HABER MERKEZİ
Kadın özgürlük tarihimiz, unutulmayan isimlerle dolu bir tarihtir. Çevrilen her takvim yaprağında onları görürüz. , yılların, ayların, günlerin ve anların adı onlarla bilinir. Zamana öyle işlemişler ki çoğalan yıllar, katlanan zaman bile unutturmuyor onları. Aramızda fiziki olarak ayrılmaları, öylesine anlık bir acıyla ya da biraz gözyaşıyla biten bir olay olmuyor. Gidişleri, ateş gibi sarıyor tüm benliğimizi. Yaşamın her anına, saniyesine sinmiş olan gerçeklikleri, onları bize hep hatırlatır. Onlardan kopmak zaten ihanetle eşdeğer değil midir? Hatalarımız karşısında yaşadığımız iç sorgulamalar, onların duruşları, katılımları özgürlük ve Önderlikle aralarında oluşturdukları bağ üzerinden oluşmadıkça tekrar, ihanet ve kaçış hep yaşanacaktır. Özgürleşme iddiası taşıyan kadınlar şehit gerçeğinde koparamaz kendisini. Her biri ayrı bir renk, ayrı bir parça, ama özgürlük yolunda bir renk ve bir bütündürler. O renkle canlanmak ve o bütünle birleşmek, tüm benliğini onlarla doldurmak hayalleri, umutları onlarınkiyle birleştirmekten geçiyor. Her biri özgürlük ilkelerinin temsiline, ifadelerin anlam bulduğu simgelere dönüşürler. Duvarlara astığımız, albümlerde taşıdığımız, bir bayrak gibi serhildan alanlarında yükselen fotoğrafları, kısa bir anımsama için değil, özgürlükle sözleşmenin, direnişin, iddianın ve umudun anlamını taşırlar.
Çoğu kez onları anlatmaya çalışırken bile yazıp da beğenmediğimiz onlarca sayfayı yırtıp atarız. Sonra da kendi kendimize “Bildiğim tüm güzel sözcükleri aşan bir tarifleri var” deriz. Birçoğumuzun onlarla ilk tanışması isim ve fotoğraflar üzerinden olur. Daha sonra da cevaplarını aramaya koyulduğumuz bir sürü soru kalır akılda. Kimdiler ve nasıl yaşadılar? Kim olduklarından çok nasıl yaşadıkları her zaman için bizi en fazla etkileyen olmuştur. Nasıl yaşadıklarını öğrendikçe onlar karşısında ne kadar borçlu olduğumuzu, nelerin bu borcu karşılayacak nitelikte olabileceğini hesaplamak durumunda kalırız. Onların hayallerine, kavgalarına bağlı kalmak bu temelde yürümek özgürlükle yeniden sözleşmemizse, onları nesilden nesile aktarmak, onları anlatmak da bir borçtur. Özgürlük mücadelesinde kendilerini yeniden var etmeleri, tanımlamaları kolay olmadığı gibi karşılaştıkları talihsizlikler, zorlanmalar yarını bugünden görebilecek bir öngörüye, bir dirence de kavuşturmuştur onları. Bu anlamda bizde iz bırakan APOCU kadın militanlarım listesi tutulamaz. Her gün yenileri eklenerek uzuyor bu liste. Bu listeye 2007 Temmuz ayında eklenen isimlerden biri de ROJİNDA’ydı.
ROJİNDA, yaşam veren gün, yüreğimin CANAN-I
O gamzeli güzelle tanıştınız değil mi?
PKK toplumsallığını ve bu toplumun şehri olan dağlarda yanan ışıkların çekim gücünün Demokratik Sosyalizmin özünden geldiğini, bu ışığa akın akın yapılan yolculukların onda yarattığı duyguları o kadar sade, güzel ifade etmesi, okurken hepimizi etkilemiştir. İnsanlığın ana kaynağı ve insanlığın bugün özlemini çektiği özgürlüğün, adaletin, eşitliğin ana kaynağı da -onun ifadesiyle- gerillanın şehri dağlardadır. Biz kadınlara, yol arkadaşlarına dağla iç içe geçmenin, dağlı kadınlar olmanın yüceliğini, güzelliğini ifade etmesi, kadınlar olarak dağları ne kadar sahiplenmemiz gerektiğini yeniden hatırlattı.
Onun dağları öyle güzel ifade etmesi, Önderliğimizin “Herkes dağlardan inse bile kadınlar kalmalı” çağrısını sahiplendiğini ve bunun gereklerini her koşul altında yerine getirmeye aday olduğunun da ifadesiydi. Bizleri de ona davet ediyordu.
Aslen Amed’li, işçi bir ailenin çocuğuydu. Ekonomik sorunlardan kaynaklı Amed’ten Türkiye metropollerine, Akdeniz’e göçmek zorunda kalmışlar. Böylesi bir zorunluluk, halk gerçekliğini tanımamasına ve ulusal değerlerinden uzak durmasına yol açmıştı. Fakat yine de Amed’li bir Kürt kızıydı. Kürt olduğunu bilmek, bir halkın yaşadığı acıları hissetmesine yetiyordu. Çocukluk anılarının içinde bugün hala Amed’li çocukların sokak aralarında yaşadığı taşlı, sopalı, silahlı kovalamaca ve kavga yoktu belki, ama o çocukların taşıdığı isyan ruhu, onda da vardı. Yüreği büyük ve cesaretliydi. O kavgaların çekilen fotoğraf karelerinin hiçbirinde yoktu ROJİNDA, ama Mersin’de panzer taşlayan o küçük kızla birlikte kavganın içindeydi. Amed’leşen Mersin’de kavganın içinde boy vermişti.
Özgürlük hareketiyle üniversite yıllarında tanışıyor. Hem örgütleyenler, hem de örgütlenen için daima bir arayış vardır. Örgütleyenler için Rojinda, mücadeleye çekilecek önemli bir potansiyel, örgütlenen Rojinda için ise bu kavgada yer almak büyük bir amaç ve hedef. ’96-’97 yıllarının Zilan’la başlayan fedai militan ruh, mücadelenin her sahasına, her kesimine etkide bulunmaktaydı ve mücadeleye katılmanın iddia ve kararlılığı da güçlü oluyordu. Yönelimler karşısında ürküp geri çekilmekten ziyade, tüm korkuların, tüm barikatların üstüne üstüne yürünürdü. Bu dönemin gençlik kuşağına da bu ruh sinmişti. Radikal, keskin ve korkusuzdu. Mücadeleyle aralarındaki bağı sağlam temellere oturtmuş, bilinçle yoğurmuşlardı. Örgütlenmenin en temel şartlarından birini, bilinçlenerek yerine getiriyorlardı. Rojinda da o dönem örgütlenmiş ve o ruhla katılmıştı çalışmalara. Yurtsever öğrenci gençlik çalışmalarında belli bir dönem yer aldıktan sonra Balkanlara gidiyor. Balkanlarda Kürdistan dağlarına, gerillaya gitmeye ve Önderlikle tanışmaya hazırlanıyor. Balkanlar herkes için olduğu kadar onun için de bir sınav yeridir. O sınavı başarıyla atlatırsa, hem gerillaya gitmeyi hem de Önderliği görmeyi hak edecektir. Büyük bir hırs, istem ve azimle katılıyor. Aldığı askeri ve ideolojik eğitim sonrası Önderlikle tanışmaya ve kucaklaşmaya aday görülüyor. Büyük bir istem ve özverili katılımı onu, ruhunu aydınlatacak ışığa doğru çekiyordu. Işığın gücüyle daha bir güzelleşecekti ROJİNDAM…
’97 yılında Önderlik sahasına gidecekler arasında onun da ismi okunuyor. Artık büyük buluşmaya doğru yol almaya başlayacaktı. Bunun yarattığı heyecan ve mutlulukla sınırları aşıyor. Geleneksel toplum ve egemen iktidarcı sistemin dilsizleştirdiği, bilincini körelttiği kadın, kendisiyle, yeni yaşamla buluşacaktı, tanışacaktı. Bu ışık bahçesinde kadının kaybolan tarihi yeniden yazılıyordu ve o da bu tarihin içindeydi, bu tarihin bir parçası olacaktı. Kadın olmanın bilinci, dayandığı kökler, kadın olmanın güzelliği ve kadın olmayı sevmek öğretiliyordu, kavratılmaya çalışılıyordu. Büyük bir çaba ve emekle kadınlar baştan tırnağa kadar ele alınıyor ve yeniden anlam kazanıyordu Önderlik ocağında. Eril sistemin kirlerinden, yarattığı kişilik ve kadınlıktan arınmak, sıyrılmak çetin bir mücadeleyi gerektiriyordu. Önderlik ocağı kavganın yeri, yaşamı kavgayla yaratmanın, güzelleştirmenin yeriydi. Bunun birer yaratıcısı ve uygulayıcısı olabilmek için de eğitimle bilinç kazanmak en önemli şarttır. Kürdistan gerçekliğinden uzak büyümesi, kültürel açıdan bir uzaklaşmayı ve asimilasyonu yaşaması, halklaşmasını, halkla bütünleşmesini gerekli kılıyordu. O yüzden Parti Merkez Okulundaki ilk eğitim devresinden sonra, yoğunlaşmaya alınıyor. Yaşadığı yoğunlaşma sonunda halklaşması ve kendisini tanıması gerektiğine inanıyor. Önderlikle pratiğe gitmek için vermiş olduğu sözde, ulusal bilinç ve duygu kazanmak için halkın içine gitmesi gerektiğini kendisi de belirtiyor. Kendisini bulabilmesi, halkıyla bütünleşmesi için Önderlik Rojinda’yı ilk pratiğini yapması için halk çalışmalarına gönderiyor. Bu onun kendisiyle en önemli sınavıdır da aynı zamanda. O gerçeklikte kendisini bulacak, halkını tanıyacak ve bağlanacaktı. Burada emekle, fedakarlıkla da tanışıyor. Ona unutturulan dilini yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor, kendini, acılarını kendi diliyle ifade etmeyi öğreniyor. Nadasa bırakılan toprakları sürüyor, güzün ekin yapmayı öğreniyor. Toprakla, emekle tanışıyor elleri. Emeğin sembolü olan nasırlardan onda da vardır artık.
Kadın Kurtuluş İdeolojisini bir armağan olarak ilk alanlardandı, ilk duyanlardandı
1998 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün kutlanmasında Önder Apo, her günün kadınlar için 8 Mart’lara dönüşmesi gerektiğini, sadece bir günle sınırlı kalınmaması gerektiğini belirtmektedir. Kadının kaybetmesine, düşürülmesine yol açan nedenleri çözümleyerek, toplumsal dönüşümün ve devrimin kadının özgürleşmesiyle sağlanacağını, bunun temel dinamiğinin kadın olduğuna vurgu yaparak, kadın açısından bir ideolojik-felsefik duruşun olmasının önemine değinmektedir. Özgürleşmenin, başarmanın kaynağını ortaya koyduktan sonra günün anlamını ve önemini daha da arttıran bir düzeyde Kadın Kurtuluş İdeolojisinin ilanını yapıyor, bu ideolojiyi kadınlara armağan ediyor. Kendilerini üzerinden örgütleyecekleri, dönüştürecekleri temel bir yaşam kaynağı olarak ele almaları, sahiplenmeleri ve onun militanı olabilmeleri gerektiğini söylüyor. Özgürleşme iddiası taşıyan kadınlar için bu değerli hediyeye sahip çıkmak, onu yaşamsallaştırmak ve tüm dünya kadınlarına yaymaktır. Bunun sorumluluğuyla yükleniyor APOCU kadın militanlar. Rojinda’nın da yükü ağır, sorumlulukları büyüktü. Bu yük altında bükülmeyecek kadar güçlü, hiçbir rüzgara kapılıp savrulmayacak kadar iddia ve kararlılık sahibi olmak gerekiyordu. Kadını esiri yapan, kendisine tutsak eden tüm gerçeklikleri parçalamak, öz iradeye ve bilince dayalı, örgütlenmiş bir düzeyde kavganın içine çekilmek başarmanın da, kendisi olabilmenin de en büyük adımı olacaktı. Bunun iç sorgulamalarını en güçlü yaşayan kadınlardandı. Zayıflıklarını çözümleme ve aşma yöntemini öğrenenlerdendi. Fakat herkeste olduğu gibi onun için de takılı kaldığı, güç getiremediği yanlar çoktu. Bu yönlü hatalarının yol açtığı durumlarla karşılaşınca bir iç sorgulamaya çekiliyor ve kendi kendisine bunu da aşacağım, bununla da tanıştım, tekrarı olmayacak dediği anlar çok olmuştur. Bu anlamda kendisiyle yüzleşme cesareti edinen bir kadındı. Kendisiyle ve çevresiyle olan kavgasında yılgınlık yaşamadı. Zaman zaman zorlandığı anlarda, bu zorlanmaların yarattığı duygusal atmosferler olsa da bu atmosferin onu uzun süre tutsak etmesine izin vermezdi. Kendisine düşman bildiği, kendisini geriliğe çeken, geleneksel toplumun sınırlarında seyretmesine yol açan her ne varsa, onlarla bir kavgası vardı. Bu temelde yürüdü…
Önderlik gerçeğine çok fazla borçlu görüyordu kendisini. Çünkü Rojinda’yı Rojinda yapan o gerçeklikti. Büyük bir sevgiyle bağlanmıştı Önderlik gerçekliğine. Bu açıdan komplo gerçekliğine çok büyük bir öfke duyuyordu, esaret koşullarını asla hazmetmedi, kabul etmedi. Önderliğe olan özlemini, komploya olan öfkesini Özgürlüğe mektuplar biçiminde sürekli yazıyor. İlk yazdığı mektupların birinde şu ifadeleri kullanıyor; “İlk defa yazmaya başlıyorum. Heyecanlıyım. İhtiyaç duydum. Gerçekten de çok ihtiyaç var. Benim gibi yazan binlercesi var biliyorum. Ama yine de okuyacağından eminim. Çünkü Sen her zaman arayışlarıma yanıt oluyorsun. Gidişinle zor günler yaşadık. Hazır değildik, habersiz gittin. Apar topar. Bir yıldan daha fazla bir süredir hala açıklanması güç bir komplo ile Seni bizden ayırmak istediler. Özgürlüğü hak etmeyen bir halk olarak nitelendirdikleri Kürtlerin mücadelelerini çok ucuzca sonuçlandırmaya çalıştılar. Ama hiçbir şey onların planladıkları gibi olmadı. Başaramadılar. Yıllarca süren savaşa son verme, sorunların çözümünü demokratik uzlaşma yöntemini geliştirme, barış ve kardeşlik temelinde bir özgürlük yaratıcısı olmanızı hiç kimse beklemiyordu.” Önderliğimizin esaretinden sonra yaşadığı vicdanı ve duygusal zorlanmaları, onu özgürlük yolunda daha fazla emek harcamaya ve çalışmaya yeminli kılmıştı. Bu anlamda örgütsel duyarlılık ve ihtiyaçlar üzerinden her yerde iş yapmaya aday görüyordu kendisini. Büyük bir fedakarlıkla çalışıyordu. Örgüt içerisinde birçok çalışmada aktif bir biçimde yer aldı. Stratejik değişiklikle birlikte parti 7. Kongresinde alınan basın-edebiyat okullarının oluşturulması kararıyla birlikte, bu kararı pratikleştiren Basın-yayın Edebiyat okulunun ilk öğrencilerindendi. Bu okullarda dağ edebiyatı, gerilla edebiyatı üzerine yaşadığı yoğunlaşmalar ve gördüğü eğitimlerle birlikte, pratik anlamda da gerillacılığın, dağın yazımsal alandaki ifadesini yapmaya çalışanlardandı. Öngörü sahibi olması, analiz gücünün yüksek olması günceli iyi yorumlamasına da yol açıyordu. Propaganda-ajitasyon çalışmalarını bir savaş sahası gibi ele alıyordu. Kalemi etkili kullanmasıyla düşmana büyük darbeler vurabileceğinin bilincini en iyi edinenlerdendi. Bu yüzden önemsiyordu yazımsal çalışmaları. Gerillayı dışarı aktarabilmek için büyük çaba ve emek harcıyordu. Bu çalışmaları birebir yürüyordu. İdeolojik Merkez Basın çalışmalarının hem yönetimi hem de en iyi çalışanlarındandı. En önemlisi de Demokratik Sosyalizm çizgisinin kadın gerillasıydı. Her anlamda yetenekli ve çok yönlüydü. Bir gerillada olması gereken bütün özellikleri taşıyordu. Yeri geldi mi bir basıncı, yeri geldi mi bir edebiyatçı, yeri geldi mi bir elektrik mühendisi, yeri geldi mi bir gerillaydı…
Bütün güzel ifadelerin ötesinde bir anlamdı ROJİNDA
Hala yasını tuttuğum o güzel kadını birazcık da olsa anlatmak bir borçtu benim için. 15 Temmuz 2007’de talihsiz bir kaza sonucu, kendi mayınıyla aramızdan ayrılışının ikinci yıl dönümü. Yıl dönümü vesilesiyle anmak ve anılarını hep taze tutacağımıza dair söz verdiğimiz kutsal değerlerimiz, şehitlerimizden biri. Anısını yaşatma sözüyle, o narin güzel gülüşünün yanağında açtığı gamzenden, kanının döküldüğü topraktan öperim seni.