HABER MERKEZİ
PKK ve şahadet kadar iç içe geçmiş bir olgu söz konusu değil. Bunu Parti Önderliğimiz “PKK bir şehitler partisidir” belirlemesiyle en özlü bir biçimde dile getirmektedir. PKK kadar şehidi bol olan, şehitlere ve onların ideallerine bağlı, yine şahadetlerle yaşamı yaratan bir hareketi özgürlük mücadeleleri tarihinde sanırım görmek mümkün değildir. Her bir şahadet önemli sorgulamaları getirmiş ve kendisiyle yeni süreçleri açığa çıkarmıştır. Aynı zamanda şehitlerin omuzlara yüklediği her bir sorumluluk önemli cevaplarla da karşılanmıştır. Kürdistan coğrafyasının her bir karış toprağı şehit kanıyla sulanmış ve şehit verilmedik bir karış toprak kalmamıştır desek sanırım abartmış olmayız. Bu şahadetler özgürlük mücadelesinde yer alan her bireyi etkilemiş, mücadele çizgisini, onun eylem tarzını ve kişilik temsilini somutlaştırmıştır. Ben bu şahadetlerden bende en fazla etki yaratanlardan birini anlatmak istiyorum. Sanıyorum şehitler haftasında ordumuzun kurucularından Agit arkadaşın şahadet yıldönümünü yaşadığımız Mart ayında verilebilecek bir yanıt da ordumuzda etkili olan kadın komutanlardan birini değerlendirmek olabilir. Bahsedeceğim arkadaş Komutan Azime oluyor.
Belki de Azime arkadaşın en az kaldığı alanlardan biri şehit düştüğü alan olan Gare alanı. Fakat nedense Gare adı bende Zeynep, Nergiz, Helin ve Azime çağrışımını yapıyor sürekli. Her biri değişik zamanlarda şehit düşen bu arkadaşlar Gare’yi Gare yapan değerler toplamını ifade ediyor benim açımdan.
Azime arkadaş Serhat alanında yetişen ve yurtseverlikle, partiyle bu topraklarda tanışan bir yoldaş idi. Ailesinden katılım ve şahadetlerin yoğun olduğu Azime arkadaş mücadele ile olgunlaşan kadın militanlardan biriydi. Oldukça genç yaşlarda gerçekleşti katılımı. Kısa bir süre sonra da öğrenme hırsı, iddialı duruşu, girişkenliği, coşkusu, inisiyatif ve emekçilik gibi yönleriyle önemli bir gelişim kaydederek yöneticilik düzeyinde ordu çalışmalarında yer aldı. Güney Kürdistan alanında eğitim gördükten sonra ’92 Güney Savaşı sonrası Zele alanında Karargah yönetimi düzeyinde yer aldı. Bu süreç sonunda bir grup kadın yoldaşla beraber Parti Önderlik sahasına geçişi gerçekleşti. Onunla ilk karşılaşmamız işte o kutsal mekanda BİLGE’nin huzurunda oldu. Kendisini bir kadın olarak oldukça derin sorgularken tanıdım. Kendisi olmaya ilk adımı da o sahada attı. Özgür bir kadın olarak kendisini yaratma çabası güçlüydü. Bu sahada pratik anlamda da sorumluluklar alarak kendisini yönetsel olarak güçlendirerek ülkeye yöneldiğinde yeniden ülkeyle ve silahla buluşmanın heyecanını taşıyordu. Özlemi hiçbir sınır tanımıyor ve adeta kaynağa koşarcasına bir sel gibi akıyordu.
Dönüşünde ağırlıklı olarak Metina, Zap, Zagros alanlarında çalışma yürüttü. Metina’dayken O’nu bağımsız kadın birliklerini oluşturmanın mücadelesini yürütürken hatırlıyorum. “Kendi başımıza eğitimlerimizi yapıyoruz, kendi erzaklarımızı taşıyarak üslenme koşullarımızı sağlıyoruz da neden kendi başımıza hareket ederek güvenliğimizi sağlayamayalım ve de savaşamayalım ki! Bizi en fazla geliştirecek olan da bu değil mi?” diyordun hiddetle. Ulaştığımız aşamada belki önemli tecrübeler kazanıldı ve kadın ordulaşarak ve bugün ulaştığı Partileşme düzeyiyle iradi bir güç olduğunu kanıtladı. Fakat bu kazanımlar kuşkusuz çok kolay ve kendiliğinden gerçekleşmedi. Her bir yoldaş attıkları adımlarla bu denizi oluşturan damlalar oldular ve bu da büyük emeklerle gerçekleşti. Bir yandan kadının geçmişten ve geleneklerden kaynağını alan, tarihine yabancılığıyla beslenen gerilik ve alışkanlıklarının gücü, diğer yandan egemen zihniyetin feodal ya da inceltilmiş küçük burjuva ağlarının gücü kadının iradeleşmesine zemin sunmuyordu. Bu açıdan bağımsız bir kadın birliğinin yaratılması da nice bedeller ve savaşımlarla gerçekleşti.
Zaman zaman O’nu eğitim verirken hatırlıyorum mavi derin gözleriyle. Ya da elinde kocaman bir balta, dizlerine kadar kara batmış ve pembeleşmiş yüzünde hiç eksilmeyen gülüşüyle savaşçılarına örnek olan emekçiliğiyle odun kesmeye giderken…
İşte orada bir manga yeri yapıyor, yeleğini ve raxtını çıkarmış, manganın üzerine naylonu yerleştirmeye çalışırken hafifçe bir türkü tutturmuş…
Ama en çok da elinde radyosu yol yürüyüşünde, başında siyah beyaz kefiyesiyle yürüyemeyen yoldaşının da silahını omuzlamış bir halde takımının başında hatırlıyorum. Kah radyoyu dinliyor, kah geride kalan yürüyemeyen arkadaşların yanına giderek onlara moral veriyor. Bakın diyor, noktaya ulaştık, şu tepenin arkasında…
Ama bir tablo O’nu hatırladığımda hiç hatırımdan çıkmıyor. Ateşe olan tutkusunu anımsıyorum. Ateş yakmak büyük bir maharettir gerillada, hele dumansız ateş yakabilmek! Ateş ne kadar hayatiyse, duman bir o kadar tehlikeli. Ama en güzeli de ateşin çıtırtılarını dinleyerek ve yalazların dansını seyrederek yapılan koyu gece sohbetleri. Seninle o kadar çok sohbet geliştirdik ki köz başında. Kah kadını tartıştık, özgürleşme tutkumuzu, sevgiyi, dostluğu, emeği, kah adaleti ya da yarım kalmışlıklara duyulan öfkeyi…Yeni insan ve yeni yaşamın yaratıcısı Büyük mimar Başkan Apo ise tartışmalarımızın hiç değişmeyen ekseni oldu. O’na duyduğumuz özlem, O’na verdiğimiz sözler, başarısız pratiklerimizin ezikliğini başarıya çevirerek O’na layık olmanın, O’nun ‘Yoldaşı’ olmanın iddiası hiç eksilmedi sohbetlerimizde. Hatırlıyor musun bir gece “Ne kadar acı anlaşılmamak” diyordun. Zamanında yeterince güçlü Önderliğimizi anlayamadığımıza hayıflanırken nasıl daha derin kavrayarak kavradıklarımızı pratikleştirebileceğimizin projelerini yapıyorduk. Aslını sorarsan yeterince senin de anlaşılamayışının ezikliğini yaşadığımı duyumsuyorum şimdi de.
Bir de hatırlıyor musun, kıpkırmızı bir güneş batışı sonrasında Bergare’de bir dağın yamacında elmalı bir köyde olan noktanızda nöbete gitmiştin. Senden sonraki nöbetçi gelmediği için bir hayli geç ve üşüyerek gelmiştin ateşin başına. Cebinde karın altından topladığın kütür kütür kırmızı elmaları çıkarıp atmıştın köze. Sonra ateşi seyrederken ateşi özgür kadına benzettiğini söylemiştin. Kırmızı renk sende özgürlüğü çağrıştırıyordu. O sırada elmalar közün altında patlamış ve nefis bir elma kokusuyla kaplanmıştı ortalık. Ve uyuyan arkadaşlar bile dayanamayarak kalkmış ve sohbetimize katılmışlardı. Bir arkadaş ıslak bir dal parçasını ateşe atınca birden ortalık duman dolmuştu. O zaman peki bunu neye benzetiyorsun demiştim. Onu da köle kadına benzettiğini söylemiştin. Güzel ve anlamlı bir benzetmeydi. Dün bir eğitim yerinde seni anlatmak için neleri yazabileceğimi düşünüp yaşadıklarımız bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken arkadaşların soğuktan dans ederek yaktıkları ateşe takıldı gözlerim. Artık duman çıkarmayan ateş yakmayı öğrendi kadınlarımız. Ateşlerimiz parıl parıl yandı bu Newroz’da. Arınma, temizlenme ve kendi olma mücadelesinde bir yılı daha geride bıraktık ve ateşle yıkandık.
Yine seni ateşe dalan mavi buğulu bakışlarınla bir halk türküsünü söylerken hatırlıyorum. Dostum dostum deyişin geliyor aklıma tüm sıcaklığınla.
Biliyor musun, şehit düşen her yoldaş için yazı yazdığımda hep yarım bıraktığımı düşünüyorum. Sanki bir şeyler eksik kalacak, yeterince anlatamayacağım kaygısıyla çoğu zaman yazmamak ağır basıyor. İşte yine o yarımlığı hissediyorum. Seni en son görüşüm hatırımda. Batı Gare’de başlayan operasyon ve karlı bir kış günü. İkimiz de ayrı birliklerdeydik. Sabahtan akşama kadar yoğun çatışmalar yaşadık. İşbirlikçiler bir yandan, diğer yandan TC’nin ağır hava saldırıları. Yanlışlıkla kendi işbirlikçilerini vurduklarında nasıl da kahkahalarla gülmüştük. Hava karardığında tuttuğumuz tepeleri bıraktığımızda sizin grubunuzla karşılaştık. Bizim birliğimiz Bergare’ye doğru geçiş yapacaktı ama sizin birliğinizin o gece orada kalacağına dair bir söylenti vardı. Bağlantılar kurulmaya çalışılırken daha sonra görüşeceğimizi öğrendik. Yolda bir grup güle oynaya gelirken sesini tanıdım. Nasıl da sıcak bir karşılaşmaydı? Tartışacağın bir şeyler olduğunu söylerken nereden bilebilirdim ki o en son görüşmemizmiş. Zaten görüşeceğiz o zaman tartışırız diyerek önden giden gruba yetişmeye çalıştım. Kendimizi karla kaplı bir boğazdan aşağıya bıraktık. Oldukça sessiz hareket ederek, yakınımızda yanan ateşlerden gizlenmeye çalışarak sabaha karşı hava aydınlanırken noktamıza ulaştık. Gün ağardığında çatışmalar devam ediyordu. Biz bir yandan kendi tepemizde çatışırken, kobralar bir gece önce geçtiğimiz noktaları dövüyorlardı. Cihazı dinlemeye çalışsak da bir bilgi alamadık. Bir yandan “ya onlarsa” diyor, diğer yandan da sizin o gece Batı Gare’de kalacağınızın rahatlığıyla buna ihtimal vermiyorduk. Gece geç saatlerde gelen bir haber çatışmalarda bir kayıp vermememize, hatta silah kaldırıp bir işbirlikçiyi esir almamıza rağmen morallerimizi yerle bir etti. Birliğiniz gece geç saatlerde bir boğazdan kendisini bırakmış ve sabaha doğru KDP’liler tarafından fark edilmiştiniz. Çatışmalar başlamış, kimi arkadaşlar kopmuş, kimileri çatışmalarda kimileri de soğuktan donarak şehit düşmüştü. Düşman daha sonraki günde geri çekildiğinde bizler karşı sırtta sizlerin şehit düştüğünüz dağ silsilesini seyrediyorduk. Ölüm gibi soğuktu. İlk arama grubuyla gitmek istediğimi söylediğimde bazı tartışmalar olsa da kendimi dayatarak köye ulaştığımda birliğinizden sağ kurtulan arkadaşlara takıldı gözlerim, ne tuhaf… Onlar da senin seyretmekten çok hoşlandığın ateşin yalazlarını seyrederek yitirdiklerini düşünüyorlardı. Bir yandan seni arıyor ve olamaz diyor, diğer yandan arkadaşların kurtuluşuna seviniyor ama sormaya cesaret edemiyorken birlik komutanınız “Azime’yi koruyamadık, kaybettik” dedi. İnanmak istemedim. Çünkü günler sonra da gruptan kopan arkadaşlar ulaşıyorlardı noktaya. Karda kiminin ayakları, kimilerinin elleri donmuştu. Belki diyordum geleceksin. Sonra arkadaşların cenazelerini aramaya gittik. Göz gözü görmez fırtınalı bir gündü. Gök delinmiş gibi kar yağıyordu. Sonunda bir arkadaşın yaralandığı ve sana “git kendini kurtar” dediğini ama senin “olmaz” diyerek O’nun yanında kaldığını ve beraber çatıştığınızı oturduğun, sırtını yasladığın ağacın dibinde vurularak şehit düştüğünü gören arkadaşların anlatımlarından öğrendim.
Sonra bahar geldi Gare’ye. Ve o güzel bedenin aylar sonra sırtın hala o ağaca dayalı, şutüğün çatışma öncesinden bağladığın titizlikle sarılı bir biçimde karların altından güneşle kucaklaştı. Vahşi hayvanlar bile o güzelliğine kıyamamışlardı. Fazla kalmamana rağmen sevmiştin Gare’yi. Ve sonsuzluğu o kutsal topraklarda karşıladın. Bir Babil kalesi vardı. Dünya harikası bir yerdi. Üzümlerini hele karın altından çıkarıp yemeyi ne de severdin. “Kleopatra Babil’in üzümlerinden yapılan şaraplarla banyo yapıyormuş ama yemesi daha güzel” derken gülümsüyordun. Şimdi bu topraklarda ölümsüzlükle kutsandın.
Defterlerini verdiler sonra bana. Toprak, güneş ve Önderlik üzerine yine kadın ve ateş üzerine olan tartışmalarımızı yazmıştın. Bense onları Bilge İnsan’a göndermeyi bir görev bildim. Ama sanırım onlar da hala kutsal Mezopotamya topraklarındalar bir operasyonun gazabı sonucunda.
Öğretici yanların çok güçlüydü. Şahadete ulaşırken de yoldaşlığı ve sahip çıkmayı öğrettin herkese. Seni sürekli ateşin ve yoldaşlığının ışığı ve sıcaklığıyla hatırlayacağım, sevgiyle kal…
Mücadele arkadaşları