HABER MERKEZİ – Hitler “Toplum karı gibidir” diyordu. Tabii bu cümlesi bir tanımdan çok toplumu nasıl bir konuma getirmek istediğine işaret ediyordu. Karılık egemen erkeklik ve onun iktidarının kadına layık gördüğü statü ya da statüsüzlüktür, kimliğini ve kişiliğini ta-mamen yitirmiş kadınlığın ifadesidir. Kuşkusuz devletçi sistemde kimlik ve kişilik kaybını yaşamak sadece kadına özgü bir durum değildir. İktidar tüm yönettiklerini kimliksiz ve kişiliksiz kılmak ister. Çünkü kimliksizlik ve kişiliksizlik onursuzluğa tekabül eder ve onurdan yoksun yığınları yönetmek oldukça kolaydır. İktidar olarak kapitalizm bunun için kadının karılaştırılmış halini tüm topluma yayar. Modern toplumun itaate alıştırılmış vatandaşı özünde karılaştırılmış insandır. Bu sistemde karılaştırılmanın toplumun genel görüngüsü halini alması aynı zamanda tecavüz kültürünün egemenliğine delalet eder. Karılığın topluma içkin kılınması tecavüzün bir kültüre dönüşmesidir. AKP iktidarının şimdi toplumda hâkim kılmaya çalıştığı kültür budur.
Bu kültürün banisi kapitalist iktidarın anavatanı olan İngiltere’dir. O müthiş onur kırıcı ve adeta bir özdeyişe dönüşmüş “Tecavüz kaçınılmazsa zevk almaya bak” cümlesinin özetlediği bu kültür ilkin orada vücut buldu ve şimdi Türkiye’ye de egemen olmak üzeredir. Küreselleşme denilen şey bu modernist kültürün dünyada sızmadık bir karış toprak ve bir insan kişiliği bırakmaması anlamına geliyor. Küresel kapitalizmin hegemon gücü olan ABD dünya insanlığını bir karı gibi gütmek istiyor ve AKP gibi işbirlikçileri de onunla aynı doğrultuda yol alıyor. Tekelci medya iktidarın bu ‘kaçınılmaz’ tecavüzünden hem zevk alan hem de onu bir kültüre dönüştürmeye çalışan lanetli bir rol oynuyor. Vicdansızlığın ve ahlâksızlığın sesi durumundaki bu tekelci medya, toplumsuz ve insansız bir ülke yaratmak için hemen her yönteme başvuruyor. Soykırıma alkış tutuyor, tutuklamaları teşvik ediyor, katliamlar ve katliamcıların kılavuzluğunu yapıyor. İktidarın homojen toplum yaratma projesine dört elle sarılıyor.
Tarihe baktığımızda benzer gelişmenin başka yerlerde de yaşandığını görüyoruz. Tarih bir bakıma tekerrür ediyor. Ancak il-kinde trajedi iken, Türkiye’deki tekrarında tam bir komedi halini alıyor. Türk medyasının AKP iktidarını pohpohlaması gibi Al-man basını da Nazilerin iktidar olduğu 1930’lar Almanya’sını göklere çıkarıyordu. Ancak Nazi iktidarına yardakçılık yapan sadece Alman basını değildi. The Times ve Le Monde’un aralarında bulunduğu İngiliz ve Fransız basını ve seçkin editörleri de Nazi rejimine övgüler yağdırıyorlardı. Onlara göre Nazi iktidarı sayesinde Almanya ‘uygar devletin, refahın, toplumsal barışın, itaatkâr ve uzlaşmacı işçi sendikalarının, yasanın ve düzenin kusursuz örneği’ durumuna gelmişti. Bu Almanya’yı ‘hızla düşen suçluluk oranı, neredeyse tamamen ortadan kalkan sokak şiddeti, endüstriyel barış ve gündelik yaşamın güvenliği bağlamında, hasta Avrupa demokrasilerinin izlemesi gereken bir örnek’ olarak sunuyorlardı. Onlar için Hitler seçkin bir lider örneğiydi.
Uygar devletin, bir başka deyişle ulus-devletin izlenmesi gereken örneğini inşa ettiği için yüceltilen Hitler’in homojen toplum yaratma projesi hiç de gizli saklı bir proje değildi. Tüm Avrupa hükümetleri Hitler rejiminin Yahudiler hakkındaki uğursuz niyet-lerini çok iyi biliyorlar, Yahudi soykırımının altyapısını hazırlama niteliği taşıyan hukuki düzenlemeleri karşısında kayıtsız davranıyorlardı. Hepsinin kestiremediği şey Yahudi soykırımının kaçınılmazlığı değil, Hitler’in kendilerine de yöneleceğiydi. Tarihin en kanlı savaşına yol açan bu soykırım rejimi yıkıldığında, bu güçler modernizmi aklamak için gerçekliği örtbas etmeye çalıştılar. Yahudi soykırımını modernizmin bir sonucu olarak ele almak yerine, bir Alman meselesiymiş gibi değerlendirdiler. Almanya ‘kan dökücü Töton ruhu’nu yeterince bastıramamış ve bu ruh bir defalığına da olsa ‘Holocaust’ biçiminde patlak vermişti. Oysa Önder Öcalan’ın da ifade ettiği gibi ‘Hitler hepsinin ortak entelektüel pisliği, siyasi pratiklerinin ortak ‘kusmuğu’ydu.
Bir kez daha vurgulayalım. Modern soykırım ‘denetlenemeyen duyguların patlaması’, akıldışı bir eylem, psikopat liderlerin yol açtığı benzeri olmayan bir zalimlik değildir. “Soykırım, herhangi bir evrensel etik açısından psikopatça da olsa, faillerinin amaçlarına hizmet eden rasyonel bir araçtır… modern planlanmış soykırım, idareci seçkinler sınıfının yaptığı bir seçimin rasyonel bir fonksiyonudur.” Soykırıma götüren homojen toplum yaratma projesi, özünde her ulus-devletin temel projesidir. Böylesi bir toplum mühendisliğine soyunan Hitler için Yahudiler sadece ‘temizlenmesi gereken haşereler’di. Teorisyenlerinin açıkça formüle ettikleri gibi ulus-devlet bahçeci bir devletti. Burada ülke bahçe, toplum bahçıvanın yetiştirdiği bitkiler, devlet de bahçıvan oluyordu. Bahçede sağlıklı ürünler yetiştirmek isteyen her bahçıvan ayrık otlarını temizlemek ve bahçeye musallat olması olası her haşereyi yok etmek zorundaydı. Hiçbir ulus-devletin buna itirazı yoktu. Çünkü hepsi aynı şeyi yapmaya çalışıyorlardı.
Dikkat edilsin: 1930’lar Almanya’sında Alman basınının Hitler rejimine sağladığı muazzam destekle 2010’lar Türkiye’sinde Mehmetçik medya’nın Erdoğan Hükümetini yere göğe sığdıramaması arasında tam bir benzerlik bulunuyor. Bu medya yeniden dizayn edilen hasta Ortadoğu’da AKP Türkiye’sinin bir vizyoner ülke haline geldiğini iddia ediyor. Ona göre Avrupa ekonomileri çöküşün eşiğine gelirken, Türk ekonomisi yakaladığı büyüme hızıyla bütün dünyayı kendine hayran bırakıyor. Büyüyen Türkiye artık kabına sığmıyor. Hitler’in saf Alman ırkına yeni yaşam sahaları aramasına benzer biçimde Türkçülüğü şaha kaldıran Erdoğan da bölgede yayılmacı bir strateji izliyor. Bu durum Mehmetçik medyanın iştahını oldukça kabartıyor. Hitler seçkin lider tipi olarak Avrupa’nın yükselen yıldızıydı, Erdoğan da bölgenin yeni lideri kimliğiyle görücüye çıkarılıyor.
Kürtler mi? Kürtlerin canı cehenneme! Mehmetçik medyanın Kürt olgusu ve sorununa yaklaşımı tamı tamına budur. Bu yaklaşım onu Yeşil Türkçü AKP faşizminin izlediği Kürt soykırımı politikasına koşulsuz destek vermeye götürüyor. Adı geçen medya uygarlığın bölgede belirlemeye başlayan yeni çehresinde Kürtlerin yer almaması gerektiğine inanıyor. Küresel hegemonun bölgede tesis etmeye çalıştığı ve AKP’nin geleneksel akıncı ruhuyla öncüsü rolüne soyunduğu yeni düzene karşı halklar seçeneğini esas alan Kürt Özgürlük Hareketi artık koparılıp atılması gereken bir ayak bağıdır, bedenin sağlığına kavuşması için deşilmesi gereken bir çıbandır. Bu yüzden AKP iktidarının Kürtlerin kökünü kazıma çabası Mehmetçik medyada tam bir sessizlik içinde geçiştiriliyor. Sanki yapılan bir etnik temizlik değil de bahçedeki zararlı otların ayıklanmasıymış gibi ilgisiz davranıyor.
Bugün hemen herkes AKP’nin siyasi soykırım kapsamında geliştirdiği tutuklamaların hiçbir hukuki temele dayanmadığını kabul ediyor. Bu hukuksuzluğun ‘bahçıvan devlet’ yaklaşımıyla bağı son derece nettir. Bahçıvanın bahçedeki yabani bitkileri ayıklaması ve haşereleri temizlemesi tamamen pratik-teknik bir sorundur, bir hukuki düzenlemeye gitmeyi ya da yasaların ruhuna uygun hareket etmeyi gerektirmiyor. Kaldı ki, Yahudi Soykırımı öncesinde yapılan hukuki düzenlemelerle örtüşen ‘Terörle Mücadele Kanunu’ bu konuda ihtiyaç duyulacak hukuki temeli fazlasıyla sunuyor. Bu soykırım yasasından hareketle siyasetçiler, çocuklar, öğrenciler, analar, gazeteciler, toplumun tüm dinamik güçleri zindanlara dolduruluyor. Artık bir mimik hareketi bile insanların tutuklanmaları ve ağır cezalara çarptırılmaları için yeterli kanıt sayılıyor. Zılgıt çekmek, puşi takmak, zafer işareti yapmak kişinin sistem nezdinde bir ayrık otu ya da ‘haşere’ olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Ardından temizlik harekâtına girişiliyor.
Özellikle Yahudi üst tabakası Hitler’in politikalarını desteklemiş, soykırım hazırlıkları karşısında akıl almaz bir duyarsızlık göstermişti. Bu duyarsızlık olmasaydı, soykırımın önüne geçilmese bile, milyonlarca Yahudi imha edilemezdi. Sürdürülen soykı-rım uygulamaları karşısında Kürtlerin benzer bir duyarsızlık içinde bulunduğunu söylemek zor olsa da, soykırımı durduracak yeterli duyarlılığı gösterdikleri iddia edilemez. Kendine Kürt aydını diyen bazı kişiler ve işbirlikçi kimi Kürt burjuva kesimler de Kürtlerde soykırıma karşı duyarlılığın yükselmemesi için büyük gayret gösteriyorlar. Bu tür kişi ve kesimler Türk devletinin soy-kırım politikasına zemin hazırlayıp meşruiyet sağlıyorlar. Bu durumda toplumun direnişi soykırımı durduracak boyutlara taşınmadıkça AKP faşizmi imha operasyonlarını sürdürmeye devam edecektir. Kürt halkı lanetli tarihin tekerrür etmesine geçit vermemelidir. Sorun kesinlikle AKP faşizmin gücünde değildir. Bu kadar hukuksuzluk aynı zamanda onun güçsüzlüğü ve bundan duyduğu korkunun ifadesidir. Korktuğunu AKP’nin başına getirmek Kürtlerin boyun borcu olmalıdır.