HABER MERKEZİ – Her şeyin bir sonu var. O, ideolojisini bunun üzerine kuruyor ve her şeyin bir sonunu getirerek varlığını sürdürüyor. Onun görevi her şeye bir son bulmak. Bunu her zaman bir yenisini yaratarak yapıyor. Senin, benim, her şeyin bir yenisi her an yaratılıyor. Birisi var olduğu an diğeri son buluyor. Ve biz insanlar durmadan yeninin peşinden koşuyoruz. Birine ulaştığımız an diğerini öldürüyoruz. Ve hızla onu da geride bırakıp ileridekine koşuyoruz. Ve yaşamımıza seri cinayetler ekleniyor. Ve gün geliyor biz bu cinayetler içinde kendimizi de vuruyoruz. Ve bir bakıyoruz ki ardımızda hayallerimiz, özlemlerimiz, aşklarımız kanlar içinde yatıyor. Her şeyin hızla eskidiği acımasız bir dünyada yaşıyoruz ve her an vurulabiliriz. Kimsenin bir başkasını kendi hayatında taşımaya tahammülü yok. Kimsenin kalbini sonsuza kadar açacak gücü yok. Herkesin kalbi ancak kendisinin sığacağı büyüklükte. Hiçbir yüze, hiçbir ilişkiye sonsuza kadar yer yok. Her şey tadımlık, her şey denemelik, Her şey sınırlı… Her şey sonlu… Zağroslar daki bu yalnız ağacın altında bu acımasız gerçek için döküyorum gözyaşlarımı ve o sınırsız ilişkiyi görebilmek için bakıyorum uzaklara.
Bizlere dağlarda ilk olarak bu gerçeğe bakabilmek öğretildi. Yüzümüzü korkunç olana çevirmek ve gözümüzü kırpmadan bakmak anlatıldı. Gözyaşı dökmemizi kimse istemedi ama bizler her yalnız kaldığımızda kendi gerçekliğimize gözyaşı döktük. Vurulduğumuz anlara ve işlediğimiz cinayetlere ağladık ve kalıcı olanı, sürekli olanı nasıl yaratacağımızı sorduk birbirimize. Bu Mayıs gün batımında yeni bir yolculuğa çıkıyorum. Bir mekândan ayrılıp bir başka mekana yol alıyorum. Kalbimde ayrılıkları büyük buluşmalara dönüştürme istemi yatıyor. Bizim büyük sevmeleri öğrenecek bir ülkemiz olmadı. Ama bize verilmiş olanı da hiçbir zaman benimsemedik. Yüzlerce yıldır süregelen bu ilişki biçimini bir türlü kabullenemedik. Onda bize ters gelen bir şeyler olduğunu her zaman hissettik ama henüz değiştiremedik. Ayrılıyorum, bir mekandan bir başka mekana geçiyorum. Bir topluluktan bir başka topluluğa… Birini bırakıp bir diğerine uzanıyorum. Kalbimde büyük kavuşma istemi yatıyor. Bir çelişki sanılır belki, kişi bir şeyden hem ayrılıp hem kavuşabilir mi? diye sorulabilir. Bunun çok zor olduğunun farkındayım. Nesneleri, insanları ve ilişkileri tüketmek üzerine kurulmuş bir sistemin insanları olan bizlerin bir ilişkiyi ilk anki tazeliği ile taşıması, bir insanı ilk anki heyecanı ile sevmesi kolay mı sanıyorsunuz. Ve ben bu akşam üzeri bu ağacın altında bu gerçeğe gözyaşı döküyorum. Her ayrılık gözyaşıdır benim için. Kendimi içine bıraktığım bir sınama biçimidir. Asıl olan ayrılıp uzağa gidebilmektir. Bir mekandan, bir ilişkiden, bir insandan ayrılmak güç ister. Onu gideceğin uzaklarda güzelleştirmek ve sınırsızlaştırmak daha büyük bir güç ister. Bizler her bahar ayrılmaları yaratarak hem kendimizi, hem de sevgilerimizi sınarız. Günün son ışıkları gözyaşlarımdan geçerek ulaşıyor gözlerime ve aynı zamanda uzak dağ doruklarına vuruyor. Şu an bir tek gün ışığı hem çok uzaklarda, hem de çok yakında olabiliyor. Ve anlıyorum ki bir tek ışık aynı anda ve her yerde olabiliyor. O her şeye aynı anda dokunarak her şeyi bir birine bağlayabiliyor. Ve yine anlıyorum ki, kavuşmak istediğimiz her şey için, özlemlerimiz, hayallerimiz ve aşklarımız için ışık gerekiyor. Bizler kalplerimizi ellerimize alıp ışığa uzatabilmeliyiz ki, her şeye dokunan ışık kalplerimizi her şeye kavuşturabilsin Bizler, sevginin sınırsızlığının gözlerimizdeki o cam damlası ve uzak dağları birbirine kavuşturan ışıkta saklı olduğu bir coğrafyada yaşamaktayız.
Kalbimdeki İz… Çığ altından kurtulduk.. Ama kimse bize inanmıyor. Yüzümdeki yara izleri arkadaşlara biraz inanılır gibi geliyor ama yine de çığ altında kendi başımıza çıkmış olduğumuza kimse ihtimal vermiyor. İlk anda bütün arkadaşlara başımıza gelenleri anlatamaya çalıştık. Ama artık vazgeçmiş durumdayız. Bu bize olan güvensizliklerinden değil, çığın ne kadar büyük bir felaket olduğunu bildiklerindendir. Ertesi gün çığın düştüğü yere gidip baktık. Nasıl kurtulmuş olduğumuza biz de inanamadık. Arkadaşlar nasıl inansınlar. Bir tek aynaya baktığım anlar gerçekten çığ altından çıktığımı hissediyorum. Yüzüme çarpanın ne olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum. Ya bir kaya, yada bir buz parçasıydı… Şimdi anlımın orta yerinde koca bir iz durmakta… Belki de Abdullah arkadaştan sonra o gecenin tek tanığı bu iz oluyor. Üzerimize çığın düştüğü o hain boğazı izlerken, çığ altındayken
hissettiklerimi düşünmeye başladım. Belki şuan burada bu yazıyı yazıyor olmayacaktım. Belki o anda da bunu hissetmiştim. Sadece bir fotoğraf gibi gözümün önünden geçip gittiğini hatırlıyorum. İnsan hiç bir şeyi ertelememeli. Hele burası oluşmaya çalışan, var olmaya çalışan Kürdistan gibi bir ülkeyse hiç bir şey ertelenmemeliydi. Çığ altındayken bunu hissetmiştim. O an farkında bile değildim. Var gücümle kurtulmak için çırpınırken bana güç veren his buydu. O kadar çok şeyi yarım bırakmıştım ki… Bu bir şeylere sahip olmanın yarım kalmışlığı değildir. Eğer öyle olsaydı hiç bir zaman tamamlanamayacağının farkındayım. Hiç bir zaman insan her şeye sahip olamaz… Bu, üzerinde yaşadığım topraklara ve sevdiğim insanlara karşı yarım kalmanın acısıydı. Ah! Yapabilecekken ne çok şeyi yapmamış, içimdeki sevgiyi ne çok esirgemiştim. Neredeyse bütün sevgimi çığ altında kendimle birlikte götürecektim. Aynı gece bir başka yerde Dr. Seyit kaybolmuş. Üç gün geçti hala bir haber alınamadı. Biz o gece çığ altında yaşam mücadelesi verirken, o da bir başka yerde yaşam mücadelesi veriyormuş. Biz dönüp arkadaşlara ulaşmayı başardık. Seyit hala gelmedi… Kaç gündür Seyit in neler yaşadığını düşünüyorum. Aynı gece bir birine çok yakın şeyler yaşadık. Seyit fırtına içinde kaybolurken neler düşünüyordu acaba… O gece kendi yaşadıklarımın ona çok uzak olmadığını düşünüyorum. Seyit i anlamaya çalışırken ancak kendimi göz önüne getirebiliyorum. O gece aramızda çok uzun mesafeler olsa da birbirimize çok yakın olduğumuza eminim. Seyit dönseydi oturup konuşurduk. Seyit son anlarını nasıl geçirdi… Kar içinde nasıl boğuştu… Ayakları ağırlaşır, elleri buz tutarken kalbinden hangi uzak sevgiliye söylenmemiş sözler geçiyordu. Kar yığınları üzerine dökülürken en çok neye üzülüyordu…ve kurtulsaydı, geri dönmeyi başarsaydı acaba en çok yapmak istediği şey ne olacaktı… Kar içinde çırpınırken, özür dilemeye karar verdim. Kendimden, senden ve bütün bir ülkeden özür dilemek için var gücümle boğuştum. Buna da kimse inanmayacak… Nasıl ki çığ altına girdiğime kimse inanmıyorsa, bütün her şeyimle önünde eğilip özür dilemek istediğime de kimse inanmayacak…
Ş. Halil Dağ