HABER MERKEZİ- Hakkı TEKİN yazdı:
Barış ve Demokratik Toplum çağrısını anlamak
Tarihi çağrı yapıldı ve tahminlerin çok ötesinde büyük bir yankı uyandırdı. 52 yıllık yoğun tempolu bir maratonun ardından, 27 Şubat 2025 miladıyla yeni bir başlangıç evresine girildi. ‘Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır’ sözüyle yeni bir yol açılmış oldu.
Bu süreç tek taraflı gelişmeyeceği görülmektedir bunun için gelişmelerin hangi yöne evirileceğini kestirmek biraz zor. Yapılan tarihi çağrıya olumlu cevap verilmez ise bu sürecin hızla çökeceği belirtilmiştir. Bu realiteye rağmen ortaya çıkan paradigmasal perspektif bir dönüşüm politikası olduğu için bu süreçten bağımsız yeniden yapılanmayı gerekli kılmaktadır.
Kuşkusuz, barış ve demokratik toplum çağrısını, Önder Apo’nun son beş ciltlik savunmalarıyla okumak gerekmektedir. Çünkü Önder Apo’nun savunmaları, daha somut araçlara dönüşmektedir. Örneğin yeni toplumsal dönüşüm ve yeni yapılanma süreci, savunmaların somut araçlara dönüştürmesiyle gerçekleştirecektir. Bunun için bu araçların kuruluş felsefesinde tarihsellik, sosyolojik, bilimsel, sanatsal, din ve entelektüel birikim bulunmaktadır. Bu yüzden bugün birçok çevre, gelişmeleri tarihsel-toplum sosyoloji zihniyetiyle değerlendirmediği için, dar, kalıpsal ve yüzeysel okumalar yapmış ve anlamadan peşin hükümde bulunmuşlardır.
Önder Apo’nun düşüncesi durağan bir teori değildir. Sürekli gelişen, dönüşen ve pratikle iç içe olan bir teoridir. Aslında bu, Önder Apo’nun küçük yaşından başlayarak bugüne kadar gelen karakteriyle ifade edilen mutlak özgürlük arayışıyla bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Hiçbir güç, engel, gerilik ve araç onu özgürlük arayışından alıkoyamamış ve hızını durduramamıştır. Bütün gelişmeler aleyhte olmasına rağmen bir an bile duraksamamış, isteksizlik göstermemiş, şikâyet etmemiş ve pes etmemiştir. O yüzden onu belli bir kalıba sıkıştıranlar, eksik anlayanlar ya da sadece belirli parçalarını öne çıkaranlar aslında sürekli özünü kaçırmışlardır. Dolayısıyla Önder Apo, sadece siyasi ve askeri bir kişilik değil, aynı zamanda bir entelektüel düşünür, mutlak bir özgürlük Arayışçısı ve eylem kişiliğidir. Bu nedenle onun projeleri, sadece güncel siyasal dengelerle, klasik sistem modelleriyle ya da hiyerarşik düşünme biçimiyle değil, tarihsel toplum dönüşümlerine dayanıyor. Bu derinliği ve bakışı kavrayamayanlar, ya mevcut sistemlere teslim olur ya da tamamen tarihsel ve sosyolojik dönüşümlerden kopuk bir idealizm içinde sıkışıp kalırlar.
Sürecin İlerlemesi ve Dayandığı Temeller.
Çağrının özü, toplumsal dönüşüme kaynaklık edecek olan, karşılıklı olarak birbirini dönüştüren yeniden yapılanma ve değişim dönüşüm çağrısıdır. Bu çağrı, PKK’nin yeniden yapılanmasını içeren ve silahlı mücadele yerine demokratik siyasal mücadeleyi ön plana çıkaran bir dönüşüm önerisidir. Yani demokratik siyasal kanallarının açılması, kimlik, inanç, kültür ve özgürlüklerin örgütlenebileceği bir ortamın sağlanmasını devletin taahhüt etmesine bağlıdır.
Bir bakıma Cumhuriyetin tek-tipçi, merkezci ve inkarcı politikalarının sorgulanması ve bunun dönüşümünü kapsayacak yeniden yapılanma çağrısı yapılmaktadır. Yani işin özü, yalnızca silahlı mücadeleyi durdurmak değil, aynı zamanda bu inkarcı, tek tipleştirici devlet yaklaşımının kendisiyle yüzleşmesi, reddedilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla ‘fesih’, bir anlamda devletin tek-tipçi yaklaşımına karşı da bir reddiyedir.
Demokratik Modernite Paradigmasına Göre Değişim Süreci.
PKK, teori, program, strateji ve taktik düzeyinde reel sosyalist modelin etkisi altında gelişti. PKK’nin örgütsel ve mücadele dayanağı merkeziyetçi, öncü parti anlayışına ve şiddeti öne çıkaran bir mücadele sürecine dayalıydı. Bu gerçeğe rağmen, PKK’nin özgün yönleri olmuş, savaş ve süreçlerden bağımsız olarak yeniden yapılanma ve değişim dönüşüm süreçleri süreklilik içinde olmuştur. Bu süreçten bağımsız denilen şey, özgürlük hareketinin kendini sürekli çağa ve yeni dönemlere göre içsel değişim paralelinde dönüşüm süreci içinde olduğudur. 1986 yılında ideolojik anlamda merkezine, reel sosyalist anlayış ötesi, kadın özgürlük çözümlemelerini alması, din sorununa kaba materyalist yaklaşım ötesinde sosyolojik ele alışı, sosyalizmin yenilenme ihtiyaçlarının en temel göstergesi olmuştur. 1993 ateşkesiyle başlayan süreç, 1995 tarihinde PKK kongresiyle değişim hamleleri ve değişim süreçlerinin adımları olarak ele alınmıştır. 2000’den sonra PKK’nin mevcut örgütsel yapısını ve mücadele hattını demokratik modernite sistemine göre değişim göstermesi, adım adım program ve stratejik değişim hamleleri ve PKK’nin feshi durumu, bu süreçlerin zirvesi olmuştur. Fakat PKK’nin kendini demokratik modernite strateji ve mücadele araçlarına dönüştürme hamlesi tam başarılmamıştır. Bu nedenle Önder Apo’nun yeniden yapılanma hamlesi karşısında PKK, kendini demokrasinin protipi olarak inşa etmemiş, toplumun demokratikleştirme sürecini tamamlayamamıştır. Ancak bu değişim ve dönüşüm süreçleri, içte gelişen tasfiyecilik, demokratik siyasetin önü kapalı oluşu ve Önder Apo’nun iş başında olmayışı nedeniyle sonuca ulaşmamıştır. Dolayısıyla PKK’nin yeniden yapılanması ve demokratik siyaset süreçleri iç içe olsalar da yeni bir durum değildir, aksine bu dönüşüm perspektifinin arkasında derin bir ideolojik, teorik birikim ve pratik tecrübe bulunmaktadır. PKK’nin yeniden yapılanma süreçlerini, tarihsel, sosyolojik, felsefik ve ideolojik dönüşümlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak görmek gerekmektedir. Yeni paradigmanın esaslarına göre PKK’nin yeniden yapılanma ve değişim süreci içsel bir devinim ve yeni döneme cevap olma ihtiyacıdır. Bu değişimi, ancak ve ancak Önder Apo’nun pratik öncülüğünde gerçekleşebilir. Anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
Tarihsel Bağlamda Kürt-Türk İlişkisi.
Kürt ve Türk ilişkisi, bin yıllık bir tarihsel zaman içinde nasıl şekillendiğini bilmek, bugüne yol gösterici bir perspektif sunacaktır. Her şeyden önce, kurulan bu ittifaklar gönüllülüğe dayalı toplumsal bir birliktelik ve ortak çıkarlar etrafında şekillenmiştir. Bu ittifakın ilk aşaması, Türklerin Anadolu’ya girişiyle başlamıştır. Bizans’a karşı kurulan ortak ittifak sonucunda Bizans’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Burada Kürtler, kurulan sistemde özerkliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. İkinci aşama, Yavuz dönemidir. Osmanlı’nın imparatorluk temeli, Kürt ve Türk ittifakının gelişmesine bağlıdır. Osmanlı’nın imparatorluk dönemi, kurulan ittifaka borçludur; Kürtler burada da özerkliklerini geliştirmiş ve koruma altına alınmıştır. Üçüncü aşama, Cumhuriyetin kuruluş dönemidir. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte, Osmanlı topraklarını paylaşan güçlere karşı Anadolu’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelesidir. Atatürk’ün Antalya veya İzmir’de değil, Sivas ve Erzurum kongreleriyle kurduğu Kürt ve Türk ittifakı süreci, Cumhuriyetin kuruluş temelidir. Her üç aşamada Kürt ve Türk ilişkileri, siyasal bir birlikten çok sosyolojik ve stratejik bir gerçeklik ve ortak kader birliğidir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtlere özerklik ve birlikte eşitçe yaşama stratejisi, tek-tipçi, merkezci, homojenleştirici ulus-devlet formülüyle inkar edilmiştir; bilinen kırılgan ve bozulma süreci başlamıştır. Şimdi ise dördüncü aşama dediğimiz, yeni bir tarihsel eşik dönemi yaşanmaktadır. Ortadoğu’nun yeniden dizayn süreciyle birlikte, yaşadığımız süreç bu sürecin dördüncü aşamasıdır. Bu dördüncü aşamanın geçiş ve yeniden kuruluş felsefesi, Kürtsüz olması nedeniyle çok ciddi bir kriz yaşanmaktadır. Tarihsel sosyolojik süreçlerde, bütün süreçleri birlikte karşılamış, birlikte aşmış olan bu ruh yeni dönem karşısında tökezlenmekte ve bütün krizlere kaynaklık ederek devletin yıkılmasına yol açacak düzeye gelmiş bulunmaktadır.
Tarihsel anlamda Kürt ve Türk ilişkileri genelde 200 yıl özelde ise 100 yıllık kapitalizmin, milliyetçilik, tek-tipçi, ulus-devlet, endüstriyalizm ve aşırı kar düzeni nedeniyle bozulmuştur. Cumhuriyet süreci sonrası gelişen tek tipçi, homojenleştirici politikası neticesinde inkar, bastırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma, siyasi, kültürel ve fiziki soykırımla eritme, tasfiye etme gibi pratikler başta Kürt ittifakı olmak üzere halklar arasında zihni, ruhi ve fiziki duvarlar döşemiştir. Tarihsel bağlarla kurulan çok kırılgan, bozulmuş bir hal alan bu ilişkileri yeniden inşa etmek, diriltmek ancak karşılıklı kimlik, inanç ve halkların kendini örgütlemeye duyulan saygı, daha fazla demokratik bir sistemin gelişmesine bağlıdır. Ortadoğu yeniden dizayn sürecine karşı bu ruhu diriltmek birlikte eşit düzeyde karşı koymanın yolu Kürt halkının tarihsel haklarına duyulan saygıyla onarılabilir ve başarılı olabilir. Dolayısıyla Önder Apo’nun ortaya koyduğu tarihsel perspektifi, sadece geçmişteki ittifakları hatırlatmakla kalmaz, araya giren bu uzun inkar mesafesinin nasıl kaldırılacağını ve aynı zamanda bu ittifakın sosyolojik olarak nasıl yeniden kurulup geleceğe taşınacağını anlatmaktadır.
Demokratik toplumu yeniden düşünmek.
Önder Apo’nun geliştirdiği paradigmayla yeni anlam kattığı kavramları anlamak oldukça önemlidir. Zihniyet anlamında köklü değişimleri kavramlarla başlandığı bilinmektedir. Bunun için benzer kavramlarla paradigmasını kavratırken her kavram bir birine benzese de ayrı bir anlam kattığı görülmüştür. Hem bir birini tamamlayan hem de ayrı ele alan kavram lügatiyle zengin seçenekler oluşturmuştur. Bunun için en son ‘barış ve demokratik toplum çağrısı’ süreciyle tekrardan kavramsal anlamda bir yoğunlaştırmayı ve derinleştirmeyi geliştirdiği görülmüştür.
Önder Apo, daha önce ‘demokratik uygarlık’ kavramını kerhen kullandığını belirtmişti, Bunun nedenlerini savunmalarda genişçe açıklamıştı. Erken bir değerlendirmeye mahal vermeden, ‘demokratik toplum’ kavramını sistemsel bir adlandırma olarak geliştirme ihtimali vardır. Önder Apo’nun demokratik toplum ifadesinde, toplumun, doğayla uyumlu ve demokrasi özüyle özdeş, sistematik bir sürekliliğe sahip, esnek, içsel ve yatay gelişmeye dayanan, tarihsel birikim ve organik yapısını vurgulamak için ele almıştır. Uygarlık kavramı ise, doğa ve toplum uyumundan sapmayı, genellikle bir dönüm noktasını, belirli aşamaları ve karşıt sürecini ifade etmektedir. Önder Apo, iktidar ve devletçi yapıların tüm ilişki biçimini, izlerini kendi kavramsal çerçevesinden çıkardığını, temizlediği görülmektedir. Dolayısıyla demokratik toplum kavramı, doğayla uyumlu, öz-örgütlenmesini doğrudan katılımcı demokrasiyle geliştiren, yapısal farklılığı kendi siyasal, sosyal, ekonomik iradeleriyle şekillendirmesini daha iyi yansıtan bir kavram olarak ele almıştır. Demokratik toplum kavramı bu açıdan sistem karşıtlarının, alternatif sistem modeli olarak da üzerinde düşünülmesi gerektirmektedir. Bu yeni yaklaşım, demokratik toplumun yalnızca bir yönetim ve yaşam biçimi olarak değil, aynı zamanda sistem karşıtları için toplumsal devrim için gerekli olan bir yol haritasıdır.
Ulus-devlet- federasyon ve idari özerklikler.
Tarih boyunca iktidar ve devlet, farklı yönetim formları içinde kendini var etmiştir. Krallıklar, imparatorluklar, hanedanlıklar, emirlik, derebeylik gibi yapılar, Modern dönemde, ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik biçimlerine dönüşmüştür. Ancak bu değişimler, yönetim mantığını kökten değiştirmemiştir. Toplum her zaman bir yönetici yapı tarafından organize edilmekte, yönlendirilmekte ve denetlemektedir. İktidarlar, kendini bu formlarla sürekli yenileyerek, değişen koşullara rağmen, özünü sürekli korumuştur. Bu formlar yalnızca birer idari model değil, aynı zamanda devletçi zihniyetin kurumlaşmış, genelleşmiş biçimleri olmuştur. Kuşkusuz devletçi sistemlerin esnemesi, halklar mücadelesinin büyük etkisi olmuştur. Ama halklar ve ezilenlerin iktidar ve devlet zihniyetlerini, çözdüğü ve aştığı söylenemez. İster sosyalist, ister ulusal, sınıfsal ve kültürel mücadeleler olsun toplumun kendisini nasıl yöneteceği sorusu, tek düze ve bu çizginin devamı olan mevcut bedenler üzerinden tartışmış, dolayısıyla buda alternatif yönetim biçimlerinin gelişmesini engellemiştir.
Ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik modelleri, son 200 yılın siyasal sistemlerinin ortaya çıkardığı yönetim formlarıdır. Bu formlar dışında başka seçenekler çok düşünülmemiştir. Dolayısıyla bu formlar, iktidarların, kurumsallaşmış biçimleri, yani ulus-devlet zihniyetinin farklı bedenleridir. Bu modellerin ortak noktası, imkan ve yetkilerin paylaşımı, devletçi sistemin korunması, bir azınlığın, sınıfın tahakkümü ve toplumun doğrudan demokrasinin katılım biçimini, kendini yönetme dinamiklerini ikincil plana iterek belirli yönetici gruplar aracılığıyla idare edilmesini esas almalarıdır. İster üniter ulus-devlet olsun, ister federasyon olsun, bunların tümü özünde devlet formasyonları içinde şekillenmiştir ve demokratik toplumun doğrudan içsel gelişim gücünü yansıtmazlar. İşte Önder Apo, tarihsel toplum sosyolojisine dayalı olarak bu formların dışında farklı yönetim modellerinin gelişebileceğini savunur. Demokratik modernite, demokratik toplum stratejisi çerçevesinde, kendine has, tarihsel toplum sosyolojisiyle uyumlu demokratik yönetim modelini geliştirmek istiyor. Toplumların içsel gelişim yasası çerçevesinde var olan özyönetim biçimlerini yeni döneme uyarlayarak geliştirmek istiyor. Dolayısıyla Önder Apo, ‘amacın kadar, araçların da temiz olmalı’ söylemine paradigmasal anlamda yaşam buldurtmak için yol ve yöntemleri bulmaya çalışmaktadır. Mevcut sistem ve sistem içi araçların, vasıtaların iktidar ve devlet zihniyetinin derin izleri, etkileri ve formları olduğu için alternatif yönetim biçimlerini önermektedir. Fakat son iki yüzyıl ve özellikle son çeyrek yüz yılda, toplumsal hareketler ve talepler genellikle bu form içinde çözüm aramaya yönelmiştir. Bunun temel nedeni, devlet merkezli düşünce yapısının çok uzun zamandır baskın olması nedeniyle , devlet, demokrasi ve toplum arasında ontolojik bir bağ kurulmuştur. Bundan kaynaklı toplumun var oluşu devletin varlığına indirgenmiş, toplumun devletsiz olabileceği düşüncesi ortadan kalkmış, devletsizlik ve ona uyan formların dışına çıkmak tarih dışılık olarak görülmüştür. Kaldı ki idari özerklik ve federasyon gibi yapılar, genellikle belirli kimlikleri veya toplulukları sınırlandırılmış bir çerçevede tanımlayarak bir yönetim biçimini sunar. Ancak toplumlar, sadece kültürel, etnik ve sınıfsal temelli bir yapılanma değildir, çok boyutlu, çok çeşitli farklılıkları barındıran bir yapıdır. Dolayısıyla demokratik toplum öncelikli Yönetim modelleride bu hakikatlere uyumlu ve ona denk olması gerekmektedir. Bunun yöntemi, tarihsel toplum bakışlı analizlerle ancak hakikatin tümü anlaşılabilir. Yoksa, teolojik, sınıf, liberal ve kültüralist temelli toplum analiz ve çözümlemeleri çare olmadığı, Beşbin yıllık tarihsel sürecin ortaya çıkardığı gerçeklere bakılarak görülmektedir.
Demokratik öz-yönetim sistemi.
Önder Apo’nun paradigması demokratik bir zihniyet temelinde şekillenmiştir. Paradigmasal sistemin yaşamsallaşması için demokratik öz-yönetim aracını geliştirmiştir. Önder Apo, Tarihsel toplum süreçlerinin içsel gelişim biçimiyle varlığa kavuşan, iktidarcı zihniyet ve araçlarını ret eden, yerelden örgütlenerek demokratik katılımcı öz-yönetim modelleri savunmaktadır. Öz-yönetim, toplumun kendi iç dinamikleriyle yönetim sürecine katılımını esas alır. Tarihsel toplum anlayışı bu öz-yönetimin varlığıyla şekillenmiştir. Toplumun kendi, kendini yönetme kapasitesi geliştikçe, iktidar zihniyetinin etkisi zayıflar. Çünkü iktidar yalnızca bir kurum yada devlet yapısı değil, aynı zamanda araçlarıyla birlikte, toplumsal ilişkilerde, bilinçte ve alışkanlıklarda kökleşmiş bir olgudur. Bu nedenle, demokratik zihniyetin ve öz yönetim mekanizmalarının inşası, sürekli bir dönüşüm süreci içinde olmuştur.
Önder Apo’nun barış ve demokratik toplum çağrısında ifade edilen yönetim biçimlerine karşı eleştirileri iyi anlaşılması gerekmektedir. Burada esas mesele, hazır bir yönetim modelini kabul etmek yada ret etmek değil, toplumun kendi dinamikleri doğrultusunda öz yönetim biçimini nasıl geliştireceğinin yol ve yöntemini sunmaktadır. Tarihte bilinen şekliyle yönetim biçimlerinin ‘dışsal’ bir olgu olmaktan çok, toplumsal örgütlenmenin içsel bir ifade biçiminde olduğu yeterince kanıtlanmıştır. Bunun için Demokratik toplumların, kendi öz- yönetim organlarını oluşturarak ve merkezi, tek tipçi yapılara bağımlı olmadan karar alma süreçlerine doğrudan katılarak ancak inşa edilebilir. Dolayısıyla öz yönetim biçimleri, dışsal bir otorite tarafından form ve bedenlerin ötesine geçerek, toplumların içsel gelişim biçimiyle nasıl örgütleneceğini kendisi belirlemesi gerekmektedir. Önder Apo, işte bu sürecin yol ve yöntemini ortaya koyarak, toplumsal doğaya uyumlu yönetim modellerinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bunu da Demokratik toplum paradigması bağlamında kendi öz-yönetim organlarını oluşturması ve karar alma süreçlerinde devlet-iktidar yapılara bağımlı olmadan doğrudan yer almasıyla mümkün olacağını belirtir. Toplumların bütünsel gerçekliğini tahlil edip bunun yönetim biçimi formüle etmek, ancak mevcut devletçi form ve araçların ötesine geçmeyi gerektirir. Bu nedenle idari özerklik veya federasyon gibi araçların demokratik toplumun temel dinamiklerini, içsel gelişim biçimini tam anlamıyla karşılayamadığı için çözüm olarak görmez. Yoksa Önder Apo, federasyon ve idari özerklik gibi araçlarına tümden karşı değildir.
Önder APO, tüm devletçi yapıları bir anda ortadan kaldırmanın gerçekçi olmadığını, bunun yerine toplumsal öz-yönetimin örgütlenmesi ve mücadele sürecinin gerekliliğini vurgular. Bu nedenle merkeziyetçiliği kıran, yerel yönetimleri teşvik eden, tekçiliği ret ederek çeşitliliğe dayanan yönetim modelleri, geçiş için değerlendirilebilir. Önder Apo, Avrupa’daki bazı yerel yönetim sistemleri, halkın yönetime doğrudan katılımını teşvik eden mekanizmaların araştırılmasını önerir. Bu tür modeller, tamamen demokratik öz yönetimler olmasa da, merkeziyetçiliği, tekçiliğin zayıflatmaları, yerel demokrasiyi geliştirmeleri açısından, bir ara form, araç olarak işlev görebilir.
Avrupa yerel yönetim modelleri ve Öz- yönetim.
Önder Apo barış ve demokratik toplum çağrısında idari özerklikten söz ederek eleştirir. İdari yapılar, devletin temel işlevlerinden biri olarak görür. Dolayısıyla idari kavramı doğrudan devletin temeli, kuruluş mantığı ve uzantısı olarak gelişmiştir. Bütün İdari yapıların doğasında, egemenlik hakları ve otoritesini başka araçlarla korunmasına dayalıdır. Bu nedenle İdari özerklik kavramı, yönetimsel yapı olarak karşımıza çıkar ve devlet imkanlarının paylaşılmasına, günlük düzenin korunmasına dayanır. İdari özerklik, Toplumun, demokratik katılımı ve içsel dönüşümünden ziyade, dışsal yönlendirmeye dayalıdır. İdari özerklikte, toplumların öz örgütlenmesi ve özgürlüğü genellikle sınırlıdır. İdari özerklik, daha çok yönetimsel ve idari düzeyde kalırken, toplumsal iradenin ve demokratik katılımın doğrudan etkisini sınırlamaktadır. Dolayısıyla idari özerklik ve demokratik özerklik aynı kavram ve anlamlar taşımazlar.
Demokratik özerklik, yerel demokrasinin, dolayısıyla demokratik toplumun siyasal alanını ifade eder. Bunun için Demokratik özerklik, katılımcı demokrasinin doğrudan uygulanmasıdır. Toplumun içsel dinamiklerinden doğan öz yönetim birimleri, özerk kurumlar ve meclislerin, hiyerarşik bir otoriteye tabi olmadan, özgürce karar alma süreçlerini işletir. Önder Apo, kendi savunmalarında ‘demokratik özerklik demiyorum, yerel yönetim diyorum’ diye ifade etmiştir. Dolayısıyla demokratik özerklik öz olarak, yerel yönetim, yerelin İnsiyatifi, yerelin öz örgütlülüğü ve tabandan oluşan bir örgütsel sistemin yönetimsel adıdır. Fakat öz olarak Önder Apo, demokratik özerk sistemin iç gelişim dili olan öz- yönetim süreçlerini, tarihsel toplumun canlı bir organizması olarak ele alır ve sürekli yenileyen, esnek, dinamik bir yapı olarak bakar. Dolayısıyla öz-yönetimler, Toplumsal doğaya uygun olarak akış içinde olan, hangi mekanizmalara ihtiyacı varsa onu yaratan bir sistemdir. Bu yüzden öz- yönetim, toplumu kendi gerçek doğasına döndürmenin bir yoludur. Bunu yapmak için de esnek, dinamik ve yerel koşullara uyum sağlayan bir mekanizma geliştirir. Dolayısıyla mevcut bilinen araçlar uygulanabilir olsa da bunu karşılayacak yapısallıkta olmadığı için esas olamazlar.
Öz-yönetim bir idari model değil, aynı zamanda bir toplumsal bilinç ve pratik katılım meselesidir. Toplum, doğrudan demokratik katılım mekanizmalarıyla yönetmeye alışmadığı, kavramadığı ve içselleştirmediği sürece, devletçi yapıların etkisinden kurtulamaz. Avrupa’daki bazı yerel yönetim modelleri, halkın karar alma süreçlerine daha fazla katılımı teşvik eder durumdadır. Buda demokratik zihniyetin gelişmesi için pratik alan yaratmaktadır. Öz-yönetim, nihai bir hedef olarak belirlerken, toplumun bu noktaya ulaşması için bazı ara modelleri kullanmak uygulamak gereklidir. Ancak bunlar nihai çözümler değildir. Esas olan toplumun kendini doğrudan yönetme becerisini, bilincini ve katılım iradesini kazanması için demokratik bir alanın açılmasıdır.
Burada sihirli cümle, topluma ‘demokratik alanı açma’ yaklaşımıdır. Önder Apo’nun şu anda uğraştığı tek şey devletçi sistemde toplum için ‘özgür bir alan’ açma ‘gedik açma’ çalışmasıdır. Hem katı inkarcılığı aşmak hem de paradigmaya ‘alan’ açmak için muazzam bir çaba içerisindedir. Önder Apo ne yapmak istiyor sorusuna verilecek en anlamlı cevap adı, cismi, biçimi ne olursa olsun alan açma teori ve pratiğidir. Esas olarak buraya odaklanmak, anlamak ve tamamlayıcı olmak gerekir. Yoksa Avrupa yerel yönetim modelleri nihai bir araç değildir. Bu modelleri referans alarak, taklit etmeden kendi koşullarına uyarlamak, özgün katkılar geliştirmek mümkündür. Avrupa yerel yönetimler modellerinde, demokratik katılım esas alan, kendi toplumsal boyut ihtiyaçlarını örgütleyip karşılayan, siyasal, toplumsal işerinde özerk ve valilik sistemini seçimle belirleyen yönetim sistemlerini ‘alan’ açma süreciyle uyumlu bir bütünlük oluşturmak gerekmektedir.
Dolayısıyla Avrupa yerel yönetim modellerinin araştırılıp kendi koşullarına özgün katkılarla birlikte uyarlamak gerekmektedir. Bazı Avrupa ülkeleri, hem yerel yönetimler anlayışında geniş yetkilere sahip olurken hem de yerel parlamentoların varlığıyla birlikte bir bütünlük içinde modeller geliştirmişlerdir. Bazı ülkelerde ise, geniş yerel yönetim modelleri yanında, valilik ve il genel meclisinin seçimle belirleyip bir bütünlük içinde demokratik özerk sistemler geliştirilmiştir.
Bunun için Önder Apo, Kürt sorunu çözümünde paradigma çerçevesinde ele alan buna alan açmak için çeşitli yönetim modellerini bu açıdan önermektedir. Önemli olan, sistemde topluma demokratik bir alanın açılma sürecidir. Varlığı korumanın, güvenliğini garanti altına almanın en önemli yolu budur.
İktidar ve devletçi sistemlerin bir anda ortadan kalkmayacağı, ancak toplumun kendi öz gücüyle mevcut sistemler içinde demokratik alanlar açmak en temel çözüm yolu olmaktadır. Bu yaklaşımın odağında ‘içeriden dönüşüm’ stratejisi olarak da görülebilir. Demokratik alanlar açıldıkça toplum kendi yönetim gücünü, örgütlülüğünü, tecrübesini, ifadesini geliştirir, iktidar ve devletçi zihniyetin etkisini azaltır ve sonunda kendi alternatif yönetim sistemlerini inşa edebilir. Toplumun kendi gerçek doğasına döndürmenin yolu katılımcı demokrasi süreçlerinde, toplumun bilinçlenmesi, örgütlülüğe kavuşması, tecrübe ve birikime sahip olması, toplumsal dayanışmanın gelişmesi, özgür bireylerin oluşması ve kendini yönetecek tecrübeye kavuşma sürecinin iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada kritik nokta, demokratikleşme alanlarını açarken devleti meşrulaştırmak anlamına gelmediğini bilinmesi gerekir. Burada temel mesele, devleti reforme etmek değil, toplumun öz gücünü geliştirerek devlete olan bağımlılığı aşmasını sağlamaktır. Bunun için Avrupa yerel yönetimler modelleri, toplumun doğrudan katılımını artırıp, devletin işlevselliğini sınırlandırıyorsa, demokratikleşme alanlarının açılması açısından önemlidir ama nihai hedef toplumun öz yönetimidir.
Öz yönetimler soyut bir kavram değildir, bilakis öz- yönetim demokratik toplumun somutlaştırarak, pratikleştirilmesidir. Toplumsal öz-yönetim, devletten önce vardı ve insan toplulukları binlerce yıl devletsiz yaşadı, kendini yönetti. Hala da klan, kabile, aşiret, cemaatler ve çeşitli ulus birimleri özyönetim süreçleriyle kendilerini yönetmektedirler. Devlet bu açıdan bir zorunluluk değil, öz- yönetimlere karşıt gelişen bir yönetim biçimidir. Bu nedenle öz-yönetim, demokratik toplumun vazgeçilmez bir parçasıdır. Öz-yönetim olmadan toplum sadece yönetilen bir nesne haline gelir. Ancak özyönetim ile demokratik toplum, kendi iradesini, ihtiyaçlarını ve geleceğini şekillendiren bir özne olabilir. Öz yönetimler canlı organizma biçimiyle sürekli değişim-dönüşüm içinde olsada, mekanizmaları, komün, meclis ve halk kongreleridir. Dolayısıyla köylerden, mahallelerden, şehirlerden başlayarak tabandan örgütlenir. Karar alma süreçleri doğrudan halkın katılımıyla yürütülür. Toplumun içsel dinamikleriyle ifadeye kavuşan, bedenleşen, komün, meclis, kooperatif, akademi, halk kongreleri örgütlülüğüyle siyasi, ekonomik, sağlık, öz savunma, eğitim, hizmet ve kültürel yaşamını organize edebilmesidir. Dolayısıyla öz-yönetim, yalnızca bir yönetim biçimi değil, toplumun kendini sürekli tepeden tırnağa örgütlediği, değiştirdiği ve dönüştürdüğü bir süreçtir. Bu yüzden öz-yönetimi demokratik toplum anlayışının pratikleşmiş hali olarak düşünmek gerekir.
Önder Apo, öz-yönetimi sadece yerel yönetimlerle sınırlamamaktadır. Tabandan, başlayarak, daha esnek, yatay ve geniş bir sistem içinde değerlendirir. Demokratik konfederalizm, yerel demokratik kurumsallaşmaların, öz yönetimlerin, özerk birimlerin kendi iç örgütlenmelerini korurken bir ağ gibi bir birine bağlandığı bir modeldir. Bu yüzden öz-yönetim, sadece bir bölgenin özerk olması değil, toplumların yerelden başlayarak kendi kararlarını alabileceği bir sistemdir. Dolayısıyla öz- yönetim, yerel demokrasi anlayışıyla tabanda örgütlenerek katılımcı demokrasi iradesiyle ifadeye kavuşan komün-meclis ve kurumsal örgütlülükler kendini demokratik özerklik kavramıyla ifade edebilir.
Önder Apo, toplumun öz yönetimden mahrum kalması halinde ulus olmayacağını ifade etmektedir. Çünkü öz-yönetim sadece politik varlık değil aynı zamanda toplumsal varoluşun da bir gereğidir. Eğer bir toplum, kendi yönetimini kurma kararlar alma ve kendi geleceğini şekillendirme kapasitesinden yoksun kalırsa o toplum sadece ulus olmaktan değil, aynı zamanda toplum olmaktan mahrum kalacaktır. Kürtlerin geçmişteki durumu bu açıdan çok belirgindir. Kürtler tarihsel olarak sadece ulus olma hakkından mahrum edilmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal varlıklarını sürdürme hakkından da yoksun bırakılmışlardır. Bunun temel nedeni öz örgütlemelerinin yokluğu ve yönetimsiz kalmalarıyla alakalıdır. Ancak günümüzde Kürt halkının durumu çok daha farklıdır. Yoğun mücadele sonucunda edinilen politikleşme sürecinde sadece ulus olma yolunda değil, aynı zamanda demokratik ulus olma doğrultusunda örgütlenmeye başlamışlardır. Bu örgütlenme sadece politik kimlikle değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel, ekonomik, öz savunma, siyasi öz yönetimle de şekillenmektedir.
Demokratik toplum ve siyasal alanın mevcutluğu.
Ulus-devletçi zihniyet ve Aşırı milliyetçiliğe dayalı çözüm önerileri, tarihsel toplum sosyolojisine uygun çözümler getirmemiştir. Çünkü milliyetçilik ve kültüralist temelli çözümler, toplumu bir arada tutacak, eşitlikçi ve kapsayıcı bir yapıyı sağlamaktan çok, ayrımcılığa, karşıtlaştırmaya, kutuplaşmaya ve tahakküme yol açmıştır. Bu tür çözüm modelleri, toplumun dinamiklerini, çeşitliliğini, çok katmanlı ve boyutlu yapısını dikkate almadığından dolayı siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel krizlere, gerginliklere ve çatışmalara kaynaklık edilmiştir.
Kültüralist bakışlı çözüm ve tanımları da bu kapsam içinde ele almak mümkündür. Kültüralist bakış, bir halkın tarihsel, sosyal, ekonomik, siyasal ve yapısal farkların varoluşunu sadece kültürel miras üzerinden tanımlamaktadır. Dolayısıyla kültüralist bakış, bir halkın temel sorununu yalnızca kimlik, dil folklor ve mitolojik gibi sıfatlara indirgenerek, tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik, öz savunma, yönetimsel ve yapısal zenginlikleri göz ardı etmiştir. Çerçevesi çizilmiş kültüralist bakışa göre Mezopotamya’nın en kadim halkı olan Kürt halkının sorunları Türkiye’de çözülmüş demektir. Zaten AKP ve Erdoğan, sürekli Kürt sorunu çözdüm sorun kalmadı demektedir. Bu söylemin altında yatan gerçeklik tarihsel toplum hakikatinden yalıtılmış kültüralist bakış yatmaktadır. Kürt halk sorununu sadece dil ve kimlik hakkı üzerinden ele alınacak ise, Türkiye’de TRT 6 ve bir dershanelik seçmeli ders mevcuttur. Kaldiki Bunlarında ne yasal nede anayasal güvencesi vardır. Bu açıdan Türk ulus-devlet yapısı, neredeyse yüzyıllık tek tipçi, homojen dayatmayla başaramadığı inkar politikasını kültüralist politikayla başarmak istemektedir. Türk devletinin Kürt halk gerçekliğini, tarihsel toplum yapısallığından kopartarak, kültüralist haklara indirgeme politikası, Önder Apo’nun son yaklaşımıyla boşa çıkmıştır. Önder Apo aslında Kürt halkını uyandırmak ve buna karşı tedbirler geliştirmek istemektedir. Fakat Türkiye’de ister Türk ister Kürt akademisyenler olsun bu durum karşısında bir farkındalık içinde olması gerekirken körlük yaşanmıştır. Dolayısıyla bir halkın tarihsel, toplumsal, kültürel, sosyal, ekonomik, politik ve öz-yönetim hakları kültüralist bakış ve çözümlere indirgenemez. Kültüralist bakış açısını bu nedenle eleştirmek bu etki altından kurtulmak gerekmektedir. Bir halkı, bir toplumu sadece kültürel özeliklere indirgemek yerine, tarihsel, siyasal, ekonomik, öz- avunma, , öz- yönetim sorunları ve toplumsal ilişkiler bağlamında ele almak gerekir. Kaldı ki, Demokratik ulus, demokratik toplum öncelikli çözümler, halkların siyasal ve kültürel haklarını da çözer ve güvence altına alır. Dolayısıyla sorunları demokrasinin asgari ölçülerinde çözmenin yolu bütünsel bakmayı gerektirir.
Önder Apo, barış ve demokratik toplum çağrısında, Kürt halkına karşı var olan, liberal, post modern, sınıfsal ve kültüralist bakış ve tanımların dar, yüzeysel olarak görmüş, Kürt halkının tüm boyutlarını radikal bir biçimde haklarını ifade ederek, kimliklere saygı ve özgürce ifade hakkı, sosyo, ekonomik yapısıyla birlikte ele almıştır. Kimliklerin özgürce ifade edilmesi, her kesimin, kendi sosyal, ekonomik, siyasal, öz savunma, öz-yönetim ve yapısal zenginliklerin oluşturabilmesinin koşulları oluşturulmasını istemiştir. Bunu da Demokratik toplum ve siyasal alanın mevcutluğuyla, bu süreci mümkün kılarak, teminat altına almıştır. Dolayısıyla Demokratik toplum yapısallığı içinde her halkın ve kimliğin kendi özgürleşme sürecine sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. Önder Apo, kültürel hakların önemini demokrasinin temel şartı olarak tanımlamıştır. Buradaki ayrım, kültürel hakların, toplumların kimliklerini ve özgürlüklerini demokratik toplum kavramıyla ifade etmesiyle ilgilidir. Kültürel haklar, sadece bir kimliksel tanıma değil, aynı zamanda sosyal, siyasal, tarihsel, ekonomik, öz-yönetimsel, öz-savunma ve tüm boyutlarının haklarını teminatı anlamına gelir.
Önder Apo, demokratik toplum bağlamında aslında toplumların yada her kesimin kendilerini sosyo, ekonomik ve siyasal anlamda yönetilebilme hakkını, farklı bir adlandırma ile ifade edilecek ise, bu demokratik kültürel özerklik hakkıdır ve buda demokrasinin asgari şartıdır. Buda kimliklerin gelişimini, korunması, özgürce ifade edilmesi ve demokratik özerk yapıların oluşturulması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla demokrasinin asgari şartı, toplumların kültürel haklarının tanınması ve bunların siyasal anlamda temsil edilmesidir. Buda Siyasal alanın mevcudiyeti ile kültürel hakların birleştirilmesi, kendi, kendini yönetme anlamına gelmektedir. Önder Apo, Barış ve demokratik çözüm deklarasyonunda, kültüralist bakış açılarına karşı önlem alarak, Kürt halkının sosyo, ekonomik ve siyasi yapıların göz ardı edilmesine karşı çıkmış, bu yüzden demokratik toplumu ve siyasal alanı ön planda tutarak bu hakların sadece kültürel değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal boyutları ile birlikte ele alınmasını istemiştir. Sonuç olarak, Önder Apo, hem toplumların tarihsel, sosyolojik yapısına uygun bir yaklaşımı savunmuş, hem de kültürel haklar üzerinden özgürleşmeye yönelik bir siyasi çözüm önerisi sunmuştur.
Barış ve Demokratik Toplum çağrısını anlamak.
Tarihi çağrı yapıldı ve tahminlerin çok ötesinde büyük bir yankı uyandırdı. 52 yıllık yoğun tempolu bir maratonun ardından, 27 Şubat 2025 miladıyla yeni bir başlangıç evresine girildi. ‘Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır’ sözüyle yeni bir yol açılmış oldu.
Bu süreç tek taraflı gelişmeyeceği görülmektedir bunun için gelişmelerin hangi yöne evirileceğini kestirmek biraz zor. Yapılan tarihi çağrıya olumlu cevap verilmez ise bu sürecin hızla çökeceği belirtilmiştir. Bu realiteye rağmen ortaya çıkan paradigmasal perspektif bir dönüşüm politikası olduğu için bu süreçten bağımsız yeniden yapılanmayı gerekli kılmaktadır.
Kuşkusuz, barış ve demokratik toplum çağrısını, Önder Apo’nun son beş ciltlik savunmalarıyla okumak gerekmektedir. Çünkü Önder Apo’nun savunmaları, daha somut araçlara dönüşmektedir. Örneğin yeni toplumsal dönüşüm ve yeni yapılanma süreci, savunmaların somut araçlara dönüştürmesiyle gerçekleştirecektir. Bunun için bu araçların kuruluş felsefesinde tarihsellik, sosyolojik, bilimsel, sanatsal, din ve entelektüel birikim bulunmaktadır. Bu yüzden bugün birçok çevre, gelişmeleri tarihsel-toplum sosyoloji zihniyetiyle değerlendirmediği için, dar, kalıpsal ve yüzeysel okumalar yapmış ve anlamadan peşin hükümde bulunmuşlardır.
Önder Apo’nun düşüncesi durağan bir teori değildir. Sürekli gelişen, dönüşen ve pratikle iç içe olan bir teoridir. Aslında bu, Önder Apo’nun küçük yaşından başlayarak bugüne kadar gelen karakteriyle ifade edilen mutlak özgürlük arayışıyla bir bütünlük içinde ele alınmalıdır. Hiçbir güç, engel, gerilik ve araç onu özgürlük arayışından alıkoyamamış ve hızını durduramamıştır. Bütün gelişmeler aleyhte olmasına rağmen bir an bile duraksamamış, isteksizlik göstermemiş, şikâyet etmemiş ve pes etmemiştir. O yüzden onu belli bir kalıba sıkıştıranlar, eksik anlayanlar ya da sadece belirli parçalarını öne çıkaranlar aslında sürekli özünü kaçırmışlardır. Dolayısıyla Önder Apo, sadece siyasi ve askeri bir kişilik değil, aynı zamanda bir entelektüel düşünür, mutlak bir özgürlük Arayışçısı ve eylem kişiliğidir. Bu nedenle onun projeleri, sadece güncel siyasal dengelerle, klasik sistem modelleriyle ya da hiyerarşik düşünme biçimiyle değil, tarihsel toplum dönüşümlerine dayanıyor. Bu derinliği ve bakışı kavrayamayanlar, ya mevcut sistemlere teslim olur ya da tamamen tarihsel ve sosyolojik dönüşümlerden kopuk bir idealizm içinde sıkışıp kalırlar.
Sürecin İlerlemesi ve Dayandığı Temeller.
Çağrının özü, toplumsal dönüşüme kaynaklık edecek olan, karşılıklı olarak birbirini dönüştüren yeniden yapılanma ve değişim dönüşüm çağrısıdır. Bu çağrı, PKK’nin yeniden yapılanmasını içeren ve silahlı mücadele yerine demokratik siyasal mücadeleyi ön plana çıkaran bir dönüşüm önerisidir. Yani demokratik siyasal kanallarının açılması, kimlik, inanç, kültür ve özgürlüklerin örgütlenebileceği bir ortamın sağlanmasını devletin taahhüt etmesine bağlıdır.
Bir bakıma Cumhuriyetin tek-tipçi, merkezci ve inkarcı politikalarının sorgulanması ve bunun dönüşümünü kapsayacak yeniden yapılanma çağrısı yapılmaktadır. Yani işin özü, yalnızca silahlı mücadeleyi durdurmak değil, aynı zamanda bu inkarcı, tek tipleştirici devlet yaklaşımının kendisiyle yüzleşmesi, reddedilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Dolayısıyla ‘fesih’, bir anlamda devletin tek-tipçi yaklaşımına karşı da bir reddiyedir.
Demokratik Modernite Paradigmasına Göre Değişim Süreci.
PKK, teori, program, strateji ve taktik düzeyinde reel sosyalist modelin etkisi altında gelişti. PKK’nin örgütsel ve mücadele dayanağı merkeziyetçi, öncü parti anlayışına ve şiddeti öne çıkaran bir mücadele sürecine dayalıydı. Bu gerçeğe rağmen, PKK’nin özgün yönleri olmuş, savaş ve süreçlerden bağımsız olarak yeniden yapılanma ve değişim dönüşüm süreçleri süreklilik içinde olmuştur. Bu süreçten bağımsız denilen şey, özgürlük hareketinin kendini sürekli çağa ve yeni dönemlere göre içsel değişim paralelinde dönüşüm süreci içinde olduğudur. 1986 yılında ideolojik anlamda merkezine, reel sosyalist anlayış ötesi, kadın özgürlük çözümlemelerini alması, din sorununa kaba materyalist yaklaşım ötesinde sosyolojik ele alışı, sosyalizmin yenilenme ihtiyaçlarının en temel göstergesi olmuştur. 1993 ateşkesiyle başlayan süreç, 1995 tarihinde PKK kongresiyle değişim hamleleri ve değişim süreçlerinin adımları olarak ele alınmıştır. 2000’den sonra PKK’nin mevcut örgütsel yapısını ve mücadele hattını demokratik modernite sistemine göre değişim göstermesi, adım adım program ve stratejik değişim hamleleri ve PKK’nin feshi durumu, bu süreçlerin zirvesi olmuştur. Fakat PKK’nin kendini demokratik modernite strateji ve mücadele araçlarına dönüştürme hamlesi tam başarılmamıştır. Bu nedenle Önder Apo’nun yeniden yapılanma hamlesi karşısında PKK, kendini demokrasinin protipi olarak inşa etmemiş, toplumun demokratikleştirme sürecini tamamlayamamıştır. Ancak bu değişim ve dönüşüm süreçleri, içte gelişen tasfiyecilik, demokratik siyasetin önü kapalı oluşu ve Önder Apo’nun iş başında olmayışı nedeniyle sonuca ulaşmamıştır. Dolayısıyla PKK’nin yeniden yapılanması ve demokratik siyaset süreçleri iç içe olsalar da yeni bir durum değildir, aksine bu dönüşüm perspektifinin arkasında derin bir ideolojik, teorik birikim ve pratik tecrübe bulunmaktadır. PKK’nin yeniden yapılanma süreçlerini, tarihsel, sosyolojik, felsefik ve ideolojik dönüşümlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak görmek gerekmektedir. Yeni paradigmanın esaslarına göre PKK’nin yeniden yapılanma ve değişim süreci içsel bir devinim ve yeni döneme cevap olma ihtiyacıdır. Bu değişimi, ancak ve ancak Önder Apo’nun pratik öncülüğünde gerçekleşebilir. Anlaşılması gereken en önemli nokta burasıdır.
Tarihsel Bağlamda Kürt-Türk İlişkisi.
Kürt ve Türk ilişkisi, bin yıllık bir tarihsel zaman içinde nasıl şekillendiğini bilmek, bugüne yol gösterici bir perspektif sunacaktır. Her şeyden önce, kurulan bu ittifaklar gönüllülüğe dayalı toplumsal bir birliktelik ve ortak çıkarlar etrafında şekillenmiştir. Bu ittifakın ilk aşaması, Türklerin Anadolu’ya girişiyle başlamıştır. Bizans’a karşı kurulan ortak ittifak sonucunda Bizans’ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Burada Kürtler, kurulan sistemde özerkliklerini koruyarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. İkinci aşama, Yavuz dönemidir. Osmanlı’nın imparatorluk temeli, Kürt ve Türk ittifakının gelişmesine bağlıdır. Osmanlı’nın imparatorluk dönemi, kurulan ittifaka borçludur; Kürtler burada da özerkliklerini geliştirmiş ve koruma altına alınmıştır. Üçüncü aşama, Cumhuriyetin kuruluş dönemidir. Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte, Osmanlı topraklarını paylaşan güçlere karşı Anadolu’da gelişen ulusal kurtuluş mücadelesidir. Atatürk’ün Antalya veya İzmir’de değil, Sivas ve Erzurum kongreleriyle kurduğu Kürt ve Türk ittifakı süreci, Cumhuriyetin kuruluş temelidir. Her üç aşamada Kürt ve Türk ilişkileri, siyasal bir birlikten çok sosyolojik ve stratejik bir gerçeklik ve ortak kader birliğidir. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Kürtlere özerklik ve birlikte eşitçe yaşama stratejisi, tek-tipçi, merkezci, homojenleştirici ulus-devlet formülüyle inkar edilmiştir; bilinen kırılgan ve bozulma süreci başlamıştır. Şimdi ise dördüncü aşama dediğimiz, yeni bir tarihsel eşik dönemi yaşanmaktadır. Ortadoğu’nun yeniden dizayn süreciyle birlikte, yaşadığımız süreç bu sürecin dördüncü aşamasıdır. Bu dördüncü aşamanın geçiş ve yeniden kuruluş felsefesi, Kürtsüz olması nedeniyle çok ciddi bir kriz yaşanmaktadır. Tarihsel sosyolojik süreçlerde, bütün süreçleri birlikte karşılamış, birlikte aşmış olan bu ruh yeni dönem karşısında tökezlenmekte ve bütün krizlere kaynaklık ederek devletin yıkılmasına yol açacak düzeye gelmiş bulunmaktadır.
Tarihsel anlamda Kürt ve Türk ilişkileri genelde 200 yıl özelde ise 100 yıllık kapitalizmin, milliyetçilik, tek-tipçi, ulus-devlet, endüstriyalizm ve aşırı kar düzeni nedeniyle bozulmuştur. Cumhuriyet süreci sonrası gelişen tek tipçi, homojenleştirici politikası neticesinde inkar, bastırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma, siyasi, kültürel ve fiziki soykırımla eritme, tasfiye etme gibi pratikler başta Kürt ittifakı olmak üzere halklar arasında zihni, ruhi ve fiziki duvarlar döşemiştir. Tarihsel bağlarla kurulan çok kırılgan, bozulmuş bir hal alan bu ilişkileri yeniden inşa etmek, diriltmek ancak karşılıklı kimlik, inanç ve halkların kendini örgütlemeye duyulan saygı, daha fazla demokratik bir sistemin gelişmesine bağlıdır. Ortadoğu yeniden dizayn sürecine karşı bu ruhu diriltmek birlikte eşit düzeyde karşı koymanın yolu Kürt halkının tarihsel haklarına duyulan saygıyla onarılabilir ve başarılı olabilir. Dolayısıyla Önder Apo’nun ortaya koyduğu tarihsel perspektifi, sadece geçmişteki ittifakları hatırlatmakla kalmaz, araya giren bu uzun inkar mesafesinin nasıl kaldırılacağını ve aynı zamanda bu ittifakın sosyolojik olarak nasıl yeniden kurulup geleceğe taşınacağını anlatmaktadır.
Demokratik toplumu yeniden düşünmek.
Önder Apo’nun geliştirdiği paradigmayla yeni anlam kattığı kavramları anlamak oldukça önemlidir. Zihniyet anlamında köklü değişimleri kavramlarla başlandığı bilinmektedir. Bunun için benzer kavramlarla paradigmasını kavratırken her kavram bir birine benzese de ayrı bir anlam kattığı görülmüştür. Hem bir birini tamamlayan hem de ayrı ele alan kavram lügatiyle zengin seçenekler oluşturmuştur. Bunun için en son ‘barış ve demokratik toplum çağrısı’ süreciyle tekrardan kavramsal anlamda bir yoğunlaştırmayı ve derinleştirmeyi geliştirdiği görülmüştür.
Önder Apo, daha önce ‘demokratik uygarlık’ kavramını kerhen kullandığını belirtmişti, Bunun nedenlerini savunmalarda genişçe açıklamıştı. Erken bir değerlendirmeye mahal vermeden, ‘demokratik toplum’ kavramını sistemsel bir adlandırma olarak geliştirme ihtimali vardır. Önder Apo’nun demokratik toplum ifadesinde, toplumun, doğayla uyumlu ve demokrasi özüyle özdeş, sistematik bir sürekliliğe sahip, esnek, içsel ve yatay gelişmeye dayanan, tarihsel birikim ve organik yapısını vurgulamak için ele almıştır. Uygarlık kavramı ise, doğa ve toplum uyumundan sapmayı, genellikle bir dönüm noktasını, belirli aşamaları ve karşıt sürecini ifade etmektedir. Önder Apo, iktidar ve devletçi yapıların tüm ilişki biçimini, izlerini kendi kavramsal çerçevesinden çıkardığını, temizlediği görülmektedir. Dolayısıyla demokratik toplum kavramı, doğayla uyumlu, öz-örgütlenmesini doğrudan katılımcı demokrasiyle geliştiren, yapısal farklılığı kendi siyasal, sosyal, ekonomik iradeleriyle şekillendirmesini daha iyi yansıtan bir kavram olarak ele almıştır. Demokratik toplum kavramı bu açıdan sistem karşıtlarının, alternatif sistem modeli olarak da üzerinde düşünülmesi gerektirmektedir. Bu yeni yaklaşım, demokratik toplumun yalnızca bir yönetim ve yaşam biçimi olarak değil, aynı zamanda sistem karşıtları için toplumsal devrim için gerekli olan bir yol haritasıdır.
Ulus-devlet- federasyon ve idari özerklikler.
Tarih boyunca iktidar ve devlet, farklı yönetim formları içinde kendini var etmiştir. Krallıklar, imparatorluklar, hanedanlıklar, emirlik, derebeylik gibi yapılar, Modern dönemde, ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik biçimlerine dönüşmüştür. Ancak bu değişimler, yönetim mantığını kökten değiştirmemiştir. Toplum her zaman bir yönetici yapı tarafından organize edilmekte, yönlendirilmekte ve denetlemektedir. İktidarlar, kendini bu formlarla sürekli yenileyerek, değişen koşullara rağmen, özünü sürekli korumuştur. Bu formlar yalnızca birer idari model değil, aynı zamanda devletçi zihniyetin kurumlaşmış, genelleşmiş biçimleri olmuştur. Kuşkusuz devletçi sistemlerin esnemesi, halklar mücadelesinin büyük etkisi olmuştur. Ama halklar ve ezilenlerin iktidar ve devlet zihniyetlerini, çözdüğü ve aştığı söylenemez. İster sosyalist, ister ulusal, sınıfsal ve kültürel mücadeleler olsun toplumun kendisini nasıl yöneteceği sorusu, tek düze ve bu çizginin devamı olan mevcut bedenler üzerinden tartışmış, dolayısıyla buda alternatif yönetim biçimlerinin gelişmesini engellemiştir.
Ulus-devlet, federasyon ve idari özerklik modelleri, son 200 yılın siyasal sistemlerinin ortaya çıkardığı yönetim formlarıdır. Bu formlar dışında başka seçenekler çok düşünülmemiştir. Dolayısıyla bu formlar, iktidarların, kurumsallaşmış biçimleri, yani ulus-devlet zihniyetinin farklı bedenleridir. Bu modellerin ortak noktası, imkan ve yetkilerin paylaşımı, devletçi sistemin korunması, bir azınlığın, sınıfın tahakkümü ve toplumun doğrudan demokrasinin katılım biçimini, kendini yönetme dinamiklerini ikincil plana iterek belirli yönetici gruplar aracılığıyla idare edilmesini esas almalarıdır. İster üniter ulus-devlet olsun, ister federasyon olsun, bunların tümü özünde devlet formasyonları içinde şekillenmiştir ve demokratik toplumun doğrudan içsel gelişim gücünü yansıtmazlar. İşte Önder Apo, tarihsel toplum sosyolojisine dayalı olarak bu formların dışında farklı yönetim modellerinin gelişebileceğini savunur. Demokratik modernite, demokratik toplum stratejisi çerçevesinde, kendine has, tarihsel toplum sosyolojisiyle uyumlu demokratik yönetim modelini geliştirmek istiyor. Toplumların içsel gelişim yasası çerçevesinde var olan özyönetim biçimlerini yeni döneme uyarlayarak geliştirmek istiyor. Dolayısıyla Önder Apo, ‘amacın kadar, araçların da temiz olmalı’ söylemine paradigmasal anlamda yaşam buldurtmak için yol ve yöntemleri bulmaya çalışmaktadır. Mevcut sistem ve sistem içi araçların, vasıtaların iktidar ve devlet zihniyetinin derin izleri, etkileri ve formları olduğu için alternatif yönetim biçimlerini önermektedir. Fakat son iki yüzyıl ve özellikle son çeyrek yüz yılda, toplumsal hareketler ve talepler genellikle bu form içinde çözüm aramaya yönelmiştir. Bunun temel nedeni, devlet merkezli düşünce yapısının çok uzun zamandır baskın olması nedeniyle , devlet, demokrasi ve toplum arasında ontolojik bir bağ kurulmuştur. Bundan kaynaklı toplumun var oluşu devletin varlığına indirgenmiş, toplumun devletsiz olabileceği düşüncesi ortadan kalkmış, devletsizlik ve ona uyan formların dışına çıkmak tarih dışılık olarak görülmüştür. Kaldı ki idari özerklik ve federasyon gibi yapılar, genellikle belirli kimlikleri veya toplulukları sınırlandırılmış bir çerçevede tanımlayarak bir yönetim biçimini sunar. Ancak toplumlar, sadece kültürel, etnik ve sınıfsal temelli bir yapılanma değildir, çok boyutlu, çok çeşitli farklılıkları barındıran bir yapıdır. Dolayısıyla demokratik toplum öncelikli Yönetim modelleride bu hakikatlere uyumlu ve ona denk olması gerekmektedir. Bunun yöntemi, tarihsel toplum bakışlı analizlerle ancak hakikatin tümü anlaşılabilir. Yoksa, teolojik, sınıf, liberal ve kültüralist temelli toplum analiz ve çözümlemeleri çare olmadığı, Beşbin yıllık tarihsel sürecin ortaya çıkardığı gerçeklere bakılarak görülmektedir.
Demokratik öz-yönetim sistemi.
Önder Apo’nun paradigması demokratik bir zihniyet temelinde şekillenmiştir. Paradigmasal sistemin yaşamsallaşması için demokratik öz-yönetim aracını geliştirmiştir. Önder Apo, Tarihsel toplum süreçlerinin içsel gelişim biçimiyle varlığa kavuşan, iktidarcı zihniyet ve araçlarını ret eden, yerelden örgütlenerek demokratik katılımcı öz-yönetim modelleri savunmaktadır. Öz-yönetim, toplumun kendi iç dinamikleriyle yönetim sürecine katılımını esas alır. Tarihsel toplum anlayışı bu öz-yönetimin varlığıyla şekillenmiştir. Toplumun kendi, kendini yönetme kapasitesi geliştikçe, iktidar zihniyetinin etkisi zayıflar. Çünkü iktidar yalnızca bir kurum yada devlet yapısı değil, aynı zamanda araçlarıyla birlikte, toplumsal ilişkilerde, bilinçte ve alışkanlıklarda kökleşmiş bir olgudur. Bu nedenle, demokratik zihniyetin ve öz yönetim mekanizmalarının inşası, sürekli bir dönüşüm süreci içinde olmuştur.
Önder Apo’nun barış ve demokratik toplum çağrısında ifade edilen yönetim biçimlerine karşı eleştirileri iyi anlaşılması gerekmektedir. Burada esas mesele, hazır bir yönetim modelini kabul etmek yada ret etmek değil, toplumun kendi dinamikleri doğrultusunda öz yönetim biçimini nasıl geliştireceğinin yol ve yöntemini sunmaktadır. Tarihte bilinen şekliyle yönetim biçimlerinin ‘dışsal’ bir olgu olmaktan çok, toplumsal örgütlenmenin içsel bir ifade biçiminde olduğu yeterince kanıtlanmıştır. Bunun için Demokratik toplumların, kendi öz- yönetim organlarını oluşturarak ve merkezi, tek tipçi yapılara bağımlı olmadan karar alma süreçlerine doğrudan katılarak ancak inşa edilebilir. Dolayısıyla öz yönetim biçimleri, dışsal bir otorite tarafından form ve bedenlerin ötesine geçerek, toplumların içsel gelişim biçimiyle nasıl örgütleneceğini kendisi belirlemesi gerekmektedir. Önder Apo, işte bu sürecin yol ve yöntemini ortaya koyarak, toplumsal doğaya uyumlu yönetim modellerinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bunu da Demokratik toplum paradigması bağlamında kendi öz-yönetim organlarını oluşturması ve karar alma süreçlerinde devlet-iktidar yapılara bağımlı olmadan doğrudan yer almasıyla mümkün olacağını belirtir. Toplumların bütünsel gerçekliğini tahlil edip bunun yönetim biçimi formüle etmek, ancak mevcut devletçi form ve araçların ötesine geçmeyi gerektirir. Bu nedenle idari özerklik veya federasyon gibi araçların demokratik toplumun temel dinamiklerini, içsel gelişim biçimini tam anlamıyla karşılayamadığı için çözüm olarak görmez. Yoksa Önder Apo, federasyon ve idari özerklik gibi araçlarına tümden karşı değildir.
Önder APO, tüm devletçi yapıları bir anda ortadan kaldırmanın gerçekçi olmadığını, bunun yerine toplumsal öz-yönetimin örgütlenmesi ve mücadele sürecinin gerekliliğini vurgular. Bu nedenle merkeziyetçiliği kıran, yerel yönetimleri teşvik eden, tekçiliği ret ederek çeşitliliğe dayanan yönetim modelleri, geçiş için değerlendirilebilir. Önder Apo, Avrupa’daki bazı yerel yönetim sistemleri, halkın yönetime doğrudan katılımını teşvik eden mekanizmaların araştırılmasını önerir. Bu tür modeller, tamamen demokratik öz yönetimler olmasa da, merkeziyetçiliği, tekçiliğin zayıflatmaları, yerel demokrasiyi geliştirmeleri açısından, bir ara form, araç olarak işlev görebilir.
Avrupa yerel yönetim modelleri ve Öz- yönetim.
Önder Apo barış ve demokratik toplum çağrısında idari özerklikten söz ederek eleştirir. İdari yapılar, devletin temel işlevlerinden biri olarak görür. Dolayısıyla idari kavramı doğrudan devletin temeli, kuruluş mantığı ve uzantısı olarak gelişmiştir. Bütün İdari yapıların doğasında, egemenlik hakları ve otoritesini başka araçlarla korunmasına dayalıdır. Bu nedenle İdari özerklik kavramı, yönetimsel yapı olarak karşımıza çıkar ve devlet imkanlarının paylaşılmasına, günlük düzenin korunmasına dayanır. İdari özerklik, Toplumun, demokratik katılımı ve içsel dönüşümünden ziyade, dışsal yönlendirmeye dayalıdır. İdari özerklikte, toplumların öz örgütlenmesi ve özgürlüğü genellikle sınırlıdır. İdari özerklik, daha çok yönetimsel ve idari düzeyde kalırken, toplumsal iradenin ve demokratik katılımın doğrudan etkisini sınırlamaktadır. Dolayısıyla idari özerklik ve demokratik özerklik aynı kavram ve anlamlar taşımazlar.
Demokratik özerklik, yerel demokrasinin, dolayısıyla demokratik toplumun siyasal alanını ifade eder. Bunun için Demokratik özerklik, katılımcı demokrasinin doğrudan uygulanmasıdır. Toplumun içsel dinamiklerinden doğan öz yönetim birimleri, özerk kurumlar ve meclislerin, hiyerarşik bir otoriteye tabi olmadan, özgürce karar alma süreçlerini işletir. Önder Apo, kendi savunmalarında ‘demokratik özerklik demiyorum, yerel yönetim diyorum’ diye ifade etmiştir. Dolayısıyla demokratik özerklik öz olarak, yerel yönetim, yerelin İnsiyatifi, yerelin öz örgütlülüğü ve tabandan oluşan bir örgütsel sistemin yönetimsel adıdır. Fakat öz olarak Önder Apo, demokratik özerk sistemin iç gelişim dili olan öz- yönetim süreçlerini, tarihsel toplumun canlı bir organizması olarak ele alır ve sürekli yenileyen, esnek, dinamik bir yapı olarak bakar. Dolayısıyla öz-yönetimler, Toplumsal doğaya uygun olarak akış içinde olan, hangi mekanizmalara ihtiyacı varsa onu yaratan bir sistemdir. Bu yüzden öz- yönetim, toplumu kendi gerçek doğasına döndürmenin bir yoludur. Bunu yapmak için de esnek, dinamik ve yerel koşullara uyum sağlayan bir mekanizma geliştirir. Dolayısıyla mevcut bilinen araçlar uygulanabilir olsa da bunu karşılayacak yapısallıkta olmadığı için esas olamazlar.
Öz-yönetim bir idari model değil, aynı zamanda bir toplumsal bilinç ve pratik katılım meselesidir. Toplum, doğrudan demokratik katılım mekanizmalarıyla yönetmeye alışmadığı, kavramadığı ve içselleştirmediği sürece, devletçi yapıların etkisinden kurtulamaz. Avrupa’daki bazı yerel yönetim modelleri, halkın karar alma süreçlerine daha fazla katılımı teşvik eder durumdadır. Buda demokratik zihniyetin gelişmesi için pratik alan yaratmaktadır. Öz-yönetim, nihai bir hedef olarak belirlerken, toplumun bu noktaya ulaşması için bazı ara modelleri kullanmak uygulamak gereklidir. Ancak bunlar nihai çözümler değildir. Esas olan toplumun kendini doğrudan yönetme becerisini, bilincini ve katılım iradesini kazanması için demokratik bir alanın açılmasıdır.
Burada sihirli cümle, topluma ‘demokratik alanı açma’ yaklaşımıdır. Önder Apo’nun şu anda uğraştığı tek şey devletçi sistemde toplum için ‘özgür bir alan’ açma ‘gedik açma’ çalışmasıdır. Hem katı inkarcılığı aşmak hem de paradigmaya ‘alan’ açmak için muazzam bir çaba içerisindedir. Önder Apo ne yapmak istiyor sorusuna verilecek en anlamlı cevap adı, cismi, biçimi ne olursa olsun alan açma teori ve pratiğidir. Esas olarak buraya odaklanmak, anlamak ve tamamlayıcı olmak gerekir. Yoksa Avrupa yerel yönetim modelleri nihai bir araç değildir. Bu modelleri referans alarak, taklit etmeden kendi koşullarına uyarlamak, özgün katkılar geliştirmek mümkündür. Avrupa yerel yönetimler modellerinde, demokratik katılım esas alan, kendi toplumsal boyut ihtiyaçlarını örgütleyip karşılayan, siyasal, toplumsal işerinde özerk ve valilik sistemini seçimle belirleyen yönetim sistemlerini ‘alan’ açma süreciyle uyumlu bir bütünlük oluşturmak gerekmektedir.
Dolayısıyla Avrupa yerel yönetim modellerinin araştırılıp kendi koşullarına özgün katkılarla birlikte uyarlamak gerekmektedir. Bazı Avrupa ülkeleri, hem yerel yönetimler anlayışında geniş yetkilere sahip olurken hem de yerel parlamentoların varlığıyla birlikte bir bütünlük içinde modeller geliştirmişlerdir. Bazı ülkelerde ise, geniş yerel yönetim modelleri yanında, valilik ve il genel meclisinin seçimle belirleyip bir bütünlük içinde demokratik özerk sistemler geliştirilmiştir.
Bunun için Önder Apo, Kürt sorunu çözümünde paradigma çerçevesinde ele alan buna alan açmak için çeşitli yönetim modellerini bu açıdan önermektedir. Önemli olan, sistemde topluma demokratik bir alanın açılma sürecidir. Varlığı korumanın, güvenliğini garanti altına almanın en önemli yolu budur.
İktidar ve devletçi sistemlerin bir anda ortadan kalkmayacağı, ancak toplumun kendi öz gücüyle mevcut sistemler içinde demokratik alanlar açmak en temel çözüm yolu olmaktadır. Bu yaklaşımın odağında ‘içeriden dönüşüm’ stratejisi olarak da görülebilir. Demokratik alanlar açıldıkça toplum kendi yönetim gücünü, örgütlülüğünü, tecrübesini, ifadesini geliştirir, iktidar ve devletçi zihniyetin etkisini azaltır ve sonunda kendi alternatif yönetim sistemlerini inşa edebilir. Toplumun kendi gerçek doğasına döndürmenin yolu katılımcı demokrasi süreçlerinde, toplumun bilinçlenmesi, örgütlülüğe kavuşması, tecrübe ve birikime sahip olması, toplumsal dayanışmanın gelişmesi, özgür bireylerin oluşması ve kendini yönetecek tecrübeye kavuşma sürecinin iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Burada kritik nokta, demokratikleşme alanlarını açarken devleti meşrulaştırmak anlamına gelmediğini bilinmesi gerekir. Burada temel mesele, devleti reforme etmek değil, toplumun öz gücünü geliştirerek devlete olan bağımlılığı aşmasını sağlamaktır. Bunun için Avrupa yerel yönetimler modelleri, toplumun doğrudan katılımını artırıp, devletin işlevselliğini sınırlandırıyorsa, demokratikleşme alanlarının açılması açısından önemlidir ama nihai hedef toplumun öz yönetimidir.
Öz yönetimler soyut bir kavram değildir, bilakis öz- yönetim demokratik toplumun somutlaştırarak, pratikleştirilmesidir. Toplumsal öz-yönetim, devletten önce vardı ve insan toplulukları binlerce yıl devletsiz yaşadı, kendini yönetti. Hala da klan, kabile, aşiret, cemaatler ve çeşitli ulus birimleri özyönetim süreçleriyle kendilerini yönetmektedirler. Devlet bu açıdan bir zorunluluk değil, öz- yönetimlere karşıt gelişen bir yönetim biçimidir. Bu nedenle öz-yönetim, demokratik toplumun vazgeçilmez bir parçasıdır. Öz-yönetim olmadan toplum sadece yönetilen bir nesne haline gelir. Ancak özyönetim ile demokratik toplum, kendi iradesini, ihtiyaçlarını ve geleceğini şekillendiren bir özne olabilir. Öz yönetimler canlı organizma biçimiyle sürekli değişim-dönüşüm içinde olsada, mekanizmaları, komün, meclis ve halk kongreleridir. Dolayısıyla köylerden, mahallelerden, şehirlerden başlayarak tabandan örgütlenir. Karar alma süreçleri doğrudan halkın katılımıyla yürütülür. Toplumun içsel dinamikleriyle ifadeye kavuşan, bedenleşen, komün, meclis, kooperatif, akademi, halk kongreleri örgütlülüğüyle siyasi, ekonomik, sağlık, öz savunma, eğitim, hizmet ve kültürel yaşamını organize edebilmesidir. Dolayısıyla öz-yönetim, yalnızca bir yönetim biçimi değil, toplumun kendini sürekli tepeden tırnağa örgütlediği, değiştirdiği ve dönüştürdüğü bir süreçtir. Bu yüzden öz-yönetimi demokratik toplum anlayışının pratikleşmiş hali olarak düşünmek gerekir.
Önder Apo, öz-yönetimi sadece yerel yönetimlerle sınırlamamaktadır. Tabandan, başlayarak, daha esnek, yatay ve geniş bir sistem içinde değerlendirir. Demokratik konfederalizm, yerel demokratik kurumsallaşmaların, öz yönetimlerin, özerk birimlerin kendi iç örgütlenmelerini korurken bir ağ gibi bir birine bağlandığı bir modeldir. Bu yüzden öz-yönetim, sadece bir bölgenin özerk olması değil, toplumların yerelden başlayarak kendi kararlarını alabileceği bir sistemdir. Dolayısıyla öz- yönetim, yerel demokrasi anlayışıyla tabanda örgütlenerek katılımcı demokrasi iradesiyle ifadeye kavuşan komün-meclis ve kurumsal örgütlülükler kendini demokratik özerklik kavramıyla ifade edebilir.
Önder Apo, toplumun öz yönetimden mahrum kalması halinde ulus olmayacağını ifade etmektedir. Çünkü öz-yönetim sadece politik varlık değil aynı zamanda toplumsal varoluşun da bir gereğidir. Eğer bir toplum, kendi yönetimini kurma kararlar alma ve kendi geleceğini şekillendirme kapasitesinden yoksun kalırsa o toplum sadece ulus olmaktan değil, aynı zamanda toplum olmaktan mahrum kalacaktır. Kürtlerin geçmişteki durumu bu açıdan çok belirgindir. Kürtler tarihsel olarak sadece ulus olma hakkından mahrum edilmekle kalmamış, aynı zamanda toplumsal varlıklarını sürdürme hakkından da yoksun bırakılmışlardır. Bunun temel nedeni öz örgütlemelerinin yokluğu ve yönetimsiz kalmalarıyla alakalıdır. Ancak günümüzde Kürt halkının durumu çok daha farklıdır. Yoğun mücadele sonucunda edinilen politikleşme sürecinde sadece ulus olma yolunda değil, aynı zamanda demokratik ulus olma doğrultusunda örgütlenmeye başlamışlardır. Bu örgütlenme sadece politik kimlikle değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel, ekonomik, öz savunma, siyasi öz yönetimle de şekillenmektedir.
Demokratik toplum ve siyasal alanın mevcutluğu.
Ulus-devletçi zihniyet ve Aşırı milliyetçiliğe dayalı çözüm önerileri, tarihsel toplum sosyolojisine uygun çözümler getirmemiştir. Çünkü milliyetçilik ve kültüralist temelli çözümler, toplumu bir arada tutacak, eşitlikçi ve kapsayıcı bir yapıyı sağlamaktan çok, ayrımcılığa, karşıtlaştırmaya, kutuplaşmaya ve tahakküme yol açmıştır. Bu tür çözüm modelleri, toplumun dinamiklerini, çeşitliliğini, çok katmanlı ve boyutlu yapısını dikkate almadığından dolayı siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel krizlere, gerginliklere ve çatışmalara kaynaklık edilmiştir.
Kültüralist bakışlı çözüm ve tanımları da bu kapsam içinde ele almak mümkündür. Kültüralist bakış, bir halkın tarihsel, sosyal, ekonomik, siyasal ve yapısal farkların varoluşunu sadece kültürel miras üzerinden tanımlamaktadır. Dolayısıyla kültüralist bakış, bir halkın temel sorununu yalnızca kimlik, dil folklor ve mitolojik gibi sıfatlara indirgenerek, tarihsel, toplumsal, siyasal, ekonomik, öz savunma, yönetimsel ve yapısal zenginlikleri göz ardı etmiştir. Çerçevesi çizilmiş kültüralist bakışa göre Mezopotamya’nın en kadim halkı olan Kürt halkının sorunları Türkiye’de çözülmüş demektir. Zaten AKP ve Erdoğan, sürekli Kürt sorunu çözdüm sorun kalmadı demektedir. Bu söylemin altında yatan gerçeklik tarihsel toplum hakikatinden yalıtılmış kültüralist bakış yatmaktadır. Kürt halk sorununu sadece dil ve kimlik hakkı üzerinden ele alınacak ise, Türkiye’de TRT 6 ve bir dershanelik seçmeli ders mevcuttur. Kaldiki Bunlarında ne yasal nede anayasal güvencesi vardır. Bu açıdan Türk ulus-devlet yapısı, neredeyse yüzyıllık tek tipçi, homojen dayatmayla başaramadığı inkar politikasını kültüralist politikayla başarmak istemektedir. Türk devletinin Kürt halk gerçekliğini, tarihsel toplum yapısallığından kopartarak, kültüralist haklara indirgeme politikası, Önder Apo’nun son yaklaşımıyla boşa çıkmıştır. Önder Apo aslında Kürt halkını uyandırmak ve buna karşı tedbirler geliştirmek istemektedir. Fakat Türkiye’de ister Türk ister Kürt akademisyenler olsun bu durum karşısında bir farkındalık içinde olması gerekirken körlük yaşanmıştır. Dolayısıyla bir halkın tarihsel, toplumsal, kültürel, sosyal, ekonomik, politik ve öz-yönetim hakları kültüralist bakış ve çözümlere indirgenemez. Kültüralist bakış açısını bu nedenle eleştirmek bu etki altından kurtulmak gerekmektedir. Bir halkı, bir toplumu sadece kültürel özeliklere indirgemek yerine, tarihsel, siyasal, ekonomik, öz- avunma, , öz- yönetim sorunları ve toplumsal ilişkiler bağlamında ele almak gerekir. Kaldı ki, Demokratik ulus, demokratik toplum öncelikli çözümler, halkların siyasal ve kültürel haklarını da çözer ve güvence altına alır. Dolayısıyla sorunları demokrasinin asgari ölçülerinde çözmenin yolu bütünsel bakmayı gerektirir.
Önder Apo, barış ve demokratik toplum çağrısında, Kürt halkına karşı var olan, liberal, post modern, sınıfsal ve kültüralist bakış ve tanımların dar, yüzeysel olarak görmüş, Kürt halkının tüm boyutlarını radikal bir biçimde haklarını ifade ederek, kimliklere saygı ve özgürce ifade hakkı, sosyo, ekonomik yapısıyla birlikte ele almıştır. Kimliklerin özgürce ifade edilmesi, her kesimin, kendi sosyal, ekonomik, siyasal, öz savunma, öz-yönetim ve yapısal zenginliklerin oluşturabilmesinin koşulları oluşturulmasını istemiştir. Bunu da Demokratik toplum ve siyasal alanın mevcutluğuyla, bu süreci mümkün kılarak, teminat altına almıştır. Dolayısıyla Demokratik toplum yapısallığı içinde her halkın ve kimliğin kendi özgürleşme sürecine sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. Önder Apo, kültürel hakların önemini demokrasinin temel şartı olarak tanımlamıştır. Buradaki ayrım, kültürel hakların, toplumların kimliklerini ve özgürlüklerini demokratik toplum kavramıyla ifade etmesiyle ilgilidir. Kültürel haklar, sadece bir kimliksel tanıma değil, aynı zamanda sosyal, siyasal, tarihsel, ekonomik, öz-yönetimsel, öz-savunma ve tüm boyutlarının haklarını teminatı anlamına gelir.
Önder Apo, demokratik toplum bağlamında aslında toplumların yada her kesimin kendilerini sosyo, ekonomik ve siyasal anlamda yönetilebilme hakkını, farklı bir adlandırma ile ifade edilecek ise, bu demokratik kültürel özerklik hakkıdır ve buda demokrasinin asgari şartıdır. Buda kimliklerin gelişimini, korunması, özgürce ifade edilmesi ve demokratik özerk yapıların oluşturulması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla demokrasinin asgari şartı, toplumların kültürel haklarının tanınması ve bunların siyasal anlamda temsil edilmesidir. Buda Siyasal alanın mevcudiyeti ile kültürel hakların birleştirilmesi, kendi, kendini yönetme anlamına gelmektedir. Önder Apo, Barış ve demokratik çözüm deklarasyonunda, kültüralist bakış açılarına karşı önlem alarak, Kürt halkının sosyo, ekonomik ve siyasi yapıların göz ardı edilmesine karşı çıkmış, bu yüzden demokratik toplumu ve siyasal alanı ön planda tutarak bu hakların sadece kültürel değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal boyutları ile birlikte ele alınmasını istemiştir. Sonuç olarak, Önder Apo, hem toplumların tarihsel, sosyolojik yapısına uygun bir yaklaşımı savunmuş, hem de kültürel haklar üzerinden özgürleşmeye yönelik bir siyasi çözüm önerisi sunmuştur.