HABER MERKEZİ
Kürtler’de pek gelenekselleşmemiş, alışık olunmayan bir şey yaşanıyor: Doğum günü kutlanıyor. Tabi herkesin doğum gününü kutlamıyorlar Kürtler. Önderlerinin doğum günlerini kutluyorlar. Hem de büyük bir coşku, heyecan duyarak kutluyorlar. İşkence görme, tutuklanma pahasına büyük bir katılım sergileyerek bunu gerçekleştiriyorlar. Kendisine ait olmaya başlamış bir halk olarak Kürtler, kutsal belledikleri bugünü de bir direniş-mücadele gününe çevirmişlerdir.
Kürtler aslında doğumlara pek de sevinen bir halk değildir. Doğumun neye, nereye ve nerede gerçekleştiğidir önemli olan. Herkesin anlamlı bir bütünlük içinde yaşadığı, tüm insanların değerinin sonsuz olduğu bilinçli bir toplumda doğumun karşılanış biçimi farklıdır; anlamsızlıklarla yüklü bir yaşama doğru gerçekleşen bir doğumun karşılanış biçimi farklıdır. Kürtler iyi ve güzel bir yaşam yaşamıyorlar ki birilerinin bu yaşama katılımlarını hoş karşılasınlar, buna sevinsinler. Kürtler hala sömürgecilik altında imha edilmek istenen bir halk olarak, normal bir yaşama kavuşmuş değiller. Her yeni doğuş; egemenlerce halka reva görülen kimliksizliğe, sefalete, baskı-zor altında işkenceye dönüştürülen yaşama olan bir katılımdır.
Kürtler beşbin yıldır tarihin sapkınlığı olan uygarlık güçlerince yola getirilmek, fethedilmek istenen bir halktır. Kürtler bugün hakları en fazla gasp edilmiş, normal insanlardan sayılmayan bir kategoride tutulmak istenen bir halktır. Egemenlikçi sistemin topyekün bir saldırıyla talepsiz kılmak, kendi içinde eritmek istediği bir halktır. Beş bin yıllık sınıflı uygarlık döneminde, egemenlerce sistemi en fazla tasfiye edilmiş bir halktır Kürtler. Zira insansal varoluşun tezi, ilk toplum biçimi olan doğal toplumun en nitelikli döneminin yaşandığı neolitiğin yaratıcıları olan bir halktır. Gelişimini, doğal toplumun demokratik-komünal, özgürlükçü değerlerinin geriletilmesine, bastırılmasına endekslemiş olan ve ancak böylelikle gelişebilecek olan hiyerarşik devletçi sistemle Kürtler arasındaki mücadele, bu nedenle bir değerler, farklı toplumsal sistemlerin çatışmasıdır. Kürtlere yönelim, bir uygarlık yönelimiyken, Kürtlerdeki duruş da varlığını sürdürmeye çalışan doğal toplum değerleridir. Kürtlerde tarihin her dönemindeki demokratik komünal değerlerdeki ısrar -ataerkilliğin etkisiyle büyük aşınmaları yaşasa, uygarlık hastalıklarına kapılsa da- cılız da olsa varlığını sürdürmüştür. Ama uygarlığın gelişimi başlı başına bir Kürt sisteminin yenilgisi olarak ele alınabilir.
Kürtler artık o müthiş yaratıcı halk olmaktan çıkmıştır. Tarihin en büyük devrimi anlamına gelen neolitik devrimi- zira bu devrim halklaşma ve insanlaşmanın gelişimi için gerekli olan maddi koşullar anlamına gelir- yaratacak denli güçlü olan bilinç, yerini bilimden, gelişmeden bir mahrumiyete bırakmıştır. Yaşam artık hep kendini tekrar eden, yaratıcılıktan yoksun bir yaşamdır. Alışkanlıklardan örülü bir kördüğümdür atalarından kendilerine kalan. Tanınmayan bir kimlik, imha edilmek istenen bir halk gerçekliği, eski kutsallığından ve kabiliyetinden sıyrılmış, bilinçten yoksun, sıradan bir yaşam tarzı… Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen, potansiyeli evrensel olduğundan evrensel çapta sergilenen bir tahakküm gerçeği… Yoksunluk, adeta alın yazısıdır. Yaşam emaresi güçlü olmayan bir halka her yeni katılım (doğum), tüm bunlara ortak olmaya, yükü daha da ağırlaştırmaya geliştir artık. Kürtlerde yeni doğum, gelecek vaad etmemeye, bitişe bir ortaklıktır.
Halbuki her doğum bir yaratımdır. Doğum, yaratma potansiyelinin, yapma gücünün harekete geçmesidir. Potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşümü olarak da tanımlanabilir. Bir gerçekleşmedir. Hegel’in mutlak tinindeki (tanrı, ruh) her şeylik- hiçbir şeylik diyalektidiğidir doğumda işleyen. Doğum öncesi hali, potansiyel olarak her şeylik; gerçekleşmemiş, vücut bulmamışlık olarak da hiçbir şeyliktir. Doğum, potansiyelin kendini gerçekliğe kavuşturmasıdır, biçim kazanmasıdır. Varoluş böyle gerçekleşir zaten. Her Kürt bireyi bir gerçekleşme olarak, aslında halk potansiyelinin özünün bir dışavurumudur. Her Kürt bireyi, en genel anlamda da her insan, ürünü olduğu toplumsal gerçekliğin kapasitesini, gücünü bir toplumsal gen olarak bünyesinde taşır. Onda dile gelen doğadır, doğa kendini nasıl ki bir bitkide, hayvanda, taşta vb. var ediyorsa, biçim kazanıyorsa insanda da en yetkin –bilinebilir- gerçekleşmesini sağlamaktadır. Zaten insan için yapılan mikro-kozmos tanımı bu gerçekliğin bir ifadesi oluyor.
Peki özelde Kürtlerde, genelde de tüm insanlıkta neden tüm insanların (mikro-kozmosların) gelişine sevinilmemektedir. Neden herkesin değil de kimilerinin doğumu, varlığı için “iyi ki doğdun!” denmektedir. Yaşam kirletilmiştir de ondan. Yaşam ihanete uğratılmıştır da ondan. Kendi özüne ihanet eden-ettirilen insanlar tarafından –güçlerini yapmak için değil, bencillikleri için yıkmak amaçlı kullanmışlardır- hastalıklı, anormal bir toplum ve birey yaratılmıştır da ondan.
Herkeste iki gözün, iki kulağın, elin-kolun olması herkesin insan olduğu anlamına gelmez. İnsan olmak, öze göre olmak, kendisinin mikro-kozmos olduğunu bilmektir. İnsan olmak, insanın ekolojik ilkesi olan toplumsallığı esas almak demektir. İnsan kalmak, toplumsallıkta ısrar etmek demektir. İnsan olmak ve kalmak, doğanın işleyiş ilkesi olan birbirini tamamlamayı ve birbiri için var olmayı bilerek ona göre yaşamaktır. Hiyerarşi, değersizlik, tahakküm üretmeyen;her şeyin değerli olduğu canlı bir bütünselliği esas almaktır, insan olmak. İnsan kalmak da böylelikle mümkün olabilir. Gerçek insan doğal toplum insanıdır. Doğal toplum doğanın dilini konuşur, doğal insan da doğal toplum dilini. Böylelikle evren olduğunu bilen insandır, doğal ve gerçek insan…
Yaşadığımız hiyerarşik devletçi çağda bir oluş olarak yaşanan diyalektik çelişki, demokratik komünal değerlerle (tez) hiyerarşik devletçi sistemin değersizlikleri (anti-tez) arasındadır. Bu çelişki toplumun komünal özünden sapmanın gerçekleşmesinden bugüne (hiyerarşik dönemden bu yana) her insanda anlık olarak yaşanmaktadır. Bu çelişkinin bedeni olan insan, bu çelişkiden doğan mücadelesinin yönüne göre yaşamdaki konumlanmasını alır, uzamını böyle bulur. Bir insan ne kadar komünal-demokratik değerleri esas alırsa –özgürlük, eşitlik, adalet duygusu, dayanışma, paylaşma, yardımlaşma, tamamlayıcılık, bütüncülük, canlıcılık, tüm bunların ortaklaşması olarak toplumsallık- o kadar hiyerarşik devletçi sistemden kopmuş demektir. Bir insan ne kadar hiyerarşik-devletçi sistemin değersizlikleriyle yüklüyse – hiyerarşi, tahakküm, iktidar, cinsiyetçilik, her türden parçacılık vb, tüm bunların toplamı veya anası olan bireycilik- o kadar insan olmaktan uzaktır, insanlık dışıdır. Bu insan sadece biçim olarak insana benzer. Böylesi bir insanda gerçekleşen insanın güzelliği ve yaratıcılığı değil, kötülük ve yıkımdır. Bu insandır, tüm toplumsal hastalıkların ve ekolojik sorunların sorumlusu. Oturduğu sofrayı pisletircesine, beslendiği tüm kaynakları kurutan bu insandır. Sapkınlığın hem yaratımıdır hem de yaratıcısı.
Özcesi insanda yaşanan anlık mücadele, dualistik yapı sistemseldir. İnsanda mücadele yürütenler sistemlerdir. İnsan bir tarihsel toplumsal ürün olduğundan hiçkimse kendini bu gerçeklikten kurtaramaz, kendini bundan alıkoyamaz. Önderliğimiz bu mücadeleyi – PKK’nin kuruluşundan 1999’a kadarki dönem- devleti hedefleyen yanlarıyla demokratik-komünal değerlerin kendisinde yarattığı müthiş gerilim biçiminde kendi şahsında ikinci doğuş dönemi olarak adlandırmaktadır. Yaşanan gerginlik, özlem ve amaçlarla bunlara ulaşmak için kullanılan araçların uyumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Doğal topluma devletçi yollardan gidilemez; çünkü devlet zaten doğal toplumun geriletilmesiyle olurken; doğal topluma dönüş, değerlerine kavuşma da devletin ve onun zihniyetinin yarattığı hastalıklardan kurtularak olabilecek bir durumdur.
Önderliğimiz, şahsında dolayısıyla mücadele pratiğinde yaşadığı bu gerginliği ’99 sonrasında gerçekleştirdiği büyük düşünce gücüyle aşmıştır. Bu aşma eyleminin önemi ve sonuçlarından dolayı da bu dönemini “üçüncü doğuş” olarak adlandırmıştır. Önderliğimizin gerçek doğuşu o nedenle bu doğuştur. Önderliğimiz bunu “genelde devlet odaklı, özelde kapitalist modern yaşamdan kopuş” olarak tanımladı. Yani uygarlıktan kopuş! Önderliğimiz uygarlığın değerlerini kabul etmemektedir. Oluşumunu, gelişimini bu değersizliklerin geriletilip ortadan kaldırılmasıyla sağlamaktadır. Bunu da demokratik-komünal değerleri özümsemesiyle elde etmektedir. Önderlikte dile gelen “tüm bir evren, insansal varoluş, toplumsal gerçekliğimiz” ve tarihtir. Yani doğal toplum, doğal insan özellikleri. Buna ulaşmak öyle kolay değildir, hatta imkansızlığa yakın bir zorluktadır. Çünkü insanlık kirletilmiştir, egemenlikçi sistem hastalık üreten, güçten düşüren ağlarını herkese sarmıştır. Egemenlik üreten mikroplarını herkese ekmiştir. Egemenler herkesle oynamaktadır yani. En düşman olması gerekenler, egemenlik çarkına hizmet etmeye koşulmuştur. Kurduğu sistemle, ilişkilenme biçimiyle herkese anlık olarak egemenlikçi sistemini üretme rolünü vermiştir ve neredeyse herkes de farkında olmadan kendilerine verilen bu rolü oynamaktadır. İnsanlık basireti bağlanmıştır, güdükleştirilmiştir insanlık ve kötürüm kılınmıştır.
Önderliğimize yöneltilen düşmanlığın büyüklüğü ve dört klasik sömürgeci devletle sınırlı kalmayan yapısı bu nedenledir. Rêber Apo dört duvar arasında olsa da bugün insanlığın en özgür gerçekleşmesidir. O sadece tekil bir varlık değildir. Onda dile gelen sadece bir halk da değildir. Onda dile gelen genel bir insanlıktır. Sınırı, evrenin sonsuzluğudur. Büyüklüğü, evrenselliği bundan gelmektedir. Bu gerçeklik onu egemenlikçi sistem açısından en büyük düşman yaparken, öte taraftan insanlık için de en büyük özgürlükçü ve gerçek yaşam yaratan kılmaktadır. Kaybedilmiş doğal toplum yaşamının yeni yaratıcısı olmaktadır. Gücü buna odaklanmış yapısından gelmektedir. Bağışıklık sistemini o denli özgürlük, eşitlik, adalet ülküsüyle sağlamlaştırmıştır ki sapkın egemenliğin hastalıklarına karşı korunaklıdır. Dahası onlara an be an büyük darbeyi indirecek donanımdadır. Bu onu alışılageldik özgürlük ve eşitlik arayışçılarından da ayırmaktadır. Yığıncası erimesine rağmen Rêber APO dört duvar arasında, egemenlerin tüm bilme kapasitelerinin ele geçirmek, etkilemek için çabaladığı bir ortamda düşmanı bile etkilemektedir. O, bu durumuyla bugünkü insandışı devletçi toplumun etki edemeyeceği kadar büyük ve yeni yaşamı yaratacak kadar da güçlü bir evrensel önderliktir. O insanlığın ortak özlemlerinin dile getirilişi, cesareti, koruyucusu, akıl vereni, yol göstereni olmaktadır. İnsanlık için kurtuluş yolunun rehberidir.
Gerçek insan özü anlamına gelen Rêber APO, bu nedenle ulaşılması gereken birikmiş değerdir. İnsanlar iç mücadelelerinde terazinin özgürlük-eşitlik kefesini ağırlaştırıp, devletçi kefeyi etkisiz kıldıklarında, aslında içlerindeki APO’YU güçlendiriyorlar demektir. Önder APO, insanlaşmak için ulaşılması gereken özdür. Gerçek yaşam, inanç, değişim içteki APO’yu büyütmekle olur. Bu açıdan APOCULAŞARAK GERÇEK İNSAN OLMAK tüm insanlar için en temel yaşam felsefesi, bilinç ve ahlaki duruştur.
İşte Kürt’lerin tarihte sadece Hz. İsa ve Hz. Muhammed gibi peygamberlere nasip olan büyük inananlar topluluğu tarafından kutlanan doğum günü kutlamalarına önderlerinkini de katmaları bu nedenledir. Önderliğimizin doğum günü 4 Nisan; 27 Kasım’ların, 14 Temmuz’ların, özlü 21 Mart’ların, 15 Ağustos’ların anasıdır. Kürtler, 4 Nisan’ın irade kazanma, güçlenme, örgütlenme, insan olduğunun farkına varma ve bunun için müthiş mücadele etme anlamına geldiğini bildiklerinden bugünü kutsallaştırarak kutluyorlar.
4 Nisan; evren böylesi bir gerçekleşmeye “sahip” olduğundan evrene
4 Nisan; insanlık böylesi bir öze “sahip” olduğundan insanlığa
4 Nisan; böylesi hayırlı ve sadık bir evlat dünyaya getirdiklerinden de tüm kadınlara kutlu olsun…!
Xebat ANDOK