HABER MERKEZİ-Arkasında Eyfel’i bırakıp yola çıktı. Büyük meydanlar ortasındaki heykelleri, parlak ışıklı vitrinleriyle ayrı bir dünyaydı.
İlk geldiği günden bugüne hiçbir zaman buraya kendini ait hissetmedi. Oysa oralarda, atalarının topraklarında ne de farklı anlatılırdı. Ne umutlarla insanlar yola çıkardı. Gizli ya da açık pek çok yoldan binlerce kişi tüm geçmişine, tarihine arkasını dönüp koşarcasına geliyordu. Xeyri de onlardan biriydi. Yıllar geçmişti memleketinden, topraklarından çıkalı…
Onun için çok şey değişmişti.
Hiçbir şey söylendiği gibi değildi. Buranın en büyük yükseltisi Eyfel’di. Onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Oysa köylerinin yakınından geçen Fırat nehri, köylerinin yamaçlarına kurulduğu küçük tepeler şimdi çok farklı anlamlar taşıyordu.
Evet, geri dönme vakti gelmişti.
Yurduna dönme heyecanı yaşıyordu.
Bir de ayrı bir heyecan yaşıyordu. Yaşamına anlam yükleyen mücadelenin kurucusu, Önderi’nin yanına gidiyordu.
Zerre kadar ikirciklik yaşamadan büyük bir heyecanla yola çıktı…
Arkasında Eyfel’i, Paris’i ve o soğuk insanları, ruhsuz şehri bırakarak çıktı…
Lübnan’a…
Karışık yıllardı. Hem Ortadoğu hem dünya bir altüst oluşu yaşıyordu. Ortadoğu’ya vardığında derin bir nefes aldı. Kendini onlardan biri gibi hissettiği bir toplumun içinde olmak güzeldi.
Bekaa…
3. Kongre süreci…
Ortadoğu halklarının hatta tüm dünya halklarının mücadele tarihine geçecek bir tarihi kesitti yaşanan.
Uzun süreli halk savaşının öncü gücü gerilla, Botan’dan Garzan’a, Serhed’e, Dersim’e yayılmıştı. Avrupa’da yaşayan Kürt halkı gelişen bu savaştan etkilenerek mücadeleye gün geçtikçe daha fazla katılıyordu. Ancak hem uluslararası hem de bölgedeki kimi güçler bu mücadelenin yüzyıllık oturmuş sistemi sarstığını görüyor, karşı tedbirler geliştiriyordu. Bir de Kürt toplumunun asırlardır yaşadığı şartlar Kürt bireyinin kişiliğini örgütlü, disiplinli çalışma, mücadeleyi başarılı bir şekilde yürütmesini engelleyecek şekilde etkilemişti.
Gerilla mücadelesi devam ediyordu ama Hêzên Rizgariya Kurdistan (HRK) Komutanı Egîd (Mahsum Korkmaz) şehadete ulaşmış, çeşitli alanlarda gerilla kayıpları olmuştu. Buna Önder Apo müdahalede bulunmak için hem eğitim çalışmalarını hem de tüm çalışma sahalarının yeniden örgütlenmesini başlatmıştı.
25-30 Ekim 1986…
Önder Apo’nun yürüttüğü eğitim çalışmaları aslında yeniden bir partileşmeyi amaçlıyordu. Bunda esas aldığı temel yöntemlerden biri, kadroyu başarısız kılan özelliklerin çözümlemesini yaparak, başarısızlığın nedenlerini ortaya çıkarıp bunları öncelikle kadronun kendi kişiliğinde aşmayı hedefliyordu. Yürütülen yaklaşık bir yıllık bir yoğun eğitim ve tartışma sürecinden sonra kongre başladı.
“Burada çözümlenen an değil tarih, birey değil toplumdur” sloganıyla en güzel özetlenen kongre ortamı her kişiyi bir sosyolog, bir psikolog gibi çözümlüyor. Hem birey hem toplum analiz ediliyor, tanınıyordu. Kendisinin, tarihinin bilincine varan birey eksikliklerini net olarak görüyordu.
“Avrupa’da yetişen kadrolar saksıda yetişen çiçeğe benzer. Eğer ağaç olup kök salınmak isteniyorsa, çiçeği saksıdan çıkarıp toprağa dikmek gerekir. Yani Avrupa’da mücadeleye katılan arkadaşları yetkin militanlar haline getirebilmek için ana kaynağa; Kurdistan’a taşırmakla mümkündür” diyordu Önder Apo.
Xeyri arkadaş da onlardan biriydi. Uzun boylu, iriyarıydı. Rihalıydı. 1975’te lisede okurken Apocu hareketi tanımış, okuldan atıldıktan sonra ekonomik sıkıntılardan dolayı Avrupa’ya gitmiş, 1980’de PKK ile ilişkilenmiş, 1986’ya kadar Avrupa’da faaliyet yürütmüştü. Önderliğin bu sözünde belirttiği gibi bir çınar olup ülkeye kök salmak için kongre ortamında özeleştirisel yaklaşıyordu. Ülke devriminin tüm zorluklarını, silahlı mücadelenin yasalarını, örgütlenmenin denenmiş ve deneyimde somutlaşmış esaslarını… Kısaca “devrimci militanın özelliklerini kitaplarda okudum, teorik olarak bilgilendim, bunun propagandasını yaptım. Gerçekliği değil, özü değil, yansımayı yaşadım; çalışmalarda bunu uyguladım” diye yaklaşıyor. Özü anlamak, özde derinleşmek için büyük bir uğraş içine giriyordu.
Bir de yıllardır uzak olduğu topraklara, yıllardır özlemini çektiği dağlara özlemi her anına yansıyordu.
Kongre sonrasında Botan’a doğru yola çıktı. Bir süre takım komutanlığı yaptı. Zaman geçtikçe ve zorlu pratiklerden başarıyla geçtikçe daha büyük sorumluluklar üstlendi. Eylül 1989’da yapılan ülke içi 1. Parti Konferansı’nda ülke içi merkez üyeliğine seçildi.
1990 yılı sonunda PKK 4. Kongresi’ne katılmak için Heftanîn’e geldi. Kongre’de PKK Merkez Komite Üyeliğine seçildi ve Garzan Eyalet Yönetimi olarak Garzan’a doğru yola çıktı. 1991 yılının Mart ayında Garzan’a ulaştı.
Garzan, Kurdistan tarihinde isyanların yurdudur. Eliyê Yûnis’in kalesi halen halkın kutsal yerlerindendir. Gerilla için bulunmaz güzellikte bir yurttur. Yıllardır Egîdlerin, Cahitlerin emeğiyle artık Garzan’ın her dağı kutsallaşmıştı. Bu kutsal diyarların komutanı olmak, bu değerlere daha fazla değer katmakla olurdu. Dr. Kendal ve ‘Otomatik’ Mervan arkadaşlarla birlikte çok kısa sürede büyük eylemlere imza atmış, kısa sürede hem halkta büyük güven yaratmış, hem de düşmanda büyük korku yaratmıştı. Gün geçtikçe coşkuyla akan bir nehir gibi durmadan akıyordu.
1992 kışıydı. Yılın başıydı.
Mizgîn vadiye doğru ilerliyordu. Önünde iki milisle birlikte hızla yürüyorlardı. Hızla gitmek istese de, çok fazla çaba harcasa da yarıya kadar kara gömülerek yürünen yolda nefes nefese ve dondurucu bir soğukta ilerliyordu. Aklından binlerce şey geçiyordu. O bir anın bile öneminin farkında olarak, hiçbir şey düşünmeden, tek amacın hızla yukarıya ulaşmak olduğu bir tempoyla yürüyordu.
Hava bulutlu olmasına, yıldızlar ve ay ışığı görünmemesine rağmen etraf karın beyazlığıyla aydınlanıyordu.
Yürüyorlardı. Vadinin başına gelinmişti. Yukarı doğru tırmanmaya başlamışlardı.
Hava bulutlu olduğundan dolayı dondurucu değildi. Bundan dolayı kar donmamıştı ve bu, yürüyüşü daha da zorlaştırıyordu. Su içinde hareket etmekten bile zordu.
Yürüyorlardı. Her kaybedilen an, “keşke…” dedirtebilecek sonuçlara neden olabilirdi.
Az ileride vadinin ortasına birikmiş kar üzerinde bir kişinin karartısı görüldü. Yaklaştıkça karartı belirginleşti.
Zaman daralıyordu. Kar ağırdı. Hava ağır. Hele hele içinde bulunulan durum çok daha ağırdı.
Zaman geçti. İlk Vacip Şirnex’ı fark ettiler. Hızla çıkardılar. Bedeni buz gibiydi. Ama kalbi çarpıyordu yavaş da olsa. Onu bir köşeye çekip parkelerle sardıktan sonra diğerlerini var güçleriyle aramaya başladılar. Bir milis, Vacip arkadaşı yaşatmaya çalışıyordu. Diğerleri var güçleriyle çalıştılar. Zaman geçiyordu. Vacip’i çıkardıkları yerin yakınlarında Reşîd’i çıkardılar. Ama cansızdı bedeni.
Karın altından daha sonra Xeyri yoldaşın cansız bedeni çıktı.
Rûstem arkadaşı sağ çıkarmak için büyük bir hızla çabaladılar.
Ne yazık ki sonuç aynıydı. Rûstem arkadaş da şehadete ulaşmıştı.
Büyük bir umutla Vacip’in yanına koştu Mizgîn. Ancak kar altından çıkarıldıktan kısa bir süre sonra onun da kalbi durmuştu.
Beş kişiyle geldikleri Tetwan’ın Çorsin köyünde tek kalmıştı. Bir süre önce hem Dr. Kendal hem de Mervan arkadaş şehit düşmüştü. Büyük gelişmelerin öncüsü olan yoldaşları kısa sürede kaybetmek ağırdı. Kış koşullarıydı. Mevcut durumu Önderliğe aktarmak için gelmişlerdi köye. Köye ulaştıktan bir süre sonra bir milis, köyün aşağısında askerlerin köye doğru gelirken görüldüğünü söyleyince Mizgîn köylü kıyafetleri giymiş, diğer dört arkadaş da köyün yukarısındaki vadiye doğru hızla çıkmışlardı. Bir süre sonra köyün aşağısında görülenlerin asker olmadığı anlaşılınca iki kişi arkadaşlara haber vermek için gitmiş, arkadaşların üzerine çığ düştüğünü görmüştü. Biri yardım çağırmaya gelmiş, diğeri orada çığ altından arkadaşları çıkarmayla uğraşmıştı.
Tüm çabalara rağmen dört arkadaş da kurtarılmamıştı. Kendal yoldaştan sonra Mervan yoldaş. Ve şimdi de Xeyri yoldaş…
Garzan Eyalet Yönetimi’nin tüm sorumluluğu Mizgîn’in omuzlarına binmişti. Ama yoldaşları kaybetmenin acısı çok daha beterdi.
Getirilen küreklerle vadinin bir yamacına arkadaşlar için mezarlar kazıldı. Ve tek tek gömdüler.
Mizgîn mezarların başına oturdu.
Tüm içindeki acıyı, öfkeyi içeren bir sesle, çığlıkla söylemek istedi.
Sustu.
Hafif hafif mırıldandı.
Lo hevalno…
Dengek tê…
Dengê şoreşgerê şoreşvana…
Dengê axin û nalîn û qirînê.
Lo hevalno…
Can û cîgerê min heliya