HABER MERKEZİ –
2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta seyyar satıcılık yapan işsiz bir gencin polisin baskılarına karşı kendisini yakması üzerine başlayan halk isyanları serisi, Ortadoğu coğrafyasında özellikle işçiler, emekçiler, işsizler, öğrenciler, memurlar ve kadınlar arasında domino taşı etkisi yaratarak gerici, baskıcı faşist diktatörlüklere karşı bir halk isyanına dönüştü. 20-30 yıllık diktatörlükler teker teker yıkılırken başta, Tunus, Mısır, Bahreyn, Yemen, Cezayir ve Suriye gibi ülkelerdeki halk isyanları bütün Ortadoğu ve dünya ezilen halklarına yeni bir dünyanın mümkün olabileceği umut ve bilincini aşıladı.
Emperyalist kapitalist gericiliğin Ortadoğu’daki kalelerini sarsan, kimilerini yıkan bu isyan dalgasının, onu yakın dönem mücadele tarihimiz bakımından önemli bir dönüm noktası haline getiren özellikleri ve bu büyük mücadelelerin önümüze koyduğu sonuçlar üzerine yoğunlaşmak içerisinden geçmekte olduğumuz sürecin görevlerini anlamak bakımından da yararlı sonuçlar yaratacaktır.
1– Emperyalist kapitalist sistemin çelişkilerinin, tüm şiddetiyle kendini hissettirdiği Ortadoğu bölgesinde, krallıklar ve diktatörlükler, petrol zengini sömürücüler altında ezilen tüm kitleler, işçi sınıfı ve emekçiler, gençler ve kadınlar siyasal özgürlükten yoksun, güvence altına alınmış ekonomik ve toplumsal hakları olmadan, büyük bir açlık ve yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bölge emperyalist işgallerle sarsılmakta, İsrail Siyonizmi bölge halklarında yıllardır büyük bir kin ve öfke biriktirmektedir. Dünya ekonomik kriziyle ya da emperyalistlerin bölgedeki saldırı ve işgalleriyle birlikte pek çok ülkede göç, işsizlik ve yoksulluk derinleşmiştir. Tüm bunlar, bu bölgede işçi sınıfı ve ezilenlerle emperyalist kapitalist sistem arasındaki çelişkilerin yoğunlaştırmış, sömürü ve zulüm düzenlerine isyanlar büyümüştür.
2– İsyanlar, bazı ülkelerde farklılıklar gösterse de hem hükümetleri, mevcut siyasetçileri hem de, onların rejimlerini hedefleyen taleplerle gelişmiş, başka türlü bir rejim isteği eylemlerde öne çıkmıştır. Sömürücü ve zorba devletlerin bütün baskılarına, engellemelerine ve bölme çabalarına rağmen, kitleler, özgür, eşit ve onurlu bir yaşam talebinde ısrarcı olmuştur.
3 – Bu kapsamda, Mısır ve Tunus’ta yaşanan isyan dalgası, Bin Ali ve Hüsnü Mübarek diktatörlüklerinin yıkılmasını sağlamış, ancak, özellikle Mısır’da görüldüğü gibi, hareketin ilerici, devrimci dinamiği, emperyalistlerin desteğiyle gerici güçler eliyle zayıflatılmış, sonrasında da bir darbeye dönüştürülmüştür.
Tunus’ta 2008 yılında binlerce işçi ve işsiz gencin, emekçi kadınların kendi temel hak ve özgürlükleri için sokaklara çıkması Bin Ali diktatörlüğü tarafından kanla bastırılmış fakat halkın sokaklardan vazgeçmemesi ve eylemlerin dalga dalga tüm kentlere yayılması ile Bin Ali diktatörlüğü geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bu ayaklanmaya toplumun her kesiminden işçiler, işsizler, memurlar, esnaflar, zanaatkarlar, ev emekçisi kadınlar katılarak ayaklanmayı bir halk hareketine dönüştürmüşlerdi.
Diğer ülkeler bakımından devrimci halk hareketleri ve demokratik talepli kitle mücadeleleri ve bölgesel düzlemde de bir devrimci süreç açığa çıkmıştır. Mısır ve Yemen’de diktatörlükler devrilirken Libya’ya sıçrayan halk eylemlerinin merkezinde daha çok siyasi özgürlük talepleri durmuştur. Fakat buradaki halk muhalefeti emperyalistlerin direk müdahalesi ile karşılaşmıştır. Halk mücadelesi başlar başlamaz iç ve dış gericiliğin müdahalesiyle bir gerici iç savaşa dönüştürüldü. Diğer ülkelerdeki deneyimlerden ders çıkaran ve hazırlık yapan emperyalistler ilk andan itibaren buradaki halkın öfkesini kontrol altına aldılar. ABD ve NATO, Kaddafi rejimine sivillerin korunması gibi bir bahane ile direk askeri bir saldırıya girişti. Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteği ile Libya’daki askeri hedeflere hava saldırıları gerçekleştirildi. Büyük katliam ve yıkımlardan sonra emperyalizm destekli Libya’nın yeni egemen gücü “Ulusal Geçiş Konseyi” meşru hükümet olarak tanındı ve Libya emperyalizmin yeni üssü haline geldi. Sonrasında Libya’da iç savaş devam etti ve şu an iki hükümetli, emperyalistlerin desteğiyle çete yatağı bir toprak parçası haline getirildi.
4- Ortadoğu halk isyanlarının temel bileşenleri ve dinamik gücü özellikle gençlik, kadınlar ve emekçiler oldu. Bu devrimin karakterinin demokratik halkçı devrimler olarak belirledi. Mısır’da, Tunus’ta, işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimler eylemlerde ciddi roller oynadı. Mısır ve Tunus devrimlerinin etkisi ile yıllardır diktatörlük ve emirlikler sistemi ile yönetilen Bahreyn, Yemen, Cezayir, Ürdün, gibi ülkelerde de halk ayaklanmaları patlak verdi. Arap halkları yıllardır kendilerini ezen baskıcı, faşist ve gerici diktatörlere karşı öfkelerini sokaklara çıkarak gösterdi. Bu mücadelelerle diktatörleri devirerek bir ayaklanma sürecine girişse de ayaklanmayı devrimci bir iktidara taşıyacak bir örgüt ve programdan yoksundu. Var olan devrimci güç ve örgütler nicelik ve nitelik olarak buna hazır değildi. Halk ayaklanması ile başlayan demokratik devrim kendi sınırlarını aşamadı ve temelde gericiliği zayıflatmasına rağmen yenilgiye uğratamadı, gericilik gerçekleşen emperyalistlerin müdahalesi ile tekrardan inşa edildi. Karşı devrimci güçler kendisini tekrardan örgütledi.
5- Suriye’de de başlayan Arap halk isyanları Esad Rejimine karşı gerçekleşen eylemler ile başladı. Diğer ülkelerde olduğu gibi Suriye’de de Esad rejiminin on yıllardır demokratik bir sistem görüntüsü vererek işçilere ve emekçilere yönelik uyguladığı hem ekonomik ve hem siyasal baskılara halk artık yeter dedi. 2011 Mart ayında Dera kentinden başlayan ve Esad rejiminin istifasını isteyen gençliğin eylemleri devlet güçleri tarafından kanla bastırıldı. Diğer ülkelerden daha farklı olarak Esad rejiminin kendi saltanatını sağlamlaştırmak için Kürt, Arap, Suryan kutuplaştırması, dinler ve mezhepler üzerinden yarattığı kutuplaşmalar, ekonomik temelde sadece kendi ittifak yaptığı Nusayri ve Sünni kesiminden burjuva tabakaları zenginleştirmesi ve yoksul halkların bu siyaset ile daha da yoksullaşması rejime öfkeyi büyüttü. Fakat tepkiler sadece bundan kaynaklanmadı, özellikle gençliğin yaşadığı işsizlik sorunu ve rejimin on yıllardır Kürt halkı üzerinde uyguladığı baskı, zulüm ve asimilasyon politikası, Kürtlerin kimliksizleştirilmesi ve topraksızlaştırılması Suriye’de rejime karşı halk isyanını başlatan en önemli etkenlerden biri olmuştur.
Kürt halkı yıllara dayanan bir örgütlülük ve mücadele deneyimine sahip bir kuvvetti. Özellikle 2004 Qamilşo katliamı ile başlayan rejimin saldırıları kitle kıyımı düzeyine varınca, Kürtler kendi örgütlülüklerini daha da geliştirmeye yöneldi. Bu durum, isyan döneminde Kürt kitlelerinin örgütlü bir şekilde hareket edebilmesinin alt yapısını oluşturdu.
Suriye’de başlayan halk ayaklanması bir taraftan rejim güçleri tarafından kanla bastırılırken ABD, Rusya gibi emperyalist güçler, Türkiye,İran, Katar ve Suudi Arabistan’ı da yanlarına katarak, devreye girdiler. Rusya-İran ve Hizbullah Esad rejiminin yanında yer alırken, diğerleri karşısındaki çete güçlerinin hamisi, koruyucusu kimliğine büründüler. Türkiye topraklarını, çetelerin karargahına dönüştürdüler. Kürt özgürlük hareketi, iki güce de entegre olmadan 3 cephe hattını açarak, önce Rojava’da sonrasında ise Kuzey ve Doğu Suriye’ye doğru gelişen bir devrime öncülük etti.
Yıllarca rejimin uyguladığı böl-parçala-yönet politikası ile birbirine düşmanlaştırılan Kürt, Arap, Suryan, Ermeni, Aşuri halkları askeri temelde gerici güçlere karşı topraklarını savunurken Rojava devrimi kadınların iradesi ve öncülüğü ile bir kadın devrimine dönüştü. Kadınlar hem toplumsal ve siyasal olarak toplumun temel bir bileşeni ve yöneteni olurken ezilen halklar bu devrim sayesinde Suriye topraklarının bu parçasında ilk kez kendi dilleri, kültürleri ve siyaseti ile kendi kendilerini yönetmeye başladılar. Tunus’ta başlayan Arap isyanları Suriye’de halkçı demokratik bir devrim ile sonuçlandı ve bu gün toplumun her bileşeninin bir parçası olduğu bu devrim bütün Ortadoğu ve dünya halklarına örnek teşkil etmeye devam ediyor.
6-Türkiye’de Ortadoğu halk isyanlarının etkisi 2013 Gezi direnişinde can buldu. Gezi direnişi de aynı diğer Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi AKP faşizmine ve Erdoğan diktatörlüğüne karşı toplumun bütün kesimlerinin kendi talepleri ile sokaklara çıktığı, AKP ve Erdoğan’ın istifası isteyen bir noktaya ulaştı.
Kuzey Kürdistan halkının PKK öncülüğünde geliştirdiği özgürlük mücadelesi, Türkiye cephesindeki devrimci demokratik mücadelelerle birleşerek, AKP hükümetini köşeye sıkıştırdığı bir dönemde, taktik bir manevra yapan Tayyip Erdoğan yönetimi, “çözüm süreci” adı altında “barış” görüşmeleri başlattı. Halkları beklentiye sokarak, zor durumdaki hükümetini toparlayacak adımlar attı. Bir dizi yasa çıkartırken, Kürt özgürlük hareketine karşı çöktürme planını devreye soktu. Suruç katliamıyla ve Medya Savunma Alanları’nı bombalayarak, yeni bir savaş sürecinin kapısını açtı.
Rojava devrimini boğmak için önce sahadaki tüm çetelerle işbirliği yapan faşist Türk devleti, amacına ulaşamayınca, DAİŞ çetelerini Kobaniye saldırttı. Binlerce şehit ve yaralı, onbinlerce insanın göç ederek yoksullaşması pahasına direnen Rojava devrimi, DAİŞ çetelerini püskürttü ve Rojava devrimini, Kuzey Suriye’ye doğru taşımayı başardı. Arap, Kürt, Süryani, Aşuri, Türkmen ve diğer halkların ittifakıyla, başta kadınlar olmak üzere, tüm ezilen kesimler için, özgürlük ve demokratik haklar kapısını açtı. Kuzey Suriye’yi de kapsayan bu özgürlükçü çizgi, Suriye’nin geneli için de, bir alternatif ve çözüm imkanı haline geldi.
Beritan Destan