch?time_continue=45&v=OBI0aCAJPiM
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Rıza Altun, Türk devletinin Efrîn’i işgal girişimi ile Rusya ve ABD gibi aktörlerin tutumu ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin duruşu hakkında ANF’ye değerlendirmelerde bulundu:
“Suriye’nin durumunu çok iyi anlamak gerekiyor, özellikle de Şam’daki yönetimi. Şam 5-6 yıldır çok yoğun bir savaş içerisindedir, Suriye çok ciddi bir savaş içerisindedir. Suriye yönetimi kendi başına ayakta duramaz duruma geldiği için daha çok İran, İran ile bağlantılı Hizbullah, esas olarak Rusya’nın oraya gelmesiyle birlikte daha farklı bir durum aldı. Yürütülen savaşta bu güçlerin rolleri çok belirgindir. Yine mevcut rejimi ayakta tutan temel güçler de bunlardır. Bunların içerisinde Rusya uluslararası bir güç olarak önemli bir rol oynuyor. Rejimi ayakta tutan, yıkılmasını engelleyen ve hatta onu gelecekte de yine iktidar yapma stratejisiyle hareket eden bir konumdadır. Böyle olunca büyük ölçüde Suriye’deki rejim çok bağımsız, kendi başına hareket etme kabiliyetine sahip değildir. Öncelikle bunun kesinlikle bilinmesi gerekir.
Şu sorgulanabilir; mevcut Türkiye ile Rusya’nın geliştirmiş olduğu ittifakta Suriye’nin gerçek anlamda yaklaşımının ne olduğu hala belirgin değil, bu tartışma konusudur. Ama şu da kesindir; Suriye’den habersiz Rusya’nın da bunu geliştirdiği kesinlikle söylenemez. O zaman şöyle bir durum söz konusu; muhtemelen Rusya temel bir rol oynadı bunda, rejimin ne kadar istekli olup olmadığı kuşkulu, İran’ın bu konudaki yaklaşımları da çok kuşkulu, değerlendirmeyi gerektiren bir belirsizlik içesindedir. Ancak bunların Rusya’nın koymuş olduğu tutum karşısında tavır alabilme gücü de yoktur. Onun için meseleye oradan başlamak hem sorunu anlamak açısından hem de belirleyicilik açısından istediğimiz sonucu vermez. Benim kanaatime göre Rusya’nın bunda çok temel belirleyici bir rol oynadığını, Suriye’nin ise bu duruma çok kaygıyla baktığını, bunun kendisi için sakıncalarını çok dikkate alarak, böyle bir durumdan haberdar olmasına rağmen, bütün kaygıları ile birlikte Rusya’nın baskılarına karşı sessiz kalmak zorunda kaldığı gibi bir değerlendirme yapılabilir.
MUTLAK OLAN RUSYA’NIN SURİYE’DEKİ HEGEMONYASIDIR
Meseleye esas Rusya cephesinden bakmak gerekiyor. Rusya’nın Suriye’deki varlığı çok önemli bir pozisyondadır. Fakat Rusya’nın kendi kendisinin değerlendirilmesi gerekir. Rusya, oldukça pragmatik, günlük çıkarlara dayalı bir siyaseti yürüten bir güç olmakla birlikte bir de bölgesel rekabeti de dikkate alan bir siyaseti öngörüyor. Bu siyaseti ön görürken Suriye’deki mevcut siyaseti; esas olarak kesinlikle rejimi korumak, Esad rejimini korumak yani Suriye’deki ulus devlet sistemini korumak ve burayı kendisi için bir merkez haline getirerek eskiden beri var olan stratejik üslerini korumak ve bu bağlamda Ortadoğu’da politika yapmanın bir merkezi olarak öngörüyor. Suriye rejimini ayakta tutmak onun için çok önemlidir. Fakat bu Suriye rejimini aşan, Esad’ı da aşan bir yaklaşımdır. İlla bunun Esad’la aşılması mutlak değil. Orada mutlak olan Rusya’nın kendisinin Suriye’deki hakimiyeti ve hegemonyasıdır. Bu perspektif ile hareket ediyor. O zaman hem Suriye’de bir güç haline gelip bunu Ortadoğu’da bir hegemonyaya dönüştürmek hem bunu pragmatik ilişki ve çıkarlarının bir hareketi haline getirmek hem de burada eline geçirmiş olduğu imkanlarla bölgesel rekabeti, uluslararası çelişkilerde oynayabileceği kadar bu alanla oynamak Rusya’nın elinde siyasi bir durum olarak ortaya çıkıyor. Rusya, Suriye’ye geldiğinden beri böyle bir siyaset izliyor.
RUSYA KÜRTLERİ REJİME ENTEGRE ETMEK İSTİYOR
Kürtlerle ve özellikle YPG ile ilişkilerinin meselesine baktığımız zaman; Rusya geldiğinden bu yana belli kontakları, belli ilişkileri olsa da esas yaklaşımı bu çerçevededir. Mümkün olduğu kadar Kürtleri, Kürt Özgürlük Hareketi’ni, oradaki Kürtlerin geliştirdiği mücadelenin tümünü alıp düzene entegre etmekti, düzene peşkeş çekmek gibi bir siyaset güdüyordu. Bu siyaseti DAİŞ olduğu sürece, DAİŞ’e karşı, Nusra’ya karşı mücadelenin keskin olduğu dönemde karşı karşıya gelmeye çok fırsat sunmuyordu. Bir biçimiyle bir uğraş olarak gelip dayanıyordu fakat YPG’nin bu konudaki ilkeli yaklaşımı, özgürlükçü tutumu çok net olduğundan kaynaklı bu konuda herhangi bir sonuç elde edilemiyordu. Fakat DAİŞ’in tasfiyesinden sonra Rusya’nın hem uluslararası çelişkilerin kızışması hem de Suriye’nin giderek bir siyasi statüye evrilmesinde Rusya yeni bir duruma girdi. Bu durum ise Kürtleri mümkün olduğu kadar en zor, en kaldırılmaz durumlara mahkum ederek Suriye’ye entegre etmek gibi bir siyaseti günlük siyaset haline getirdi. Bu onu Türkiye ile ilişkilenme noktasına götürdü. Türkiye ile ilişkilenmesi hem ona bir takım ticari avantajlar sundu, uluslararası çelişkilerde Türkiye’yi kullanma gibi bir koz ortaya çıkardı hem de Türkiye ile Kürtleri sınırlayıp Türklerden almış olduğu destekle, Türk kartını da kullanarak kurulabilecek Suriye rejimi üzerinde kendisini güç haline getirebilecek. İran karşısında da kendisini güç haline getirebilecek bir pozisyona getirmeye çalıştı.
SURİYE BÖLÜNEBİLİR
Efrîn’in bu dönemde gündemleşmesi bundan kaynaklanıyor. Ancak bu çok tehlikeli bir politikadır. Belki görüntüde konjonktürel olarak belli bir cezbeden yanı olabilir. Türkiye’yi kullanma biçimi, Türkiye’yi Suriye’de kendisi için bir yedek güç haline getirip bunu Suriye ve İran rejimine karşıda bir taktik unsuru olarak kullanma girişimi bir hegemonya için çok çekici olabilir ancak bu durum uzun vadeli baktığımız zaman Suriye’de kaosu çok daha derinleştiren ve giderek Suriye’nin bölünmesine yol açabilecek bir siyasetin yolunu açmak anlamına da geliyor. Mevcut politika devam ettirilirse özellikle Fırat’ın doğusu ve batısı biçimindeki bir bölünmenin ortaya çıkması ve bu bölünmenin giderek Suriye’yi üç-dörde bölebilecek bir siyasi ve askeri gelişmeye yol açabileceğini unutmamak gerekiyor. Rusya bu konuda çok tehlikeli bir pozisyon içerisine girdi.
RUSYA, TÜRKİYE İLE İTTİFAK İÇERiSİNDE
Rusya, eğer olumlu bir yaklaşım içerisinde olsa, demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynayabilir. Kendi çıkarlarını bu demokratik birleşim içerisinde ifade etmenin imkanlarına da kavuşabilir. Ancak bunu değil de tersini yapmaya kalkışırsa, o zaman büyük bir sorun haline gelebilir. Suriye’de eski savaşı kat kat aratabilecek bir savaş düzeyine getirmesi gibi bir durum söz konusu olabilir. Onun için şu anda Rusya Türkiye ile bir ittifak içerisindedir. Türkiye ile ittifakını anlamak istiyorsak, Bir; Türkiye’nin NATO içerisinde ve Batı Bloku ile olan ilişkilerinin çelişkili halini çok iyi kullanıp oradan uluslararası düzeyde avantaj sağlamak için Türkiye’yi kullanıyor. İki; Suriye’de hâkim olabilmek için özellikle de doğabilecek Suriye rejimi, İran ve Hizbullah karşısında daha etkin ve baskın bir güç haline gelmek için Türkiye ile girmiş olduğu ilişkilerini Suriye’de kurulacak siyasal rejimdeki hegemonyası için kullanmak istiyor. Üç; Suriye’yi daha çok eski üniter ve ulus devlet sistemi ile kendi elinde tutmak için demokrasiden çok merkezi ulus devlet ve totaliter rejimi öngördüğünden dolayı da Kürtlerin ve diğer halkların özgürlüğü ve onların demokrasi taleplerini mümkün olduğu kadar sınırlayarak kendi hegemonyasını daha geniş tutmak isteyen bir siyaset güdüyor. Rusya’nın yaklaşımı budur ve bu yaklaşımı sürdürmesi halinde bunun çok ciddi sonuçlarıyla karşı karşıya gelecektir. Ve bunun sonuçlarının bedelini hem Türkiye, hem İran, Hizbullah, hem Suriye rejimi, hem Kürtler hem de kendisi bütün bunları yeniden nasıl bir düzene kavuşturacağı düşündürücüdür. Tabi bu da meçhul bir olaydır.
ABD GÜNÜ BİRLİK BİR SİYASET YÜRÜTÜYOR
ABD’nin durumu da aslında çok farklı değil. Bu konuda yanlış algı ve değerlendirmeler var. ABD’nin başından beri yürütmüş olduğu bir Ortadoğu politikası var. Özellikle Rojava’da, Suriye’de yürütmüş olduğu bir politika vardır. Rojava ve Suriye’de yürütmüş olduğu politika bütün bölgede yürütülen politikanın adeta merkezi pozisyondadır. Bu merkeze şimdiye kadar DAİŞ oturtulmuştu. ABD bu konuda eskiden beri Ortadoğu’da var olan ilişkileri var. Türkiye ile diğer devletlerle, bölge devletleriyle ilişkileri var. Bu ilişkiler bağlamında da düşünürsek ABD’nin Ortadoğu’da ne yapmak istediği çok net değil. Ortadoğu’da ne yapmak istiyor? ABD daha çok günü birlik siyasetlerle kendi gerçeğini ortaya koyuyor. İşte Irak’ta bir sorun var o sorun temelinde, Güney Kürdistan’da bir sorun var o sorun temelinde, Rojava’da bir sorun var o sorun temelinde, işte Ortadoğu’da DAİŞ sorunu var DAİŞ sorunu temelinde bir yaklaşımla süreçte kendisini sürekli gösteriyor. Bunun stratejik olarak ne yaptığı çok belli değil. Sadece olaylar karşısında tutumunu ortaya koyuyor ki bu da çok çıkarcı, pragmatik bir tutumdur. Rojava’daki tutumda odur. DAİŞ’e karşı mücadelede özellikle PYD’nin öncülüğünde DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleye değer verilmesiyle birlikte, giderek büyüyüp QSD ile örgütlenmesiyle ABD’nin gözünden kaçmayan bir gelişme oldu. DAİŞ’e karşı mücadelede prestij edinmenin en iyi yolu bu güçle ilişkiye girmektir.
Fakat bu güçle girebilecekleri ilişkileri, stratejik ve taktik boyutuyla düşündüğümüzde ABD’nin bu güçle stratejik ilişkiye girmesi mümkün değil. Ancak taktik, konjonktürel ilişki kurabilirdi bu da ne ile olabilir? DAİŞ’e karşı mücadelede sınırlı bir ilişki ve statü çerçevesinde hareket etme, bakıyoruz ilişkiler gerçekten de bu bağlamdadır. Ama bu ilişkileri Suriye sorununun siyasi çözümünde nasıl ele alındığının önünde hiçbir tavrı ve tutumu yoktur. Hatta bu konuda inkarcı bir konumdadır. Cenevre görüşmelerinin başını ABD ve ABD’nin temsil ettiği blok çekmesine rağmen kesinlikle Kürtlerin öncü hareketi olan YPG’yi de çağırmıyor. Peki, taktik açıdan DAİŞ’e karşı mücadele eden, temel taktik ilişkisini neden Suriye sorununun çözümünde Cenevre’de siyasal bir güç olarak kabul etmiyor. Bu bile meseleyi anlamamız için yeterli bir yaklaşımdır.
ABD TAHRİK ETTİ
Bu şu anlama geliyor; konjonktürel olarak bazı taktik ilişkilere girilmiştir, karşılıklı al-verler yapılmıştır, karşılıklı çıkarlar söz konusudur. Ama siyasal proje bakımından kesinlikle stratejik anlamda bir bağlantı kurmanın imkanının olmadığı bir ilişki düzeyinden söz ediyoruz. Bu ilişkiden söz ederken de o zaman şöyle bir durum ortaya çıkıyor; ABD burada kendi eski ilişkilerinden vazgeçmiş değil, Türkiye’nin bütün agresif yaklaşımlarına, hakaretçi yaklaşımlarına, bütün tehditlerine rağmen, ABD gibi dünya üzerinde egemen bir hegemonya sus-pus olmuş karşısında, kedi gibi sessiz bir vaziyettedir. Her türlü hakareti sineye çekecek kadar sessiz kalmaktadır. Bu bize neyi gösterir; bu bölge devletlerinin temel alan bir stratejiyi almak istediğini gösteriyor. O zaman Rojava ve Suriye’deki konumu şöyle değerlendirilebilir, Suriye’deki varlığı kalıcı olacaktır ama bu kalıcılığı taktik olarak YPG ve QSD ilişkilerinde sürdürmek isterken, esas sorunun çözümünü daha çok uluslararası ilişkilerde ve bölgedeki devletler sisteminde sorunları çözmede bir strateji sahibi olduğunu insan rahatlıkla anlayabilir.
Onun için ne yapıyor? Şu anda Suriye de siyasal çözüm süreci gelişmeye başladığı halde herhangi bir siyasi çözüm hem Rusya tarafından, hem ABD tarafından ortaya konulamıyor ve daha çok geliştirmek istediği projeler ortamı daha da karıştıran, savaşı daha da körükleyen bir boyut kazanıyor. Onun içinde mevcut Rusya’nın Türkiye ile geliştirmiş olduğu ilişki ve Efrîn’e müdahalesinde ben ABD ve Rusya arasında bir ilişkinin olduğunu düşünüyorum. Rusya ABD’ye rağmen, ABD’nin bilgisi dışında Türkiye’nin bunu yaptığını düşünmüyorum. Özellikle de ABD’nin bu konudaki ortaya çıkan tahrikçi tutumunu da göz önüne getirdiğimizde bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tahrik neydi? Durduk yerde oradaki hiç kimseye sormadan, oradaki güçlerin bile haberi olmadan, nereden sızdığı belli olmayan, 30-40 bin kişilik bir ordunun kurulacağının, ortamı provoke eden, tahrik eden bir çağrıdır. Bu nerden çıktı, nasıl çıktı, kim söyledi belli değil ve burada tahrik edilmiş bir ortam ve hemen sonrasında bunu geri çekti. Hemen arkasında Efrîn operasyonu başladığında Efrîn bizim operasyon sahamızın dışındadır, bizim oraya müdahale etmemiz söz konusu değildir demekle Türkiye’yi adeta davet etmiştir. Yani çok ahlaksız bir yaklaşım söz konusudur.
DANIŞIKLI DÖVÜŞ İÇERİSİNDELER
Şimdi Reqa operasyonunda Efrîn’de 2-3 bin kişilik bir QSD gücü Efrîn’den kalkıp Reqa ve Dêrezor’a gittiği halde, onlarla birlikte savaştığı halde “Efrîn bizim operasyon sahamızın dışındadır diyerek “oraya adeta Rusya’nın politikasına onay vermek, Türkiye’nin Efrîn’e girmesine onay vermek gibi bir siyaset yürütüyor. Burada farklı söylemler olsa da kesinlikle danışıklı bir dövüş içerisindedirler. Nasıl ki, Rusya sürekli Kürtleri düzene entegre etmek istediyse, sürekli PKK’nin tasfiyesi, YPG’nin tasfiyesi ekseninde bir siyaset ve ilişki güttüyse Amerika’da benzeri bir siyaset yürütüyor. Amerika bir yandan YPG ile ilişki kurarken, YPG’nin üzerinde kurmak istediği hakimiyeti, tamamen kendi çizgisinden saptırılmış bir YPG, daha çok ilişkilerini ret eden, tamamen işbirlikçi düzeye düşmüş, ilkel milliyetçi, ulus devletçi ve milliyetçi bir çizgiye getirmenin çok yoğun bir tehdidi ve şantajını yürütüyor. Aynı Rusya gibidir. Rusya nasıl ki bunu yapıyorsa, Amerika’da bunu kendine yapıyor. Bunu daha çok PKK ile ilişkilerini sorgulayarak, onların Türkiye ile ilişkilerini daha çok talep ederek ve benzeri birçok şeyi dayatarak oradaki hareketi kendi çizgisinden saptırmaya çalışıyor. Bu her iki gücün yaklaşımı böyledir. Bu iki gücün yaklaşımı böyle olunca doğal olarak bunların bağlaşıkları da bu siyaset temelinde bir yaklaşımı ortaya koyacaklardır.
AB’NİN YAKLAŞIMI DA AMERİKA’NIN SİYASETİ İLE ÖRTÜŞÜYOR
Yaklaşım nedir? Baktığımız zaman uluslararası koalisyonun, ABD’nin mevcut tutumunun devamı biçiminde bir siyaset izliyor. Şu anda buna ters düşen yoktur. AB’ye baktığımız zaman, AB’nin yaklaşımı da Amerika’nın yaklaşımı ile örtüşen bir yaklaşım içerisindedir. Tek tek ülkelerin farklı söylemleri olsa da özde ise aynı yaklaşımlardır. Örnek vermek gerekirse, İngiltere bu konuda çok kötü bir pozisyondadır. Adeta Kürtleri ve YPG’yi hedef gösteren bir pozisyondadır. Açık açık hedef gösteren bir pozisyondadır. Uluslararası koalisyonun içerisinde olmasına rağmen, şimdiye kadar YPG ile taktik ilişkiler sürdürmesine rağmen, DAİŞ’e karşı birlikte savaş yürütmesine karşı şimdi YPG’yi neredeyse Türkiye ağzıyla değerlendirebilecek bir ifadeye kavuşmuş ve bu Türkiye’nin işgalini hak gören bir yaklaşımı vardır. Bu Türkiye’yi cesaretlendiriyor. Bu Amerika’nın siyaseti ile örtüşüyor. İngiltere’nin böyle yapması akabinde Hollanda’nın açıklaması benzerdir. Hollanda zaten diyor ki “biz YPG’yi başından beri beğenmedik.” Yaptığı açıklamaya göre “biz beğenmedik ve ilişki de kurmadık” diyor. Yalan söylüyor. Uluslararası koalisyon güçlerinin hepsinin QSD ile taktik ilişkileri vardır. Hepsinin görüşmeleri ve ilişkileri vardır. Bu gün böyle bir çıkış Efrîn operasyonuna çanak tutmaktır. Türkiye’nin de bu konuda geliştireceği bir operasyonuna desteklemek demektir. Fransa ve Almanya’nın tutumuna baktığımız zaman farklı söylemler var gibi bir pozisyona girseler de aslında özünde Türkiye’ye karşı bir itirazlarının olmadığı, daha çok ekonomik ve silah ticaretinin çıkarlarını da göz önüne getirerek bir yaklaşım gösteriyorlar. Özellikle de Fransa’nın yaptığı çok nettir. Önce hemen Türkiye ile füze anlaşmaları yaparak, ekonomik anlaşmalar yapıp, milyar dolarları cebe indirdi ve hemen arkasından sanki Türkiye’nin operasyonuna karşıymış gibi bir görüntü vererek, ardından da Türkiye’yi haklı çıkaran açıklamalarla üstünü örttü. Almanya’ya baktığımız zaman Türkiye ile o kadar çelişkisi olmasına rağmen, tank ticaretini yeniden gündemleştirmek vb. ilişkilerle Türkiye karşısındaki tutumunu ortaya koymuştur.
ORTAYA ÇIKAN SONUÇLAR
Buradan çıkaracağımız sonuç nedir? Çıkaracağımız sonuç şu; Bir, Suriye’de DAİŞ’in yenilgisi ile birlikte gerçekten demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkmasının bütün koşulları olgunlaşmıştır. Ancak bu bölge ve uluslararası güçlerin doğru yaklaşımları ile ele alınması durumunda Suriye’deki savaş sona erdirilebilir ve demokratik bir Suriye’nin ortaya çıkması kesinlikle rahatlıkla sağlanabilir. Ama bunun böyle istenmediği ortaya çıkmıştır. Başta Suriye’de bu istenilmiyor ve arkasından da Suriye’de başlatılan bu yeni sürecin Ortadoğu’daki yansımaları ortaya çıkacaktır. Ortadoğu’daki dengelerin yeniden oluşmasına, yeniden alt üst olmasına neden olacaktır ki buda yeni bir süreçtir. Ve bu süreç gerçekten Ortadoğu’da sorunların siyasal çözümünü ön gören bir süreç değil, tam tersine devletlerinde içerisinde olduğu, eskiden çok daha şiddetli geçebilecek bir süreç olarak bunu değerlendirmek gerekiyor. Rusya bunun en kirli ilişkilerini, Amerika bunun en kirli temsilini ve bunlarla bağlaşıklı olan güçler ise siyasetlerini buna göre ayarlayarak yeni bir süreç başlattılar. Bu uluslararası emperyalizmin bölgeye yaptığı bir müdahaledir. Bu müdahale kesinlikle Suriye’de ortaya çıkan yeni koşullarda Efrîn noktasında başlamıştır. Eğer bunda ısrar ederlerse bunun sonuçları herkes için görmeye değer bir noktadadır.
Bütün bunları söylerken şuna dikkat etmek lazım; uluslararası ve bölgesel hegemon güçlerinin tutumlarıyla halkın ve kamuoyu tutumlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Burası çok önemlidir. Mesela gerek Amerika’da olsun, Avrupa’da olsun mevcut duruma baktığımız zaman halkın ve kamuoyunun yaklaşımları daha çok ahlakidir. Daha önce Ortadoğu’da özgürlük mücadelesi veren güçlere yaklaşımları daha çok ahlaklı ve ilkelidir. Fakat devletlerinki böyle değildir. Bunun içinde kamuoyu ile hegemon iktidarlarını birbirine karıştırmamak gerekir.
İkincisi ise; mevcut durumda daha önceki mücadelenin yaratmış olduğu kamuoyunun bu ülkelerin basınlarıyla ilgili bir olumlu yaklaşım ortaya çıkarıyor. O zaman aydınlar, yazarlar, çizerler, basın, kamuoyu oldukça olumlu bir noktadayken Türkiye’nin bu faşist ve Efrîn’e işgal yaklaşımlarını kınar ve protesto ederken, bu konuda Kürtlere büyük bir destek ve güç verirken, devletleri ve iktidar ise tam tersi bir pozisyondadırlar. Onun için hem mevcut sürece yaklaşırken hem de bu dile getirdiğim durumların doğru tanımlanması, doğru bir ifadeye kavuşturulması da önemlidir. Mesela şöyle bir söz basında çok kullanılıyor, iyi niyetli bir yaklaşım ile kullanılıyor. Deniliyor ki, “Yine Kürtlere ihanet edildi, Amerika Kürtlere yeniden ihanet etti, Rusya Kürtleri sattı.” Bu tür söylemler çok yanlış söylemlerdir. Kullanılan dil yanlış bir dildir. Bunu kullananlar ya gerçekten dünyanın nasıl bir dünya olduğunu bilmiyor, bu dünyanın Ortadoğu’da nasıl bir siyaset yürüttüğünü bilmiyor, Ortadoğu’daki siyasi aktörlerin kim olduklarını ve kimlerin yaptıkları konusunda bir bilgileri yok ya da çok iyi niyetli ve saf bir yaklaşımı ifade ediyor. Bu doğru bir yaklaşım değil.
RUSYA VE AMERİKA KÜRTLERİN NEYİNİ SATABİLİR!
Başta şunun anlaşılması gerekiyor; Rusya’nın bizi satacak bir şeyi yok. Rusya çok şey satıyor doğrudur. Rusya’nın satmadık hiçbir şeyi yok. Her şeyi satar. Özellikle de dikkat edilirse diyor ki; bu tür eleştiriler karşısında “bizim Kürtlere borcumuz yok”. Rusya böyle bir açıklama yapıyor. Doğru, Rusya’daki mevcut siyasi erk açısından baktığımız zaman onun insanlığa karşı bir borcu, ahlaki bir borcu ve zorunluluğu yoktur. Her şeyi satmak onun temel varoluşu ve temel esasıdır. Ama bunun PKK’yi ve YPG’yi satması mümkün değildir. PKK ve YPG bununla satılacak tavaud bir ilişki içerisinde değil. Aynı kulvarda değil, aynı ideolojik politik çizgide değil, aynı örgütsel mücadele içerisinde değiliz. Neyimizi satacak! Kendi kendisini satıyor, halkını satıyor, ahlakını satıyor. Bunları satıyor doğrudur. Ama bizi satamıyor. Bu bizi satmak anlamına gelmiyor. Şimdiye kadar Kürtlere ne yapmış ki şimdi satıyor. Birilerinin kalkıp demesi gerekiyor ki, Rusya’nın şu yaklaşımı Kürtlere şunu vermiştir. Onun içinde şu ilişki var, bu ilişkiden dolayı da bunu satıyor. Öyle bir durum yok ve söz konusu değildir. Rusya tam tersine Kürtlerin yaratmış olduğu değerler üzerinde çöreklenerek bu değerleri götürüp BAAS rejimine peşkeş çekmek için habire baskı üzerine baskı, engel üzerine engel yaratıyor. Bu günde Türkiye’yi kışkırtıp Suriye’ye sokan da bu güçtür. Bu bir ihanet değil. Bu mevcut Rusya’nın çıkarlarının bir ifadesidir sadece. Kendi çıkarlarının ifadesidir. Ne kadar ahlakidir, politiktir, insanidir onu da başkalarının vicdanına bırakıyoruz. Bence eleştirilecekse ihanetten değil, onun ahlaki ve politik karakterinden dolayı eleştirilmesi gerekiyor.
Diğer taraftan yine Amerika içinde aynı şeyler söyleniyor. “Amerika Kürtleri yine sattı” deniliyor. Amerika Kürtlerin neyini satabilir! Ancak Amerika ile stratejik ilişkiler içerisinde olan Kürtler varsa onları satar. Geleceğini Amerika’ya endekslemiş, geleceğini Amerika ile yaratmak isteyen Kürtler varsa bunlar için ‘sattı’ kelimesini kullanmak doğrudur. Ama Rojava’da satma diye bir şey söz konusu olamaz. Kim kimi nasıl satacak? Amerika’nın ideolojik yapısı, politik yapısı, stratejik hedefleri bağlamında düşünürsek, YPG’nin stratejik, ideolojik hedefleri bağlamında düşünürsek burada birlikte gelecek yaratacakları bir konsept söz konusu değil zaten. Böyle bir birlik söz konusu değildir. Mevcut ilişkileri nedir? Bir halkın özgürlük mücadelesinde ortaya çıkardığı değerler üzerinden kendi dünya sistemini kurmak isteyen bir emperyalist gücün bu değerler üstüne oturmasıdır. Zaten başında beri bu ilişkide hegemonik bir yaklaşım vardır. Bunun da bir çatışması ve savaşı var. Bunun bir mücadelesi vardır. Biz bunun mücadelesini yürütüyoruz. Şimdi bunun mücadelesini yürütürken eğer işler kolaydan Amerika’nın güdümüne terk edilebilseydi Amerika, Rusya ile anlaşıp Türkiye’yi tekrar Suriye’ye davet etmezdi. Amerika, Türkiye karşısında bütün hakaretlere rağmen yelkenleri suya indirip Türkiye’yi güçlü kılmazdı. Bunu yapmasının nedeni nedir? Daha çok Kürtleri büyük bir baskı altına almak, sınırlamak, tabiri caiz ise kafeslemek ve istediği gibi pazarlamaktır.
Bunu Güney Kürdistan’da yaptı. Güney’de son yapılan duruma baktığın zaman ABD’nin yaptığı bir ihanettir. Güney’deki güçlere büyük bir ihanet etmiştir. Sonuçları ise sınırlandırılmış, etkisizleştirilmiş, ABD’nin elinde herkese pazarlanacak bir Kürt noktasına getirilmektedir. Benzeri bir durumu Rojava içinde ön görmeye çalışıyor. Fakat Rojava’da bunun mücadelesi verildiği için başaramadığından dolayı bu konuda uluslararası rakibi olan Rusya ile ilişki ve ittifak içerisinde, Türkiye’yi de bir koçbaşı olarak kullanarak Kürtleri dövmek ve dövülmüş Kürtleri de kendisine daha çok muhtaç ederek istediği gibi bunu Güney’e çevirmek istiyor. ABD’nin yaklaşımı budur. ABD’nin yaklaşımı bu olunca ABD’nin uluslararası ilişkileri de buna paralel bir tutum içerisine gireceklerdir. Diğer ülkelerin tutumları da bu minval üzerine gelişiyor. Böyle baktığımız zaman şu dil yanlış “Kürtlere ihanet edildi, Kürtler satıldı”. Bu dili kullanmak yanlıştır. Bu dil ne demektir? Kendini başka bir güçle ifadelendirmek anlamına geliyor. Kendini başka bir gücün işbirlikçisinin mesajını verme anlamına geliyor. Halbuki biz bu duruma düşmemenin mücadelesini veriyoruz. Bu yeni bir mücadele değil. Bu Rojava’da ve Ortadoğu’da kıran kırana verilen bir mücadeledir.
ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN KENDİ ÇİZGİSİ VAR
Bu, anti-emperyalist bir mücadeledir. Anti-emperyalist mücadele yürüten bir gücün, bir emperyalistin kendisine ihanet ettiğini söylemesi mümkün değildir. Tarih boyunca da özellikle de Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Kürtlere yapılan yapılmıştır. Kürtlere ne yapıldıysa ve adına Kürtlere ihanet deniliyorsa, bu ihanet günümüzde güncelleştirilerek daha da katmerleştirilerek zaten sürdürülüyor, ortadadır. Değişen bir şey yok. Özgürlük mücadelesi bu kaderi değiştirmek için veriliyor. Bu kaderi değiştirmek için verilen özgürlük mücadelesi yeni bir ideolojik, politik, örgütsel, çözüm modeli, paradigma ile süreçte bir güç olarak, ideolojik, politik ve askeri bir güç olarak ortaya çıkıyor. Burada kendi çizgisi var. Uluslararası emperyalizmin, bölge hegemon devletlerin çizgisi nasıl ki kendi başına bir çizgi ve stratejik durumu ifade ediyorsa, bunun karşısında Kürtlerin ortaya çıkardığı paradigmasal duruş bir çizgi duruşudur. Ve bu çizginin temel müttefikleri uluslararası demokratik güçlerdir. Halk güçleridir. Sistem karşıtı güçlerdir. Bir ihanetin olup olmayacağı ancak bu alanlarda gelişmelerle ifade edilebilecek bir durumdur.”