HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık Güney Kürdistan’da yayınlanan Hewlati’nin sorularını cevapladı.
Birkaç hafta önce KCK sorumlularından, özellikle Murat Karayılan ve Cemil Bayık Güney Kürdistan için mesajlar verdi. Bu mesajlara karşı Başur hükümeti sorumlularının cevabı ne oldu?
Kürt Özgürlük Hareketi olarak 3. Dünya Savaşının sürdüğü Ortadoğu’da Kürtler arası birliği çok önemli görüyoruz. 1. Dünya Savaşında Kürtler güçsüzdü, öncüleri olamadığı ve birlik yaratılamadığı için Kürdistan dört parçaya bölündü ve bu dört parça üzerinde soykırım politikası izlendi. Bugün 3. Dünya Savaşı Ortadoğu’da sürmektedir. Eski dengeler yıkılıp yeni dengelerin kurulmak istendiği bir savaş verilmektedir. Bu aynı zamanda tüm Ortadoğu’da yeni statükoların oluşması anlamına gelmektedir. Böyle bir ortamda 1. Dünya Savaşı sonrasında oluşan denge ve statüden olumsuz etkilenen ve soykırıma uğrayan Kürtler için imkanlar ve fırsatlar ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı sürüyor. Tüm bölge ülkeleri de bu savaşın içindedir. Özellikle Kürt düşmanlığında öncü olan Türk devleti 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürtlerin yararlanmasını engellemek için her türlü kirli yol ve yöntemi denemektedir. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı her yerde savaş açmıştır. Çünkü Kürtlerin örgütlü olduğunu, siyasi güç haline geldiğini ve çeşitli ilişki ve ittifaklar içinde olduğunu görüyor. Eğer önü alınmazsa Kürtlerin 3. Dünya Savaşı koşullarında Ortadoğu’da güçlü bir statüye kavuşacağını, bunun sonucu da Türk devletinin temel amacı olan Kürtler üzerindeki soykırım politikasının engelleneceğini görmektedir. Bu nedenle tüm Kürt halkına karşı savaş açmıştır. Türk devletinin tek bir stratejisi vardır; o da Kürtleri soykırıma uğratıp Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirme stratejisidir. Buna Suriye’nin kuzeyi ve Başûrê Kurdistan da dahildir. Böyle bir ortamda, Kürtlerin hem büyük kazanma imkanlarının arttığı hem de düşmanlarının Kürtlerin kazanımlarını engellemek, hatta kaybettirmek için yüklendiği bir dönemde tabi ki biz bütün Kürt örgütlerine olumlu mesajlar vereceğiz. Böyle bir dönemde Kürtler arasındaki parçalanma, kavga sadece bir partiye zarar vermeyecektir; bütün Kürt halkına, dolayısıyla bütün Kürt partilerine zarar verecektir. Bu açıdan biz, Kürtler arasındaki parçalanmayı, kavgayı doğru bulmuyoruz. Kürtler 3. Dünya Savaşı koşullarında tek bir parçada istedikleri sonuca ulaşamazlar. Her parçadaki kazanımların güvencesi de Kürtlerin birliğidir. Yine dört parçadaki mücadeledir. Bu açıdan biz Ortadoğu’da süren savaş ve siyasi koşullar nedeniyle tarihi bir sorumluluk duyuyoruz ve sadece Başûrê Kurdistan hükümetine değil, bütün Kürt siyasi partilerine olumlu ve birlik mesajları veriyoruz. Aralarındaki sorunların demokratik yollarla ve anlayışla çözülmesi yaklaşımımızı ortaya koyuyoruz.
Öte yandan biz bu çağrılarla Türk devletinin ve Kürtler arası kavga yaratmak isteyen başka güçlerin politikalarını boşa çıkarmak istiyoruz. Türk devleti özellikle Başûrê Kurdistanlı siyasi güçlerle Kürt Özgürlük Hareketini karşı karşıya getirmek ve savaştırmak istiyor. Kürtleri zayıflatarak Kürtler üzerindeki egemenliğini, otoritesini geliştirmek ve pekiştirmek istiyor. Biz Türk devletinin bu oyununa gelinmesini istemiyoruz. Türk devletinin bu Kürt düşmanı, amacı soykırım olan politikalarını boşa çıkarmak istiyoruz. Bu açıdan Başûrê Kurdistan hükümetine ve siyasi partilere çağrı ve mesajlarımız oldu. Bu mesajlarımızı ve çağrılarımızı da sürdürüyor ve sürdürmekteyiz. Ayrıca mektuplar gönderiyoruz. Böylece var olan sorunları hafifletmek, ortadan kaldırmak, Kürtler için fırsatların olduğu kadar tehlikelerin de büyük olduğu koşullarda ilişkileri düzeltmek ve yumuşatmak istiyoruz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik bizim belirttiğimiz gibidir. Hala Ortadoğu’nun statüleri belli değildir. Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın durumu ne olacak belli değildir. Çekişmeler çatışmalar sürüyor. Savaşın yakında biteceği gibi bir emare de yok. Bu durum tabi ki Kürtler için hem fırsatları hem de tehlikeleri beraberinde getiriyor. Böyle bir durumda biz, Kürt siyasi güçleri arasında sorunlar varken seyredebilir miyiz, bu sorunların sürmesini yada derinleşmesini kabul edebilir miyiz, buna göz yumabilir miyiz? Bu açıdan çağrılarımız oldu. Bu çağrılarımıza karşı doğrudan olumlu cevaplar olmadı. Tabi ki alt düzeyde görüşmeler oluyor, irtibatlar kopuk değildir. Açık kaynaklardan verdiğimiz mesajlar zaten yerine ulaşıyor. Öte yandan alt düzeydeki ilişkilerden mesaj alış verişleri oluyor. Bu mesaj alış verişlerinde olumsuz yaklaşımlar görülmüyor. Bazı şeylerin dikkate alınacağı söyleniyor. Ama mesajlarımızın düzeyinde Başûrê Kurdistan hükümetinden bir yanıt geldiğini söyleyemeyiz.
Ortak tanıdığımız dostlar, kişiler üzerinden de bazı mesajlar alınıp verilmektedir. Çok olumsuz yaklaşımlar olmamaktadır. Ama bunlar tabi ki var olan sorunların giderildiği anlamına gelmiyor. Çünkü Kürtlerin politikasında bir tarz oluşmuş. Açıktan, birbirleriyle konuşurken ya da mesaj verirken çok sert ya da ilişkiyi koparan yaklaşımlar görülmüyor. Böyle bir tarz oluşmuş ama pratikte ise farklı şeyler gelişiyor. Böyle bir durum da var. Bu açıdan dolaylı ya da ortak tanıdığımız dostlar üzerinden verilen yumuşak mesajların çok fazla politik ve pratik değeri olmuyor. Bu yönüyle mesajlarımıza gerçek anlamda olumlu bir karşılık verildiğini göremiyoruz. Başûrê Kurdistan hükümetinin en somut olarak Maxmur’daki ambargosu bütün Kürt halkı tarafından görülüyor. Maxmur’a yönelik ambargosu bir nevi Özgürlük Hareketine yönelik olarak ortaya konuluyor. Kendilerine göre Özgürlük Hareketiyle ilişkili olan en zayıf alan orası görülüyor. Orası üzerinden Özgürlük Hareketine karşı tutum konulmuş ve mesaj verilmiş oluyor. Bunun da doğru bir tarz olmadığı açıktır. Bu yönüyle de bizim Başûrê Kurdistan hükümetine yönelik verdiğimiz olumlu mesajların şimdilik karşılık bulduğunu söylemek mümkün değil.
Daha önce yaptığınız değerlerlendirmelerde peşmergenin gerillaya karşı mevzilendiğini söylemiştiniz. Mevzilenmekten kastınız neydi ve mesajınızdan sonra bu mevzilenme devam ediyor mu?
Doğrudur, 2019 baharıyla birlikte KDP peşmergelerinin bir çok alanda gerillanın etrafında mevzilenmek istediklerini, bu yönlü çalıştıklarını ve bazı yerlerde mevzilendiklerini gördük. Yine bazı yerlerde de kabul edemeyeceğimiz, gerillanın kuşatma altına alınması anlamına gelecek yerlerde karakollar kurmak istediklerini ilettiler. 2018’de zaten Türk devleti Lelikan ve Xakurkê alanlarına saldırı yapmış, bazı tepeleri işgal etmişti. 2019 yılında bunu daha da yaygınlaştırarak sürdürmek istemektedir. Xinere alanlarında bu tür hareketlilikler olmuştur, Şekif’e, yine Xakurkê’nin bazı alanlarına indirmeler yapmıştır. Türk devleti yine gerillanın bulunduğu alanlara yakın bazı tepeleri tutmak istemektedir. Bazı yerlerde mevzilenip işgalini daha da pekiştirmek istemektedir. Türk devletinin gerillalara yönelik böyle ağır saldırılarının olduğu bir süreçte KDP’nin de gerilla üslerinin, gerilla alanlarının yakın alanlarına peşmerge kaydırdığını, bazı mevzilenmelere girdiğini gördük. Bunlar gerçekten tehlikeli yaklaşımlardır. Biz, bunları tabi ki dikkatle takip ediyoruz. Bir taraftan Türk devleti Pençe 1-2-3, bilmem kaç diyerek gerilla alanlarına yönelik saldırılarını artırırken, bir taraftan da KDP peşmergelerinin gerilla alanlarına yakın mevzilenmesi, gerillanın kuşatılması anlamına gelecek yerlere güç yığması tabi ki kabul edilecek bir durum değildir. Yada bunları normal bir durum olarak ele alamayız. Bu tür hareketlilikler Türk devletinin saldırılarının arttığı dönemde olduğundan farklı bir biçimde ele alma durumunda kalıyoruz. Bu açıdan bazı yerlerde gerilla güçlerinin kuşatılması anlamına gelecek karakollar kurma yaklaşımlarına karşı tutum alacağımızı ortaya koyduk. Türk devletinin bizi kuşatmak, ezmek istediği bir dönemde Türk devletiyle sıkı ilişki içinde olan KDP’nin bazı yerlere güç kaydırmasını tabi ki kabul edemeyiz. Birçok alanda peşmergelerin hareketliliği oldu. Xakurkê, Xinere, Lolan çevresinde, Behdinan’da, Gare’de oldu. Öyle ki, bazı yerlere özel kuvvetleri getirerek, güç yığdırarak güçlerimizin kuşatılması, güçlerimizin kontrol altına alınması gibi mevzilenme içine girildi. Bu durum bizim açımızdan ciddiydi. Biz ulusal sorumluluk gereği kimi dikkatli ve makul yaklaşımlar gösteriyoruz. Tepkilerimizi ölçülü yapmaya çalışıyoruz. Ama bazen öyle noktalar vardır ki artık buralarda politik ve esnek yaklaşım göstermemiz veya hassas davranmamız mümkün değildir. Çünkü bazı mevzilenmeler tamamen bir çatışma ve savaş durumu ortaya çıkarabilecek mevzilenmelerdir. Bazı şeyleri Özgürlük Hareketi olarak, mücadele eden bir hareket olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle bazı yerlere geldiklerinde açık tutum koyduk ve tutumumuzu da gösterdik. Kabul edilmeyeceğini belirttik.
Bazı yerlerde böyle dayatmaların bulunması açıkça savaş ilanıdır. Bazen savaşlar böyle ortaya çıkar. Karşı tarafın kabul etmeyeceği, mutlaka karşı koyacağı bir durumu dayatırsınız savaş çıkartırsınız. Bazı mevzilenmeler, güç kaydırmalar KDP’yle bizim açık biçimde bir savaşa girmemiz durumunu ortaya çıkaracaktı. Bir taraftan sayın Mesut Barzani kardeş kavgası olmayacak derken, diğer taraftan bizim açımızdan kabul edilmeyecek biçimde gerillayı kuşatmaya alma, gerillanın hareket alanını ortadan kaldırma, etkisin hale gelmesini sağlama gibi savaş dayatması olacak uygulamalar içine girilecek! Hiç kimse bunları kabul etmemizi beklememelidir. Tabi ki biz hassas yaklaşım gösteriyoruz. Çeşitli yerlerde hassas yaklaşım içinde olduk, esnek yaklaştık ve tepkilerimiz ölçülü oldu. Ama bazı yerlerde ise artık kabul edemeyeceğimizi -bunun olmasının gerçekten bir savaş haline geleceği açıktı- hissettirdik. Bu çerçevede anladılar ki, bazı yerlerde çatışma ve kavga durumu ortaya çıkacak, kısmi bir geri adım atma oldu; güçlerini hafifletme ve bazı yerlerde de geri çekilme oldu. Ama hala bazı yerlerde peşmergelerin alanlarımızı daraltma, sıkıştırma biçiminde yaklaşımları var. Bunların Türk devletinin saldırılarının olduğu, gerillayı kuşattık kuşatacağız, ezeceğiz, tasfiye edeceğiz dediği bir dönemde olması bizim açımızdan gerçekten kabul edilecek şeyler değil.
Biz bu dağlarda yeni değiliz ki, 1980’li yılların başından beri varız. 1982’de Lolan’da KDP’yle birlikte vardık. Onlar o zaman da Saddam’a karşı bir mücadele içindeydiler ve bu dönemde ilişkilerimiz vardı. Bu yönüyle kimse bizim bu dağlarda yeni olduğumuzu sanmasın. Hiç kimsenin bulunmadığı hakim olamadığı dönemlerde de biz buralardaydık. Buralarda Kürt halkının özgürlük mücadelesini verdik. Bu mücadeleyi yürütürken de KDP’yle ilişkilerimiz vardı. KDP’nin hala Ortadoğu’da savaşın sürdüğü, Türk devletine karşı savaş yürüttüğümüz ve Ortadoğu’da hiçbir devletin durumunun ne olacağının belli olmadığı bir dönemde böyle bir yaklaşım içine girmesi bizim için kabul edilemez. Bazı yerlerde hala güç kaydırmaları bulunmaktadır.. Gerillanın on yıllardır, 30-40 yıldır hakim olduğu alanlara, gerillanın önemli üs alanlarına girmek, bu alanların çevrelerine mevzilenme yapıp bir nevi alan daraltmak, kuşatmak gibi yaklaşımlar içine girmek kabul edilemez ve eğer doğru bir yaklaşım ve tutum içine girilmezse farklı sonuçları da ortaya çıkarabilecek durumlardır. Biz bu konuda özellikle KDP’nin dikkat etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Sadece KDP değil, Başûrê Kurdistan hükümeti içinde olan tüm partilerin bu konuda hassas davranması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü 3. Dünya Savaşı koşullarında Ortadoğu’da siyasi dengelerin belli olmadığı, Kürt düşmanlarının Kürtlerin kazanımlarını yok etmek için harekete geçtiği bir süreçte Kürtler arası ilişkilerin olumsuz olmaması çok çok önemlidir. Kürtler eksiğiyle, yetersizlikleriyle siyasi ve askeri bir güce ulaşmışlardır. Diplomatik ilişkilere kavuşmuşlardır. Böyle bir dönemde karşı karşıya gelmemek, çatışmamak önemlidir. Tabi ki ulusal birlik, ittifak önemlidir. Asıl amaç budur ama mevcut koşullarda karşı karşıya gelmemek ve çatışmamak da önemli bir durumdur. Biz bu konuda hassas ve dikkatli olacağız. Herkesin de bu konuda hassas ve dikkatli olması gerekmektedir.
Bazı mesajlarınızda KDP ile olan sorunlarınızın çözülemeyecek kadar ağır olmadığını söylemiştiniz. Aranızdaki sorunlar nedir?
Her şeyden önce KDP’yle aramızda ideolojik, yaklaşım farklılıkları var. İdeolojik ve politik çizgi olarak farklı hareketleriz. İdeolojik ve politik yaklaşım farklılığı doğal olarak olaylara da farklı yaklaşmayı beraberinde getirir. Bu da çeşitli konularda ve durumlarda farklı politik yaklaşımlar, pratik tutumlar ortaya çıkarır. Bu açıdan KDP’yle birçok konuda farklı görüşlerimiz ve yaklaşımlarımız olmaktadır. Bunlar bugün de vardır, yarın da olacaktır. Önemli olan bu görüş farklılıklarının ortaya çıkardığı tutumların nasıl yönetileceği ve nasıl yürütüleceğidir. Biz görüş farklılıklarının ortaya çıkardığı sorunların tartışarak, ilişki içinde ve demokratik çerçevede ele alınmasından yanayız. Çünkü her farklı görüş, her farklı bakış kavga ve çatışmaya yol açmamalıdır. İdeolojik ve politik temelde yaklaşımlar varsa bunların çözümünün yolunun da demokratik çerçevede, ideolojik-politik mücadele ekseninde olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu önemlidir, ancak Kürt düşmanları, Kürtleri soykırımcı sömürgeci egemenlik altında tutmak isteyen güçler Kürt siyasi güçler arasındaki siyasi ideolojik farklılıkları çeşitli biçimlerde derinleştirerek çatışma ve kavga nedeni haline getirmek istiyorlar. Eğer dikkatli yaklaşılmazsa o zaman başka zeminlerde çözülecek sorunların ağırlaşması, gerilim ve çekişme durumuna gelmesini de beraberinde getirecektir. Biz bu açıdan her şeyden önce görüş farklılıklarını, ideolojik ve politik farklılıkları kendi zemininde ele almak ve o zemine uygun çerçevede bir mücadele yaklaşımı, bir tartışma, ideolojik-politik mücadele içinde kalması gerektiğini düşünüyoruz. Görüş ayrılıklarını kendi zemininin dışına taşıran, abartan, farklı zeminlere kaydıran yaklaşımların olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu açıdan dış güçlerin tahriklerine ve kışkırtmalarına kapılmadan, onların Kürtler arası kavgayı geliştirmek istediğini bilerek hareket etmemiz gerekmektedir. Gerçekten de KDP’yle aramızdaki kimi sorunların artmasında özellikle Türk devletinin payı belirleyicidir. Türk devletinin yaklaşımları sonucu çeşitli görüş ayrılıkları ve farklılıklar gerilim, çekişme ve kavga haline gelmektedir. Biz bu durumun olmaması gerektiğini düşünüyoruz.
KDP’yle bizim aramızda çeşitli konularda farklı görüşler bulunmaktadır. Örneğin; Şengal’e ve Rojava’ya bakışta farklılıklarımız var. Yine Irak’ta sorunların çözümü konusunda farklılıklarımız var. Başûrê Kurdistan’da Kürtler arası sorunların çözümü konusunda görüş farklılıklarımız var. Bu yönüyle Ortadoğu’ya, Ortadoğu’daki siyasal duruma bakışta da farklılıklarımız olmaktadır. Bunlar belirttiğim çerçevede kendi zemininden çıkıp çeşitli güçlerin de devreye girmesiyle kendi ekseninden kaymakta ve sorunlar daha da artmaktadır. Örneğin; bizim Rojava’ya bakışımızla KDP’nin bakışı farklıdır. Aslında bu konular doğaldır da. Biz bunların demokratik zeminde çözülmesi yaklaşımı içinde olduk. Biz Rojava’da tüm örgütlerin özgür ve serbest örgütlenme ve çalışmasından yanayız. Bu yönlü yaklaşımımızı her zaman ortaya koyduk. Biz Şengal’in de özerk olmasını istiyoruz, soykırım tehdidinde olan Êzidîlere karşı sorumluluk duyuyoruz. Şengal saldırıya uğrayınca ilk olarak gerilla gidip soykırımı önledi. Bu açıdan biz sorumluluk duyuyoruz. Biz artık Şengal’in statüsünün 2014 3 Ağustos DAİŞ saldırılarından önceki gibi olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Orasının hem merkezi hükümetten hem de KDP’den özerk olmasını istiyoruz. Ne merkezi hükümetinin ne de Başûrê Kurdistan hükümetinin o alanda merkezi bir ilişki ve hakimiyette olmasını doğru buluyoruz. Biz, özerk olmasından yanayız. Özerklik derken hem Irak’tan hem Başûrê Kurdistan’dan özerk olmasından yanayız. Kuşkusuz Irak’la da Başûrê Kurdistan federasyonuyla da ilişkileri olabilir ama esas söz, karar ve kendi kendisini yönetme hakkının oradaki Êzidî Kürtlere ait olmasından yanayız. Şengal’in nasıl bir siyasi statü içinde olması konusunda KDP’yle görüş farklılıklarımız bulunmaktadır. KDP kendi hakimiyetini kurmak istiyor. 2014 öncesi döneme dönmek istiyor. Bu mümkün mü? Orada bir soykırım gerçeği ortaya çıktı. Bunu herkesin kabul etmesi gerekiyor. Şengal’in özerkliğini sağlamak bütün Kürtlerin sorumluluğundadır, sadece bizim sorumluluğumuzda değil, KDP’nin de YNK’nin de herkesin de sorumluluğundadır. Bizim yaklaşımlarımız bu çerçevede. Biz oradaki özerklik çalışmalarını teşvik ediyoruz, destekliyoruz.
Orada ilk önce HPG vardı, sonradan çektik. Özellikle de DAİŞ’in alanda etkisizleştirilmesinden sonra ve YBŞ-YJŞ güçlerinin Şengal’i savunacak duruma gelmesinden sonra biz HPG güçlerini çektik. Ama bu konuda KDP’yle Türkiye ilişkileri sorunlar yaratıyor. Birkaç defa Türk devleti orayı bombaladı. Zeki Şengali katledildi, şehit düşürüldü. Bu konuda KDP’nin tepkileri olmuyor. Normal görüyor ama bunlar normal görülebilir mi?
Rojava konusunda belirttiğimiz gibi farklılıklarımız oldu. Efrîn’de ENKS’liler gidip Türk devletinin işgaline ortak oldular. Biz bu konuda KDP’nin ENKS’yi bu durumdan çıkarması ve Rojava’daki Kürtlerle ortak hareket etmesini sağlamasını bekliyoruz. Orada ENKS ile Kürt güçleri ortak hareket edebilirler. Herkes kendi örgütlenmesini yaratarak demokratik temelde sistemin içine katılabilir. Ancak onlar demokratik ortamda çalışmak istemiyorlar, hakim olmak istiyorlar. Türkler işgal etsin, kendilerine teslim etsin yaklaşımı içindedirler. Öte yandan başka görüş farklılıkları da var. KDP Başûrê Kurdistan’da Rojava’dan çıkan kaçan gençleri örgütleyerek bir askeri güç oluşturmuş ve bunları da oraya göndermek istiyor, dayatıyor. Rojava’daki siyasi yönetim de bu dayatmayı kabul etmiyor. Kabul etmemeleri de anlaşılırdır. Çünkü Başûrê Kurdistan’da iki askeri gücün olmasının yarattığı sonuçlar var. Rojava Kürtleri bunu yaşamak istemiyorlar, bu da anlaşılır bir durumdur. Bu tür sorunlar tartışılarak belli bir uzlaşma temelinde çözülebilir. Yine basın üzeri yapılan tartışmalar da olumsuzluk yaratmaktadır. Sorunların çözümünde sıkıntılar yaratmaktadır. Bunun da anlayışla düzeltilmesi mümkündür.
En temel sorunlardan biri de Türkiye’yle ilişkileridir. Türkiye bu kadar saldırıyor, Bakurê Kurdistan’daki özgürlük mücadelesini ezmek ve tasfiye etmek istiyor ama KDP yaklaşımları ve tutumlarıyla AKP-MHP’nin faşist politikalarını cesaretlendiriyor. Hatta saldırılarına meşruiyet kazandırıyor. Onlar her fırsatta “biz Kürtlere karşı değiliz, terörizme karşıyız” diyorlar. Bu temelde KDP’yle ilişkileniyorlar. Kendilerine gerekçe gösteriyorlar. Tamam, biz Başûrê Kurdistan hükümetinin Türkiye’yle ilişkisi olmasın demiyoruz, sınırdır ve belli ilişkileri olur ama bu ilişkilerin karakteri Kürt Özgürlük Hareketi aleyhine olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu konuda da sorunlar var. Bu konuda Türk devletinin dayatmaları çerçevesinde KDP’nin Türk devletinin işgaline, saldırılarına kolaylık gösterdiğini, Türk devleti saldırırken hep PKK’yi gerekçe gösterdiğini görüyoruz. Bunlar tabi ki aramızdaki sorunlar oluyor.
Biz aramızda var olan sorunların bir kısmının çözüleceğine bir kısmının da hafifletileceğine inanıyoruz. Eğer Türk devletinin ve çeşitli güçlerin yaklaşımları esas alınmazsa farklı ideolojik ve siyasi yaklaşımlardan kaynaklanan sorunların tartışılarak, konuşularak çözüleceğine inanıyoruz. Sorunların mevcut zeminden çıkarılmadan kendi zeminleri içinde tartışılıp konuşularak Kürtler arasında çözülebileceğine inanıyoruz. Bu yaklaşımımızı da her zaman koruyacağız. Ortadoğu’da eski dengelerin yıkılıp yeni dengelerin kurulacağı; sadece genel Ortadoğu’nun değil tek tek ülkelerin statülerinin ne olacağının belirleneceği 3. Dünya Savaşı ortamında biz aramızda var olan sorunları kangren ve bir kavga haline getirmeden çözebileceğimizi, çözülemeyecek yerlerde ise hafifletilebileceğimizi düşünüyoruz.
Türk devletinin Medya Savunma Alanlarına yönelik saldırıları ağırlaştı. YNK ve KDP içinde bazılarının MİT’e ajanlık yaptığına dair şüpheleriniz olduğunu belirttiniz. Bu mesajınızdan sonra YNK ve KDP’den kimse cevap vermedi. Acaba şu ana kadar bu ajanlık işi devam ediyor mu?
Şunu vurgulamak isteriz; MİT şu anda Başûrê Kurdistan’ın her alanında kendisini örgütlemektedir. Başta Behdinan, KDP’nin hakim olduğu alanlar olmak üzere bütün alanlarda kendisini örgütlemeye çalışmaktadır. Önceleri YNK alanında bu çalışmaları yapmak istiyorlardı ama sınırlıydı. Son zamanlarda YNK alanında da MİT’in çalışmalarını artırdığını görmekteyiz. Biz bunları sadece bir propaganda, bir söylem ya da bir kuşku olarak belirtmiyoruz. MİT’in Başûrê Kurdistan’da çok yoğun bir örgütlenme içinde olduğunu net biliyoruz. Türkiye dışında en fazla örgütlü olduğu alan Başûrê Kurdistan’dır. Bu gerçekten acı bir durumdur. Bir istihbarat örgütünün Kürdistan’ın bir parçasına bu kadar girmesi, hem de belli bir Kürt statüsünün ortaya çıktığı bir parçada olması gerçekten de kabul edilir bir durum değildir. MİT’in iki sorumlusunu 2017’de ele geçirdik. Karşı istihbarat faaliyetleriyle sorumlu birimlerimiz iki MİT sorumlusunu yakaladı. Bunların verdiği ifadeler de var. Bunlar özellikle KDP’yle ilişkilerinin, Behdinan’daki ilişkilerinin yoğun olduğunu söylemektedirler. O zaman MİT’çilerin verdiği bilgilerde YNK’nin KDP kadar kendilerine destek ve yardımcı olmadığı söyleniyordu. Ancak mevcut durumda hem KDP alanında hem YNK alanında çalışmalarını yoğunlaştırmış bulunmaktadırlar. Parastın’la çalıştıklarını biliyoruz. Belki YNK’nin tümü değil ama parçalı olduğu için YNK’de Zanyari’nin içindeki bir kesimle çalıştıklarını düşünüyoruz. Özellikle de Kandil alanına yönelik sorumlu olan Zanyari’nin içindeki bazılarının MİT’le birlikte çalıştığına dönük ciddi belirtiler var. Kandil’e yönelik saldırılar da bunu doğrulamaktadır. Bu konuda belli izlere de ulaşmış bulunmaktayız. KDP için de ise durum oldukça tehlikelidir. MİT-Parastın ilişkisinden, bu ilişkinin kapsamı ve derinliğinden, bu ilişkinin yaptıklarından KDP’nin merkezi yönetiminin ne kadar bilgisi var bu konuda bir şey söyleyemeyiz. Ancak Parastın ile MİT elemanlarının Hewlêr konsolosluğunda ortak toplantılar yaptığını biliyoruz. Bunu bizzat yakalanan MİT’çiler itiraf etmişlerdir. Hem de Hewlêr Konsolosluğu’nda periyodik toplantıların yapıldığını belirtmişlerdir. Bu toplantılara kimlerin katıldıklarını da söylemişlerdir.
Öte yandan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; uçak saldırıları yer keşfi olmadan çok isabetli yapılamaz. Hiç yapılamaz demiyoruz ama yapılan saldırılarda yer keşiflerinin olduğunu biliyoruz. Yer keşifleri yapılıyor, bu yer keşiflerini de insansız hava araçlarıyla netleştirip uçaklarla vurduruyorlar. Bu yönüyle bizim de tecrübelerimiz var, çünkü savaş içindeyiz. Ne nasıl oluyor, bunları daha iyi görüp anlıyoruz. Kayıplar veriyoruz ama bu kayıplar içinde tecrübeler de ediniyoruz. Bu tecrübelerden çıkardığımız en temel sonuç saldırıların önemli bölümünde yer istihbaratının olduğudur. Önceleri bu saldırılar KDP etkili olduğu alanlarda yapılırdı. Şimdi bu saldırılar YNK’ye yakın alanlarda da yapılmaktadır. Bu da şunu göstermektedir; artık YNK istihbaratı içinde bazıları MİT’e çalışmaktadır. MİT’in doğrudan mevcut istihbarat örgütlerinin eli olmadan Behdinan’da, Gare’de, Kandil’de veya şurada burada örgütlenmesi ve bilgi alması mümkün değildir. Doğrudan MİT gelecek, o Kürt’ü örgütleyecek, bunlar kolay değildir. Şu ayrı; sınırda kaçakçılık yapılıyor, Türkiye’ye gidip gelenler var. MİT bunları örgütlemeye çalışıyor. Zaten bunlar üzerinde yoğun duruyor. Bunlardan tespit ettiklerimiz ve yakaladıklarımız oldu. Ama doğrudan MİT’in Behdinan’da yada Kandil alanında bu düzeyde örgütlenme yapması düşünülemez. Bu açıdan biz hala KDP, Parastın içinde MİT’le ilişkilenen, bilgi veren ve gerillayı vurduran kişiler ve kesimler olduğunu düşünüyoruz. Zanyari içindeyse, belki merkezi yönetim olmayabilir ama bazılarının MİT’le ilişkilendiği, MİT’in bunların eliyle Kandil ve çevresinde yer bilgileri aldığını biliyoruz. Bazı saldırılar, açıkça bu temelde gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Çünkü biz de bu saldırıları ayrıntılı olarak soruşturuyoruz ve nasıl olduğunu görüyoruz. Özcesi bu istihbarat-ajanlık durumları devam ediyor. Bunlar gerçekten KDP açısından da YNK açısından da kabul edilecek durumlar değildir. Kürt gerillasının kanına girilmesinin hesabını kimse veremez. Bu açıdan KDP’nin de YNK’nin de bunların olduğunu bilerek üzerinde durması, MİT’le ilişkide olan kişiler ve çevrelerin gerillanın kanına girmelerinin önüne geçmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Yok böyle bir ilişki, ne Parastın’ın ne Zanyari’nin bu tür şeylerle ilişkisi yok, demek gerçeklere gözünü kapamak olur. Bu yönüyle biz hem KDP merkezi yönetiminin hem YNK yönetiminin hem de bir bütün olarak Başûrê Kurdistan yönetiminin bu söylediklerimizi ciddiye alarak üzerinde durması, bu tür sorunları gidermesi, Kürdistan, KDP ve YNK tarihi açısından olumsuz olan bu tür durumların ortadan kaldırılması için üzerine düşenleri yapması gerektiğini düşünüyoruz. Bu sadece bizim değil bütün halkımızın da beklentisidir. Hatta KDP ve YNK içindeki tüm yurtseverler de bu tür durumların ortadan kaldırılmasını istemektedir. Sadece biz değil KDP ve YNK içinde de birçok kesim bu tür şeylerden rahatsızdır ve kabul etmemektedirler, etmeyeceklerdir, etmeleri de düşünülemez.
Eğer Başurlu partiler tekrardan barış sürecinin başlaması için öncülük yaparsa bunu nasıl karşılarsınız ve buna ne kadar hazırsınız?
Önder Apo başta olmak üzere Hareketimiz Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yollardan çözümünü tercih etmektedir. Bunu da on yıllardır ortaya koymaktadır. Önder Apo 1988’de gazeteci Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportajdan bu yana Kürt sorununun demokratik çözümü için düşüncelerini ve tercihini ortaya koymuştur. Bu konuda en az on defa ateşkes ve çatışmasızlık dönemi yaşanmıştır. Önder Apo’nun çağrısıyla Hareketimiz eylemleri durdurmuş, ateşkes ve çatışmasızlık gerçekleşmiştir. Bunun sonucu bazı görüşmeler İmralı’da da olmuştur. Önder Apo en son 2013’te çağrı yaptı. Hareketimiz gerilla güçlerinin önemli bir kısmını Türkiye sınırları dışına çekti. Elinde bulunan esir askerleri, polisleri serbest bıraktı. Kendisinin yapacağı her şeyi yaptı. Bu yönüyle Hareketimiz üzerine düşen her şeyi yapmıştır. Demokratik çözüm konusunda Hareketimizin bir eksikliği olmamıştır. Bunu kesinlikle söyleyebiliriz. Zaten 2015 28 Şubat’ında devlet yetkililerinin de hazır bulunduğu Dolmabahçe Sarayı’nda çok makul bir demokratik çözüm mutabakatı yayınlamıştır. Bunun okunması içişleri bakanının, devlet bakanının, devlet yetkililerinin yanında olmuştur. Ama Türk devletinin Kürt sorununda çözüm politikası olmadığı için bu makul yaklaşım Tayyip Erdoğan tarafından reddedilmiştir. Yakın zamanda Davutoğlu 7 Haziran’la 1 Kasım arasında yaşananlardan söz etti. Aslında buna Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatını reddetmesini de eklemelidir. Yine 5 Nisan’da Önder Apo üzerinde başlatılan tecrit de eklenmelidir. Türk devleti, kalemşorları bu çatışmasızlık ortamının, bu demokratik siyasal çözüm arayışının, bu sürecin sonlanması konusunda kendine göre gerekçeler ileri sürmektedir. Bunların hepsi yalandır, tek gerçek olan ise Erdoğan’ın kalkıp ben Dolmabahçe Mutabakatını reddediyorum demesi, 5 Nisan’da Önder Apo üzerinde ağır tecridin başlatılması ve 7 Haziran seçim sonuçlarını reddetmesidir. Ve daha sonra da Suruç ve Ankara Garı katliamlarıyla DAİŞ’le birlikte Kürt Özgürlük Hareketine karşı savaş yürütmesidir.
Şimdi yeniden görüşmeler olabilir mi, bir demokratik çözüm süreci ortaya çıkabilir mi soruları oluyor. Nitekim siz de soruyorsunuz. Şunu vurgulamak isteriz; şu anda AKP-MHP’nin savaş politikalarının olduğu ortamda bir çatışmasızlık, demokratik müzakere sürecinin olması mümkün değildir. Çünkü “son ferdine kadar yok edeceğim, kökünü kazıyacağım, bitireceğim; hatta bitirdim” diyor. Bu yönüyle hiç kimse kendisini beklenti içine sokmamalı, böyle bir beklenti yaşamamalı. Ne halkımız, ne Kürt aydınları, siyasi güçleri, ne de Kürdistan’ın başka parçalarındaki siyasal partileri, Kürt yurtseverleri böyle bir beklenti içinde olmamalıdır. Çünkü gerçekçi olmaz. Kuşkusuz Başûrê Kurdistanlı partiler böyle bir demokratik müzakere süreci başlatabilseler kimse karşı çıkmaz. Tabi ki bunun Önder Apo’yla birlikte yapılması gerekir. Önder Apo’dan bağımsız, Önder Apo’nun baş müzakereci olmadığı hiçbir tartışma, çatışmasızlık ve demokratik müzakere süreci olamaz. Önder Apo 2 Mayıs’taki görüşmesinde 7 maddelik bir deklarasyonu kamuoyuna sundu. Orada demokratik siyasetin öneminden, demokratik müzakereden, gerilimin, kutuplaşmanın olmamasından söz etti. Yumuşak güç yöntemlerinin devreye girmesinden söz etti. Bu yönüyle kendi tutumunu ortaya koydu. En son görüşmesinde de “biz hazırız, ama devlet aklı hazır değil” dedi. Bu yönüyle Önder Apo’nun içinde olacağı bir müzakere sürecine zaten kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz. Önder Apo İmralı’da; devletin, hükümetin böyle bir yaklaşımı olsa İmralı’da gerekli görüşmeleri yapar ve böyle bir sürecin gerçekleşmesi yaşanır. Ama böyle bir hükümet yok, böyle bir devlet aklı yok. Başûrê Kurdistanlı partiler Önder Apo’nun içinde olduğu bir barış sürecini ortaya çıkarırsalar biz buna olumlu yaklaşırız. Bu konuda söyleyeceğimiz herhangi bir şey olmaz.
İsim vermek istemiyoruz, kendileri de isminin verilmesini istemez, Başûrê Kurdistanlı siyasal partiler içinde sorumlu konumunda olan bazı şahsiyetler bu yönlü çaba göstermek istiyorlar. Türk devleti yetkilileriyle görüştüklerinde bu yönlü eğilimlerini belirttiklerini söylüyorlar. Bu tür yaklaşımlar var. Biz bu yaklaşım içinde olanlara da siz bu işe girmeyin, biçiminde bir yaklaşımımız olmadı. Hatta bu tür yaklaşımları anlamlı bulduğumuzu söyledik. Ancak Türkiye gerçeğinde böyle bir ortam yok. Mevcut durumda barış süreci, demokratik müzakere süreci gibi bir şey olacağını söylemek, böyle bir beklenti içine girmek kendimizi, halkımızı ve kamuoyunu aldatmak olur. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesini gevşetmek olur.
Şunu vurgulayalım; böyle bir süreç gelişecekse bu Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin mücadelesiyle gelişebilir. Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesinin yükselmediği bir dönemde bu tür gelişmeler ortaya çıkmaz. 2013’teki son çatışmasızlık ve görüşmeler süreci de mücadelenin yüksek olduğu dönem sonrası gelişti. 2012’de AKP iktidarı, ordu çok zor duruma düştü; ordu karakollarından çıkamaz durumdaydı, AKP neredeyse yıkılacaktı, bu ortamda kendi sıkışıklıklarını gidermek ve kendilerini yeniden toparlamak için böyle bir yaklaşım içine girdiler. Önder Apo da toplumda bu tür eğilimleri geliştirmek, toplumu ve demokrasi güçlerini teşvik etmek, toplumdaki çözüm eğilimini güçlü hale getirmek için böyle bir adım attı. Bu adımla devleti ve iktidarı böyle bir çözüme zorlamak istedi. Yoksa iktidarın böyle bir yaklaşımı yoktu. Ama Önder Apo politikayla zorlamak istedi. Türkiye’de inkarcılık o kadar derin ki, stratejik bir tercih, ulusal bir strateji olduğu için Önder Apo’nun çabaları boşa çıkarıldı. Dolmabahçe Mutabakatında Önder Apo’nun makul yaklaşımları ortaya çıkmıştı. Bu mutabakat bize iki defa geldi, biz itiraz ettik. Ama Önder Apo böyle olacak dedi, biz de Önder Apo böyle dediği için kabul ettik. Önder Apo’nun ferasetine, politik öngörüsüne, sezgilerine, Önder Apo’nun ortaya koyduğu her şeyin halkımız ve ülkemiz için, halklar için yararlı olacağına inandığımız ve düşündüğümüz için kabul ettik. Demek ki biz bazı şeyleri tam göremiyoruz, öngöremiyoruz, eksik yaklaşımlarımız var, diye düşündük ve Önder Apo böyle olacak, deyince de biz kabul ettik. Ama Erdoğan aradan 10-15 gün geçmeden bu mutabakatı reddetti. Bu yönüyle bu tür çabaların, bu tür süreçlerin ortaya çıkıp çıkmayacağını anlamak için Türkiye’deki siyasal duruma, mevcut iktidar gerçeğine bakmak gerekmektedir.
Öcalan’ın bölge sorunlarına yönelik geliştirdiği düşüncelerini nasıl ele alıyorsunuz. Siz de aynı görüşte misiniz, yoksa farklı mı düşünüyorsunuz?
Şunu ilk başta vurgulamalıyız ki, biz bir Önderlik hareketiyiz. Önder Apo herhangi bir kimseden herhangi bir ideolojik-politik düşünce miras almadı. Herhangi bir örgüt miras almadı. Tek kişi olarak başladı bu işe. Kendisi bir ideolojik-politik düşünceye, olgunluğa ulaştıktan sonra, bunun bir örgüt haline gelmesi kanaatine ulaştıktan sonra düşüncesini en yakınındakilerine açarak Apocu hareketi başlattı ve Apocu grup böyle ortaya çıktı. Şimdiye kadar da Apocu hareketin, PKK’nin tüm ideolojik-politik çizgisini Önder Apo belirledi. Bu çizgiyi İmralı’da esir alındıktan sonra daha da derinleştirdi, geliştirdi ve sistemli hale getirdi. Hatta dünya özgürlük ve demokrasi mücadelesinin öncüsü olacak bir paradigma ortaya koydu. Kadın özgürlükçü ekolojik toplum paradigması ortaya koydu. Ve bütün sorunları da bu temelde ele aldı. Bizim Hareketimizin bütün olay ve olguları değerlendirmesi Önder Apo’nun ortaya koyduğu ideolojik-politik çizgi çerçevesinde olmaktadır. Tüm değerlendirmeler Önder Apo’nun çizgisi, ortaya koydukları ekseninde yapılmaktadır. Bu açıdan biz Önder Apo’nun tüm belirttiklerine katılıyoruz, ilk günkü gibi her zaman doğru buluyoruz ve onların uygulayıcısı olmaya çalışıyoruz. Bu ideolojik-politik yaklaşımın pratik uygulamasını yapmaya çalışıyoruz. Onu bir sistem haline getirmeye, o çerçevede mücadeleyi geliştirmeye ve toplumu örgütlemeye; örgütleyip demokratik toplum ve demokratik sistem yaratmaya çalışıyoruz. Bizim çabamız bu doğrultudadır.
Önder Apo’yla herhangi bir farklı düşündüğümüz yoktur, kaynak O’dur. Çünkü bütün değerlendirmeler onun ideolojik-politik çizgisi doğrultusunda yapılıyor, biz bunu esas alıyoruz ve olaylara bu doğrultuda yaklaşıyoruz. Eğer bir eksiklik yetersizlik varsa bu demektir ki Önder Apo’nun ideolojik-politik çizgisini yeterince kavramamışız, bu konuda yetersizlik yaşıyoruz. Bu yönüyle herhangi bir eksiklik, yetersizlik varsa bu bize ait olur. Önder Apo’nun ideolojik-politik çizgisini doğru uygulamama olur. Çünkü kaynak O’dur. Partimizin programı da tüzüğü de çizgisi de tamamen Önder Apo’nun ortaya koyduklarıyla şekillenmiştir. KCK sistemi de Önder Apo’nun düşüncelerinden ortaya çıkmıştır. Kendiliğinden örgütlenmiş bir şey değildir. Biz devletçi ve iktidarcı zihniyeti bırakmış bir Hareketiz. Sorunların, demokratik devrimci yaklaşımlarla çözülmesinden yanayız. Kürt sorununun da tüm ülkelerin demokratikleşmesi temelinde çözülmesini istiyoruz. Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın demokratikleşmesi temelinde tümden kalıcı çözüme ulaşmasını istiyoruz. Bugün Irak’ta var olan sorunların da Irak’ın demokratikleşmesi temelinde çözülmesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’de de Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesini istiyoruz ve böyle çözülebileceğine inanıyoruz. Bu yönüyle devletçi bir yaklaşım ve anlayışta değiliz. Kuşkusuz devletçi anlayışta olanlar olabilir. Bunlara saygı duyarız, bir şey de demeyiz. Ama ideolojik olarak da farklılığımızı, devletçi anlayışı doğru bulmadığımızı da söyleriz. Birileri savunabilir, buna da bir diyeceğimiz olmaz. Ancak ideolojik ve politik olarak yaklaşımlarımızı ortaya koyarak karşılık veririz.
Önder Apo’nun kadın özgürlük çizgisi var. Zaten bu, PKK’nin ideolojik çizgisinin derinleşmesi ve kapsamlılaşması anlamına geliyor. Kadın özgürlük çizgisi olmadan PKK’nin ideolojik-politik çizgisi olmaz. Artık kadın özgürlük çizgisi anlayışı olmadan PKK’yi, KCK’yi tanımlamak mümkün değildir. Biz Önder Apo’nun ne genel Ortadoğu konusunda, ne tek tek ülkeler konusunda, ne de Ortadoğu’daki tarihsel topluma bakışında, ne dinlere yaklaşımında, ne doğaya yaklaşımında, ne de başka hiçbir konuda farklı bir düşüncemiz yoktur. Önder Apo’nun bu yönlü değerlendirmelerini pratikleştirmek istiyoruz. Önder Apo’nun düşünceleri de açık ve nettir. En son olarak ortaya koyduğu 5 ciltlik savunmaları vardır. Kapitalizme özel yer ayrılmıştır. Dünyadaki demokratik ve sosyalist güçlere özel yer ayrılmıştır. Ortadoğu’ya özel bir yer ayrılmıştır. Kürt sorununun çözümüne özel bir yer ayrılmıştır. Tüm bu kitapları, tüm bu düşünceleri ortaya çıkaran felsefi görüşünün de ne olduğunu ilk kitabında ortaya koymuştur. Bu yönüyle Önder Apo’nun görüşlerinde herhangi bir muğlaklık yoktur, nettir. Zaten görüşme notlarının hepsi yayınlanmıştır. Biz, bir daha vurguluyoruz; Önder Apo’nun görüşlerine her zaman olduğu gibi bağlıyız, hiçbir konuda farklı bir görüşümüz yoktur, herhangi bir eksiklik varsa da; o eksiklik bize aittir. Kuşkusuz Önder Apo zindanda esaret altındadır. Günlük politika yürütecek imkanları yoktur. Günlük politikayı biz yürütüyoruz. Bu yönlü yetersizlikler ve eksiklikler olduğunda zaten Önderliğimiz fırsat bulduğunda eleştiriyor, görüş ve düşüncelerini ortaya koyuyor. Biz de bu doğrultuda düzeltmeler yaparak mücadelemize devam ediyoruz.
ABD ve Türkiye’nin Rojava ve Kuzey Suriye’de ‘güvenli bölge’ inşa edilmesine dair anlaşmasını nasıl ele alıyorsunuz?
Biz de bu anlaşmayı basından okuduk, dinledik. Daha sonra da bazı bilgiler edindik. Şunu açıkça belirtelim; biz kamuoyuna, basına yansıyan ve edindiğimiz bilgilerle de bu çerçevede olduğu anlaşılan bu anlaşmayı Kürtlerin çıkarını esas almayan, Türk devletinin hassasiyetlerini dikkate alan bir anlaşma olarak görmekteyiz. Kuşkusuz Rojava yönetimi, Kuzeydoğu Suriye yönetimi Türkiye’yle çatışmak ve savaşmak istemiyor. Bir savaşma ve çatışma olmaması için esnek yaklaşım gösteriyor. ABD’nin hem kendileriyle hem de Türkiye’yle ilişkisi var. Savaşın olmayacağı bir çözüm yaklaşımı gösteriyorlar. Bunu zaten kamuoyuna da çeşitli defalar açıkladılar. Basına yansıdığı biçimiyle tümü doğru olmayabilir, yine aldığımız bazı bilgiler de yetersiz olabilir. Ancak Türkiye’nin dayatmalarının çok fazla dikkate alındığı bir anlaşma olduğunu düşünüyoruz. Nitekim Türk devleti bu anlaşmadan kısa süre sonra yeni dayatmaları gündeme getirmiştir. Anlaşılıyor ki bu anlaşmayla kendisinin Kuzey Suriye’de konuşma hakkı olduğunu, kendisini ilgilendirdiğini kabul ettirmek, sonradan da yeni taleplerle Kuzey Doğu Suriye’de oluşan demokratik sistemi etkisizleştirmeyi ve tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Nitekim Erdoğan anlaşmadan bir hafta kadar sonra “bu bir adımdır, biz bu adıma dayanarak sonradan yeni adımlar atacağız” demiştir. Bu anlaşmayı kendileri için Kuzey Suriye’yi işgal etme ve Kuzey Suriye’deki yönetimi etkisizleştirmeye yönelik bir adım olarak değerlendirmiştir. Yoksa bir sınır güveliği olsun, bu sınır üzerinde ne Türkiye’ye ne Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik herhangi bir sorun olmasın, sorun çıkmasın, bu sınırlar sorunların yaşandığı değil de istikrar ve barışın sınırı olsun gibi bir anlayışla hareket etmemektedir. Aksine şu anda Ortadoğu’nun en istikrarlı ve barışın hakim olduğu yeri işgal ederek aynı Efrîn’de yaptığı gibi kendi çetelerini hakim kılmak istemektedir.
Sınır güvenliğini sağlama açısından Rojava yönetimi bir uzlaşma arayışı içinde olabilir. Savaşın olduğu ortamda sınırların hiç kimseye sorun yaratmaması biçiminde bir anlaşma yapmak istemiş olabilirler. Çünkü savaşın olduğu ortamda her yerde her zaman çeşitli sorunlar çıkabilir. Ama Türk devletinin amacı sınır güvenliği değildir. Zaten kendisine yönelik de herhangi bir tehdit yoktur. Amacı Kürtlerin Kuzeydoğu Suriye’de demokratik hak elde etmemesidir, bir bütün Suriye’nin demokratikleşmemesidir. Halbuki Kuzey Suriye’de Araplar, Süryaniler, Kürtler, Çeçenler, Türkmenler, Ermeniler, hangi halk varsa hepsi özgür ve demokratik bir sistem içinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Suriye’nin geneli düşünüldüğünde en istikrarlı, en demokratik yer olmaktadır. Halklar arasında bir sorun yok. Rojava’nın kimseyi tehdit ettiği de yok. Ama Türk devleti yaratılan özgür ve demokratik sistemi ve bir bütün Suriye’nin demokratikleşmesini kendisi için tehdit görüyor. Türk devleti Suriye’nin demokratikleşmesine karşıdır. Çünkü kendi sistemi faşist ve demokratik olmayan bir sistemdir ve Kürtlerin hak kazanmasına karşıdır. Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor. Bu yönüyle Türk devletinin sorunu sınırda bir güvenli sınır alanı oluşturmak değildir. Bu anlaşmayı bir adım olarak görmüş ve kendisinin hakkı olduğunu, kendisinin Suriye’de söz sahibi olmasının meşru olduğunu kabul ettirmek için böyle bir anlaşmayı imzalamış. Şimdi de bu anlaşmanın kendisine meşruiyet kazandırdığını düşünerek yeni taleplerde bulunmakta, kabul edilmezse de Rojava’yı, Kuzey Doğu Suriye’yi işgal edeceğim, tehdidini yapmaktadır. Bu açıdan biz bu anlaşmayı doğru yapılmış bir anlaşma olarak görmüyoruz.
Bu anlaşmanın bir çözüm değil, aldatma ve işgal girişimine ön açma anlaşması olduğunu düşünüyoruz. ABD’nin yaklaşımı da Türkiye’yi bir NATO üyesi olarak görüp Türkiye’nin buralarda etkili olmasını NATO’nun, yani kendisinin etkili olması olduğunu düşünerek Kürtlerin, Arapların, Süryanilerin ve tüm halkların özgür ve demokratik yaşamını ve Suriye’nin demokratikleşmesini dikkate alan değil, Türkiye’nin Kürt düşmanı soykırımcı demokrasi düşmanı hassasiyetlerini dikkate alan ve onu dinleyen bir yaklaşım olmaktadır. Hala görüşmeler sürüyor ama Türkiye her gün tehdit ediyor. Demek ki Türkiye’nin herhangi bir sorunu çözme yaklaşımı yoktur. Bunu herkesin böyle bilmesi gerekiyor. Kürtlerin de Arapların da Süryanilerin de herksin de böyle bilmesi ve anlaması gerekiyor. Bu açıdan da Kürtlerin, oradaki dostlarının ve tüm dünyadaki demokrasi güçlerinin Türk devletinin işgaline karşı mücadeleye hazır olması gerekiyor. Böyle bir mücadeleye destek vererek, böyle bir mücadeleyle bütünleşerek Türk devletinin saldırılarını püskürtmeleri gerekiyor. Şu anda tüm demokrasi güçlerine, özgürlük güçlerine, Kürtlerin dostlarına, herkese bu görev düşmektedir.
Kürtler DAİŞ’e karşı savaş yürütmüştür ve on bin şehit vermiştir. Koalisyon güçleriyle birlikte savaşmıştır. O zaman Koalisyon güçlerinin de hem ahlaki hem siyasi sorumluluğu bulunmaktadır. Türk devleti DAİŞ’le işbirliği yapmıştır, Kürtler ise DAİŞ’i yenilgiye uğratmışlardır. Şimdi DAİŞ’le, her türlü çetelerle işbirliği yapan ve hala da bunu sürdüren Türk devletinin hassasiyetleri anlayışla karşılanacak, ama DAİŞ’le mücadele veren, on binden fazla şehit veren, en ağır bedelleri ödeyen Kürtlerin özgürlük ve demokratik istemi dikkate alınmayacak! Kürtlerin Türk devletine karşı yürüteceği direnişte tutumunu ortaya koymayacak bir yaklaşım asla kabul edilemez. Bu dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük siyasi ahlaksızlığı, vicdansızlığı ve ikiyüzlülüğü olur.
Kürtler DAİŞ’e karşı sadece Suriye’de değil, Irak’ta da mücadele vermişlerdir. Şengal’de Êzidîler soykırıma uğratılacaktı. Şengal’de Êzidîler soykırıma uğratılsa bunun suçlusu kim olacaktı? Bunun suçlusu Irak, KDP ve uluslararası güçler olacaktı. Bu soykırımı engellemeyen herkes tarih karşısında suçlu olacaktı. Kürt gerillaları, daha sonra Rojava’dan YPG-YPJ de gelmiş ve bu soykırımın önüne geçmiştir. Böylelikle birçok gücün tarih karşısında soykırıma sessiz kalma, soykırıma karşı tutum almama suçlusu durumuna düşmesini engellemiştir. Eğer Kürtler DAİŞ’i durdurmasaydı hiç kimse durduramazdı. Suriye’yi de Irak’ı da ele geçirirlerdi. Türkiye bile DAİŞ’in hakim olduğu bir ülke haline gelirdi. Zaten DAİŞ’e destek veriyordu. Ortadoğu’da kimse DAİŞ’in önüne geçemezdi. Bir noktadan sonra durdurulamazdı. Herkes de biliyor ki DAİŞ Kobanê’de durduruldu. Kobanê de ele geçirilseydi DAİŞ’i hiç kimse durduramazdı. Bu yönüyle biz ABD’yle Türkiye’nin Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’de sınır güvenliği konusundaki anlaşmasını barış, huzur getirecek bir anlaşma olarak görmüyoruz. Aksine giderek Kuzey Doğu Suriye’yi işgal edecek, oradaki demokratik sistemi ortadan kaldıracak ve tasfiye edecek bir yolun açılması olarak görüyoruz. Bu anlaşmayı demokrasi ve özgürlük karşıtı DAİŞ’le işbirlikçilik yapmış Türkiye’nin isteklerini kabul etme, onun dayatmalarına boyun eğme olarak görmeliyiz. Kuşkusuz biz takip ediyoruz, demokrasi güçleri ve halklar da takip ediyor. Türk devleti işgal edeceğim, diyor. Böyle bir durum karşısında tabi ki tüm halkların, bizlerin, hepimizin bu işgale karşı tutum koyarak direnmesi gerekmektedir. Sadece Kürtlere değil, Ortadoğu halkları ve insanlığın başına bela olan bir iktidarın orada bataklığa saplanıp yenilgiye uğratılması gerekmektedir.
Bazı yöneticileriniz ABD tarafından terör suçlamasıyla suçlandı. Öte yandan ABD DAİŞ’e karşı savaşması için YPG’yi destekliyor ve silah veriyor. YPG ile ABD’nin yakınlaşması sizin de yakınlaşmanız anlamına geliyor mu?
ABD’nin Özgürlük Hareketimizin 3 temel ayağı olan PKK, KCK ve HPG sorumlularını teröristlikle suçlayıp yakalama emri çıkartması bir politikanın sonucudur. Bu da açıkça Türk devletinin bize karşı yürüttüğü savaşa destek verdiğini gözler önüne sermektedir. Arkadaşlarımız hakkında ödüllü yakalama emri çıkarılması Türk devletinin Kürt Özgürlük Hareketine, Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşa meşruiyet kazandırma adımlarıdır. Türk devleti Kürt halkına yürüttüğü karşı savaşta zorlanıyordu ve dünyada teşhir oluyordu. ABD ödüllü bir yakalama emri çıkararak Türk devletinin savaşına destek vermiştir. Bu adımı böyle anlamak gerekiyor. Ama diğer taraftan da belirttiğiniz gibi Rojava’da, Kuzey Doğu Suriye’de Önder Apo çizgisinde özgürlük mücadelesi yürüten güçlerle ilişki içindedir. Doğru, silah da veriyor ama silahı kendi çıkarları doğrultusunda verdi. DAİŞ’e karşı mücadeleyi bu güçler yürüttü ve bu güçler DAİŞ’i yenilgiye uğrattı. Bu yönüyle YPG-YPJ’yle ABD’nin yakınlaşması ABD’yle bizim yakınlaşmamız anlamına gelmiyor. Ne böyle bir yaklaşım var ne de böyle bir durum. Her gün açıklamalarla “Türkiye’nin terörizme karşı verdiği mücadeleyi destekliyoruz” diyorlar. Zaten destekliyorlar da. Siyasi, moral destek veriyor. Her türlü teknik ve silah desteği veriyor. Bütün savaş uçakları ABD’ye aittir. Savaş tekniğinin önemli bölümü ABD ve NATO’ya aittir. AKP iktidarı savaş malzemelerini şu kadar biz üretiyoruz propagandası yapsa da bunlar işin aslını da özünü de değiştirmiyor. Yürüttüğü savaşın en temel silahlarını ya da silah parçalarını dışardan alıyor. Öyle kendisinin ürettikleriyle gerçekleştirmiyor. “Keşif uçakları yaptım” diyor ama bunların hepsinin kameraları da termalleri de her şeyi de dış dünyaya aittir. Bütün tekniği dışardan aldı. Bu yönüyle bize karşı 30-40 yıldır yürütülen savaş bir yönüyle de NATO savaşıdır. Türk devleti bir NATO üyesi olarak NATO’nun askeri, siyasi desteğini alarak bize karşı savaş yürütüyor.
Hala ABD ve Avrupa PKK’yi terör listesinde tutmaktadır. PKK’nin Avrupa’da, ABD’de başka yerlerde halka zarar verecek bir eylemi mi olmuş? Böyle bir şey yok. Tamamen Türk devletini, NATO ortaklarını memnun etmek için PKK’yi terör listesinde tutuyorlar. Bunu herkes de biliyor. Avrupa’daki siyasiler kamuoyuna yönelik olmayan konuşmalarında haklısınız; PKK terörist değildir ama siyasi nedenlerle devletimiz, hükümetimiz böyle bir tutum alıyor, diyorlar. İşin gerçeği de aynen böyledir. Bu yönüyle YPG’yle ABD’nin ilişkilenmesi bizimle ABD arasında bir ilişki olduğu anlamına gelmiyor. Böyle bir ilişki yok. Aksine ABD, politikalarıyla Kürt halkına karşı soykırım savaşı yürüten Türk devletine destek veriyor.
ABD’nin Türk devletine destek vermesi, Türk devletinin tüm Kürtleri soykırıma uğratma politikasına destek vermesi anlamına geliyor. Türk devletinin bize karşı yürüttüğü savaş aslında tüm Kürt halkına; Bakur’a, Başur’a, Rojhilat’a ve Rojava’ya saldırıdır. PKK’nin yürüttüğü mücadele olmazsa Türk devletinin her yerde Kürtlere karşı nasıl bir saldırgan politika izleyeceğini, bugün ilişkide olduğu güçleri bile tasfiye etmek için hangi yol ve yöntemleri deneyeceğini kestirebilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. Bu yönüyle ABD’nin politikaları Türk devletinin soykırımcı Kürt politikalarına destek olmaktadır. Rojava’daki, Başûrê Kurdistan’daki ilişkileri bu gerçeği değiştirmemektedir. Kürdistan’ın en büyük parçasında, Kürt halkının nüfusunun en yoğun olduğu yerde halkın özgürlük mücadelesine karşı yürütülen soykırım savaşı doğrudan tüm Kürtlere yönelik bir soykırım savaşı olmaktadır. Bunu böyle anlamamak herkes için de tarihi bir gaflet anlamına gelmektedir.
ABD için Suriye’de en güvenli güç YPG’dir. ABD’nin YPG ile olan ilişkisi sizin ile ABD arasında da dolaylı olarak bir ilişkiye yol açtı mı? ABD ile dolaylı veya dolaysız bir ilişkiyi kabul mü edersiniz, yoksa ret mi edersiniz?
ABD’nin Kuzey Doğu Suriye’de Rojava devrimci güçleriyle ilişkide olduğunu herkes biliyor. DAİŞ’e karşı mücadele sonucu böyle bir ilişki durumu ortaya çıktı. Hala da bu ilişkiler sürmektedir. Kuşkusuz Rojava devrimcilerinin ideolojik yaklaşımlarıyla ABD’nin ideolojik yaklaşımları aynı değildir. Ama DAİŞ’e karşı birçok güç ortaklaştı. Nasıl ki Hitler’e karşı savaşta birbirine zıt görüşler ortaklık yaptılarsa, DAİŞ’e karşı mücadelede de böyle bir durum ortaya çıktı. DAİŞ’e karşı biz de mücadele verdik. Şengal’de, Kerkük’te, Maxmur’da mücadele verdik. DAİŞ’in Hewlêr’i işgal etme saldırısına karşı durduk. Bu yönüyle Irak’ta DAİŞ’i durduran en temel güç HPG-YJA Star gerillaları oldu. Şengal’de soykırım olmadıysa bunu HPG-YJA STAR gerillaları engelledi. Bu yönüyle dünyada herkes de biliyor PKK, DAİŞ’e karşı mücadele verdi. Buna tüm dünya şahittir. Bu yönüyle DAİŞ’e karşı mücadele içinde en aktif ve etkili güçlerden biri de Hareketimiz oldu. Koalisyonla bir ilişki içinde olmasak da DAİŞ’e karşı mücadelede koalisyonun bir parçası gibi olduk. Ama bu tutumumuz, yaklaşımımız ABD’yle herhangi bir doğrudan ilişki ortaya çıkarmadı. Dolaylı da bir ilişkimiz olmadı ama başka ülkelerle, özellikle Avrupa ülkelerinin çeşitli temsilcileriyle görüşmelerimiz, ilişkilerimiz oldu. Bizlerin Ortadoğu konusundaki düşüncelerimizi öğrenmek istediler. Bizim yaklaşımlarımızı öğrenme eğilimi ortaya çıktı. Zaten Avrupa’da Kürtler var, Kürtlerin Özgürlük Hareketimize, Önder Apo’ya sempati duyduğu da biliniyor. Oradaki Kürtlerin yaklaşımı da biliniyor. Bu yönüyle Kürt Özgürlük Hareketini Avrupa da dünya da tanıyor ve biliyor.
DAİŞ’e karşı mücadele sonrası çeşitli Avrupa ülkeleriyle ilişkimiz oldu. Rusya’yla da ilişkimiz oldu. Ancak ABD’yle doğrudan ilişkimiz olmadı, dolaylı da olmadı. Sadece bir çevreyle görüşürken bizden ABD’ye mektup yazılması rica edildi, biz de yazdık. ABD yönetimine yazmış olduğumuz bir mektup oldu. Biz bu mektupta açıkça ve hiçbir politik kaygıya düşmeden kendi Ortadoğu yaklaşımlarımızı ortaya koyduk. Bunun dışında herhangi başka bir ilişki söz konusu olmadı. Ancak Rojava’daki devrimci güçlerin Önder Apo’yla ilişkisi, Önder Apo’ya bağlılıkları biliniyor. Yine bir kısım kadroların daha önce bizim saflarımızda olduğu, Rojava’da ve Suriye’deki siyasal gelişmelerle birlikte oraya geçip Rojava Devrimi içinde yer aldıklarını, hala da bu devrim içinde çeşitli görevler aldıklarını tüm dünya biliyor. Çünkü önceden bizim içimizde binlerce Rojava’lı arkadaş vardı. Savaşçı, komutan, yönetici vardı. Suriye’de, Rojava’da devrimci ortam ortaya çıkınca kendi parçalarına gitmek istediler. Biz de bunu anlayışla karşıladık. Bir kısım savaşçının, kadronun, hatta örgütümüz içinde çeşitli yönetimlerde görev alan arkadaşların Rojava’ya gitmelerini kabul ettik. Böyle bir ortamda böyle bir siyasal askeri mücadele savaşı sürerken bu istemleri reddedemezdik. Eskiden PKK gerillası olan, Özgürlük Hareketi içinde yer alan kişilerin şimdi Rojava’da, Kuzey doğu Suriye içinde hem askeri hem siyasi hem toplumsal alanda çeşitli görevler yaptıklarını ABD de Avrupalılar da dünya da Türkiye de biliyor, herkes biliyor. Bu normal bir durum. Hareketimiz içinde binlerce Rojavalı varken böylesi bir süreçte bunların hepsini yanımızda tutmamız mümkün değildi. Böyle bir gerçeklik var.
Biz dünyada en haklı savaşını veriyoruz. Önder Apo daha esaret altına düşmeden önce defalarca biz çok haklı bir dava yürütüyoruz ve herkesle görüşebiliriz, demiştir. Önder Apo hiçbir zaman şu devletle, şu kesimle görüşmem dememiştir. Kendisiyle görüşmek isteyen herkesle görüşmüş ve kendi davasını anlatmıştır. Yürüttüğü mücadele haklı, temiz bir mücadeledir. Dünyadaki ulusal kurtuluş savaşlarında en temiz mücadele veren, yanlışlıkların, hataların ve savaş suçlarının en az olduğu özgürlük mücadelesi bizim mücadelemizdir. Bunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. İdeolojik ve politik olarak da çok doğru bir çizgideyiz. Bu yönüyle Önder Apo “biz kendimizi herkese anlatabiliriz” dedi. “Müslüman’ına da Hristiyan’ına da Yahudi’sine de anlatabiliriz” dedi. “Rusya’ya da İngiltere’ye de ABD’ye de Çin’e de Japonya’ya da, herkese anlatabiliriz” dedi. Bu yönüyle Önder Apo esaret altına alınmadan önce Türk devletine bırakalım bir yetkiliyi, memurlarınızı gönderin tartışalım, demiştir. Bu açıdan bizim için ABD’yle dolaylı ya da dolaysız hiçbir ilişki sorun değildir, hiçbir ilişkiyi reddetmeyiz. Herkesle konuşup tartışabiliriz, kendi düşüncelerimizi aktarabiliriz. Haklı bir mücadele veriyoruz, haklılığımızı da herkese anlatabiliriz. Kimse bizi haklı mücadelemizden vazgeçiremez. Bizim herhangi bir ilişkiyi reddetme gibi bir durumumuz olmaz. Biz dolaylı da dolaysız da herkesle görüşmeye açığız. Bu İngiltere, Çin, Rusya, ABD olur, herkesle ilişkiye hazırız. Biz en fazla savaştığımız Türk devletiyle ilişki kurduğumuza, görüşme yaptığımıza göre bölgedeki bütün devletlerle de görüşme yaparız, dünyadaki herkesle de yaparız. Bölgedeki bütün devletlerle de ilişkimiz vardır. Herkesle de görüşmüşüz. Bu yönüyle ABD’yle dolaylı yada dolaysız hiçbir ilişki bizim için sorun olmaz. Gerektiğinde, koşullar oluştuğunda bu tür görüşmeler de olabilir.
Suriye’nin geleceğine ve bölgedeki teröre karşı olan savaşa ilişkin öngörüleriniz nedir? Acaba DAİŞ veya DAİŞ’e benzer bir gücün tekrardan ortaya çıkma ihtimali var mı? Eğer varsa, sizce Kürtler ne yapmalıdır?
Bir defa şunu vurgulamak istiyoruz; hala Ortadoğu’da süren 3. Dünya Savaşının sonuna gelinmemiştir. Ortadoğu’da savaş sürmeye de devam edecektir. Çünkü savaşın durmasını sağlayacak dengeleri yaratacak bir uzlaşma ortaya çıkmış değildir. Savaş bir süre daha sürecektir. Bu yönüyle kısa sürede savaşın biteceğini beklemek ve buna göre davranmak yanılgılara götürür. Kürtler açısından da mevzi kaybetmelere götürebilir. Bu bakımdan Kürtlerin bir süre daha Ortadoğu’da savaşın süreceğini öngörerek ilişkilerini, politikalarını buna göre düzenlemeleri gerekir. Türk devletinin savaş politikası ve tüm saldırıları Kürtlere yöneliktir. Türk devleti 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürtlerin güçlü çıkmasını engellemek isteyecektir, her yolu deneyecektir, her türlü provokasyona başvuracaktır. Bunu Kürtlerin çok iyi bilmesi gerekiyor.
DAİŞ ve DAİŞ’e benzer güçler Ortadoğu gerçeğinde hemen ortadan kaldırılamaz, tasfiye edilemez. DAİŞ’i, DAİŞ gibi güçleri yaratan Ortadoğu’daki politik, toplumsal, ekonomik ve kültürel sorunlardır. Özellikle kapitalist modernist güçler ve onların işbirlikçilerinin Ortadoğu gerçeğine uymayan, sadece kendi çıkarlarını esas alan ilişkiler, yarattıkları politik ortam ve dengeler her zaman çok çeşitli toplumsal kesimlerin, çevrelerin tepkisini ortaya çıkarır. DAİŞ, El Nusra gibi çeşitli güçler de bunlardan faydalanıp istismar ederler. Bu yönüyle DAİŞ ve DAİŞ gibi örgütlerin ortaya çıkmasını engelleyecek bir siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel demokratik sistem yaratmak gerekiyor. Eğer bunu yaratabilirsek, başarabilirsek o zaman DAİŞ, El Nusra gibi insanlık dışı güçlerin ortaya çıkmasının ve toplumsal, siyasal ve kültürel sorunları istismar etmesinin önüne geçilebilir. Yoksa DAİŞ gibi örgütler var olmaya devam edecektir.
Suriye’de DAİŞ hala vardır. Hafız Esad’ın en güçlü olduğu dönemlerde bile Suriye’nin güneydoğusuna tam hakim değildi. Suriye’nin güneydoğusu rejime muhalifti. Bu gerçekliği bilmek gerekiyor. Bunu Suriye’yle Irak arasındaki çekişmeye dayandırıyorlardı. Buradaki aşiretlerin Sünni olduğu için Saddam tarafından desteklendiği söyleniyordu, bununla izah ediliyordu. Ama sorun bundan öte bir durum. Sorun sadece Saddam’la izah edilecek bir durum değildir. Ya da geçmişteki Irak ve Suriye arasındaki çekişmelerle izah edilecek durum değildir. Şu anda mevcut Irak hükümetiyle Suriye hükümeti arasında ilişkiler vardır ama hala Suriye’nin güneydoğusunda DAİŞ hem beslenmekte hem barınmaktadır. Suriye’nin güneydoğusu ve onun Irak tarafı DAİŞ’in zemin bulduğu alanlardır. Öte yandan Türkiye’nin politikaları bu tür örgütlerin var olmasına zemin sunmaktadır. ABD’yle Türkiye arasında sorunların çıkmasında bir neden de Mısır’dı. Mısır’daki İhvanı Müslim’in varlığı Suriye’deki DAİŞ ve benzeri unsurlara cesaret veriyor ve tahrik ediyordu. Bu nedenle ABD Mısır’da bir darbeyi destekledi. Bu yönüyle bu tür hareketlerin ortaya çıkmasını engellemek için siyasal, toplumsal ve ekonomik zemini etkisizleştirmek gerekiyor. Mevcut durumda Türkiye’de AKP iktidarının özellikle Tayyip Erdoğan’ın bütün konuşmaları ve değerlendirmeleri DAİŞ gibi örgütleri ortaya çıkarmaktadır. Onların ideolojik ve politik meşruiyetini yaratan konuşmalar, onların haklılığını yaratan değerlendirmeler yapmaktadır. Türkiye gibi bir ülkenin mevcut iktidarının konuşmaları, söylemleri ve değerlendirmeleri eğer DAİŞ ve DAİŞ gibi örgütlere zemin sunuyorsa DAİŞ ve benzeri örgütlerin varlığını sürdüreceğini söylemek gerekmektedir. Yani DAİŞ’in bir daha tekrardan ortaya çıkma ihtimali var mı, diye soruyorsunuz; DAİŞ hala bitmemiştir. Varlığı sınırlanmıştır ama tümden bitmesi ancak siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel tedbirlerle olur. Demokratik bir Ortadoğu yaratmakla olur, ülkeleri demokratikleştirmekle olur. Çünkü demokratik ülkeler bu tür örgütlerin çeşitli konuları istismar etmesine fırsat vermez.
Bizce Ortadoğu’da hem savaş sürecek hem de DAİŞ gibi örgütler var olacaktır. Kürtlerin de buna hazır olması lazım. Bu konuda en önemli şey Kürtlerin birliğidir. Kürtler arasındaki sorunları aza indirmektir. DAİŞ saldırdı; Hewlêr ve Kerkük neredeyse düşecekti. Şengal’de nelerin yaşandığı bilinmektedir. Siyasal partiler arasında parçalanmışlıklar olsa bile Kürtlerin bu saldırılarda ortak ruh ve tutum içinde olmaları bu saldırıların püskürtülmesine zemin sunmuştur. Çünkü bu süreçte farklı görüşleri olan Kürtler de gerillaya destek vermiştir. Gerilla da aldığı moralle DAİŞ’e karşı çok üstün bir savaş vermiştir. Etkili bir savaş vermiştir. Bu yönüyle Ortadoğu’da hala savaş sürüyorken DAİŞ ve El Nusra gibi örgütler tehlike olmaya devam ederken, Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilere dikkat etmesi gerekiyor. Çatışmalara ve kavgalara girmemesi gerekiyor. Sorunlarını daha yumuşak zeminlerde çözmeleri gerekiyor. Tabi ki ulusal kongre, ulusal birlik olsa bu tercih edilir bir durumdur. Bunun üzerinde kesinlikle durmak ve ısrar etmek gerekiyor. Ama ulusal kongreyi gerçekleştiremedik, ulusal birliği tamamlamadık diye de Kürtler arası ilişkilerin düzeltilmesi, güçlendirilmesi konularından vazgeçmemek, ilişkilerin iyileştirilmesini sağlamak gerekiyor. Buna özellikle Kürt basının, aydınlarının, yazarlarının, sanatçılarının ve sivil toplum örgütlerinin dikkat etmesi ve bu konuda rol oynaması gerekmektedir.
Irak’ta tehlike devam ediyor. Barzani yakın zamanda yaptığı açıklamayla DAİŞ’in Irak’ta güçlendiğini söyledi. Başkaları da bu yönlü açıklamalar yapmıştı. Rojava’da ve Kuzeydoğu Suriye’de hala DAİŞ hücreleri var ve ona karşı mücadele veriliyor. Kerkük’e saldırılar oluyor. Bu gerçeklikler Başûrê Kurdistan’da, özellikle de Kerkük’ten Şengal’e kadar Orta Alan diye adlandırılan bölgede gerçekten Kürtlerin dikkat etmesi gerekiyor. DAİŞ bu durumu da fırsat bilerek çeşitli güçlerin de kışkırtmasıyla tartışmalı bölge olarak ifade edilen bu alanlarda hakim olmak isteyecektir. Öte yandan Türk devletinin Kerkük’te ve Kürdistan’ın belli alanlarında hakim olmak istemesi var. Başika’da gücü var, Tel Afer’de etkili olmak istiyor. Tüm bunlar dikkate alındığında Kürtlerin hiçbir gevşemeye meyil vermeden hem siyasi ilişkilerini güçlendirmeleri hem de askeri olarak her türlü saldırıyı püskürtecek biçimde hazır olmaları gerekmektedir.
Size göre Kuzey Suriye’de Kürt sorununun çözümü nasıl olabilir? Çözüm için hangi yol ve yöntemi seçersiniz?
Biz Suriye’de sadece Kürt sorununun değil tüm diğer toplumsal, kültürel, siyasal sorunların Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde çözümünden yanayız. Bu çerçevede de Kuzey Doğu Suriye’nin özerkliğinin Suriye’nin demokratikleşmesinin temeli olacağına inanıyoruz. Ortadoğu’da devletçi anlayışla sorunları çözmek mümkün değildir. Devletçi anlayış yada ulus-devletçi anlayış sorunların kaynağı olmaktadır. Ulus-devlet anlayışı farklı etnik ve dinsel kimlikleri ezmekte ya da üzerinde baskı, zulüm, soykırım uygulamaktadır. Bu da sorunları artırmaktadır. Mezhep savaşları sorunları artırmaktadır. Bunlar demokratik olmayan zihniyetlerin yarattığı sorunlardır. Demokratik bir ülkede farklı etnik ve dinsel topluluklar kendi kimliğiyle, kültürüyle özgür yaşayabilirler. Yeter ki demokratik zihniyette olsunlar. Başkaları üzerinde egemenlik ve hakimiyet kurma olmamalı. Hiçbir kimlik diğer kimliği yok etmeye, hakimiyet altına almaya yönelmemeli. Yine hiçbir inanç diğer farklı inançlar üzerinde hakimiyet kurmaya yönelmemelidir. Kadınlar toplum içinde özgür yaşama kavuşmalıdır. Bu açıdan bütün sorunların çözümünün demokratikleşmeden geçtiğine inanıyoruz. Farklı kimliklerin, kültürlerin özerkliği de demokratikleşmenin parçası, hatta demokratikleşmenin temelinin güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.
Kürtlerin özerk olması Suriye’yi bölmez. Farklı etnik kimliklerin kendi özerkliklerine kavuşması Suriye’yi bölmez, birliğini daha da güçlendirir. Farklı inanç topluluklarının kendi özgünlükleriyle, kendi inançlarıyla yaşamaları toplumları bölmez. Herkes diğerine saygı gösterirse, empati yaparsa, biri diğeri üzerinde üstünlük sağlama amacında olmazsa o ülke demokratikleşir, o ülke birlik içinde olur, o ülke her alanda; ekonomik, siyasi, toplumsal alanda güç olur. Biz çözümü burada arıyoruz. Bu çerçevede tüm toplumsal kesimlerin uzlaşacağı demokratik bir anayasa olması gerekiyor Suriye’de. Şu anda mevcut bir devlet yönetimi var. Bu yönüyle bu devlet yönetiminin de kendisini demokratik temelde değiştirmesi, demokratik bir anayasa çerçevesinde Suriye’nin demokratikleşmesinde rolünü oynaması gerekiyor. Biz Rojava’da Kürtlerin, tüm güçlerin mevcut Suriye rejimi ile görüşme yapabileceğini, Suriye’nin birliği içinde çözüm aramasının doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu yönlü çabaları ister Suriye rejiminden ister Kürtlerden, Kuzey Doğu Suriye yönetiminden gelsin destekliyoruz. Çünkü eninde sonunda Suriye’nin birliği içinde bir çözümün bulunması ve Suriye’nin birliğinin esas alınması gerekiyor. Ama Suriye’nin birliği de Kürtlerin kendi kimliğiyle, kültürüyle bulunduğu alanda özerk yaşamının kabul edilmesiyle sağlanabilir. Kürtleri yeniden eskisi gibi hakimiyet altına alırım, ulus-devlet anlayışıyla hareket ederim yaklaşımlarının kimseye faydası olmaz. Suriye’nin birliğini ortaya çıkarmaz, ciddi zararlar verir.
Mevcut iktidarın da şunu görmesi gerekiyor; son 8 yılda köprünün altından çok sular geçti, Suriye alt üst oldu ve Suriye’de ağır siyasal, toplumsal, kültürel sorunlar ortaya çıktı. Bunların çözümü için eskide ısrar etmek olmaz. Yeni bir yaklaşım gereklidir, esnek bir yaklaşım gerekmektedir. Kuşkusuz El Nusra’nın veyahut da benzeri örgütlerin biz illa da şöyle Suriye istiyoruz yaklaşımları kabul edilemez. Suriye’de herkes örgütlenebilir, kendi inancını ve kültürünü yaşayabilir ama kendi inancını başkasına dayatamaz. Kendi inancını başkasına dayatacak bir zihniyet ve örgütlenmeyle hareket edemez. Bu yönüyle mevcut El Nusra gibi, İhvanı Müslüm gibi kendi yaklaşımlarını, inançlarını dayatanları kabul etmek mümkün değildir. Demokratikleşme içinde her kimlik, her kültür, her inanç özgürlüğünü yaşayabilir. Bu yönüyle mevcut Suriye rejiminin adımlar atması gerekiyor. Ancak demokratikleşme adımından korkuyorlar. Adım atarsak çözülürüz, arkası gelir, farklı şeyler isterler gibi dar bir yaklaşımları var. Bunun bırakılması lazım. Biz tam aksine Suriye’de mevcut rejim demokratik adımlar atar ve olumlu yaklaşım gösterirse bırakalım konumunun zayıflamasını elinin güçleneceğine inanıyoruz. Kendisine karşı savaş içinde olanların konumu zayıflar.
Biz çözüm için uzlaşmadan, müzakereden yanayız. Biz bunu istiyoruz. Ama demokratikleşme olmalı, özellikle yerel demokrasinin mutlaka uygulanması gerekiyor. Öte yandan Kürtlerin de kendi kimliğiyle, kültürüyle bir özerk yönetime kavuşması gerekiyor. Kuzey Suriye’nin özerk olması, Suriye’de birkaç özerk bölgenin olması Suriye’yi zayıflatmaz. Bu yönüyle özerk bölgelerden, yerel demokrasilerden oluşmuş bir Suriye bütün yaralarını sarabilir, eskisinden daha güçlü biçimde mevcut krizli süreçten çıkabilir. Böyle bir durum olursa, demokratik yaklaşım gösterirse Türkiye karşısında da konumu güçlenir. ABD karşısında, Rusya karşısında, İsrail karşısında da konumu güçlenir. Demokratikleşen bir ülkeye herhangi bir dış güç fazla etkide bulunamaz. Dış güçlerin etkili olduğu yerler demokratik olmayan ülkelerdir. Ama halkın, toplumun örgütlü olduğu ve demokratikleşmenin geliştiği ülkelerde herhangi bir dış gücün o ülkeyi istediği gibi yönetmesi ve yönlendirmesi mümkün olamaz. Halkın, toplumun isteği dışında bir dayatmada bulunmaları mümkün olamaz. Bu yönüyle Suriye rejimi eğer dış dayatmalardan, dış baskılardan kurtulmak istiyorsa, bu konuda rahatsızlıkları varsa bunu aşmanın yolu Suriye’nin demokratikleşmesinden geçmektedir.
Suriye’de tek işgalci güç Türk devletidir. Evet, Rusya da ABD de İran da Suriye içinde belli düzeyde varlıklarını sürdürmektedir; ama işgalci konumunda olan tek güç Türk devletidir. Diğer güçler çeşitli biçimlerde etkide bulunmaktadırlar. Ama Türk devleti gibi doğrudan işgalci konumda değiller. Siyasi olarak çeşitli biçimde Suriye’nin içinde kendini etkili kılmışlardır. Suriye’nin tabi ki bağımsız bir devlet olarak kendi siyasi iradesine kavuşması gerekmektedir. Hiçbir dış etki Suriye’nin siyasi iradesine yön vermemeli; ama bunun için de Suriye’nin demokratikleşmesi gerekir. Demokratik Suriye her türlü dış etkilerden kendini koruyabilir. Kürt sorununun çözümünün de Suriye’nin demokratikleşmesini hedefleyen biçimde Suriye devletiyle müzakere temelinde çözümünü tercih ve teşvik ediyoruz. Bu konuda herkes arabulucu olmalıdır. Suriye içi bir çözümü teşvik etmelidir.
Geçen aylarda bazı yöneticileriniz Türkiye tarafından hedeflendi. Örneğin Serhat Varto, Diyar Xerib gibi. Sizler de intikamlarını alacağınızı ilan ettiniz. Ardından 26 Temmuz’da Hewlêr’de Türk Konsolosluğu’nda çalışan biri öldürüldü. Bunun için sizler suçlanıyorsunuz. Bu olayla ilginiz var mıdır?
Bu olayla ilgimizin olmadığını daha önce de belirttik. HPG Karargah Komutanlığı bu eylemin gerçekleştirenlerin yurtsever gençler olduğu yönünde tespitlerde bulundu. Zaten basına yansıyana göre de yurtsever bazı Kürt gençleri bu eylemi gerçekleştirmiştir. Bizim, Hareketimizin örgütlediği, yönlendirdiği, gerçekleştirdiği bir eylem değildir. Kuşkusuz Diyar Xerib ve Serhat Varto, Sinane Sor, Navdar Sinegir, Serhat Şafak arkadaşlar farklı tarihlerde hava saldırılarıyla katledildiler. Bu arkadaşlarımızın hainlerin MİT’e verdiği yer bilgisi temelinde şehit edildikleri açıktır. Bu yönüyle tabi ki biz bu katliamda kim yer almışsa, sorumluysa bunların üzerinde duruyoruz. Kesinlikle bu katliamla ilişkisini tespit ettiğimiz kişiler olursa bunlara yöneliriz. Çünkü bu artık düşmanca bir faaliyettir. Bu yönüyle bizim araştırmalarımız sürüyor. Ancak Hewlêr olayıyla alakamız yok. Yalnız Hewlêr Konsolosluğu’nun MİT üssü haline getirildiğini de çok iyi biliyoruz. Bunu yakaladığımız MİT’çiler bizzat itiraf etmişlerdi. Zaten Hewlêr olayı olduktan sonra vurulan kişinin bir konsolosluk çalışanı değil, İran’a yönelik çalışan bir istihbaratçı olduğu da ortaya çıktı. İran’a yönelik MİT faaliyetlerin bir kısmının Başûrê Kurdistan’da da yürütüldüğü biliniyor. Ölen kişinin MİT’çi olması nedeniyle de bizimle bağlantılandırmak isteyenler oldu. Biz, arkadaşlarımızın MİT ve hainlerin işbirliğiyle katledildiğini söylememizin hemen arkasından böyle bir olay gerçekleşti ve olayda ölenin de MİT’çi olduğu ortaya çıkınca bunu bizlerle bağlantılı olarak ele aldılar. Bunun böyle bağlantılandırılması anlaşılır bir şey. Çünkü Türkiye bize karşı savaş yürütüyor, biz de Türkiye’ye karşı yürütüyoruz. Türkiye’ye karşı bir eylem olduğu zaman da akla ilk olarak biz geliyoruz.
Böyle bir eylem içinde yer almadığımızı olayla ilgili bilgiler netleştirildikten sonra arkadaşlarımız açıkladı. Bizler bir eylem içinde yer alsaydık her zaman olduğu gibi bunu açıklardık. Çünkü Türk devleti bize karşı savaş içinde. Bize yönelik savaş içinde kim yer almışsa, suç işlemişse, savaşın bir parçasıysa bizim hedeflememiz kadar doğal bir şey olamaz. Şunu belirtelim; bizim söylemimizden kısa bir süre sonra bu eylem gerçekleşti. Bu tür eylemler kısa sürede gerçekleşen eylemler değildir. Mutlaka aylar önce hazırlık yapılmıştır ve öyle gerçekleştirilmiştir. Çünkü o bölge için konsolosluğa yakın ve korunaklı yer deniliyor. KDP’nin asayiş güçlerinin de bulunduğu yerler deniliyor. Bu yönüyle herhalde hazırlık yapılmış öyle gerçekleştirilmiş. Ama KDP bu olayı fırsat bildi, maalesef de iyi yapmadı. Uzun süredir Maxmur’dan yana rahatsızlıkları vardı, bunu duyuyorduk. Maxmur kampıyla KDP arasında sorunlar vardı. Böyle bir olay olunca da KDP hemen bu olayı yapanların Maxmur’a gidip geldiğini söyleyip Maxmur üzerinde kuşatma başlattı. Biz bunu doğru bulmuyoruz. Bizim yapmadığımız ve üstlenmediğimiz biz olayı kalkıp hem bize hem de hiçbir ilişkisi olmayan Maxmur halkına yüklemek gerçekten ahlaki değildir. Kürtler içinde bizim milyonlarca sempatizanımız var. Bu yönüyle Kürt gençlerinin yapmış olması bizim yaptığımız anlamına gelmez. Türk devleti Kürtlere karşı o kadar düşmanlık yapmaktadır ki, birçok Kürt’ün Türk devletine öfkeli olması, Türk devletine karşı bir şeyler yapmak istemesi ve yapması anlaşılır bir durumdur.
Ne zaman silah bırakmaya hazır olursunuz?
Sorun bizim silah bırakmamız sorunu değildir. Sorun Türkiye’de demokratikleşmenin olmaması ve Kürt sorununun çözülmemesidir. Soruna buradan bakmak lazım. Bizim silaha neden başvurduğumuz açıktır. Kürtlerin varlığı tanınmadığı, ağır bir baskıyla iradesi kırılıp soykırıma uğratılarak varlığının ortadan kaldırılmak istendiği ve tüm bunlar da ordu, polis, yargı gücüyle yapıldığı için silahlı direnişe geçmek zorunda kaldık. Silahlı mücadelemizin varlığını ortaya çıkaran Türk devletinin politikalarıdır. Türk devleti bunun dışında başka bir mücadele imkanı tanımamıştır, tanımamaktadır. Türk devleti ulusal stratejisini ve tüm ekonomik, toplumsal, kültürel, sportif bütün politikalarını Kürt halkının soykırımını gerçekleştirme üzerine kurmuştur. Ne zaman Kürtleri yok etme stratejisinden vazgeçilir, Kürtlerin varlığı tanınır, Türkiye demokratik bir ülke olur, Kürtlerin varlığı, dili, kültürü ve bir bütün kimliği anayasal güvenceye kavuşturulur, o zaman silah bırakma gündeme gelebilir. Yoksa bizim Türkiye’de demokratikleşme olmadan, Kürt sorunu çözümü konusunda herhangi bir çözüm modeli ve kabul edilebilir düzeyde bir çözüm yaklaşımı ortaya çıkmadan silah bırakmamız söz konusu olamaz.
Türk devleti şu anda “yok edeceğim” diyor. Kürt’ün varlığını tanımıyor, hatta “Kürt sorunu yoktur” diyor ve Kürt sorununu kabul etmiyor. PKK sorunu var, diyor. Bugün, HDP kendisini PKK’den ayırsın ve PKK’ye karşı tutum alsın, diyorlar. Yani böyle bir özel savaş politikası uygulamaya ve böylece HDP’yi baskı altına almaya çalışıyorlar. Kürt Özgürlük Hareketi tasfiye edilirse; HDP’ye hemen kimlik siyaseti yapıyorsunuz, kimlik siyaseti yapmak da suçtur, bölücülüktür, deyip PKK’nin, gerillanın üzerine nasıl geliyorlarsa HDP’nin üzerine de öyle gideceklerdir. Öyle şu demokratik ölçüleri, dünyanın şöyle yada böyle demesini hiçbir biçimde kale almayacaklardır. Çünkü Kürtlerin varlığını tanıma yoktur. Kürdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek istiyorlar. Tek politikaları budur. Bu politikaların kırılması, bırakılması, Kürt varlığının anayasal temelde güvenceye alınması gerekiyor. Bir anayasal çözüm bulunması gerekiyor. O zaman Kürtlerin silahlı örgütüne, direnişine gerek kalmaz.
35. yıl dönümünde 50 bin şehit ile 70 bin yaralınızın olduğunu açıkladınız. Acaba siz olmasaydınız Başurê Kurdistan Kürt düşmanı olan Türkiye ve İran arasında olmasına rağmen iktidar olabilir miydi?
Biz Kürt halkının varlık yokluk mücadelesini, savaşını veriyoruz. Bu sadece Bakurê Kürdistan halkının var olma mücadelesi değildir. Türk devleti Kürt düşmanlığında öncüdür ve Kürt soykırımını hedefliyor. Zaten Misakı Milli’den söz ediyor. Misakı Milli dediği de Başûrê Kurdistan ve Suriye’nin kuzeyidir. Kürtlerin varlığını tanıma falan yok. 1919’da kabul edilen Misakı Milli denen kavram da anlaşma da karar da Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanı olarak ele alınıyor. Bu temelde de zaten İsmet İnönü Lozan görüşmelerinde biz aynı zamanda Kürtlerin temsilcileriyiz, diyor. Fakat ne zaman Lozan Anlaşması tamamlanıyor artık Misakı Milli bırakıldığı gibi Türklerle Kürtlerin ortak vatanı söylemleri de bırakılıyor. Çünkü o dönem Başûrê Kurdistan, Bakurê Kurdistan’da Kürtlerin soykırıma uğratılmasına göz yumulması temelinde İngiltere’ye bırakılıyor. Ya da İngiltere Kürtlerin Bakurê Kürdistan’da soykırıma uğratılması temelinde Başûrê Kurdistan’ı kendi kontrolünde tutuyor. Türkiye bugünkü 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürt Özgürlük Hareketini ezebilirse Misakı Milli denen alanı kontrolüne alıp bu alandaki Kürtleri de soykırıma uğratmayı amaçlıyor. Kerkük üzerindeki politikaları bunun içindir. Kerkük üzerindeki politikaları sadece Kerkük’teki Türkmenleri düşünme yaklaşımı değildir. Yeri geldiğinde ve fırsatını bulduğunda Kerkük’teki ve Tel Afer’deki Türkmenleri bahane ederek Başûrê Kurdistan’da hakim olmak isteyecektir. Böyle bir zihniyette olan soykırımcı sömürgeciliğe karşı yürüttüğümüz mücadele olmasaydı Başûrê Kurdistan’daki kazanımlar ortaya çıkmazdı. Bu kazanımlar genel bir Kürt mücadelesi ortamında ortaya çıkmıştır.
Kürtlerin mücadelesi Bakur’da, Başur’da, Rojava’da, Rojhılat’ta, dünyada gelişmiştir. Bir Kürt mücadelesi, Kürtlerin askeri ve siyasi gücü ortaya çıkmıştır. Ve bu ortamda bu kazanımlara ulaşılmıştır. Eğer bütün Kürdistan’ın parçalarındaki bu mücadele olmasaydı, genel Kürt siyasi, askeri ve toplumsal gücü ortaya çıkarılmasaydı Başûrê Kurdistan’daki kazanımlar ortaya çıkmazdı. Bu yönüyle PKK’nin öncülük ettiği Kürt özgürlük mücadelesinin Başûrê Kurdistan’daki kazanımların gelişmesinde rolünün ve öneminin çok iyi görülmesi gerekiyor. Kürdistan’ın en büyük parçasındaki Bakurê Kurdistan’da mücadelenin gelişmesi tabi ki bütün parçaları olumlu etkileyecektir. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Herhangi bir ülke, halk dört parçaya bölünecek, bu dört parça içinde en büyük parçada hiçbir şey gelişmeyecek, ama diğer parçada kazanım olacak veyahut da korunacak! Böyle bir durum söz konusu olamaz. Eğer bugün kazanımlar var, korunma durumu da söz konusuysa ve hala bugüne kadar korunabiliyorsa bunda kesinlikle PKK’nin mücadelesinin payı vardır. Türk devletinin şu anda KDP’yle ilişkileri bile PKK’nin mücadelesi sonucudur. PKK’nin mücadelesi olmazsa, PKK’yi tasfiye etmede KDP’ye, şuna buna ihtiyaç duymazsa, KDP’ye hiç selam verir mi? Postal yalayıcılarıdır, gerici bilmem aşiret liderleridir, şu budur der, her türlü hakareti yapar onlara. Nitekim bağımsızlık referandumu sonrası Türk devletinin söylemleri ortada değil mi? Bu yönüyle Başûrê Kurdistan’daki kazanımların hem varlığı hem korunmasında tabi ki özgürlük mücadelesinin önemli katkısı ve payı vardır.
Kuşkusuz Başûrê Kurdistan halkı da önemli bedeller verdi, mücadele yürüttü ve çok büyük acılar çekti. Köyler yakılıp yıkıldı, enfal oldu. Bunlar da tabi ki bu kazanımların oluşmasında büyük rol oynadılar. Zaten Başûrê Kurdistan’da hiç mücadele olmasaydı herhangi bir kazanım elde edilebilir miydi? Ancak Ortadoğu gerçeği düşünüldüğünde, Kürt düşmanları düşünüldüğünde, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmüşlüğü düşünüldüğünde Kürdistan’ın en büyük parçasında gelişen özgürlük ve demokrasi mücadelesi, gerilla mücadelesi, bunun bütün dünyada Kürtler arasında yarattığı etki ve Kürt sorununun bütün dünyanın gündemine girmesi böyle kazanımlar ortaya çıkardı. Hatta ABD ve çeşitli güçler bile Kürtler PKK’nin etkisine girmesin diye Başûrê Kurdistanlı siyasi partilere her türlü siyasi, askeri ve diplomatik desteği vermişlerdir. Bu gerçekliklerin herkes tarafından görülmesi, buna göre bir yaklaşım ve politika geliştirmesi gerekmektedir.