HABER MERKEZİ
Kürtler otuz yedi yıl sonra TC zindanlarında yeniden “Ölüm orucu direnişi” dedi. Daha doğrusu ölüm orucuna yatmak zorunda kaldı. Gerçi geçen bu otuz yedi yıl içerisinde zindanlarda ve dışarıda çok sayıda açlık grevi ve ölüm orucu direnişi gerçekleşti. Ancak 14 Temmuz 1982’de başlayan ile 30 Nisan 2019’da başlayan farklıdır. Diğerleri daha çok taktik çerçeveli direnişler olurken, bu iki ölüm orucu direnişi stratejiktir. Bu nedenle 30 Nisan’da tutsak 15 PKK ve PAJK militanının başlattığı ölüm orucu sürecini doğru anlamak gerekir.
14 Temmuz 1982’de PKK Merkez Komite Üyesi Mehmet Hayri Durmuş tarafından mahkemede ilan edilen Büyük Ölüm Orucu Direnişi 12 Eylül 1980 darbesi ile getirilen faşist-askeri rejime karşıydı ve Kürdistan’ın özgürlüğünü ve demokratikleşmesini öngören PKK ideolojisini sahiplenmeyi ve savunmayı hedefliyordu. Başarısızlıkla sonuçlanmış olan Mayıs 1981 ölüm orucu deneyiminin dersleri ile Mazlum Doğan’ın ve Ferhat Kurtay öncülüğündeki Dörtlerin muzaffer direnişleri üzerinde gelişiyordu. Büyük bir kararlılıkla ortalama iki ay sürdü ve 12 Eylül faşist-askeri rejimi şahsında Türk sömürgeci-soykırımcı zihniyet ve siyasetini tarihi bir ideolojik yenilgiye uğrattı.
Bu nedenle Kürtler 14 Temmuz’u “Ulusal Onur Günü” ilan ettiler. Faşist-soykırımcı saldırılar karşısında her türlü pasif, teslimiyetçi, boyun eğmeci anlayış ve tutumu aşarak özgür yaşama ve bunun için fedai direnişine karar verme günü olarak tanımladılar. Nitekim 15 Ağustos 1984 Gerilla Atılımı bu tarihi karar temelinde gelişti ve 14 Temmuz kararının hayata geçirilmesi oldu. 14 Temmuz Direnişinin Ölümsüz Militanı Kemal Pir, “Biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” demişti. Yani 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi bir intihar veya ölüme yatma değil, özgür yaşamı yaratabilmek için kendini feda etmeydi. Nitekim 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelinde Kürt halkının yeniden dirilişi ve özgür yaşama kavuşması gerçekleşti. Kürtler son otuz beş yılda özgürlük adına her şeyi 15 Ağustos Gerilla Atılımı temelinde kazandılar.
Şimdi 30 Nisan 2019’da Deniz Kaya tarafından ilan edilen İkinci Büyük Ölüm Orucu Direnişi de AKP-MHP faşist diktatörlüğüne karşıdır ve İmralı tecrit ve işkence sisteminin kırılması temelinde faşizmin yıkılmasını, Kürdistan’ın özgür ve Türkiye’nin demokratik hale gelmesini hedeflemektedir. Kuşkusuz bu direnişin dayandığı devrimci miras çok büyük ve zengindir. Ancak en son adım olarak, Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 7 Kasım 2018 günü Diyarbakır zindanında başlattığı ve hızla tüm zindanlara, dört parça Kürdistan’a ve dünyanın dört bir yanına yayılıp altı ayını doldurmakta olan Büyük Açlık Grevi direnişine, onun etrafında gelişen kadın ve gençlik eylemlerine, siyasi ve askeri mücadeleye, DAİŞ karşısında kazanılan askeri zafere, 31 Mart yerel seçim başarısına ve bir bütün olarak Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistan’ı Özgürleştirelim Direniş Hamlesine dayanmaktadır ve bu hamlenin adeta finali olmaktadır.
Hiç kuşkusuz 30 Nisan Büyük Ölüm Orucu Direnişçiliği, 14 Temmuz fedai direniş ruhunu ve kararlılığını esas almaktadır. Tıpkı 14 Temmuz gibi, 30 Nisan ölüm orucu direnişinin de ideolojik anlam ve önemi öndedir. 15 Şubat 1999 Uluslararası komplosunu ve onun ortaya çıkardığı İmralı işkence ve tecrit sistemini kabul etmemekte, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın özgür yaşar ve çalışır koşullara kavuşması temelinde faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin yıkılmasını, Kürdistan’ın özgür, Türkiye ve Ortadoğu’nun demokratik olmasını hedeflemektedir. Kısaca tamamen ideolojik ve siyasi bir içeriğe sahiptir ve bunun dışında herhangi bir özelliği yoktur. Doğru anlaşılması gereken birinci husus budur.
İkincisi, 30 Nisan ölüm orucu direnişi de, tıpkı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi gibi zindanlarda ve tutsakların özgür iradeleriyle gelişmekte ve kesin zafere kilitlenmiş bir direniş olmaktadır. Zaten DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in başlattığı süresiz-dönüşümsüz açlık grevi direnişi de, bunun etrafında gelişen Tecridi kıralım, Faşizmi Yıkalım ve Kürdistan’ı Özgürleştirelim Direniş Hamlesi de İmralı işkence ve tecrit sistemini reddeden kesin bir zafer hamlesiydi. Söz konusu hamleyi anlamlı ve önemli kılan ve onu içerde ve dışarıda bu kadar etkili hale getiren de zaten bu ideolojik özelliğiydi. Yani İmralı tecridi şahsında ortaya çıkan genel tecrit zihniyet ve siyasetini kesin reddetme, onunla birlikte yaşamayı kabul etmeme, onu mutlaka aşarak özgür ve demokratik yaşama ulaşma kararlılığıydı. Bunun dışında Kürtler için, Türkiye halkları ve tüm insanlık için doğru yaşamın başka bir yolu yoktu. Dolayısıyla bu doğru yaşamı ölümüne bir direnişle mutlaka kazanmayı hedefliyordu.
Üçüncüsü, kuşkusuz adı “Ölüm orucu” olmaktadır, ancak kesinlikle ölüme yatmak anlamına gelmemektedir. Tersine özgür yaşamı uğruna ölecek kadar sevmeyi ifade etmektedir. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyasetin kirlettiği, bozduğu, öldürdüğü insan ve toplum yaşamını yeniden diriltmeyi, özgürleştirmeyi, temiz, düzgün ve güzel kılmayı hedeflemektedir. Bu nedenle, adına ölüm orucu dense de, söz konusu direniş ölümüne bir mücadele ile özgür yaşamı yaratmayı amaçlamaktadır ve gerçek bir yaşam direnişi olmaktadır. Faşist-soykırımcı zihniyet ve siyaset başka bir yol bırakmadığı için, son çare olarak ölümde özgür yaşamı yaratma arayışı ve çabası olarak gündeme gelmektedir.
Tıpkı 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişinde olduğu gibi, 30 Nisan İkinci Büyük Ölüm Orucu Direnişinde de Kürtler faşist zihniyet ve siyaseti yenecek ve tarihi bir zafer kazanacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. PKK ile PAJK’ın ve Ölüm Orucu Direnişçilerinin bu temelde kesin bir kararlılığa sahip oldukları ortadadır. Çünkü sürece devrimci tarzda yaklaşmanın başka bir yolu yoktur. Faşist-soykırımcı saldırılar insanca yaşamanın ve mücadele etmenin başka bir yolunu bırakmamıştır. İmralı’da mevcut tecrit ve işkence sistemi sürdükçe, her gün tutuklama, baskı ve işkence oldukça, Kürt gençleri ve kadınları bu denli açık hakarete ve katliamlara uğradıkça, Hasankeyf’te tarih yok edilip Efrîn’de dünyanın gözü önünde soykırım uygulandıkça, tüm bu saldırılara karşı zafer çizgisinde direnmekten başka hangi doğru, özgür ve devrimci yaşam var olabilir?
O halde hepimizin başlayan bu yeni direniş sürecini doğru anlaması ve üzerine düşen devrimci-yurtsever görevleri yerine getirmesi gerekir. Öyle dar ve duygusal yaklaşımlarla söz konusu görev ve sorumlulukların gereği yerine getirilemez. Ölümler olmasın ve insanlar yaşasın demekle de sonuç alınamaz. Hele hele Türkiye’nin yüz karası durumuna düşen “Devlet çok ciddi ve güçlü, buna karşı direnilemez, dolayısıyla eylemlere son verilsin” biçimindeki faşizme boyun eğen teslimiyetçi yaklaşım ve tutumla kölelikten başka bir yere ulaşılamaz. İçinden geçtiğimiz dönem ciddi ve tutarlı olmayı gerektiren bir dönemdir. O halde herkesin böyle bir ciddi ve tutarlı yaklaşım içinde olması, özgür yaşamı yaratmak için ölüme yatanları doğru anlayarak, onlarla birlikte faşizme karşı topyekûn mücadele eder hale gelmesi gerekir.
Bu gerçeği Kürt analarının doğru anladığı görülmektedir. Gerillanın tarihi görev ve sorumluluğuna sahip çıkma çabası içinde olduğu gözlenmektedir. Uluslararası alanda önemli bir ilgi ve destek ortaya çıkmış durumdadır. Kadın ve gençlik hareketleri ile demokratik siyaset ve tüm halk içte ve dışta belli bir duyarlılık ve çaba içindedir. Ancak bunların yeterli olmadığı, tersine daha çok büyütülmesi, yayılması ve geliştirilmesine ihtiyaç olduğu da açıktır. Devrimcilik, yurtseverlik ve insanlık bilinci bunu gerektirir.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/Selahattin ERDEM