HABER MERKEZİ
Apocu Kültür Bir Yoldaşlık Kültürüdür
Yoldaşlar birbirine güvenir, birbirini sever. Güven ve sevginin soyut kavramlar olmadığını, emekle, kendini ve birbirini yaratarak gerçekleşeceğine olan inancı gösterir. İnanıp güvendiği kadar destek verir. Yoldaşlık bir tamamlanma ilişkisidir. Kendindeki eksikliği almasını bilmenin mütevazılığı kadar fazlalığı vermesini bilmenin vericiliğini yaşamaktır. Apocu kültür bir yoldaşlık kültürüdür. Önderliğimiz buna hakikat yoldaşlığı dedi, insan-ı kâmil dedi.
Kendisini, tüm benliğiyle, ruhuyla ve bedeniyle, yoldaşıyla birlikte hissetme durumunun ortaya çıkması, yeni toplumsallık kararının keskinliğiyle bağlantılıdır. Klan toplumunda nasıl ki klanın dışına çıkmak ölümle eşdeğerse, tabu denen ahlaki yasaları uygulamamak yok olmakla eşdeğerse aynı şekilde yoldaşlarıyla olmamak ve yoldaşlarıyla birlikte yaşamanın özsel kurallarına göre yaşamamak da yok olmakla eşdeğer algılandığından yoldaşlık ilişkileri yeni toplumsallığın temeline yerleştirilmiştir. Apocu kültürün temelinde yeni toplumsallığın yoldaşlığı vardır.
Her şeyin en iyisini yoldaşı için isteme, görevlerin en zorunu kendisi üstlenerek yoldaşlığı yüceltme, fedakârlık olgusunun yeni anlamını da ortaya koymaktadır. Yaratılacak yenide, kendisinin yaratacağı değerlerin olması, her bireyin katacağı emekle yaratılan yenide kendini bulması ve bu yolla kendini yaratması gerçeği vardır. Yoldaşlık gerçeğinde birbirine destek olma, birbirini tamamlama vardır. Birbirine acıma, zavallı görme ya da benzer nesneleştiren ikilemlerin tuzağına düşmek yoktur. Eksik, zayıf ve yanlış olanı red, yeniyi yaratmanın temeline yerleşir. Çünkü yanlış olan düzeltilmezse yeni yapılamaz. Önderliğin zayıf insandan nefreti, zayıflık durumun insana yakıştırmamasından kaynağını almaktadır. Bizde kimi zaman açığa çıkan ise acıma duygusudur. Apocular zavallı olamayacağı gibi yol arkadaşını da zavallı göremez. Bir insana acımak, bir devrimcinin devrimciliğinin bitmesidir. Devrimci kişi, zayıf olanı reddedemiyor ve yardıma ihtiyacı olana destek olamıyor, onu tamamlayamıyorsa, birlikte yan yana yürünecek bir yol arkadaşlığı yaratamıyorsa zaten devrimciliği bitmiştir.
Bir insana acımak ile bir topluma acımak aynı şeydir. Şimdi bizi en çok öfkelendiren bir durum da sömürge halkların ya da devletlerin Kürdistan halkına acıması değil midir? Eğer bir topluma acınması kabullenilmezse bir bireye acımak da kabullenemez. Acımak, statik ve geri bir duygudur. Değişmez, değiştirmez. Yeniyi yaratmaya yönelmez. Ne oluştuğu ne de yöneldiği kişide bir akış, yenilenme ya da yaratım başlatabilir. Sadece hâkim sistemin sahte vicdan söylemlerini tatmin edebilir ki bu da devrimciler için kabullenilmezdir.
Yine yoldaşının yanlışına öfke duyabilmek de Apocu kültürle birlikte gelişen bir ölçüdür. Düşmandaki yanlışlıklara öfke duymak düşmana yönelim getirebilir, onu değiştirmeye ya da alt etmeye yöneltir. Yoldaşın yanlışına öfke duymak ise yoldaşın yanlışını ortadan kaldırmaya, yanlışın yerine ise doğru olanı koymaya yönelimi getirir. Bu anlamda yoldaşının yanlışına öfke duymayanın, geri, eski ölçülerle korumacılık adında kayırma yaklaşımlarının yoldaşlar topluluğunu büyütmeyeceği, kesinlikle düşman anlayışların yaşamasına müsamaha göstermek olacağını bilmek gerekir.
Apocu kültürü oluşturan temel bir özellik de adanma gerçeğidir. Bu salt kendinden vazgeçiş anlamındaki bir çilecilik değildir. Adanma, kendini varetmek için sistemin dışına çıkma kararlılığını verme, bunun bedellerini göze alma ve kendini yeniyi yaratmaya adama olarak algılamalıdır. Bir lokma bir hırka felsefeci de salt çilecilik olarak algılandığından yeni toplumsal kültürümüz bazında üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Ortaçağlardaki bilgelere atfedilen bu ilke ve çağımız itibariyle kişinin kendisinden uzaklaştırdığı, kaçındığı bir konu olmaktadır. Oysa bu düşüncenin kökeninde salt çilecilik yoktur. İnsan ve madde ilişkisini doğru ortaya koymak vardır. İnsanın kendisi dışındaki her şeyle ilişkisi aslında insanın yaşam anlayışını oluşturur. İnsan dinledikleri, duydukları, giydikleri, düşündükleri, düşledikleri, duyumsadıkları, gördükleri, dokundukları ve kokladıklarıyla, yedikleri ve içtikleriyle kendini oluşturmaktadır.
Bir lokma bir hırka felsefesinin kökeninde bilgelerin, kendilerini oluşturan gerçeğin içinden maddenin oranını en aza indirme çabası vardır. İnsanı insan yapan olguların maddeye oranının daha fazla olması, insanlaşma düzeyinin yüceliğiyle ilgilidir. Ayrıca insan emeğiyle üretilen maddeye doğru yaklaşım geliştirmek de bir amaç olmaktadır. Güncel anlamda dile getirirsek kapitalist modernitenin tüketim kültüründen kopmak anlamında bir ilkeye işaret etmektir. Çağın insanı düşürdüğü durum, insan madde ilişkisinde maddeyi özneleştirerek insanı nesneleştirerek, metalaştırarak insanı maddeden ibaret bir yığın haline getirmekle sonuçlanmıştır. Kapitalist modernitenin bugün ulaştığı düzey, metanın tanrılaşmasıdır. Reklamlar kutsal bir dine çağırır gibi insanları meta kulluğuna çağırır. Marks’ın dile getirdiği “Her şeyi eritip yok eden, aslında eritip kendine katan” kapitalist sistemden kopmak, maddelere de bir evren değeri olduğu anlayışıyla yaklaşmaktır. Kapitalizm hastalığı olan obezite bunun çarpıcı örneğidir. Maddeyle ilişkisinde maddeyi insanların, düşüncelerin, düşlerin ve diğer insanı insanlaştıran her şeyin önüne koymak, insanı maddeleştirir, bir madde yığınına çevirir. Apocu kültür, insan yaşamına böyle bir şeyi layık görmez. İnsanın bir değer olması, yarattıklarıyla ve kendinde yarattıklarıyladır.
Kendiliği Çalınmış Bir Toplumun Bireyleri Kendine Göre Olamaz
Apocu kültür yeni toplumsallığa katılmaktır. İnsanın insanlığı toplumsallığıyladır. Toplumsal olmak ahlaki olmakla mümkün olan ve bu sayede, tüm zamanlarda geçerliliğini koruyan bir gerçektir. Ahlak yaşamda ortaya çıktığı, pratikleştiği oranda toplumu yaratan bir olgu olabilir. Tabi önkoşul da yüksek bir bilinçle bunun zihniyetini yaratmaktır. Bilinç ve pratik, ahlakın temeline yerleşen olgulardır. Ortak bilinç, ortak pratikleşmeyi de getirir. Ortaklıklar aynılık değildir. Bu anlamda kimi zaman ortaya çıkan bazı tartışmalar anlamlı olmamaktadır. PKK’ye katılmakla, Apocu kültürü tercih etmekle kendi farkını koyan insanların parti içinde farklılık adına bireyciliklerini yaşatmaya çalışmaları anlamlı değildir. Kendine görelik eleştirisinin son süreçlerde çok fazla dile gelmesi bu yanılgının yaygınlaştığını da gösteriyor. Kendine görelik aslında özgür bir kendilik varsa anlamlıdır. Kendiliği elinden alınarak parçalanmış, yok hükmünde sayılmış ve hâkim sistemin her türlü saldırısına uğramış olan Kürt bireylerinin xwebûn olma sorunları henüz aşılmış değildir. Bunun belli oranda bilincine varılmış ve aşma anlamında adımlar atılmış olsa da henüz soykırım kıskacından kurtulmuş değiliz. Bu anlamda yaşayabileceğimiz ve ona göre olabileceğimiz bir kendiliğimiz, bir entitemiz yoktur. Kendine görelik eleştirisinin sisteme göre olmak şeklinde anlaşılmalıdır. Eğer militan özgür olarak kendini gerçekleştirmişse kendine göre olabilir. Ama bu yoksa kendine göre olmak eleştirisi erkek egemenlikli, doğa karşıtı, demokrasi karşıtı özgürlükler karşıtı bir sisteme göre olmak demektir ki bu Apocu kültürde kabullenilemez. Bizim konumumuzda olan toplum ya da mücadeleciler için refleks birliğinin, özgür ortaklaşmanın ve ruhsal bütünlüğün olmaması parçalayıcı bir rol oynamaktadır. Bizler de sistem etkilerini aştığımız oranda ruhsal bütünlüğü gerçekleştireceğimiz bilinciyle, ortaklaşmanın bütünleştiriciliğinin bizleri Apocu kültür etrafında toplayacağı ve özgürleştireceğinin çabasında olmalıyız.
İnsan, Kendini Sistemleştiren Ve Geleceğe Taşıran Evrendir
Apocu kültürde aldanma ve aldatma yoktur. Aldatma eylemini insan karşıtı bir eylem olarak bilmek vardır. İnsanlar arası ilişkilerde saflığın, arılığın insan özgürleşmesinde önemli yeri olduğu inancı, doğalında dürüstlüğü esas almayı da getirmektedir. Bu özellikle Ortadoğu toplumlarına dayatılan kadercilik ve buna bağlı olarak gelişen eli kolu bağlılık ya da pasiflik anlamında olmayıp, bilakis, politik insan bilinciyle birleşen bir dürüstlüktür. Ahlaki ve politik olmak, özgür yaşamaya karar vermek ve özgür yaşama adımları atmaktır ve bunun eylemcisi olmayı getiren Apocu kültürde insan ne egemenlerin ne de tanrıların nesnesi olabilir. İnsan, evrenin tüm diğer öğelerinin, hayvanların ve bitkilerin emanet edileceği temel bir öğedir. İnsan, kendini sistemleştiren ve geleceğe taşıran evrendir. Bu tanıma göre insan olmak öncelikle egemen sistemin insan dayatmasını reddetmektir. Bu anlamıyla hâkim uygarlığın dayattığı insan şemasının kesinlikle dışındadır.
Önderliğimizin çocukluğunda başlayan “mevcut sistemler içine girmeme, ona dayatılanı kolay kabullenmeme” yaklaşımı sistemleşerek, kendini yeni özgür yaşamın sistemi kılarak demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum paradigması olarak bugüne taşımıştır. Bu sistemin insanı olmayacağım diyen Önderliğin İmralı tavrı, esaret koşullarına rağmen gösterdiği direniş ve kendini yeniden yaratma konusundaki radikalliği, salt sistem karşıtlığı değil, aynı zamanda sistem dışılığı da göstermektedir. Sistemin karşıtı olup içinde ona karşı mücadele etmeye çalışan, sistemi kendinde içselleştiren ya da sistem tarafından içselleştirilen tüm akım, hareket ya da kesimlerin varlığına rağmen Önderlik somutunda yaşanan hem sistem karşıtı olmak hem de sistemin dışında olmaktır. İmralı duvarlarına rağmen Önderlik sistemiçileştirilememektedir. Önderlik kendi somutunda mülkiyet anlayışını kırmış, sistemin olmamıştır. Bundan dolayı da sistemin Önderlik karşısında yaşadığı derin bir kompleks ve düşmanlık vardır. Kapitalist modernitenin hiçbir tanrısallığı Önderlik inancında geçer akçe değildir. “Belki ben sizi istediğim çizgiye getiremedim, ama ben sizi sistemin istediği gibi yaşatmasına da izin vermedim, bu da benim başarımdır.” sözü sistemiçileşmeme konusundaki duygularını da göstermektedir.
Uygarlıklı sistemlerle mücadele etmek, o sistem yaşamından tümüyle kopmayı gerektirir. Hâkim sistemin zihniyeti kadar yaşam biçimini reddetmeyen biri, nasıl o sistem karşısında mücadele yürütebilir ki? Önderlik sistemine girebilmek merkezi uygarlık sisteminden çıkmakla mümkündür. Sistemi düşman olarak görmek şarttır. Sadece ulus devlet askerlerini düşman görüp onlar karşısında savaşmak özgürlük mücadelemizin nihai yöntem ve biçimi değildir. Apocu kültür ile yaşamak isteyen kesinlikle hâkim moderniteden kendini koparmalı, o zihniyetin tüm yaşam biçimlerinden nefret etmeli ve sistem karşıtı olan öfkesini kesinlikle örgüt ve eylem gücüne dönüştürmelidir. Kapitalist modernite temsilcilerinin bir sözü bizde öfke yaratıyorsa karşılığında demokratik moderniteye dair yüz söz söylemeli ve o bir sözün etkisini kesinlikle gidermeliyiz. Halkımızı zehirlemelerine kesinlikle izin vermemeliyiz.
DEVAM EDECEK…
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi