Şemzinan pratik gücü olan taburumuz yıl 1996 baharında Ahmet Bendi dağına konumlandı. Ben Vedat Varto’nun komutasındaki bölükteydim. Üzerinde konumlandığımız Ahmet Bendi dağının sıfır noktasını oluşturan, Demani tepesinin keşfi gerekiyordu. Bu görev benim komutamdaki bir grup arkadaşa verildi. Demani tepesini keşif grubumuzda Leyla (Gever), Sipan (Amed), Hogir (Fuşe) ve Welat (Başkale) arkadaşlar vardı. Düşman alanda stratejik bir nokta olan Demani tepesini yerleşik olarak tutuyordu. Görevimiz buradaki düşman gücünün genel konumunu, mevzilerini, yaklaşık olarak sayısını belirlemekti. Yapacağımız keşif sonuçlarına göre tabur gücü tepeye saldırı düzenleyecekti. İran-Türkiye sınırının üzerinde yükselen Demani tepesinin İran’a bakan tarafı tamamen asi, sarp uçurumdu. Yaptığımız keşif planlamasında tepeye, gece bu sarp uçurum tarafından tırmanmayı kararlaştırdık. Dolunay zamanıydı. Gece tepeye sarp uçurum tarafından dolunay ışığında tırmanacaktık. Demani tepesine, İran tarafından aysız karanlıkta tırmanmak imkânsızdı.
Tepeye, dolunay ışığında, sarp uçurum tarafından önden ben tırmanıyordum. Hemen peşimden Leyla arkadaş, onun ardından da öteki arkadaşlar geliyordu. Önden tepenin zirvesine ulaştığımda, bir kenarından tutunarak kendimi yukarı çektiğim kayanın dibine yatıp uyumuş, bir grup düşman askeriyle neredeyse burun buruna geldim. En son tutunarak yükseldiğim kayanın dibinde uyuyan düşman askerleriyle aramızda en fazla bir yumruk mesafesi vardı. Uyuyan düşman askerlerinin nefes alışverişlerini duyuyordum. Sanırım düşman, çok sarp uçurum olan tepenin bu yanına, gece tırmanılmasını imkânsız görmüş olacak ki, nöbetçi koymadığı gibi yatıp uyumakta da bir sakınca görmemişti. Gerilla olarak bizim işimiz de zaten İmkânsızı istemek ve onu başarmaktı!
Düşmanla böyle yumruk mesafesinde burun buruna gelince, sessizce dönüp önceden belirlediğimiz anlaşma işaretleriyle, arkadaşları uyardım. Tekrar dönerek tutunduğum kayanın siperinde zirveye baktım. Tutunduğum kayanın dibinde, yumruk mesafesinde üç asker yatmış uyuyordu. Bu askerlerin en fazla on metre ötesinde kalabalık bir grup asker oturmuş kendi aralarında alçak sesle konuşarak bir şeyler yapıyorlardı. Kalabalık grubun bu durumuna bakılırsa, önümde uyuyanlar rütbeliler olsa gerekti. Tepenin öteki kanat noktalarında Mevziler ve nöbetçiler vardı. Bir kademe aşağı indim. Durumu cihazdan fısıltıyla tabur karargâhına bildirdim. Cihaza gelen tabur komutanı Ekrem, benden ayrıntılı tekmil alınca:
-Hemen vurun, diye, talimat verdi.
Beş arkadaş, zirvede savaş düzeni alarak mevzilendik. Tepedeki düşman güçlerini beş koldan aynı anda tarayarak vurduk. İlk keşifte görebildiğimizden daha kalabalık çıkan düşman güçleri, karşı mevzilerden ve görmediğimiz noktalardan çıkıp toparlanarak, tepenin değişik noktalarından bize karşılık verdiler. Çatışmaya başladık. Yanı başımda mevzilendiği yerden düşmanı görerek, tek tek ateş eden Leyla arkadaşın düşmana karşı bu soğukkanlı, sakin, kararlı duruşu bana çok büyük güç ve moral verdi. Böyle bir arkadaşla insan bir orduyla bile çatışabilirdi. Bulunduğumuz konumda düşmanla çatışmayı sürdüremezdik. Önümüzde ulaşabildiğimiz düşman cenazelerinin üzerinden kaldırabildiğimiz silah ve malzemeleri kaldırarak, sarp uçurumun içinde, kademeli olarak geri çekildik.
Biz uçurumdan inip normal arazide ilerlerken, gelen iki kobra helikopter peşimize düştü. Düşmanın peşimize iki kobra çıkarması, kaybının çok büyük olduğunu gösteriyordu. Rakımı ağaç seviyesinden yüksek olan arazi, tamamen çıplak ve yer yer kayalıktı. Kobralar üzerimize gelince, hedef dağıtmak için iki gruba ayrıldık. Welat ile Hogir arkadaş ayrıldılar. Ben, Leyla ve Sipan arkadaş birlikte hareket ettik. Arazide hem dolunay ışığı hem de kobraların attığı aydınlatma fişekleri-ışıldaklar altında ilerlerken, Sipan arkadaş kobralara görüntü verdi. Görüntüyü alan kobralar bizim gruba yöneldi. Sipan arkadaş, beline isabet eden bir roketle şehit düştü. Sipan arkadaşın silahını aldım. Leyla arkadaşla çekilmeye devam ettik.
Sabaha karşı saat üç sularında, bizden görüntü alan kobralar Leyla arkadaşla ikimizi bir kayalıkta sıkıştırarak, çapraz ateşe aldılar. Kendimize siper aldığımız kayalıkta kobralara karşı birlikte direndiğimiz Leyla arkadaş, henüz 19-20 yaşındaydı. Savaşta tecrübesiz olmakla birlikte, tepede düşmana karşı çatışırken duruşunda, belirtiğim gibi kararlıydı, insana güven ve güç veren bir cesaretin sahibiydi. Kobraların üzerimize geliş yönüne göre, Leyla arkadaş ile bulunduğumuz kayalığın girintilerine siperlenerek, çevresinde dolanarak, kendimizi korumaya çalışıyorduk. İki kobradan üzerimize aralıksız roket, doçka (uçaksavar) mermisi ve ışıldak yağıyordu. Kobralara karşı omuz omuza birlikte hareket ediyorduk. Kobralar üzerimize yöneldiğinde, Leyla arkadaştan ‘mutlaka yanımda kalarak, beni izlemesini’ istemiştim.
Leyla arkadaşla iki kobranın yoğun ateşi altında, bir süre böyle kayalığın çevresinde ve girintilerinde siperlenerek dolaştık. Bir yerde üzerimize gelen kobranın açık hedefinden çekilerek, kayalığın uygun bir girintisine siperlendik. Hemen o anda, siperlendiğimiz kaya girintisinin üst bölümüne çarpan bir roket, neredeyse başımızın üzerinde patladı. O anda yanı başımda siperlenmiş olan Leyla arkadaş, incecik tiz bir ‘ay!’ çığlığıyla yere yığıldı. Aramızdaki mesafe en fazla bir metre kadardı. Leyla arkadaşı yüzüstü düştüğü yerden kaldırıp kucağıma aldığımda, kobraların attığı aydınlatma fişeğinin ışığında, durumunun çok ağır olduğunu gördüm. Bu sırada, onun sırtından kucağıma akan kanını hissettim. Onu, yeni ve daha güvenli bir kaya girintisine çekerek, orada elimle sırtını kontrol ettim. Parmaklarım, sol küreğinin altında açılmış büyük ve derin bir yaranın içine girdi. Arkamızda, kayanın üst kısmına çarparak patlayan roketin büyük bir parçası, Leyla arkadaşın sol kürek kemiğinin altına saplanarak, kaburgalarını kırıp, akciğerine gömülmüştü. Leyla arkadaşın raxtını çıkardım, silahıyla birlikte oraya bıraktım. Sipan arkadaşın silahını da yanına bırakarak, Leyla arkadaşı taşımak için hazırlandım. O ana kadar, yaralanma anında elinde olmadan attığı ‘ay!’ çığlığı dışında, hiç sesi çıkmayan Leyla arkadaş, güçlükle:
-Heval Zınar, beni bırak git, diye, fısıldadı.
Ben de ona:
-Yok, seni bırakmam! Birlikte gideceğiz heval Leyla, dedim.
Leyla arkadaş, bu yaşta kadınların yiğit bir örneğiydi. O kahrolası roket parçası, genç bedenine saplandığında, elinde olmadan attığı incecik, tiz ‘ay!’ çığlığı dışında, ağzından tek bir acı, şikâyet sesi, sızlama çıkmadı. O haldeyken, cins bilinçli iradesini, inancını, muhakeme gücünü korudu, yitirmedi. Leyla arkadaş, bu durumda kendisini değil beni düşündü. Kucağımdayken, kulağıma ‘kendisini bırakıp gitmemi, kurtulmamı’ fısıldadıktan sonrada, tekrar:
-Git heval Zinar, git, dedi, bana.
Bütün gücünü toparlayarak, defalarca benim için konuştu. Fakat kendisi için hiçbir şey söylemedi. Bu gerçekten çok büyük bir irade, inanç, muhakeme gücü ve cesaret örneğiydi. Leyla arkadaş o koşullarda, güçlü bir iradeyle, kendi durumunu ve beni değerlendiriyor, durumunu umutsuz görüyor ve bana:
“Git, heval Zinar! Beni bırak git!” diyordu.
Apocu yoldaşlığın gerçeği buydu. Bende bir Apocu olarak, yoldaşım Leylayı bırakamazdım!
Bütün cephanelerini kayalığa, üzerimize boşaltan kobralar gittiler. Leyla arkadaşı bıraktığım kaya kovuğundan çıkardım. Yaşıyordu. Onu sırtıma aldım. Başı omuzumun üstündeyken bana, yeniden:
-Beni bırak git, sen arkadaşlara yetiş heval Zinar, diye fısıldadı.
İyice fersizleşen sesinden, Leyla arkadaşın durumunun hızla ağırlaştığı anlaşılıyordu.
-Olmaz! Birlikte gideceğiz heval Leyla! Seni bırakmam! dedim.
Leyla arkadaşın bu koşullarda sergilediği cesaret, yoldaşlık beni derinden etkileyerek, sarstı. Çok duygulandım. O koşullarda aklıma, Önderliğin “Kadının yiğitliği, gizli onuru ve gururu’” üzerine yaptığı çözümlemesi geldi. Kadının, beş bin yıllık erkek egemen zihniyetin ve onun cinsiyetçi, sınıflı yaşam sisteminin safrası-molozu altında kalan gerçek değerleri, yiğitliği, onuru, gururu, özgürlük hareketimizde böyle açığa çıkıyordu! O şafak vakti orada, Leyla arkadaşın kişiliğin de açığa çıkan, onun kendi cinsinin, egemen tarihin karanlık geçmişine gömülü olan gizli onuru, gizli gururu ve yiğitliğiydi. Açık ve örtülü cins mücadeleleri tarihi boyunca, örgütlü erkek egemenler tarafından görüldüğü her yerde, alçakça ve hunharca kırılan ve çaresizlik içinde gizlenmeye zorlanan kadının gizli onurunun, gururunun, yiğitliğinin açığa çıkışını; kaynağını esasta cins çelişkisinden ve cins mücadelesinden alan özgürlük hareketimizin haklı savaş pratiğinde, omuz omuza birlikte savaştığım Leyla arkadaşın şahsında böyle gördüm. Leyla arkadaşın sergilediği bu yiğitliği, onuru ve gururu görünce; kadına, cinsiyetçi, sınıflı yaşamda yüklenen, yakıştırılan her türlü olumsuz sıfatın, örgütlü erkek egemenler tarafından açık ve gizli fakat kesintisiz sürdürülen cins mücadelesinde, kadına atılmış ucuz ve alçakça iftiralar olduğunu, yaşayarak kavradım. İnsan böyle arkadaşlarla ikirciksiz ölüme gider. Biliyorum, orada, onun yerine ben yaralansaydım, Leyla arkadaşta beni asla bırakmazdı!
Leyla arkadaşı sırtıma aldığımda, yerimden kalkmadan, durumu cihazla karargâha bildirdim. Bizi yolda karşılamalarını istedim. Leyla arkadaş sırtımda, karargâha doğru yola çıktım. Bir saat kadar yürüdüm.
Yolda, Zağroslarda şafak sökerken; Leyla arkadaşın sırtımda, omuzlarımı tutan elleri çözülerek, iki yanına düştü… Sırtımda, böyle sessizce şehadete giden Leyla arkadaşın yirmi yıllık ömrü, gencecik canı, yeni boy atmış selvi gibi bedeni, kendi cinsinin ve onun şahsında insanlığın nihai özgürlüğü için ödenmiş kutsal bir bedeldi.
Leyla arkadaşın kutsal naaşını sırtımda taşımayı sürdürdüm. Hiç durmadım, içimde kapıldığım duygu seli karşısında duramazdım! Ahlak ve vicdan özürlü, egemen erkekliğin inadına, Leyla arkadaşın naaşını yere bırakmadım.
Leyla arkadaş, Zağroslarda şafak sökerken, kendi savaş emeğiyle açığa çıkardığı kadının gizli onuru, gururu ve yiğitliğiyle özgür bir kadın olarak gitti şehadete. Karargâh yakınlarında beni karşılayan arkadaşlar, kendi cinsinin gururu, onuru Leyla arkadaşın naaşını sırtımdan aldılar. Leyla arkadaş kendi cinsinin, örgütlü erkek egemenler tarafından, zorun bilinen her türlü biçimiyle bastırarak kırılan ve cinsiyetçi, sınıflı yaşam sisteminin karanlığına gömülen gizli onurunu, gururunu, yiğitliğini böyle açığa çıkardı.
Bir de, Leyla arkadaş, benim mücadeleye katılırken anneleriyle birlikte arkamda bıraktığım çocuklarımdan, en küçüğüyle yaşıttı. Benim küçük kızımın adı da Leylaydı… Leylalarımızın özgürlüğü, hepimizin özgürlüğüdür! Kadının cins bilinçli özgürlüğünün olmadığı bir dünyada, özel olarak erkeğin ve genel olarak insanlığın özgürlüğünden söz etmek, ya bilinçli bir alçaklık, ya da egemenler tarafından beyni yıkanmışlara özgü aptallıktır.
Arkadaşlar, Sipan arkadaşın naaşını da getirdiler. Sipan arkadaş Amedliydi. Taburumuzun bölük komutanlarındandı. Geverli Leyla arkadaş ile Sipan arkadaşın naaşlarını, taburda düzenlenen törenle kaldırarak; Ahmed Bendi dağının zirvesinden yüz metre aşağıda, kayalıkların bittiği yerle Renginop uçurumunun arasında, Renginop uçurumuna 30-35 metre mesafede bir yere defnettik. Leyla arkadaşın naaşını, bir metre derinliğindeki mezarına kendi yağmurluğuma sararak, defnettim. Baş ve ayak uçlarına, kabrini dışardan belli edecek şekilde taşlarını yerleştirdim. Çevresini taşla çevirdim. Sipan arkadaşın mezarı da hemen Leyla arkadaşın mezarının yanındadır. Huzur içinde uyusunlar, mücadeleri mücadelemizdir. Anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.
Kaynak: PAJK Sitesi