Gençlerin Efrîn’in kurtuluşu dışında bir gündemi olmaması gerektiğini vurgulayan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, “Efrîn kurtuluş güçlerine katılarak Efrîn’de işgale karşı direnişi büyütmelidir. Efrîn işgal altındayken başka bir yaşam düşünülebilir mi? Anaların, ataların büyük bir emek vererek cennet vatan haline getirdikleri Efrîn sahipsiz bırakılamaz. Gençler sahip çıkmak zorundadır. Aileler de gençlerini bu direnişe katılması için teşvik etmelidir. Onurlu ve namuslu yaşam ancak böyle sağlanabilir. Efrîn’in kurtuluşu her zaman bizim de gündemimizdedir. Orada gelişen direnişe her zaman en yüksek düzeyde destek vereceğimiz kesindir. Önder Apo da Efrîn’in özgürleştirilmesini istemektedir” diye konuştu.
HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık, Türkiye, Bakur, Başûr ve Rojava’ya ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu. Geçtiğimiz günlerde Beşar Esad’ın QSD’ye yönelik tehditlerine tepki gösteren Bayık, “Kimse, Kürtler sıkışır gelir bana muhtaç kalırlar, gibi çok sığ bir yaklaşım içine girmemelidir. Suriye’de kim güçlü olmak istiyorsa Kürtlerle uzlaşmak durumundadır. Şunu vurgulamalıyız; Kuzey Suriye halkları ve tüm Suriye halkı demokratik örgütlenmelerini güçlendirir, her bakımdan demokratik sistemlerini kurarlarsa her güç halkların bu iradesini dikkate almak zorunda kalır” diye konuştu.
Ronahi dergisine konuşan Bayık, Türk devleti ve KDP’nin ilişkilerine değinen Bayık, KDP’nin Rojava Devrimine yaklaşımının yanlış olduğunu vurguladı. ENKS’nin Türk devleti ile toplantı yaptıklarını belirten Bayık, “Başurê Kürdistan zemininde kalan bazı kaçkınlar ve hainler de Suriye’de Kürt düşmanı çetelerle Rojava Devrimine karşı birlikte hareket etmekteler. Hatta MİT’e ve Tayyip Erdoğan’a mektuplar yazarak kendilerine destek olunmasını istemişlerdir. Kürt düşmanları ile Kuzey Suriye’de Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak istemekteler. Bunlar KDP alanında yapılmaktadır. KDP bu tür girişimlerde bilgi sahibidir. KDP’den cesaret almaktadırlar. KDP’nin böyle şeylere zemin olmaması lazım” şeklinde konuştu.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı açlık grevine giren eylemcilerin direnişine dikkat çeken Bayık, “Özgürlük Hareketimiz ‘Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim’ hamlesi başlatmıştır. Bu karardan habersiz olan Leyla Güven özgürlük mücadelesine yönelik saldırının İmralı’daki tecrit temelinde geliştirildiğini görerek süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlamıştır. Önder Apo zindan direnişçileri için en iyi onlar bizi ve süreci anlamışlardır, demiştir. Leyla Güven de Önderliğe bağlılığı ve güçlü yurtseverlik duygularıyla sürecin karakterini kavramış, bugün harekete geçme zamanıdır, diyerek bu hamlenin öncüsü haline gelmiştir. Bu tutumuyla Önder Apo’nun ve yaşamı uğruna ölecek kadar seven 14 Temmuz direnişçilerinin gerçek bir yoldaşı olduğunu ortaya koymuştur” dedi.
2014’te başlayan Kobanê direniş çizgisi 2019’da DAİŞ’in yenilgiye uğratılmasıyla sonuçlandı. Bu çizginin başarısı başta Suriye halkları olmak üzere bölge halklarının geleceğini nasıl etkilemektedir?
DAİŞ’e karşı ilk fedai direniş Şengal’de gerçekleşti. Gerillanın fedai bir güç olduğunu dünya ilk önce Şengal direnişinde gördü. Şengal’de ilk direniş HPG gerillaları tarafından yapıldı. Daha sonra da YPG-YPJ yardıma koştu. Êzidîlerin güvenli bir koridorla Rojava’ya geçişleri sağlanarak bir soykırım önlendi. Şengal direnişi hem HPG’ye, hem de YPG-YPJ’ye tüm dünya tarafından sempatiyle bakılmasını sağladı. Şengal direnişinin kazandırdığı bu moral değer ve dünya halklarının desteği çok önemlidir. Bu açıdan Şengal direnişinin Kobanê direnişinin başarısında önemli etkisi olmuştur. Bu hiçbir zaman akıldan çıkarılmamalıdır.
Şengal’de çizgi ortaya konuldu. Êzidîleri soykırımdan kurtarmak Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Rojava Devrimi’ne büyük bir itibar kazandırdı. DAİŞ Şengal’de ideolojik ve siyasi olarak ilk büyük yenilgisini aldı. Rojava Devriminin çizgisinin tüm farklı inançlara ve kimliklere özgürlük getiren demokratik çizgi olduğunu öğrendi. Tüm dünya halkları bu çizginin insanlık düşmanı DAİŞ’e karşı nasıl direndiğini gördü. Dünya tarihinde insanlığın tümünün sempatisini kazanan ve desteğini alan direnişler azdır. Bu nedenle Kobanê direnişi 2. Dünya Savaşında Hitler faşizmine karşı sokak sokak, ev ev direnen Stalingrad direnişine benzetildi.
ABD VE KOALİSYON GÜÇLERİ KOBANÊ DİRENİŞİNİ GÖRMEZDEN GELEMEDİ
ABD ve koalisyon güçleri Kobanê direnişini bu nedenle görmezlikten gelemediler. Hatta dünya halklarının bu sempatisinden yararlanmak istediler. Belki de ilk defa dünya halkları karşısında iyi bir tutum alan güç olarak görülme fırsatını buldular. Bu büyük direnişin moral değerinden pay aldılar. Öte yandan YPG-YPJ dışında hiçbir güç DAİŞ karşısında direnemezdi. Bu açıdan DAİŞ karşısında ne yapacaklarını bilemeyen koalisyon güçleri net ve başarı getiren bir politika sahibi oldular.
Şunu vurgulamalıyız ki, DAİŞ’i esas olarak yenilgiye götüren Önder Apo’nun kadın özgürlükçü demokratik toplum çizgisi ve demokratik ulus anlayışıdır. DAİŞ bu çizgi karşısında yenildi. DAİŞ esas olarak silahla değil; ideolojik çizgisinin moral gücüyle önüne geleni süpürüp atıyordu. Ama karşısına onun istismar ettiği konularda gerçek bir çözüm projesi ortaya konulunca, Ortadoğu halklarının karakterine, kültürüne uygun bir demokratik toplum çizgisi ve demokratik ulus anlayışı karşısına çıkınca tüm ruhu çekilmiş, gücü tükenmiş hale geldi.
Batılıların anlayacağı biçimde ‘Aşil topuğundan’ vuruldu. DAİŞ’in Suriye’deki örgütlü silahlı gücü bu temelde tasfiye edildi. Kuşkusuz koalisyon uçakları da bu savaş içinde yer aldı. Rojava Devrimi gibi bir güç, direniş ve halkları bir araya getiren demokratik ulus anlayışı olmasaydı uçakların bombardımanı bir sonuç alamazdı. Dünyada birçok devlet yetkilisi ve siyasi gücün QSD güçlerine teşekkür etmesi bu nedenledir.
DEMOKRATİK ULUS ANLAYIŞI HUZUR GETİRİYOR
Bu ideolojik-siyasi çizgi ile DAİŞ’in yenilgiye uğratılması Suriye’nin bundan sonraki siyasi ve toplumsal yaşamını fazlasıyla etkileyecektir. Suriye farklı etnik ve inanç toplulukların özgürce yaşayacağı demokratik bir karaktere kavuşmak zorundadır. Kim ne dayatırsa dayatsın bunun dışında bir politik yaklaşım çözümsüzlüktür. Suriye halkları birbirleriyle kardeşçe yaşayacaklarını görmüşlerdir. Dincilik, mezhepçilik ve milliyetçilik değil demokratik ulus anlayışı huzur getirmektedir.
Kürtlerin demokratik Suriye’nin birliğinin en temel taşı olduğu görülmüştür. Bu açıdan demokratik özerkliğin tüm halklar, tüm kimlikler ve bölgeler için sağlanması Suriye’nin birliğini güçlendireceği anlaşılmıştır. DAİŞ’i yenilgiye uğratan çizginin Kuzey Suriye’de yarattığı siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yaşam bu gerçekliği ortaya koymuştur. Kuzey Suriye halkları Suriye’nin böyle bir demokratik ulus çizgisi, siyasi ve toplumsal anlayışla yeniden yapılanmasını isteyeceklerdir.
Kuzey Suriye’de DAİŞ’e karşı başarı kazanan ideolojik siyasi çizgi ve toplumsal yaşam anlayışı tüm Ortadoğu’yu etkileyecektir. Ortadoğu’nun geleceğini Kuzey Suriye’de pratikleşen ve tüm Ortadoğu’da dikkatle takip edilen bu çizgi etkileyecektir. Çünkü Ortadoğu’da kördüğüm olmuş sorunlar vardır. Bu sorunlar için tek çözüm projesi Önder Apo’ya aittir. Ne dış güçlerin ne de bölge güçlerinin Ortadoğu’nun sorunlarına kalıcı çözüm bulacak bir zihniyeti ve projeleri vardır. Bu yönüyle Önder Apo çizgisi rakipsizdir.
ÇÖZÜM ORTADOĞU HALKLARININ KENDİSİNDEDİR
Kuşkusuz dış güçlerin ve bölge ülkelerinin öngördüğü politikalar vardır. Bunlar hastaya verilen ağrı kesicilerin etkisi gibi geçici tedbirlerdir. Önder Apo, Ortadoğu’nun 5 bin yıllık tarihinin tüm şifrelerini çözmüştür. Sorunların tarihsel, dönemsel ve güncel kaynaklarını da çözüm yollarını da göstermiştir. Önder Apo bir Ortadoğu uzmanıdır. Buna Ortadoğu’nun ideolojik-politik doktoru da diyebilirsiniz. Bölge halkları ne otoriter güçlerin, ne dini ve toplumsal sorunları istismar eden DAİŞ gibi güçlerin, ne de dış güçlerin Ortadoğu’nun sorunlarını çözemeyeceğini görmüştür.
Çözüm Ortadoğu halklarının kendisindedir. Demokratik topluma dayalı demokratik ulus olma dışında sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir. Önder Apo’nun görüşlerine barış ve istikrar isteyen Allah’ın tek bir kulu karşı çıkmaz. Önder Apo tam bir Ortadoğuludur. Yoğunlaşmaları en başta da Ortadoğu sorunlarının çözümü üzerinedir. Kürt sorununun bölgesel ve uluslararası olma gerçeği Önder Apo’yu böyle kapsamlı bir yoğunlaşmaya sevk etmiş; bu da köklü çözüm bulmanın zihniyetini, ideolojisini, politikasını ve projesini ortaya çıkarmıştır.
Rojava’da bu çizginin kısmen uygulanması bile önemli sonuçlar doğurmuştur. İletişim ve bilişim çağında bu gerçeklikler tüm Ortadoğu halkları tarafından görülmektedir. Ortadoğu’nun sorunlarına çözüm arayanlar Önder Apo’nun çözümlemelerine ve Ortadoğu için öngördüklerine bakacaklardır.
Yeni dengelere göre AKP faşizminin geleceği ne olur? Acaba halen ABD ve Rusya’nın ipleri üzerinde oynadığı mevzide mi bulunuyor?
DAİŞ’in Kuzey Suriye halkları tarafından yenilgiye uğratılması AKP’nin Suriye ve Ortadoğu için düşündüğü hesapları altüst etmiştir. Özellikle Kürtler, Araplar ve Süryanilerin ortak bir demokratik sistem kurmaları AKP-MHP iktidarının Suriye’deki hareket alanını daraltmış, argümanlarını etkisizleştirmiştir. Kuzey Suriye’de DAİŞ’i yenilgiye uğratanları teröristler, diyerek hedeflemesi inandırıcı bulunmamaktadır. Herkes bu söylemin Kürt karşıtlığı olduğunu iyi görmektedir.
Öyle ki, ABD çekileceğim, dediğinde ABD içinde birçok çevre dahil, dünyanın birçok ülkesindeki demokratik siyasal güçler Türkiye’nin politikaları karşısında kaygılarını ortaya koydular. Bu aslında Türkiye politikalarına karşı bir tutum olarak ortaya çıktı. Türk devletinin Efrîn’de yaptıkları da görüldüğünden esas hedefin Kürtler olduğunu herkes bilmektedir. Bu durum AKP’nin saldırgan politikasında zayıflık yaratmaktadır. AKP’ye karşı gösterilecek bir direnişin başarısını çok yükseltmektedir. Kuzey Suriye, AKP-MHP faşizmi açısından bir bataklık ve sonun başlangıcı olacak bir alan durumundadır.
TÜRKİYE KULLANILAN BİR GÜÇTÜR
ABD, müttefiki olan Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Onun kaygılarını giderme politikası izliyor; ancak Kuzey Suriye’de kendini dayatmasının ABD’nin politikalarını boşa çıkaracağı, hatta tersine çevirebileceğini görüyor. Türkiye NATO ülkesidir. Bu nedenle İdlip’te olduğu gibi Türkiye’yi savunuyor; onunla iş yapma politikası yürütüyor. Ancak Türkiye’nin Kürt inkarı politikaları ABD açısından sorunlar ortaya çıkarıyor. Çünkü AKP’nin Rojava politikasının her şeyi ters yüz edeceğinden kaygılı.
Kürtler ve Kuzey Suriye halklarının Türkiye’nin Kuzey Suriye’de etkili olmasını istemeyeceğini çok iyi bilmektedir. ABD’nin Türkiye’yi bu halklara kabul ettirmesi de mümkün değildir. Bakurê Kürdistan’da Kürt düşmanı olan AKP-MHP iktidarı her yerde Kürt düşmanıdır. Türkiye hem ABD, hem Rusya ipinde oynamak istiyor. Ancak bu cambazlık Suriye’nin genelini ilgilendiren bir yerde fazla işe yaramaz. Kuşkusuz hem ABD, hem Rusya Türkiye sopasını kullanarak Kürtleri ve Kuzey Suriye halklarına kendi politikalarını kabul istiyorlar. Kürtler bunu iyi görüyor. Ancak kendi güçlerinin de; Kuzey Suriye halklarının iradesinin de farkındalar. Bu irade dışlanacak ve dikkate alınmayacak irade değildir.
BİNLERCE ŞEHİT VERMİŞ BİR GÜCE HER İSTEDİKLERİNİ DAYATAMAZLAR
İki binden fazlası Arap, en az 10 bin şehit vermişler; bunun iki katı yaralıları olmuş. Böyle bir güce her güç istediğini dayatamaz. Bu açıdan Türkiye’nin hem ABD hem Rusya’yı kullanma politikası istenilen sonucu alamaz. ABD ve Rusya da biliyor ki, Türkiye NATO’dan çıkmaz. Her ikisi de politikalarını bunun üzerine inşa ediyorlar. Türkiye sadece kullanılan bir güçtür. Rusya Türkiye’nin etkin olarak Suriye politikasında rol almasını istemez. Fırat’ın batısı onlara Türkiye gerçeğini gösterdi. Fırat’ın doğusunda Türkiye’nin Rusya’ya vereceği bir taviz yoktur.
Rusya’nın da Türkiye’ye vereceği bir şey kalmamıştır. Türkiye esas olarak ABD’nin politikasına yedeklenerek bir şeyler elde etmek isteyecektir. Şu anda bu politika yürütülüyor; ancak AKP-MHP iktidarının mevcut politikası böyle bir yedeklenmeye de fazla imkan vermemektedir. Bu açıdan Türkiye’nin içinde olacağı her Suriye politikası çatışma demektir.
Suriye’de yeni bir kaos sürecine girmek demektir. Suriye’de kim ne politikası yürütecekse Türkiye’siz yürütürse sonuç alır. AKP-MHP dayatmalarını kabul eden yada Türkiye’yi teskin etmek için atılan tüm adımlar Suriye’de sorunları ağırlaştırır. Bu açıdan Suriye’de Türkiye’nin yer alamayacağı bir politik durum adım adım görülecektir.
Türk faşizmi Kürt halkının varlığına karşı 8 yıldır uluslararası güçlerle pazarlık yapmaktadır. Türk faşizminin bu pazarlığı sonucu Efrîn işgal edildi. Şimdi de Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye’nin diğer bölgelerine yönelmektedir. Bu pazarlığını sonuca götürme şansları nedir? Eğer varsa, nasıldır? Yoksa da neden? Türkiye’nin bu pazarlığını ne etkiler?
AKP-MHP faşist iktidarı Efrîn gibi Fırat’ın doğusunu da işgal etmek istiyor. Çünkü Fırat’ın batısındaki demokratik devrim ve demokratik sistem Türkiye’deki soykırımcı sömürgeci sistemin sonunu yakınlaştırır. Demokratikleşen bir Türkiye’de Kürtler üzerinde bugünkü politika uygulanamaz. Türkiye hem demokrasi düşmanı hem de Kürt düşmanı olduğu için Fırat’ın doğusunu hedef alıyor.
Sadece Fırat’ın doğusunu hedeflemiyor; Suriye’nin demokratikleşmesini de istemiyor. Çünkü demokratikleşen Suriye’de Kürt sorunu çözülmüş olur. Bu nedenle ABD ve Rusya ile ilişkilenerek bu demokratik gelişmeyi ortadan kaldırmak istiyor. Bunun için Türkiye’nin tüm imkanlarını pazarlıyor. Ancak Kuzey Suriye’ye pazarlıkla girmek kolay değil. Çünkü orada halkların demokratik sistemi ve özsavunma güçleri var.
Bu açıdan her türlü pazarlığı bozacak bir güç var. Efrîn’de dengeler farklıydı. Efrîn kuşatılmış dar bir yerdi. Öte yandan Efrîn’de Kürt siyasi ve askeri güçlerinin yanılgısı vardı. Sadece çetelere karşı bir savaşa hazırlık yapılmış. Türkiye’nin girse de sınırlı gireceği düşünülmüş. Şimdi Kuzey Suriye halkları ve özsavunma güçleri Efrîn’den tecrübe çıkarmışlardır. Her türlü pazarlığı bozacak düzeyde direneceklerdir. Bu açıdan yapılacak pazarlıklar masa başında kalır.
Türkiye’nin Efrîn’i işgal etmesine izin veren güçlerin Kuzeydoğu Suriye’de aynı tutum almadıkları görülüyor. Bu uluslararası tutumun dayanağı nedir?
Efrîn’deki tutumlarla Kuzey Suriye’deki tutumların aynı olmamasının tabi ki nedenler var. Birincisi, Kuzey Suriye’de tüm dünyanın meşru gördüğü bir sistem var. Resmi tanınmasa da somut gerçeklik bu. Öte yandan DAİŞ’i bu alanın savunma güçleri yenilgiye uğrattı. ABD kapitalist emperyalist çıkarcı bir güç olsa da dünya halklarının ve demokratik güçlerin baskısı altında ahlaki bir sorumluluk altına girmiş bulunuyor. Türkiye’nin girişine izin verirse çok şey kaybedeceğini görüyor.
Böyle bir durumda Türkiye’ye yönelik direniş ve dünya halklarının tepkisi ABD’ye ya da Türkiye’nin işgaline izin veren güçlere yönelir. Özcesi Kuzey Suriye’de gösterilecek direnişin büyüklüğü ve dünya halklarının bu direnişe sahiplenme gerçeği Efrîn işgaline izin veren ve görmezlikten gelen güçleri bu defa Türkiye’nin işgaline ortak olmama tutumu içine girmesine yol açıyor.
Öte yandan kim Kuzey Suriye’de Türkiye’nin saldırısına yol verirse Türkiye ile birlikte onların da kaybetmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan Efrîn’de takındıkları tutumdan farklı yaklaşıyorlar. Ancak bu güçler çıkarlar söz konusu olduğunda hiçbir ahlaki-vicdani ölçüyü dikkate almazlar. Buz gibi çıkarlar doğrultusunda hareket ederler. Bu açıdan halklar her türlü olumsuzluğa göre hazırlanmalı; herhangi bir işgalde Kuzey Suriye’yi onlar için ağır bir yenilgiye yol açacak bataklığa dönüştürmelidir.
QSD temel amaçlarının Efrîn’in özgürleştirilmesi olduğunu duyurdu. Bildiğiniz gibi Fırat’ın doğusu ve batısı iki uluslararası hegemon olan Amerika ve Rusya arasında paylaşılmış durumda. Bu güç dengeleri içerisinde Kuzeybatı Suriye’ye geçip Efrîn’i özgürleştirme şansı ne kadardır?
QSD’nin varlığı zaten Efrîn’de mücadele duruşudur. QSD içinde birçok Efrînli savaşçı bulunmaktadır. Efrînliler kesinlikle toprakları için savaşacaklardır. Kuşkusuz QSD Efrîn’in kurtarılması mücadelesinde mutlak yer alır. Bunun biçimi nasıl olur bilemeyiz, kaldı ki şu anda sadece Efrîn değil, Fırat’ın batısı Türkiye ve çetelerinin işgali altında. Bu açıdan Efrînliler Arap demokratik güçleri ve Arap halkıyla birlikte Fırat’ın batısının kurtarılmasında yer almalıdır.
Araplar kendi bölgelerinde, Kürtler kendi bölgelerinde dayanışma, ilişki ve karşılıklı destek temelinde bu işgale karşı mücadele içinde olmalıdır. Şu anda Efrîn’de kurtuluş güçleri kurulmuş, bunlar mücadele ediyor. Önceleri başka güçler de vardı. Efrîn’in kurtuluş mücadelesi kesintisiz sürmeli. Bedeli ne olursa olsun Efrîn işgalcilere, soykırımcılara bırakılmamalı.
Tüm Efrînli gençler fedai olmalı. Cennet vatanlarını kimseye bırakmamalı. Gençlerin, kadınların ve tüm Efrînlilerin tek gündemi olmalı. Bu da Efrîn’i kurtarma mücadelesidir. Şu anda başka şey düşünmek Efrînlilere haramdır. Kuşkusuz şu anda sürgündeler, zorluk yaşıyorlar. Ama özgürlük kazanmak kolay olmuyor. Kürt düşmanları zalim. O zaman biz de onların zalimliğini yenecek fedailer olmalıyız.
EFRÎN ULUSAL NAMUS HALİNE GELDİ
Hiçbir güç dengesi mücadeleyi ve Efrîn’in kurtuluşunu engelleyemez. Haklı ve meşru güçler mücadele ettiğinde mutlaka kazanır. Efrîn işgalini kabul edemeyiz. Bir gün bile tüm Kürtler için büyük acıdır. QSD’nin yada Efrîn’de direnmek isteyenlerin Efrîn’e geçme sorunu yoktur, olamaz. Önder Apo’nun komutasında gerillalar hiç bilmedikleri alanlara yüzlerce kilometre yürüyerek girmişlerdir. Kayalara, ağaçlara tutunmuşlar, aç kalmışlar, susuz kalmışlar ama mücadeleyi geliştirmişlerdir. Serhat’a, Dersim’e, Nurhak dağlarına, Karadeniz’e, her yere böyle gidilmiştir.
Gerilla ilk gittiğinde araziyi bilmiyor, halkla ilişkileri sınırlıdır; ama mücadele ederek, bedeller ödeyerek hem halk ilişkisini geliştirmiş, hem de coğrafyaya hakim olmuşlardır. Efrîn kurtuluş mücadelesinin QSD mi ya da Efrîn’in kurtuluşunu hedefleyen yeni askeri oluşumlar mı verir; bu oranın koşullarına bağlıdır. Yol, yöntem, araç zenginliği olur. Ama mutlaka direnişin bir gün gecikmeden geliştirilmesi gerekir. Efrîn ulusal namus ve onur haline gelmiştir. Efrîn’in kurtuluş mücadelesini geliştirme karşısında hiçbir engel ve gerekçe ileri sürülemez.
Tüm Kürdistan halkı Efrîn’de kurtuluş mücadelesini geliştirmeyi ve Efrîn’i özgürleştirmeyi beklemektedir. Dış güçlere kulak verme bir siyasi hastalıktır. Özgürlük güçleri içine sokulmuş bir fitnedir. Bu kadar kulağını şu ve bu gücün tutumuna verenler özgürlük mücadelesi geliştiremezler. Bu ne Önderlik tarzıdır ne de Özgürlük Hareketi’nin yaklaşımıdır. Özgürlük mücadelesini zayıflatan, ağacın kurdu gibi bir şeydir. Güç dengeleri mücadele yaratmaz, başarı getirmez; mücadele güç dengelerinden yararlanmayı sağlar.
Suriye rejimi başkanı birkaç gün önce, özellikle de Erdoğan’ın Suriye rejimi ile görüşmeye ilişkin yapmış olduğu açıklamadan sonra QSD güçlerini ve Kuzeydoğu Suriye yönetimini kapalı bir şekilde Amerika’nın ajanı olarak tanımladı ve tehdit etti. Acaba böyle bir rejimle uzlaşmanın koşulları ne kadar vardır? Kürtler ve Kuzeydoğu Suriye’deki tüm bileşenler bu parçalayıcı zihniyeti aşmak için diplomatik ve siyasi neler yapmalıdır?
Suriye devlet başkanının kafası bazı yönlerden karışık; bir taraftan Tayyip ve AKP iktidarının Suriye’ye ne kadar zarar verdiğini söylüyor, Suriye’den çekilmesini istiyor. Diğer taraftan Kürtler ve Kuzey Suriye halklarına yönelik gerçeklerle alakası olmayan değerlendirmeler yaparak AKP-MHP faşist iktidarı ile benzer bir duruma düşüyor. Herkes de biliyor ki, Kürtler ve Kuzey Suriye halkları DAİŞ’e ve El Nusra’ya karşı direnmeseydi mevcut Suriye iktidarı ayakta kalamazdı.
Kuzey Suriye bu güçlerin eline geçseydi Suriye düşmüş olurdu. Suriye’nin ayakta kalmasında Kürtler, Süryaniler ve Arapların Suriye’nin kuzeyini kontrol etmesinin belirleyici rolü vardır. Bunu görmemek inkarcılık olur; gerçekliği görmemek olur. Kuzey Suriye’deki demokratik sistemi ve siyasi duruşunu Suriye’nin birliği için çok önemli bir zemin görme yerine haksız ve yersiz suçlamalarla karşıtlaştırma Suriye halklarının çıkarına değildir.
ABD ajanı, demek gerçekliği tersyüz etmektir. Bu tür söylemler hegemonik anlayış, üstenci bir tanımlamadır. Bir halkı, bir toplumu ve onun siyasi temsilcilerini böyle değerlendirme uzlaşmayı, bir arada yaşamayı tahrip etmek olur. Suriye devlet yetkililerinin bu dili ve üslubu kullanmamaları gerekir. ABD Suriye’ye nasıl geldi, müdahil oldu bunu objektif değerlendirmeden doğru sonuçlar da çıkarılamaz, doğru çözümler de bulunamaz.
ÇETELERE KARŞI FEDAİCE SAVAŞAN KÜRTLERDİ
Suriye rejiminin hakimiyetini kaybettiği, DAİŞ ve El Nusra gibi çetelerin etkin hale geldiği bir dönemde ABD Suriye’deki savaşa müdahil oldu. Bu dönemde bu çeteler sadece Suriye’de değil, Avrupa başta olmak üzere dünyada sivil insanlara rastgele saldırıyordu. Birçok bombalamada yüzlerce sivil katledildi. Suriye bu tür saldırıların merkezi haline geldi. Bu durum karşısında sadece ABD değil 40 ülkenin içinde yer aldığı koalisyon kuruldu. Bu dönemde de bu çetelere karşı fedaice savaşan Kürtlerdi.
Kürtlerle ittifak içinde olan Asuri-Süryaniler ve Araplardı. Böylece DAİŞ’e karşı mücadelede koalisyon güçleri ile bir mücadele ortaklığı ortaya çıktı. Bu gerçekliğin bilinciyle hareket edilirse, Kürtlere ve Kuzey Suriye halklarına böyle yaklaşılırsa o zaman Suriye’deki mevcut iktidar ve Kuzey Suriye halkları Suriye’de demokratikleşme temelinde sorunlara çözüm bulurlar.
Mevcut rejim doğru yaklaşırsa tabi ki uzlaşma olur. Ortak nokta Suriye’nin birliği içinde çözüm aramadır. Rojava Devrimcileri ve Kuzey Suriye halkları Suriye’nin birliğini savunuyor. Bunun da demokratikleşme ile sağlanacağını söylüyorlar. Demokratik yaklaşım olmaz ve hegemonya peşinde olunursa uzlaşma zor olur. Suriye’nin birliği sağlanacak, bu da demokratikleşme ile olacaktır.
REJİM KENDİNİ GÜÇLÜ, KÜRTLERİ DE GÜÇSÜZ GÖRMEMELİDİR
Kürt halkının, farklı kimliklerin ve bölgelerin özerkliğinin sağlandığı yerel demokrasiye dayalı bir Suriye’de birlik güçlenecektir. Böyle bir Suriye’nin birliğini hiçbir güç sarsamaz. Böyle bir ülkede dış güçlerin etkisi olmaz. Suriye üzerindeki hiçbir plan ve proje başarılı olamaz. Demokratik olan bir ülke içte de dışta da güçlü olur. Demokratik olmayan ülkelerse içte zayıf olur; dışa karşı zayıf kalır. Bazı çevrelerin bilinçli olarak Kürtler devlet kurmak ve ayrılmak istiyor söylemleri bir ithamdır, suçlamadır.
Önder Apo Kürtlerin Suriye’nin birliği içinde çözüm aramalarını istemiştir. Biz de Kürt halkını ve Suriye halklarını bu yönde teşvik ediyoruz. Herkes bizim bu yönlü çabalarımıza güç vermelidir. Biz hem Suriye devletine hem de Kürtler başta olmak üzere tüm siyasi güçlere demokratik yaklaşımla Suriye’nin birliği içinde bir çözüm bulmaları çağrısı yapıyoruz. Mevcut Suriye rejimi kendini güçlü, Kürtleri de güçsüz görmemelidir.
Kürtler sıkışır gelir bana muhtaç kalırlar, gibi çok sığ bir yaklaşım içine girmemelidirler. Suriye’de kim güçlü olmak istiyorsa Kürtlerle uzlaşmak durumundadır. Şunu vurgulamalıyız; Kuzey Suriye halkları ve tüm Suriye halkı demokratik örgütlenmelerini güçlendirir, her bakımdan demokratik sistemlerini kurarlarsa her güç halkların bu iradesini dikkate almak zorunda kalır.
Bir süre önce MİT’in talimatıyla Suriye koalisyonu denilen çeteler ve onların Kürt tarafı olan ENKS, KDP Başkanı Mesud Barzani’nin misafiri oldular. Basında paylaşılan kimi bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla kendilerini QSD ve özerk yönetimin yerine alternatif olarak göstermek istedikleri görülüyor. Sizce KDP’nin bu çabaları ne kadar sonuç verir? KDP niye Kürtlerin birliğinden kaçıyor? KDP’nin bu yaptıkları siyasi süreci nasıl etkiler?
Kürdistan’ın her parçasındaki kazanımları korumak açısından Kürdistanlı tüm siyasi güçlerin sorumlu davranmaları gerekir. Kürdistan’ın bir parçasına yönelik tehditlere karşı tutum alınması gerekir. Rojava Devrimi Kürdistan’ın tüm parçalarını güçlendirmiştir. Başurê Kürdistan için de güç kaynağıdır. Kazanımların kalıcılaşması tüm parçalardaki mücadelenin güçlü olmasına bağlıdır. Şu bu devletle ilişki güvence olamaz; kazanımları kalıcı kılamaz.
Başurê Kürdistan’daki kazanımların güvencesi ve kalıcılığı da başta Bakurê Kürdistan olmak üzere diğer parçalardaki mücadelenin gücüne bağlıdır. Bu açıdan KDP’nin Rojava Devrimine yaklaşımı yanlış olmuştur. Sayın Mesut Barzani Rojava’da devrim olmamıştır, gibi talihsiz bir açıklama yapmıştır. KDP ENKS’nin Türkiye’ye dayanmasına karşı çıkmalıydı. ENKS’nin Türkiye ile birlikte Rojava Devrimine karşıtlık yapmasını KDP kabul etmemeliydi.
Yakın zamanda KDP’nin ENKS ile toplantılar yaptığını duyuyoruz. Başurê Kürdistan zemininde kalan bazı kaçkınlar ve hainler de Suriye’de Kürt düşmanı çetelerle Rojava Devrimine karşı birlikte hareket etmekteler. Hatta MİT’e ve Tayyip Erdoğan’a mektuplar yazarak kendilerine destek olunmasını istemişlerdir. Kürt düşmanları ile Kuzey Suriye’de Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmak istemekteler. Bunlar KDP alanında yapılmaktadır. KDP bu tür girişimlerde bilgi sahibidir. KDP’den cesaret almaktadırlar. KDP’nin böyle şeylere zemin olmaması lazım.
ENKS EFRÎN İŞGALİNE ORTAK OLDU AMA ŞİMDİ ONLAR DA TASFİYE EDİLİYOR
Rojava’ya bu düzeyde karşıtlık yapanlara destek vermesi KDP’ye bir şey kazandırmaz. KDP’nin Rojava Devrimine ve orada oluşan yönetime saygılı olması, hatta destek vermesi gerekir. Kuzey Suriye’deki özerk yönetim ENKS’nin serbest örgütlenebileceğini, özgür siyaset yapabileceğini kabul etti. Rojava yönetiminden izin almadan çalışabileceği kararına vardı. Bu önemli bir adımdı. ENKS’nin Rojava’da siyasal, toplumsal, kültürel yaşamda var olmasının önü açıldı. KDP’nin bunu desteklemesi gerekirdi. Ama bu yapılmadı. Aksine ENKS KDP’ye dayanarak karşıtlığını sürdürmede ısrar etti. Rojava Devrimi dağılmadığı müddetçe ENKS’nin bu yaklaşımlarıyla bir sonuç alması mümkün değildir.
Rojava halkı 10 bin şehit, bunun birkaç katı da yaralı verdi. 7 yıldır büyük bir mücadele yürüttü, birçok demokratik kurum oluşturdular, demokratik bir otorite yarattılar. ENKS’nin bunu aşması zordur. Rojava’ya hakim olmak için sadece Türk devletinin işgaline dayanabilirler; buna karşı da Kuzey Suriye halkları direnir. ENKS buna umut bağlamışsa bu başlı başına ihanet durumudur. Efrîn işgaline ortak oldular, ama şimdi onlar da tasfiye ediliyor.
Belki devrimin ilk yıllarında KDP kendi düşündüğü bazı projeleri gerçekleştirebilme umuduyla Rojava Devrimiyle ters düşmüş olabilir. Ancak 7 yıllık devrim ve önemli başarılar var. KDP’nin bunu görerek Rojava Devrimiyle dostluk içine girmesini umuyoruz. Rojava Devrimine destek Başurê Kürdistan’ı güçlendirir. Başurê Kürdistan’daki statüye güç kazandırır. Karşıtlaştırma, bizim dediğimiz gibi olsun yaklaşımları KDP’ye bir şey kazandırmıyor. KDP bugüne kadarki yaklaşımını değiştirse hem toplumda hem de Rojava’daki siyasi güç içinde bir etkisi olur. Biz bu çerçevede ilişkilenmesi ve etkide bulunmasına destek oluruz. Rojava ve Kuzey Suriye’deki yönetimin de buna açık olduğuna inanıyoruz.
Başurê Kürdistan halkı, Şêladizê şahsında KDP’nin yaptıklarına, YNK’nin Tevgera Azadi üzerindeki saldırılarına ve Türk faşizminin müdahalelerine karşı serhıldana kalktı. KDP bu konuda sizi suçlamaktadır. Başurê Kürdistan halkımız serhıldanı daha fazla genişletmek, KDP ve YNK’nin korkusunu üzerinden kaldırmak için neler yapmalıdır?
Biz yıllardır Türkiye’nin Başurê Kürdistan’ı işgaline karşı olduğumuzu ortaya koyduk. Başur halkının da bu işgale karşı çıkmasını istedik. Çünkü Türk askeri üsleri ve işgal Başurê Kürdistan’daki siyaset üzerinde de etki yapmaktadır. Bir tür siyasete ipotek koymaktadır. Referandum ve Kerkük krizi sırasında Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının tutumu Kürtler açısından onur kırıcıydı. Türkiye’nin bu tür tutumlarının bir dayanağı da Başur’daki askeri varlığıdır. Bu açıdan Başur halkının işgalci üslere karşı koyduğu tutumu doğru ve onurlu bulduk.
Başurê Kürdistan böyle işgali kabul etmeyen ve direnen bir halkla kazanımlarını korur ve geleceğe taşır. Halkın bu iradeli duruşunu kırmak, pasif bir karaktere zorlamak en başta da Başurê Kürdistan’daki kazanımlara zarar verir. Başurê Kürdistan halkı da politiktir. Türk devletinin nasıl bir Kürt düşmanı devlet olduğunun farkındadır. Bunu en somut biçimde referandum sırasında gördü. Başur halkı bölgesel yönetimin ve siyasi güçlerin böyle bir devletle referandum öncesinden daha sıkı bir ilişki içinde olmalarına anlam veremiyor.
Türk savaş uçaklarının saldırılarında sürekli siviller katlediliyor; ancak yönetim bunlara sessiz kalıyor. Kürt halkı bu sessizliğe de tepkilidir. KDP Türkiye devletiyle sıkı ekonomik ilişkiler içine girmiştir. Başur halkına ait ekonomik değerler esas olarak bu güçler tarafından paylaşılıyor. YNK’ye de biraz imkan tanınıyor. Başur halkının ekonomik değerleri de KDP tarafından siyasi güçleri kendi kontrollerine alma aracı haline getirilmiş.
TÜRKİYE KÜRT DÜŞMANLIĞINDA ÖNCÜDÜR
KDP’nin Kürt halkının çıkarına olmayan Türkiye ile ilişkiye şimdi YNK de dahil ediliyor. Son zamanlarda YNK’nin politikaları ve demokratik güçlere yaklaşımı bunun sonucudur. Türkiye ile ilişki ve bu temelde yürütülen politikalar tüm Kürtlere zarar veriyor. Çünkü AKP-MHP ittifakı sadece Bakurê Kürdistan’a değil tüm Kürtlere düşmandır. Türkiye Kürt düşmanlığında öncüdür. Bunu anlamamak gaflet içinde olmaktır.
Tayyip Erdoğan Kürdistan yok, Kürdistan diyenler Irak’a gitsin, Kürdistan orada, dedi. Eğer KDP ve YNK bundan da bir şey anlamamışlarsa Başurê Kürdistan içinde büyük tehlike var demektir. Kürdistan’ın en büyük parçasını yok sayan siyasi koşullar elverdiğinde Başurê Kürdistan’ı da ret edeceklerdir. Zaten Kuzey Irak’ta yaptığımız hatayı Kuzey Suriye’de yapmayacağız, dedikleri biliniyor. Yani fırsatını bulduklarında yaptıkları hatayı düzelteceklerdir. Kaldı ki, KDP ve YNK’nin Kürdistan’ın en büyük parçasını yok sayan bir siyasi güce tavır alması gerekmez mi? Sadece basında biraz haber yapmakla tutum gösterilmiş olmaz.
Başurê Kürdistan’da siyasi güçler Kürt düşmanlığında öncü Türkiye’ye tavır koyamıyorsa aydınlar, sanatçılar, sivil toplum örgütleri, başta gençler ve kadınlar olmak üzere Başurê Kürdistan halkı işgale ve Kürt düşmanı AKP-MHP faşist iktidarına tavır koymalı. Biz güçlü yurtsever duyguları olan Başurê Kürdistan halkının Başurê Kürdistan’ı her yönüyle ipotek altına almaya çalışan işgalci güçlere karşı çıkacağına inanıyoruz. Ne kadar baskı yapılırsa yapılsın Başur halkının işgalcilere karşı tepkisi ve direnişleri önlenemez.
Türk faşizmi 5 Nisan 2015’ten itibaren Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi ağırlaştırmıştır. Aynı zamanda Bakur ve tüm Kürdistan halkına karşı imha ve soykırım saldırılarını arttırmıştır. Şu anda bu faşist uygulamalara karşı Leyla Güven ve Nasır Yağız’ların öncülüğünde zindan direnişleri geliştirilmektedir. Bugünkü direniş ile 1982 direnişi ne kadar birbirine benzemektedir? Bu direniş özgürlük mücadelesinde nasıl bir aşamayı temsil edecektir?
Şu anda Türkiye’de AKP-MHP ittifakına dayalı Kürt düşmanı bir iktidar var. Hiçbir dönemde olmadığı kadar bir baskı ve zulüm düzeni kurmuştur. 3 Kürt bir araya geldiğinde saldırmaktadır. Sadece demokratik siyasetçileri değil; AKP iktidarına karşı mücadele içine gireceğini düşündükleri her Kürdü tutukluyorlar. Türkiye ve Kürdistan’da zindanlar Kürtlerle doldurulmuş durumda. Bakurê Kürdistan’da savaş Önder Apo’ya yönelik tecritle başlamıştır. Önder Apo üzerinde tecridin uygulanmasıyla birlikte Kürt halkı üzerinde baskı ve zulüm politikasına yönelmişlerdir.
7 Haziran 2015 seçim öncesi DAİŞ aracılığıyla Amed’te kalabalık içinde bomba patlatılmıştır. Daha sonra Suruç katliamı yapılmıştır. DAİŞ’in Kobanê’ye saldırması, yüzlerce insanımızı katletmesi de bu dönemdedir. 1 Kasım seçim öncesi 10 Ekim’de Ankara’da Barış Mitinginde bomba patlatılmış, yüzden fazla demokrat ve barış mücadelesi yürüten insanlar katledilmiştir. Şehirler yakılıp yıkılmıştır. Efrîn işgal edilmiştir. Önder Apo’ya tecrit ve saldırı bir Kürt soykırımına dönüştürülmüştür; Türkiye ve Ortadoğu’da demokrasi ve özgürlük güçlerini ezme saldırısına dönüşmüştür.
Bu gerçekliği gören Özgürlük Hareketimiz ‘Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim’ hamlesi başlatmıştır. Bu karardan habersiz olan Leyla Güven özgürlük mücadelesine yönelik saldırının İmralı’daki tecrit temelinde geliştirildiğini görerek süresiz-dönüşümsüz açlık grevine başlamıştır. Önder Apo zindan direnişçileri için en iyi onlar bizi ve süreci anlamışlardır, demiştir. Leyla Güven de Önderliğe bağlılığı ve güçlü yurtseverlik duygularıyla sürecin karakterini kavramış, bugün harekete geçme zamanıdır, diyerek bu hamlenin öncüsü haline gelmiştir. Bu tutumuyla Önder Apo’nun ve yaşamı uğruna ölecek kadar seven 14 Temmuz direnişçilerinin gerçek bir yoldaşı olduğunu ortaya koymuştur.
AKP-MHP ÖZGÜRLÜK HAREKETİNİ TASFİYE EDİP SOYKIRIM YAPMAK İSTİYOR
Bu direniş 14 Temmuz Büyük Ölün Orucuna çok benzemektedir. İşlevselliği ve oynadığı tarihi rol açısından 14 Temmuz karakterindedir. 14 Temmuz direnişi de özgürlük mücadelemizin en zor dönemden geçtiği bir zamanda gerçekleşmişti. 12 Eylül faşizmi saldırılarıyla sonuç almak istiyordu. PKK’yi zindanın betonlarına gömmek istiyordu. AKP-MHP faşizmi de her yerde Kürt halkını ve kazanımlarına saldırarak özgürlük mücadelesini tasfiye edip soykırımı tamamlamayı hedeflemektedir. Bu nedenle Önderlik üzerindeki tecridi ağırlaştırıp tüm Kürt halkı üzerinde tecrit uygulayıp amacına ulaşmak istemektedir.
Leyla Güven ve zindanlardaki arkadaşlar, Nasır Yağız, Avrupa’daki yoldaşlarımız saldırıyı başladığı yerde kırıp faşizmin saldırılarını püskürtmeyi hedeflemişlerdir. Nasıl ki 14 Temmuz direnişi büyük bir gerilla direnişi ve halk serhıldanlarını oraya çıkardıysa bu direniş de özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem başlatmıştır. Düşman ne kadar saldırırsa saldırsın bu direnişin önünde duramayacaktır. Tecrit kırılarak soykırımcı sömürgeci sistemin tüm hesapları yerle bir edilecektir.
Bu direniş Kürt halkındaki öfkeyi açığa çıkarmaktadır. Bu öfkeyi eylemselliğe dönüştürecek katalizör görevini görecektir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde zorlu dönemler böyle fedai direniş hamleleriyle aşılmış, özgürlük mücadelesi geliştirilmiştir. Zindanlarda gelişen büyük ve tarihi eylemler, Leyla Güven gibi kadın özgürlük ruhunun patlamasını yaşayan yoldaşlarımızın duruşları faşizmin saldırılarını püskürtecek, halk hareketlerini ortaya çıkaracaktır. Mevcut direniş böyle eylemleri ortaya çıkaracak büyük bir öfke ve mücadele enerjisi ortaya çıkmıştır. Bu durum örgütlü bir dokunuşla faşizmi yıkacak mücadele gücüne dönüşecektir. ‘Tecridi kıralım, faşizmi yıkalım, Kürdistan’ı özgürleştirelim’ hamlesi gelinen aşamadan sonra kesintisiz bir hal alacak ve hedeflerine mutlaka ulaşacaktır.
Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi ve Rojava Devrimi’nde Önder Apo’nun paradigması belirleyicidir. Sizce Önder Apo’nun paradigması Ortadoğu haritası üzerinde nasıl bir etki yaratacaktır? Bu konuda halen yerine getirmediği hangi görevler vardır?
Kuşkusuz Rojava Devriminde Önder Apo’nun rolü belirleyicidir. Önder Apo Ortadoğu’da kaldığı 20 yılda Rojava’ya büyük bir emek vermiştir. Toplumun değişmesi ve örgütlendirilmesinde çok büyük gelişme yaratmıştır. O koşullarda hiçbir kişi ve hareket bu düzeyde gelişme sağlayamazdı. Büyük gelişmeler sağlamıştır. Bu nedenle Rojava halkı yaşamlarını Önderlikten önce ve sonra olarak değerlendirmektedir. Önder Apo’nun bu büyük çabasına Rojava halkı karşılık vermiştir. Binlerce evladını gerilla olarak Özgürlük Hareketine kattığı gibi 20 yıl harekete maddi olarak da büyük destek vermiş ve korumuştur.
Eğer Önder Apo 20 yıl Ortadoğu’da kaldı; hareket bu koşullarda güçlendiyse bunda Rojava halkının da büyük desteği vardır. Bu nedenle Önder Apo İmralı’da yaptığı savunmalarda Rojava halkına ve Avrupa’daki halka şükranlarını sunmuştur. Gerçekten de Önder Apo’ya bağlanma ve Özgürlük Hareketinin parçası olma konusunda Rojava halkımızın özel bir yeri vardır. Suriye’de siyasi kriz başlar başlamaz Rojava halkının örgütlü toplum olarak bulundukları alanları kontrol etmesi Önder Apo’nun yaptığı çalışmaların sonucudur.
Önder Apo ve Özgürlük Hareketinin çalışmalarının yarattığı temel olmasaydı Rojava Devrimi kısa sürede gerçekleşmezdi. Bu yönüyle güçlü iç dinamiklere dayanan devrimdir. Önder Apo çizgisinde Özgürlük Hareketi içinde yetişen Rojavalı kadroların da bu devrimde önemli bir rolü olmuştur. Kuşkusuz başta Bakurê Kürdistan olmak üzere Kürdistan genelinde güçlü bir mücadele olmasaydı, Rojava Devrimi ne gelişir ne de bugünkü düzeyde güçlenebilirdi.
YENİ ZİHNİYET DEVRİMİ İLE ORTADOĞU’NUN KADERİ DEĞİŞECEKTİR
Rojava Devriminin bir rolü de Önder Apo’nun paradigmasını, ideolojik-siyasi çizgisini Suriye’den tüm Ortadoğu’ya taşırmaktı. Böyle bir zemin vardı. Ancak Rojava Devrimi bu sorumluluğunu yeterince yerine getirememiştir. Halbuki bu dönemde Ortadoğu halklarının en fazla da Önder Apo’nun ideolojik çizgisine ve paradigmasına ihtiyacı vardır. Önder Apo’nun iktidar, devlet, din, kadın, ulus, ekoloji, ekonomi çözümlemeleri Ortadoğu’da çıkmaz yaratan sorunları aştıracak düzeydedir. Ortadoğu halkları Önder Apo’nun çizgisine sarılırlar. Çünkü bu çizgide kendilerini ve sorunların çözümünü bulurlar.
Ortadoğu’nun kaderini Önder Apo’nun çizgisi değiştirecektir. Nasıl ki İslam’ın çıkışı Ortadoğu için bir devrim olmuşsa; Önder Apo’nun ortaya koydukları da Ortadoğu’da yeni bir dönem başlatacaktır. Yeni zihniyet ve vicdan devrimiyle Ortadoğu’nun kaderi değişecektir. Olaylara ve dünyaya bakışı değişecektir. Demokratik modernite çizgisinde Ortadoğu yeniden demokratik uygarlığın merkezi olmaya adım atacaktır. Önder Apo Kürdistan’daki kadın özgürlükçü demokratik devrimin etkisini ortaya koymak için şu veciz söylemde bulunmuştur; ‘Kürt teşisi dönecek Ortadoğu’yu demokratik uygarlığa kavuşturacaktır.’
Önder Apo’nun hem Kürt toplumunda hem de Ortadoğu’da daha iyi kavratılmasına ihtiyaç vardır. Demokratik modernitenin kanser gibi toplumu saran kapitalist moderniteyi aşması için Önder Apo’nun çizgisinin tüm boyutlarıyla tanıtılması gerekmektedir. Ortadoğu’nun kurtuluşu bundadır. Yoksa kapitalist modernite Ortadoğu’yu da çürütecektir. Önder Apo’nun çizgisi sadece Kürtler için değildir. Tüm Ortadoğu halkları içindir. Bu açıdan tüm Ortadoğu halklarının Önder Apo’yu kendi önderleri görmesi yönünde çalışma yapmak gerekmektedir.
Bölgeye müdahale eden güçler arasında bir süredir çekişme ve sorunlar yaşanmaktadır. Bazen sesler yükselmekte, bazen de silahlar çekilmektedir. DAİŞ terörüne karşı elde edilen başarı ile birlikte acaba hegemonya dengeleri nasıl olur?
Kuşkusuz Suriye’de ve Ortadoğu’da dış güçlerin etkileri vardır. Politik gelişmeleri etkilemede ve yönlendirmede rolleri bulunmaktadır. Ancak her şeyi buna göre ele almak, değerlendirmek yanlıştır. Sorularınızda da bu güçlerin rolünü çok fazla önemseme vardır. Bu yaklaşım yanlıştır. Tabi ki dış güçlerin politikaları bilinmelidir. Ona göre politikalar ve taktikler geliştirilmelidir. Ancak esas olarak toplum gücüne ve öz mücadeleye dayanmak gerekir. Bu kadar dışa kulak vermek toplum gücüne ve öz mücadeleye önem vermeme, hatta dışa dayanma durumunu, daha doğrusu gafletini yaratır.
Kuşkusuz Rojava’da özgüce dayanarak, büyük emekler verilerek ve bedeller ödenerek gelişme yaratıldı. Ancak dış güçlerin politikası nedir, bizim yönetimlerimiz nasıl bir diplomasi yapıyor biçiminde bir merakın ve diplomasiye çok fazla kulak verme biçiminde bir yanılgının var olduğu görülmektedir. Kuşkusuz şimdiye kadar vekalet savaşları yaşanıyordu. DAİŞ’i de, El Nusra’yı da çeşitli güçler besleyip savaştırıyordu. Yine bölge güçleri de savaşın içindeydi.
Şimdi ABD ve Rusya daha fazla önce çıktı. Yada böyle bir görüntü bulunmaktadır. Öte yandan gelinen aşamada Suriye yeniden şekillendirilmek isteniyor. Böyle olunca sadece dış güçler değil, bölge ülkeleri de Suriye’ye müdahale etmek istiyor. Suriye’nin alacağı yeni karakter bölgede etkisini hissettirecektir. Örneğin; Türkiye Suriye’nin demokratikleşmesini istemiyor. Suriye demokratikleşirse Türkiye’de faşist soykırımcı sömürgeci sistem zor ayakta kalır.
TC KENDİ ÇETELERİNİ ETKİLİ KILMAK İSTEYECEKTİR
DAİŞ’in yenilgisi bir yönüyle de bölgeye müdahale gerekçesini ortadan kaldıracağından bölge halklarının ve devrimci güçlerinin daha fazla rol oynama imkanları ortaya çıkacaktır. Belki dış güçler önde görülecektir. Ancak gelinen aşamada siyasi durumu sahada etkili olan yerel güçlerin konumu belirleyecektir. Bu açıdan Rojava Devrimi, Kuzey Suriye özerk yönetimi ve QSD’nin etkili olma imkanları artacaktır. Belki TC kendi çetelerini etkili kılmak isteyecektir. Ancak onların toplumsal karşılığı azdır; dış dayatmalar da onları etkili kılamaz.
DAİŞ’in yenilgiye uğratılmasından sonra Suriye’nin nasıl şekilleneceği mücadelesi öne çıkacaktır. Bu açıdan yoğun bir politik mücadele dönemi de başlayacaktır. İttifaklar yaratma bu dönemde çok önemlidir. Özellikle Suriye’de halklar arası ittifakı geliştirme temel güç dinamizmini ortaya çıkaracaktır. Bu iç ittifaklar yaratma daha belirleyici rol oynayabilir. Ancak Suriye’yi şekillendirme mücadelesinin de kısa sürede sonlanacağını sanmamak gerekir.
Bu mücadele zaman zaman güç gösterilerini de çatışmaları da ortaya çıkarır. Bu açıdan örgütlü toplum olmak, bu temelde özsavunma güçlerini güçlü tutmak da önemlidir. Bu açıdan dış güçler ne yapıyor, ne düşünüyor üzerine yoğunlaşmaktan çok devrimci demokratik güçlerin kendisini örgütlü kılmaları gerekir. Özgür irade, özgür ve demokratik yaşamda ısrar; bunun için her türlü politik ve askeri mücadeleyi göze almaları demokratik devrimci güçleri inisiyatifli kılacak ve gelişmelerde belirleyici rol oynayacaktır.
Suriye’ye müdahale eden ve içerideki taraflar (Amerika, Rusya, Avrupa, İran, Türkiye, QSD, Suriye rejimi) açısından DAİŞ çetelerinin yenilgisiyle kim ne kazandı, kim ne kaybetti?
DAİŞ çeteleri askeri ve siyasi olarak yenilgiye uğratıldı. Ancak toplumsal ve ideolojik güç olarak hala varlığını sürdüren bir yapı söz konusudur. Bu açıdan DAİŞ’e karşı mücadelede ideolojik konumu güçlü olan ve toplumu örgütleyenler daha avantajlı hale gelecektir. Böyle baktığımızda Rojava Devrimci güçlerinin, Kuzey Suriye özerk yönetiminin ve QSD güçlerinin konumu bugün her güçten daha güçlü konumdadır. Bu güçler etkili olduğunda DAİŞ’in ideolojik ve toplumsal temeli zayıflatılabilir. Bu gerçekliği görmek, bu özgüvenle politik duruş ve mücadele içinde olmak gerekir.
DAİŞ’in yenilgisinde kaybeden sadece Türkiye olmuştur. Türkiye dışında her güç kazanmıştır. Belki Rusya, İran ve Suriye koalisyon güçlerini ve QSD’yi uğraştırsın düşüncesiyle var olmasını bir dönem daha isteyebilirdi. İran DAİŞ’in Suriye’de meşgul olmasını isteyebilirdi. Ancak yenilgisinden Rusya da, Suriye de, İran da memnun olmuşlardır. Yenilgisinden rahatsız olan tek güç Türkiye olmuştur. Türkiye DAİŞ var olursa kendisine ihtiyaç duyulur hesabı ve beklentisi içindeydi.
DAİŞ Suriye’de askeri ve politik yenilgiye uğrasa da Türkiye’nin etkisindeki çeteler ve El Nusra DAİŞ’in farklı biçimleridir. DAİŞ Irak El Kaide’sinin kendisini yeni bir çizgi ve örgütlenmeye kavuşturmasıydı. El Nusra’da El Kaide’nin bir parçasıdır. Türkiye Irak El Kaide’siyle sürekli ilişki içindeydi. Bu açıdan Suriye’de hala DAİŞ’in türevi başka çete örgütlenmeleri vardır. Türkiye bu güçleri ABD ve koalisyon güçlerine ılımlı diye yutturmaya çalışsa da bu sponsorluk da tutmayacaktır. Rusya, Suriye ve İran çetelerin koruyucusu ve kollayıcısının Türkiye olduğunu biliyor. ABD’nin de Türkiye ile birlikte Fırat’ın batısında çetelerin durumunu Rusya ve Suriye’yi zorlamak için kullanmaktadır. Bu açıdan Fırat’ın batısında bu yönlü mücadele bir dönem daha sürecektir.
Amerika’nın Suriye’den çekilme kararından sonra, Amerika’nın başta Kürt Hareketi olmak üzere bölgeye yönelik askeri ve siyasi yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Amerika’nın Suriye’den çekileceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. ABD Suriye politikasında politika ve taktik değişikliğine gitmiştir. Yoksa Suriye üzerinde kendini etkin kılma, Suriye’nin şekillendirmesinde etkili olma stratejisinden vazgeçmemiştir. Sadece yeni bir politika ikame etme sürecindedir. Bu yeni politikasının ne olacağı, hangi araçlarla ve güçlerle yürüteceği konusunu iyi takip etmek gerekmektedir. Türkiye böyle bir politikanın parçası olmak istemektedir. Yapılan görüşmelerden bu anlaşılmaktadır.
ABD küresel ve bölgesel politika yapan bir güçtür. Bu açıdan bölgesel politikalarının ne olduğunu iyi öngörürsek Suriye politikasını da bu çerçevede daha doğru ele alabiliriz. Suriye’de şu anda en etkin güç Kuzey Suriye’deki özerk bölgelerdir. Diğer taraftan Ortadoğu ve Suriye’den söz ederken Arap ülkelerinin politikaları ve konumu da önemlidir. Öte yandan ABD ile köklü ilişkileri olan ve NATO üyesi Türkiye var. ABD bu üç temel etken çerçevesinde bir siyasi kombinezon yaratmaya çalışıyor. Ama bu güçlerin politikalarını uyuşturmak kolay değil.
Kürtler kesinlikle Türkiye’nin etkin olmasını istemeyeceklerdir. Çünkü Türkiye Kürtlere karşı bir savaş içindedir. Bakur’da soykırım yürütürken Kuzey Suriye’ye demokratik bir yaklaşım içinde olamaz. Öte yandan Arap ülkeleri de Türkiye’nin izlediği politikalardan rahatsızdır. Bu açıdan ABD’nin Türkiye yanlısı politika izlemesi kabul edilmeyecektir. ABD’nin Türkiye’yi Suriye politikalarının içine katma ve Kürt kazanımlarını sınırlama politikası yürütmesi mümkündür. Nitekim böyle bir çabanın olduğu görülmektedir. Bu açıdan Kürt halkının ve Kuzey Suriye halklarının bu konuda duyarlı olmaları gerekir. İki binden fazlası Arap 10 bin şehit verilen bir yerde tabi ki özgür ve demokratik yaşamda ısrarlı olacaklardır. ABD, Rusya, Suriye ve her gücün Kuzey Suriye’de kurulan bu demokratik yaşama saygı duyması gerekmektedir.
Sonuç olarak, bildiğiniz gibi Efrîn halkımız şu anda Şehba’da Efrîn’in özgürleştirilmesi umuduyla direnmektedir. Efrîn halkımıza neler söylemek ve nasıl tavsiyeler vermek istersiniz?
Efrîn şu anda sadece işgal altında değildir. Efrîn yüzde 90’ı Kürt olan bir şehirdi. Şimdi Kürtler azınlık haline getirilmiştir. Kürtsüzleştirme ve Kürt soykırımı gerçekleştirilmektedir. Çok az olan Kürt nüfusu ise bu soykırım için örtü olarak kullanılmaktadır. İnsan hakları örgütleri, uluslararası kuruluşlar zulüm ve baskı ile Kürtsüzleştirme politikası uygulandığını açıklamışlardır. Dünya’nın gözü önünde bir soykırım yapılmaktadır. Efrîn’deki durumu şimdi böyle değerlendirmek gerekir.
Bu işgale göz yumanlar bu soykırımın ortağı olmuşlardır. Sadece Rusya değil, ABD ve Avrupa da bu soykırımın ortağıdır. ABD Efrîn bizim olduğumuz alan değildir, diyerek Türkiye’nin işgalini cesaretlendirmiş ve teşvik etmişken; sıra İdlip’e geldiğinde Rusya ve rejimin askeri müdahalede bulunmasını engellemiştir. Bunu da göç olasılığına bağlamışlardır; sanki Efrîn’de yüzbinlerce Kürt yurtlarından sürülmemiş gibi.
Efrîn halkı yurtseverdir, topraklarına bağlıdır. Sadece işgale karşı 300’ü sivil bin şehit verdiler. Binlerce evlatları Bakurê Kürdistan özgürlük mücadelesinde yar almış, şehit düşmüştür. 20. yüzyılda Kürt yurtseverliğinin ve mücadele kişiliğinin sembolü olan Nuri Dersimi’nin mücadele kişiliği Efrîn yurtseverliğinin oluşmasında büyük etkisi olmuştur. Önder Apo da bu zeminde Efrîn’deki yurtseverliği güçlendirmiş, demokratik ve örgütlü bir toplum yaratmıştır.
GENÇLER EFRÎN’E SAHİP ÇIKMAK ZORUNDADIR
Nuri Dersimi soykırımcı sömürgeci Türk devletinden intikam alınmasını istemiştir. Efrîn işgali ile bu intikam duygusu kat be kat yüksek olmalıdır. Efrîn halkı hiçbir zaman mülteci konumda kalmamalıdır. Sürekli Efrîn’e dönüş üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bundan dolayı mücadelenin yükseltilmesi için her yol ve yöntemi denemelidir. Gençlerin Efrîn’in kurtuluşu dışında bir gündemi olmamalıdır.
Efrîn kurtuluş güçlerine katılarak Efrîn’de işgale karşı direnişi büyütmelidir. Efrîn işgal altındayken başka bir yaşam düşünülebilir mi? Anaların, ataların büyük bir emek vererek cennet vatan haline getirdikleri Efrîn sahipsiz bırakılamaz. Gençler sahip çıkmak zorundadır. Aileler de gençlerini bu direnişe katılması için teşvik etmelidir. Onurlu ve namuslu yaşam ancak böyle sağlanabilir.
Efrîn’in kurtuluşu her zaman bizim de gündemimizdedir. Orada gelişen direnişe her zaman en yüksek düzeyde destek vereceğimiz kesindir. Önder Apo da Efrîn’in özgürleştirilmesini istemektedir. Tüm şehitlerimizin ve Nuri Dersimi’nin çağrısı da budur.