Yaşadığımız Trajedinin Kaynağında Yetersiz Yoldaşlık Vardır
Önderlik, sistemi yendi. Buna rağmen sistem Önderlikten kurtulmak istiyor. Bu haliyle Önderliğimizi zehirliyor ve zehirlenme bir gerçektir. Şöyle de denilebilir: Önderliğin kalbine bıçak saplanmıştır. Bunun nedeni bizim kollarımızdaki gevşekliktir. Bizim 9 Ekim komplosu öncesi gevşekliğimiz Önderliği İmralı’ya, ikinci gevşeme ise zehirlemeye götürdü. Önderliğin yaşamını mümkün olduğu kadarıyla kısaltma ve en erkenden bedensel çözülüşe sürükleme tarzındaki bu uğursuz girişimde kendi sorumluluğumuzu görmemiz gerekir. Böyle bir günde aslında belki de en başta hatırlamamız gereken olgu budur. Yetersiz yoldaşlık hala var ve Önderliğin yaşadığı zehirlenme biçimindeki trajedinin kaynağında da yine yetersiz yoldaşlık bulunuyor. Oysa Önderlik şunu söyledi: “Siz ne denli büyük bir savaş gücü olduğunuzu kanıtlamadıkça barış gerçekleşmeyecektir. Karşı taraftakiler öncelikle sizdeki o büyük savaş gücünü görmelidir. Onu gördükleri zaman ancak barışa gelebilirler.” Ne var ki bu halkın düşmanlarının bizde gördükleri bu değildir. Yüzeysel olsa da bizde gördükleri dağılmadır, kendine göre yaşamdır; bizde gördükleri belki de kendi sisteminin uzantısı olan ve onun özelliklerini
taşıyan sıradan insandır. Sistem işte bu noktadan başlayarak gerektiğinde bizi kazanabileceğini ummaktadır. O açıdan savaş gücümüz düşmana geri adım attırmaya yetmiyor demektir.
Mevcut durumda ortaya çıkan gerçeklik şudur: Biz artık şöyle barış, böyle barış yapacağız deme dönemi geçmiştir. Eğer gerçekten barış istiyorsak, bunun yolu kesinlikle savaştan geçiyor. Ne kadar savaş, o kadar barış. Bu, Önderliğin de formülüdür. Ne kadar o sistemi geriletecek ve gerekti
ğinde onu yerle bir edecek bir savaş gücü olduğumuzu kanıtlarsak, o kadar barışa yaklaşmış olacağız. Başka yol yoktur. Öyleyse herkes kendisini böylesi büyük
ve sonuç alıcı bir savaşa göre hazırlamak durumundadır. Buna hazırlanmayan biri halkımıza dayatılan soykırıma evet dediği gibi, Önderliğin zehirlenmesiyle yaşamının kısalmasına ve ölümüne de ‘evet’ diyor demektir. O zaman biz de bütün hücrelerimizle, bütün varlığımızla, her şeyimizle düşmana
dünyayı dar edeceğiz. Onun sistemini gerçekten de çökertecek hem de en cehennemi savaşla çökertecek bir durumu ve savaşı ortaya çıkaracağız. Hepimiz kıyameti koparacağız. Sistemin anlayacağı dil ancak budur. Ne kadar savaşırsak o kadar barışı getirebiliriz. “Biz savaşmak istemiyoruz” demek artık kesinlikle doğru değildir.
Ne Kadar Savaş O Kadar Barış
“Biz barış istiyoruz.” Şu anda toplumda haykırılan slogan budur. Hayır, herkes savaşa hazırlanmak zorundadır. Zaten Ana Karargâhımız da ifade etti: “Biz barış olabilir mi, böyle bir ihtimal var mı, sistem barışçıl bir çözüme gelir mi sorusunu tartışmıyoruz. Cevap aradığımız soru bu değildir. Biz savaşı daha nasıl güçlendirebiliriz sorusuna cevap arıyor, bunu tartışıyoruz” dedi. Bu bizim de sorunumuzdur. Biz en şiddetli savaşı nasıl geliştirebiliriz sorusunu tartışmalı, bunun
cevabını bulmalı ve uygulamaya dökmeliyiz. Bunu başardığımızda Türkiye’ye barışı gerçekten getireceğiz. Türkiye’ye gelen barış, bölgeye gelen barıştır. Böylesine büyük bir savaş ancak böyle bir barışı getirebilir ve mevcut durumda Önderliğe bağlılığımızı ancak ve ancak böyle kanıtlayabiliriz.
“Devlet Askeri Sonuç Almak İstiyor”
“Benim durumum pratikleriniz için belirleme yapacak konumda değildir. Tamamıyla özgücünüzle, stratejik ve taktik gücünüzle sonuç almak isteyeceksiniz. Aksi halde evliyadan keramet beklemek olur ki, çağımız buna uygun değildir. Savaş ve barış gücü olmanız önemlidir.
Devlet ya da devletler gerçek savaş gücünüzü görmedikçe barış için adım atmazlar. Ne kadar savaş o kadar barış gibi bir formül söz konusudur. Karşı karşıya olduğumuz formül budur. Bu acı ama bir gerçektir. Ben tek bir asker ve gerilla ölmesin istemiştim. Bu, çok insani bir yaklaşımdı.
Ama devlet ciddiye almıyor. Askeri sonuç almak esastır.” Bunlar benim belirlemelerim değildir; Önderliğimiz Bir Halkı Savunmak adlı kitabında aynen bunları söylüyor. Önderlik bunları, AKP’nin iktidara gelişiyle birlikte, barışçıl demokratik çözüme hayır dediğinde ortaya koydu. Ama Osman ve Nizamettin çetesi buna gelmedi. Onlar bu kesin belirlemeleri gördükten sonra kaçtılar. Buna karşılık bizim en küçük bir kararsızlığa düşmeden 1 Haziran Atılımı’na benzer bir atılımı
geliştirmemiz ve savaşı en üst düzeyde tırmandırmamız gerekiyordu. Tamam, ateşkesi Önderlik istedi, ama şunu da ekledi: “Eğer devlet çözüme gelmezse, bir daha asla benden ateşkes biçiminde bir çağrı gelmeyecektir. Karar ve çözüm gücü olan dışarıdakiler olacaktır. Siz gücünüzü kanıtlayacaksınız. Benden keramet beklemeyin.”
Süreç budur, gerçek budur. Böyle bir doğum gününde o soylu doğuşa, gelinen aşamada O’nda gerçekleşen Önderlik dünyasına, O’nun
kişiliğine, özgürlüğüne ve toplumuna katılmak, öncelikle böyle bir savaşı vermekten geçiyor. Bize Önderliğimizin sağlığını yeniden kazandıracak olan da, O’nu yaşamda tutacak olan da, O’nu halkıyla özgür bir ortamda buluşturacak olan da, Kürdistan’ı kazandıracak olan da budur. Başka yol yoktur, başka çözüm biçimleri yanlıştır. Yanlış olmanın da ötesinde, eğer ısrar olursa bu tam bir sapıklık anlamına gelir. Zaten herkes bizi buraya çekmek istiyor. Şunu hiç unutmayalım: şu
anda Amerika’nın bize dayattığı şey savaştan vazgeçmektir. Savaşmayacağız da ne yapacağız? Önderlik de ifade ediyor işte, Güney’de kalacağız, silah bırakıp sözüm ona siyaset yapacağız!
Önderliğin büyük öfkesi bunadır. Hayır, silahlarımızı bırakmayacağız. Hatta daha güçlü bir biçimde silah kuşanacağız, düşmanı en iyi vurabilecek silahlarla donanacağız. Sadece maddi silahları da değil, her türlü silahımızı kullanacağız; bu tarzda bütün özgürlüklerin odak noktası olan, onun merkezi olan, ana ekseni olan Önderliğimizin özgürleşmesine kenetleneceğiz. Önderliği özgürleştirmenin başka yolu yoktur. Toplumu bile diri tutmanın, toplumsal zeminde olumlu
anlamda bile eylemde bulunmanın, Kürdistan’da demokrasiyi kurmanın da başka yolu yoktur. Yegâne ve en ciddi yol savaş yoludur, hem de en çılgıncasına savaş yoludur. Önderlik bu anlamda “PKK’liler çılgındır” dedi. Kuşkusuz bu çılgınlık başını taşlara vuran birinin çılgınlığı değildir. Ne yaptığını bilen, imkânsız olana göz diken, savaşan ve başaran insanın çılgınlığıdır. Dev gibi bir orduya karşı koyan ve onu yenilgiye uğratmasını bilen insanın çılgınlığıdır. Karınca
örneği gibi, filin karnını deşen yiğitlerin çılgınlığıdır. O kendisine çok güvenenlerin aslında kof bir güç olduklarını eylemiyle kanıtlayan, en büyük gücün anlamın ve duygunun yarattığı insandan geçtiğini bilen, bunun da PKK’nin ta kendisi olduğunun farkında olan, PKK insanının bu olduğunu
kanıtlayan insanın çılgınlığıdır. Bu tarzda geliştireceğimiz bir savaş bizi Önderliğimizin özgürlüğüne, özgür bir Kürdistan’a, özgür topluma, özgür bir bölgeye, özgür insanlığa taşıyacaktır. Bu temelde Önder Apo’yu büyük Önderliksel gerçekleşme doğrultusunda ilerleten, daha sonra kendisini tüm insanlık için özgürlüğü mümkün kılacak bir sistem çözümüne götüren o soylu gelişmenin başlangıç noktası olan Önderliğin doğum günü tüm insanlığa, halkımıza, kadınlara ve
Onun tüm yoldaşlarına kutlu olsun diyoruz. Bu temelde diyoruz ki zafer, bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan Kürt halkının ve halkların olacaktır.
Ali Haydar Kaytan