HABER MERKEZİ – Asimilasyon; uygarlık tarihinde iktidar ve devletle kölelik statüsüne alınan toplumlar, halklar ve guruplara uygulanan özden çıkarmadır. Kendi egemenlikleri altında tuttukları bu kesimleri kültür, dil, din ve toplumsal değerler bakımından sindirme, eritme ve kendine benzeştirme politikalarıyla yok oluş sürecine koymadır amaçlanan.
Asimilasyonu tarihi olarak ele aldığımızda köklerini çok eskilere dayandırmak mümkündür. Hatta, daha neolitik toplum sürecinden ilk hiyerarşik sisteme geçişteki özden uzaklaştırma ile başlatılabilir. İlk şehir devletleri kurulduğunda yapılan ilk iş nedir? Doğal toplum kabilelerine saldırarak, kendi zihniyetlerini oturtma temelinde insanların köleleştirilmesidir. Belki de en önemlisi; aslında ilk asimilasyonun kadının düşürülmesiyle, birinci cinsel kırılmayla başlatılmasıdır. Önder Apo kadını bir cins olmanın ötesinde bir ulus olarak ele almaktadır. Kürtçe anlamıyla jin, jiyan anlamına gelen kadın; yaşamın, doğuşun, yaratıcılığın, insanlığın gelişiminin adı olmaktadır. Bunun için kadına yapılan ilk saldırı ve ihanetle kadın tüm öz değerlerinden uzaklaştırılmaya, koparılmaya, yabancılaştırılmaya çalışılmıştır. Çünkü bir cins, bir ulus, insan toplumunun baş yaratıcısı, yapıcısı, anlamı olan kadının köleleştirilmesiyle;egemen erkek zihniyetinin hâkimiyetinde doğal toplum değerlerinin özü boşaltılarak, iradesi, gücü, rengi, anlamı, yaşamsallığı bitirilmeye çalışılmıştır. Bambaşka bir varlık olarak kullanılmak istenmiştir. Artık ana tanrıçadan geriye çaresiz, güçsüz, boyun eğen köle bir toplum bırakılmıştır.
Bu ilk asimilasyon, öyle bir zihniyet örmüştür ki; onca direnişlerin, savaşların, bedellerin verilmesine rağmen, günümüzde de hala örülmüş o kalıplar kırılamamıştır, kırılması da zor bir hal almıştır. Çünkü yaşamın anlamı olan iki cinsin, kadın-erkek, karşı karşıya getirilmesine varmıştır. Bunu gerçekleştiren zihniyet, günümüzde erkeği daha beter bir duruma, bin bir kölelikten beter bir düşürmeye uğratmıştır. Düşürülmüş olan erkeği bu zihniyetle mücadeleye çekmek belki daha çok direniş, savaş ve bedel gerektirmektedir. Tarihten günümüze bunun mücadeleleri hep süregelmiştir. Ancak verilen mücadele kadar, karşısında mücadele ettiği güç odaklarının gücünü ele geçirme çabası içine girme durumları da az değildir.
Asimilasyon daha çok iki yolla yürütülmektedir;
İlk olarak;fiziki soyla, iktidar tekelleri halk ve toplum kesimlerini kendi egemenliğine almak ve buna göre yöneltmek istemektedir. Bunu kabul etmeyen toplumsal kesimler en uzak bir başkaldırı yada isyanda, soykırımlardan geçirilerek fiziki yok oluş sürecine alınmaktadır. Adeta diğer toplumlara gözdağı verilmekte ve insanlar bununla ehlileştirilmektedir. İnsanlar için yaşamınanlamı sadece fiziki var olmaya sıkıştırılmıştır. Bunu gören insan ve topluluklardan da bir kesim, fiziki yok olma pahasına direnir, savaşır, belki de yeryüzünden ve tarihten silinir. Ancak bir kısmında gelişen ise yok olmamak için bu asimilasyonu kabullenme durumudur. Tarihten günümüze bir yandan çok cılız da olsa kendi varlık değerlerini, dillerini, kültürlerini koruma mücadeleleri gelişirken, bir yandan da sırf bir fiziki var oluş uğruna tüm özünden, değerlerinden taviz veren, insanlığından kopan ve vazgeçen halklar olmuştur. Tarihte buna benzer birçok örnek vardır. Bazen de toplumun bazı kesimleri düşmanlarından daha acımasız bir şekilde içinde yaşadığı toplumun diğer kesimlerine karşı ahlaksızca saldırarak, sistemin yapamadığını kendileri yapmak istemektedir. Çünkü asimile oldukları için karşılığında düşmanın verdiklerini o kadar benimsemiş ve içselleştirmişlerdir ki düşmandan daha düşman, egemenlerden daha egemen olup çıkmışlardır. Bu şekilde toplumun başına bela olmuşlardır.
İkinci bir asimile yöntemi de; insanları aç, işsiz bırakıp kendine muhtaç hale getirerek köle ve hizmetçilerin yaratılması yöntemidir. Yok eğer; kölesi olmayı ret ediyorsa, elinde bulundurduğu iple boğazını sıkarak ölümlerle tehdit etmekte, kimisini öldürerek ibret olsun diye dünya aleme göstermektedir. Böylece insanlar asimilasyona mecbur bırakılır. Tarihten günümüze inşa edilen zihniyet bunu gerektirmektedir. Çünkü bu zihniyetle sistemler kendilerini toplumların kılcal damarlarına kadar yerleştirmişlerdir. Onlar soylu, yüce, her şeyi bilen ve yaratanlardır!Onlar egemenler ve yukarıda olanlarken, toplum ise; tüm tarihi, toplumsal değer ve zenginliklerine rağmen değersiz, beş para etmez ve sisteme muhtaç olandır! Zihniyet insanlara öyle içerilmiştir ki asimilasyon onlar için adeta bir gereklilik ve normal bir şey olarak görülmektedir. Bazı kesimler sırf bu sistem içinde yer edinebilmek için gönüllü bir teslimiyet yaşamaktadır. İşte düşmandan daha düşman, halkını ve toplumunu bitiren asimilasyon kişiliği ve kadrosu da bu şekilde ortaya çıkmaktadır. Önder Apo’nun Ölümü gösterip sıtmaya razı etme sözü durumu çok daha net açıklamaktadır.
Egemen sistemin iktidar tekelleri, oluşturdukları bu zihniyet kalıplarıyla; geriye adına yaşam bile denilemeyen, yaşanılması çok zor ve anlamsız, hastalıklı toplum ve halklar ortalıklara bırakılmıştır. Böyle bir zihniyet şekillendirildikten sonra asimilasyonun gerçekleştirilmesi daha da kolaylaşmaktadır. Tarihte gelişen asimilasyon türlerinin(kadına yönelik geliştirilen başta olmak üzere) gelişimine en çok belki de devletler, iktidarlaşan dinler, müthiş şovenizm ve milliyetçilik, tekellerin elinde bulundurduğu ekonomi, ulus-devletin her bir kurumu yönlendiren olmuştur.
Egemen sistemin tüm kirli araç ve yöntemleriyle insanlar asimile edilirken buna gelmeyen birçok kesim de sistem dışına atılarak özellikle de kırsal alan ve dağlara çekilerek kendi varlıklarını ve değerlerini korumak için büyük direnişler sergilemiştir.
Tarihin her döneminde sistem geliştikçe, kendisine karşı gelişen direniş, düşünce ve ideolojilere karşı da hep bir savaş içerisinde ve yok etme girişiminde olmuştur. Bunu da öyle ustalıkla gerçekleştirip başarılı olmuşlardır ki bu direniş hareketlerinin bir süre sonra iktidar güçlerinin çıkarları temelinde hareket eder hale gelmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Öyle bir kurnazlık ve sinsilikle hareket etmektedir ki; karşıt hareket ve direnişlerin içine bile sızarak yer edinmiş ve zamanla bunların düşünce ve ideolojilerini de kendi çıkarlarına hizmet eder hale getirmektedir. Bunu yaparlarken toplumun ruhu bile hissetmemektedir. Zaten egemen sistemin uzman olduğu bir yön de karşıt şeyi bile hizmetine sokabilme durumudur. Toplumu buna inandırarak ve ikna ederek yapmaktadır. Çünkü zihniyet; binlerce yıldır inşa edilen egemenlik, kölelik zihniyetidir. Peki,toplumlar hiç direnmiyor mu? Elbette evet ama bu sisteme güç getiremediklerinde her şeyi oluruna bırakmaktadırlar. Her şeyleriyle kendi bireyselliklerinde sıkıştırılmaktadırlar. Belki sadece kendi içlerinde varlıklarını ve değerlerini korumakla, kısmen de olsa, sınırlı kalmışlardır. Ama bunu yaşayan on binlerce gurup, topluluk ve halk vardır.
Tarihin her aşamasında birçok dini hareket de çıkmıştır. Toplum değerlerini, ahlakını, eşitliği, barışı korumaya çalışmış, çok iyi niyetle çıkmış olsalar da sonuçta içlerinde bir kesimin kendi amaç, özgürlük ve özünden saparak iktidarların, tekellerin savaş araçlarına dönüşmüşlerdir. Böylece kendi içlerinde de bir parçalanmayı yaşamışlardır. Bu kesim, iktidarı da ele geçirerek sözde karşıtı oldukları savaş ve zulmü bu sefer kendileri, içinde yaşamakta oldukları topluma uygular hale gelmiştir. Bunlar güç getiremedikleri egemenler karşısında kendilerini inkâr ederek özlerinden çıkmayı seçerler. Bunu yaparken de kendi dil, kültür ve halkının değerlerini küçük görerek ayıplar ve utanılacak bir şeymiş gibi yaklaşır. İktidar rejimleri içerisinde yer almak, soylarını bunlara dayandırmak, yücelik, kutsallık ve büyüklük olarak görülür. Kendi yalanlarına artık kendileri de inanır hale gelirler. Örneğin birçok halk kılıçtan geçirilerek İslamiyet zorla kabul ettirilmiştir. Bu yönlü İslamiyeti kullananlar dahaçok onu özünden saptırıp iktidar aracı yapan kesimlerdir. Bununla kendi kültür, dil ve dinlerini başka halklara dayatmışlardır. İslamiyetin de güzel ve olumlu yönleri vardır. Ancak, sistem nasıl ki dini bir araç yapıp insanları toplumları asimile etmişse dinleri de asimile etmiştir. Böylelikle birçok toplum kendisini asimilasyona yatırarak soylarını Hz. Muhammede, hanedanlara dayandırıp hatta kendilerini Araplaştırarak onur duyulacak bir şeymiş gibi görmüşlerdir. İslam dini, en çok da Emevi imparatorluğu döneminde tam bir iktidar aracı olmuştur. Amaç din etrafında büyük kesim ve kitleleri toplayarak kendi iktidarlarının güvencelerini sağlamlaştırmadır. Aynı zamanda hâkim devlet, devlet işleyişine farklı halklardan insanları görevlendirerek bununla onları avutarak, kendini meşrulaştırmıştır. Zaten asimile olmuş kesim de kendisine verilen bazı görev ve imkânlar karşısında kırk takla atmakta, kendini devlete, sisteme muhtaç ve minnettar hissettirmektedir. Teslimiyet artık kabul edilmiş ve sağlanmıştır. Kişi bu düzeye getirildikten sonra zaten asimilasyon kendi kendine işleyen bir sistem olarak hız kazanmıştır.
Bu zihniyetin toplum bireylerine benimsetilmesinden sonra ahlaki politik toplumun, barışın ve eşitliğin zedelemesi ve tahribe uğraması kaçınılmaz olmuştur. Aynı topraklar üzerinde yaşayan aynı kültür ve değerleri savunan halklar vardır. Örneğin; Kürtler Türklerin Anadoluya giriş yapmalarına yardım ederler. Amaç dostluk ve uzlaşmadır. Ama görüyoruz ki Türkler sonradan soykırımı aşan yöntemleri Kürtlere dayatmaktadırlar. Bu yüzyıllardır bu şekilde sürmektedir.
Ulus devletlerin inşasıyla özellikle asimilasyon hat safhaya ulaşmıştır. Çünkü ırkçılığı, milliyetçiliği korkunç biçimde kışkırtmıştır. Bir gurup egemen öyle bir düzeye getirmiştir ki artık değil aynı topraklarda halkların dil ve kültür paylaşmaları, birbirlerine tahammülleri bile bırakılmamıştır. Toplumun en alt kesimindekilere birer asimilasyon kadrosu olma kapısı açılmıştır. Devlet hangi millete ait ise onlar üstün ırk, büyük, özenilmesi, uyulması gereken olarak gösterilir olmuştur. Günümüzde ulus-devlet bunu kapitalizmle el ele vererek gerçekleştirir. Zaten bu çağda ahlak dibe vurmuştur. Kapitalizme bir din düzeyinde tapınılmaktadır. Tamamen insanların güdülerine, hayallerine, anlamsızlığına hitap etmektedir. Günü birlik bir yaşam dayatılmaktadır. Bir taraftan bu sistemle toplum sömürülüp çaresiz bırakılmakta, sonra da çaresizliği kullanılarak onu kendine mecbur etmekte, benzetmekte, içini boşaltmakta ve asimilasyonu başarıya ulaştırmaktadır. Öyleki insanlar kendi öz iradeleriyle karar veremeyecek kadar iradesizleştrilmektedir.
Asmin TAMARA