HABER MERKEZİ
Ortadoğu’da yaşanan ve birçok ülkede iktidar değişimlerine yol açan 3. Dünya Savaşı’nın giderek doğuya doğru kayacağı, Ortadoğu’daki statükoculuğun jandarmalığını yapan Türkiye ve İran’a da ulaşacağı bilinen bir durumdu.
İran’a yönelik geliştirdiği son ambargo ile İran’ı doğrudan hedef aldığını açıklayan ABD, başta Irak olmak üzere İran’a komşu olan ülkelerde ve Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde İran’ı sınırlandırmaya, sınırları dışındaki etkinliğini zayıflatmaya ve bu şekilde İran’ın içini karıştırarak teslim almaya çalıştığı biliniyor.
Bu durumu kendisi için bir fırsat olarak gören Türkiye hem 3. Dünya Savaşı’nın kendi sınırlarının içine girmesini engellemek hem de Kürt halkına karşı geliştirdiği soykırım saldırılarına destek almak amacıyla ABD’nin İran’a karşı geliştirdiği konseptin tetikçiliğini üstlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak da başta Irak’ın Arap bölgesindeki aşiretler olmak üzere Güney Kürdistan’da ve Güney Kürdistan’da bulunan Rojhilatlı Kürt partileri arasında yoğun bir faaliyet içerisindedir.
Başkent Bağdat’ta Şii hakimiyeti ve İran’ın denetiminin çok güçlü olmasından dolayı bu çalışmayı rahatlıkla yürütemeyen MİT ve TC’ye bağlı çeşitli gruplar, KDP denetimindeki Hewlêr’i, Hewlêr’deki Türk konsolosluğunu merkez olarak kullanmaktadır.
Tüm bu çalışmalar doğrudan TC’nin Hewlêr Konsolosu ile istihbaratçı konsolosluk kadroları (konsolos yardımcısı dahil) tarafından koordine edilmekte, sonuçları da yine bu kişiler tarafından doğrudan faşist diktatör Erdoğan’a aktarılmaktadır.
Bölgedeki siyasi gözlemciler Türk MİT’i ve Hewlêr konsolosluk yetkililerinin özellikle de Ninova Vilayeti çevresinde yoğunca faaliyet yürüttüğünü, başta Türkmenler olmak üzere bazı Sünni Arap ve Kürt aşiretleriyle ilişkiler geliştirdiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin bu bölgelerde Türkmenleri silahlandırdığını, özellikle de Irak Türkmen Cephesi’ne bağlı Türkmen grupları Türkiye’ye götürüp askeri (gayri nizami harp, suikast ve sabotaj) eğitimler verdiğini, eğittiği grupları silah ve cephane ile donatarak ve maaşa bağlayarak tekrar bölgelerine gönderdiğini aktarmaktadır.
MİT’e bağlı istihbaratçılar ile yine MİT’e bağlı özel birliklerin (asker kökenli) kimi Sünni Arap ve Kürt aşiretleriyle yaptığı görüşmelerde Haşdi Şaibi ve İran’ın bölgedeki etkinliğini sınırlayacak örgütlemeler geliştirdiği, bunların Türkmenlere yakın durmalarını tembihlediği söylenmektedir. Hatta bazılarının Haşdi Şaibi’ye katılıp Haşdi Şaibi içerisinde Haşdi Şaibi ve İran’a karşıt faaliyetler yürütmelerini söylediği ifade edilmektedir.
Benzer kaynaklar Türkiye’nin KDP, YNK ve kimi Kürt aşiretler aracılığıyla Rojhilatlı partiler üzerinde yoğunlaştığı, Hewlêr’de KDP istihbaratı Parastin’a bağlı bir otelde kimi Rojhilatlı partilerin sorumlularıyla görüşmeler yaptığı, görüşmelerde İran’a karşı savaşmaları halinde para, lojistik ve cephane yardımında bulunacağı sözünü verdiği belirtiliyor. MİT’in Sünni Arap aşiret ve güçleri üzerinden ise İran’daki sünni Arap ve Beluci örgütlerle, güçlerle de ilişki geliştirmeye çalıştığı, bu konuda bazı sonuçlar da aldığı ifade ediliyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında İran’ın Güneydoğusunda yer alan Belucistan-Sistan Eyaleti’nin önemli bir şehri olan Çabahar’da geçtiğimiz günlerde bir polis noktasına yapılan bombalı saldırıda Türk MİT’inin bu faaliyetlerinin ne kadar rolünün olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Umman Körfezi’ne bakan ve limanı İran tarafından serbest bölge olarak ilan edilen bu kent kuşkusuz daha önceleri de benzer saldırılara tanık olmuş, yapılan saldırılar Sünni Cundullah örgütü ile ilişkilendirilmişti. Türk MİT’inin Irak’ın Ninova vilayetindeki Sünni Arap aşiretleri aracılığıyla görüştüğü İranlı sünni örgütler arasında Cundullah örgütünün olup olmadığına dair herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, Türkiye’nin bu saldırıyı kınamaması, bu ve benzer saldırılara karşı ciddi bir tutum takınmaması dikkat çekmektedir. ABD’nin İran politikasında tetikçiliği kabul eden TC ve faşist diktatör Erdoğan, ABD’nin PKK’nin 3 üst düzey yöneticisi hakkında aldığı yakalama-imha etme kararına bu şekilde bir jest yapmış olabileceği bölgedeki birçok siyasi gözlemcinin hemfikir olduğu bir konudur.
Türkiye İran’a karşı içine girdiği tetikçilik rolünü gizlemek ve olabilirse eğer Kürtlere karşı soykırım saldırılarında İran’ın da desteğini almak için ise maskeli diplomasiyi devreye koymakta, İran ile ilişkilerini sıcakmış gibi göstermekte, İran’a karşı ikiyüzlü davranmakta, aldatmayı esas almaktadır.
Bu anlamda Türk meclisi başkanı ve düşük profilli eski başbakan Binali Yıldırım İran’daki meclis başkanları toplantısına katılmış, İran ile ortak tarih, dostluk, çıkar vs. gibi hikayeler anlatmıştır.
Bu hikayelere ve karşılarında takınılan ikiyüzlüce tutuma İranlı yetkililerin ne kadar inanıp kandığını bilmiyorum, ancak İran’a karşı olası bir dış müdahale ve saldırıda Türkiye’nin çok tehlikeli bir rol oynayacağının İranlılar tarafından da bilindiğine inanıyorum.
Bu konuda İran’ın Türkiye’yi frenleme, dengeleme ve eğer olabiliyorsa yanına çekme amacıyla geliştirdiği yaklaşım ve politikaların sorunlu olduğunu, tarihsel ve reel politik gerçeklikle bağdaşmadığını düşünüyorum.
Bunun kimi nedenleri vardır; birincisi, Türkiye (Osmanlı) ile İran tarih boyunca sürekli bölge üzerinde egemenlik savaşı ve çatışması yaşayan, bu anlamda iktidar çıkarları birbiriyle çelişen, bölge ve dünya vizyonları farklı olan, birinin güçlenmesinin ancak diğerinin zayıflamasıyla mümkün olduğu iki statükocu devlettir. Her iki devlet de tüm tarihsel süreçlerde birbirlerinin aleyhine çalışmaktan asla vazgeçmemiş, düşmanımın düşmanı dostumdur politikası gereği birbirlerinin karşıtlarını desteklemiştir. Hatta Türkiye NATO üyesi ve ABD çizgisinde iken; İran, 1979’da gerçekleştirdiği İslam devriminden sonra Sovyetlere yakın durmuştur.
İkincisi; her ne kadar Erdoğan faşist iktidarı kimi konularda ABD, İsrail ve batı dünyası ile sorunlar yaşasa da ABD-İsrail ve Batılı güçlerden, daha doğrusu NATO’dan uzaklaşmaz, uzaklaşmayı istemez. Çünkü bu sayede ayakta durduğunu biliyor ve bundan sonra da ayakta kalmanın yolunun NATO üyeliğinden geçtiğini düşünüyor. Böylesi bir durumda ABD ve İsrail’in İran’ı hedeflemesi koşullarında İran’a yakın veya tarafsız bir tutum takınmasını beklemek saflık olur.
Üçüncüsü Rusya, İran ve Türkiye arasında son dönemlerde gelişen ortak hareket etme durumunun İran’ın aleyhine geliştiği ortadadır. Türkiye’yi ABD-NATO’dan uzaklaştırmak ve aralarındaki çelişkileri arttırmak amacını taşıyan Rusya’nın kimi konularda, özellikle de Suriye’de İran’ı ikinci plana ittiği, geriletme tutumu içine girdiği açıktır. Bunda Türkiye’nin Suriye’de İran ile karşı karşıya gelmek istememesinin ve bölgesel iktidar mücadelesinde İran’ın önüne geçme amacının olduğu rahatlıkla görülebilir. Bunun bir sonucu olarak Suriye ordusu ve başta istihbarat olmak üzere Esad rejimine bağlı önemli kurumlardaki İran yanlısı kişi ve çevrelerin tasfiye edildiği konuşuluyor.
Bu tasfiye edilen kişilerin bazıları tutuklanırken bazılarının ise ya görevden ayrılmaya ya da ülke dışına çıkmaya zorlandığı ifade ediliyor. Beşar Esad’ın görünürde iktidarda olsa da hiç bir gücünün bulunmadığı, her şeyin Ruslar tarafından belirlendiği Suriye siyasetini takip eden birçok kişi tarafından dile getirilmektedir.
İran yanlısı kişilerin tasfiye edilmesi konusunda Beşar Esad’ın İran ile karşı karşıya gelmekten çekinmesi nedeniyle bunun Esma Esad’a yaptırıldığı, Esma Esad’ın da kendisine yakın olan kimi muhaberat (Suriye istihbarat örgütü) üyelerini bu işle görevlendirdiği söylenmektedir.
Durum bu iken İran’ın Türkiye’yi frenleme, dengeleme ve eğer olabiliyorsa yanına çekme amacıyla geliştirdiği politikaların sonuç vermeyeceği açıktır.
Bu nedenle İran’ın Türkiye’yi özellikle Suriye ve Irak’ta güçlendirecek adımlar atması kendisini her açıdan tehlikelerle yüz yüze getirecektir. İran tarihteTürklere verdiği tavizler sonrası karşı karşıya kaldığı durumlardan ders çıkarmış mıdır, bekleyip göreceğiz!
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi/Ulaş Arslan