HABER MERKEZİ
“Doğal ana-toplumdan çıkan ataerkil toplumun tarihin en tehlikeli sapması olarak gelişmesi, günümüze kadarki tarihin korkunç öldürme ve sömürme biçimlerinin de özüdür. Bu gelişme, bir kader ve ilerlemenin zorunlu koşulu olması şurada kalsın, tam bir sapma halidir. Aslanın krallığına benzer bir gelişme oluyor. Yine yılan-fare diyalektiğine benziyor. Daha şimdiden devlet teorilerine ‘yılan-fare’ teorisi demek doğruya daha yakın bir değerlendirmedir. Çoğu erkeğin soyadı aslandır. Öyle olmak çok özlenir bir husustur. Soruyorum: Kimi yemek için? (Önder Öcalan, Devlet Çözümlemeleri)”.
Ataerkil düzendeki ailede söylenen ‘aslan oğul’, devlette ‘aslan iktidar, aslan ordu’ halini alır. Aslan erkek ile başlayıp aslan iktidara kadar uzanan erkek egemen zihniyet ve onun soykırımcı-sömürgeci anlayışı, yaşatmak istediği kapitalist modernite kadar varlığını sürdürebiliyor. Hiçbir iktidar yoktur ki analığın, ana-kadın eksenli toplumsallığın özünde var olan özgürlükçü, eşitlikçi ve adil yaşam arayışını kendinde barındırsın. Hiçbir iktidar ve onun yaslandığı devlet yapısı yoktur ki demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü bir temelde kurulmuş olsun. Zira devlet ve iktidar demek, sömürü, işgal, talan, asimilasyon ve soykırım demektir. Varlığını, kendisinin dışında kalanın ya da karşıtının ezilmesinde bulur. Bunun en temel sebebi de doğal ana-toplumdan çıkılıp en tehlikeli bir sapma olarak ataerkil topluma geçilmiş olmasıdır. Bu, ilk zor ve baskıyı temsil eder. İnsanlık tarihinin ilk işgali ve ilk katliamı da ana-kadın ve onun etrafında gelişmiş olan toplumda yaşanır. Failler kurnaz ve güçlü erkektir. Soykırıma uğratılan ise kadındır dolayısıyla toplumdur.
Yaklaşık 6 bin yıldır bu gerçek kendini devam ettiriyor. Kapitalist modernite koşullarında, liberalizm ve onun besleyicileri cinsiyetçi, milliyetçi, bilimci ve dinci organizma ve düşünme biçimleriyle sadece görünümünü değiştirmiştir. Köleci düzendeki rahiplerin, nemrutların, firavunların yerini bugün Tayyip Erdoğan’lar dolduruyor. Feodal düzenin monarşik ve despotik yapısına karşılık gelense katı ulus-devlettir. Her seferinde yaşanan aynı şeydir; ‘iktidar olduğu sürece soykırımlar vardır çünkü iktidar doğası gereği soykırımcıdır; iktidar yaşamalıdır, soykırım sürmelidir’.
Kanlı 20. yüzyıl boyunca yaşanan tüm savaşlarda da görüldüğü gibi zulmün temsilcileri binlerce yıldır isim değiştirerek yürümeye devam etseler de karşısında her zaman komünal değerlerin temsilcilerinden doğan bir direniş görür. İnanna’dan Zerdüşt’e, Mani ve Hallac-ı Mansur’a, Clara Zetkin’den Sara ve Delal’lere kadar öncüsüz kalmamış, büyük bedeller uğruna direnmekten vazgeçmemiş, teslim olmamış bir başka gerçek çıkar kaşımıza. Direnişle görünür olan gerçek, hakikati temsil ederken diğeri her türden yok oluşu ifade eder.
Ulaşılan çağ ve içinde olduğumuz dünya, iktidarın ve her türden sömürgeci-soykırımcı zihniyetin, bu yüzyılla birlikte tepetaklak olmasının en yoğun yaşandığı zaman ve mekanı ifade ediyor. Önder Öcalan’ın, adına 3. Dünya Savaşı dediği ve örgütlü, dirençli ve bilinçli olanın kazanacağını ifade ettiği, insanlık tarihinin belki de en önemli dönemeçlerinden birinden geçiyoruz. Ortadoğu ve Kürdistan merkezli bu savaşın bir tarafında 6 bin yıllık iktidar ve devlet gücü var. Diğer tarafında ise on binlerce yıllık ana-kadın ve doğal ana-toplumsallığı var. İktidara karşı ana-kadın, devlete karşı doğal ana toplumsallığıdır mevzu bahis olan savaşın özü. Devleti kaybetmemek, devlet gücünden düşmemek, ne kadar iktidarı ayakta tutmak ise bir o kadar da ana-kadın etrafında gerçekleşmiş ve bugün de hala varlığını sürdüren toplumsallığın da yeniden inşasının önüne geçmektir. Her ne yapılsa ve önüne geçilemese bu kez bunun adı faşizm olur.
Faşizm, iktidar-devletin yaşanan sistemsel ve yapısal kaosta vardığı son merhaledir. En saldırgan ama aynı zamanda en zayıf olduğu süreçtir. Bu anlamda zamanda bir geri dönüş kaçınılmaz olmuş demektir. Bu, mekansal bir geri dönüş değildir. Zihinsel bir geri dönüştür. Geri zamanda üstü örtülen, hatta yok edilmek istenen hakikate geri dönüştür. Doğal ana-toplumsallığının yeniden inşasıdır. Bunun da öncüsü kadındır. Dolayısıyla soykırımcı ve sömürgeci iktidarlara karşı geliştirilen her direniş, özünde anadan doğma bir direniştir. Kendisinden çalınanı geri almak içindir. Buradaki analık, direnişin doğuş koşullarını ifade eder. Bu koşullar gerçekleştiğinde, zamanın (yani günümüzün teknolojik ve uzay çağının) hükmü geçersiz kalır ve direnişin doğumu gerçekleşir.
Bugün Kürdistan’ın her yerinde süregelen direnişlerde de aynısını görürüz. Kürt ana-kadın, söndürülmek isteneni yeniden harlamıştır. Türk devletinin Kürt soykırımını gerçekleştirme amaçlı başlattığı topyekun faşizmine karşı başlatılan direnişlerde anaların öne çıktığını görürüz. İşte en son kayyumlarla somutluk kazanan AKP-MHP faşizminin karşısında gerçekleşen direniş, özellikle son iki yıldır Kürdistanlı ana-kadın öncülüğünde yürümekte olan direnişin devamıdır. Leyla Güven’in başlattığı açlık grevleri sürecinde de görüldüğü ve Önder Öcalan’ın çağrısıyla sonlandırılan eylemler sürecinden başlayarak günümüze değin gelen direniş çizgisinin öncülüğünü ifade ediyoruz. Evrensel anlamda doğal ana-kadın ve onun örgütlediği toplumsal yapı, tikel anlamda Amed, Wan ve Mêrdîn’de devam eden direnişlerde karşılığını buluyor. Analar sadece beddualarıyla değil, stranlarıyla da faşizme cevap veriyor, fiilen direnmekten geri durmuyor.
Zindan eylem süreci de bir kadınla başlamıştı ve binlere ulaşmıştı. Şimdi de böyle. Kayyum saldırısının yapıldığı ilk gün 57 yaşındaki Aklime Hanas bu öncülüğün temsilini yaptı. “Eğer direnmezsek evimize de kayyum atanacak!” diyerek soykırım gerçeğini ortaya koydu. Soykırımın, sadece kurumlar, alanlar, coğrafya veya siyasetle sınırlı olmadığını hatırlattı. Kültürel, zihinsel ve fiziksel soykırımın tehlikesine atıfta bulundu. Bu, Önder Öcalan’a, onun şahsında Kürt halkına ve tüm demokratik, özgürlükçü kitlelere dönük gerçekleştirilen uluslararası komplodan bağımsız olmadığı gibi, komplonun en can alıcı aşaması olarak Türk devleti ve AKP-MHP faşizminin temel planlarından biri olan Çöktürme Planıyla da doğrudan ilgilidir. Tasfiye edilmiş bir plan ve büyük oranda boşa çıkarılmış bir komplonun yeniden canlandırılma çabasının sadece bir boyutudur bugünkü saldırılar. O yüzden anaların çağrısı da eylem öncülükleri de şunu hatırlatıyor: “Kayyum giderse faşizm bitmez. Tecrit kalkarsa faşizm çöker!”
Bu nedenle faşizmin çöküşü tecridi de ortadan kaldıracak yegane yoldur. Direniş, anadan doğduğu biçimiyle en doğal haliyle süredursun, analar öncülüğündeki direnişin aslan iktidara, gerillanın ise Türk devletinin aslan ordusuna vurduğu her darbe de doğan direnişi beslemektedir. Direniş de her alandaki özgürlük ve demokrasi mücadelesine moral vermektedir. Simbiyotik bir direniş ve mücadeledir yaşanan. Kürt ana-kadının haykırışı da, çağrısı da, eylemi de bunun içindir; tehlikeyi gördükleri içindir. Doğurdukları yaşamın kendilerinden çalınması yetmiyormuş gibi yok edilmesine engel olmak içindir. Bu çığlığa verilecek en iyi yanıt ise doğan direnişe kaygısız, şartsız ve koşulsuz katılmaktır. Çözümü ve yıldönümün de barışı, başka herhangi bir yerde değil, direnişte arayıp bulmaktır. Anadan doğma direnişçilikte ısrardır.
Fırat CUDİ
KAYNAK: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi