HABER MERKEZİ – KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Medya Haber TV’de yayınlanan Özel Program’da gündemdeki konuları değerlendirdi. Hozat ile yapılan söyleşinin ilk bölümü şöyle:
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit devam ediyor. CPT’nin de son İmralı ziyaretine ilişkin bir açıklaması oldu. Kürt halkı ve dostlara tecrite yönelik dünyanın her yerinde tepki gösterdi. Siz tecridi ve buna yönelik eylemleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Önder Apo’nun direnişini selamlıyorum. 24 yıldır görkemli bir direniş sergiliyor. Önder Apo’ya yönelik çok yönlü bir savaş yürütülüyor. İmralı bir işkence sistemidir. Bu son 5-6 yıllık bir tecrit değildir, 24 yıldır çok korkunç bir tecrit, baskı ve işkence var İmralı’da. Bu uygulamanın içerisinde CPT de, AB, Avrupa Konseyi ve AİHM de var. Baştan beri iki yüzlü bir politika içerisindeler. İmralı’da olup biten her şeyi biliyorlar. Kendileri İmralı’nın sorumlularıdır. İmralı bir uluslararası sistemdir. Sistemi kuran ABD, İngiltere, Almanya’dır. Genel olarak batı ülkeleri bu sistemden sorumludur. Önderliğimizi ABD, İngiltere ve Mossad yakalayıp Türkiye’ye teslim etti. Türkiye’ye de gardiyanlık rolü verildi. Türkiye de İmralı’da bir işkence sistemi uyguluyor. İmralı şahsında da tüm Kürt toplumunu, Türkiye toplumunu işkence ve baskı sistemi altına almış durumda.
İmralı’da uygulanan tam bir faşizmdir ve tüm Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya yayılmış durumda. İmralı’da ne olup bittiğini uluslararası güçlerin hepsi de biliyor. Geçtiğimiz günlerde de CPT İmralı’yı ziyaret etti ve 6 ay sonra rapor açıklayacağız dedi. Neden 6 ay sonra açıklıyorsunuz? Bir 6 sonra da Türkiye’den izah isteyecek. Etti 1 yıl. Giderek bu süreyi uzatıyorlar. Zaten 2 yıla aşkındır sürekli disiplin cezaları verdiklerinden bahsediyorlar, Avukatların ve ailelerin İmralı’ya gitmesine izin vermiyorlar. Disiplin cezaları uluslararası kanunları uygulamamak için çok bilinçli, planlı bir politikadır. Bu uluslararası güçlerin bilgisi ve onayı dahilinde geliştiriliyor. Dolayısıyla bir uluslararası politikadır.
Halkımız buna karşı yıllardır çok güçlü protestolar geliştiriyor, tepkiler ortaya koyuyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü tüm dünya halklarının gündemine girdi. Ciddi bir talep haline geldi. Bu daha güçlü bir biçimde devam etmelidir. Uluslararası güçler üzerinde çok ciddi bir baskı oluşturmazsak dostları da, demokratik kamuoyunu da, tüm sivil toplum örgütlerini de buna dahil etmezsek ve ciddi bir tepki oluşturmazsak bunların iki yüzlü politikaları devam eder. Türkiye de bu politikaya dayanarak İmralı merkezli bu soykırım savaşını Kürtler üzerinde yürümeyi sürdürür. Batının bu iki yüzlü politikası bir bakıma Kürtlere yönelik soykırım politikasına da onay vermek demektir. Önderlik üzerinde uygulanan politikalar, Kürtlere yönelik bu soykırım politikalarından bağımsız değil. Bu politikalar İmralı’dan tüm Kürdistan’a ve topluma yayılıyor. Önder Apo bir halkın lideridir, milyonlar onu iradesi olarak kabul ediyor. Sadece Kürtler değil, demokratik Türkiye toplumu da, Ortadoğu halkları da, kadınlar da Önder Apo’yu liderleri olarak kabul ediyor.
Şundan bundan beklenti içerisine girerek Önder Apo’yu fiziki olarak özgürleştiremeyiz
Tecride karşı bizim de güçlü mücadele etmemiz lazım. Gemlik yürüyüşü önemliydi. Ortadoğu’da, Avrupa’da avukatlar açıklamalar yaptı, başvuru talepleri oldu bunlar önemlidir daha da güçlü yürütmemiz gerekiyor bu çalışmaları. Yine İtalya’da verilen konser önemliydi. Önder Apo’ya herkesin sahip çıkması gerekiyor. Çünkü Rêber Apo insanlık değerleri adına tutsaktır. Önder Apo’nun verdiği mücadele halkları bilinçlendiriyor, iradeli hale getiriyor, insanlığın gözünü açıyor. Bundan dolayı Önderliğin düşüncelerinden, bir sözünün dışarıya çıkmasından, topluma yansımasından korkuyorlar. Çünkü her bir sözcüğünün toplumda ciddi bir aydınlanma, uyanış, diriliş, direniş yarattığını biliyorlar. Bu da iktidarlarını sarsıyor, sistemi sarsıyor, moderniteyi dağıtıyor. Bundan dolayı hepsi el birliği yapmış ve bu baskı-işkence sistemini İmralı’da uyguluyorlar.
Bu yüzden Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için yürütülen bu mücadeleyi güçlendirerek yürütmemiz gerekiyor. Avrupa Konseyi de tiyatro oynuyor. Bu umut hakkı için de Türkiye’ye şöyle bir inisiyatif vermişler. 24-25 yıl dolduktan sonra Abdullah Öcalan’ın durumuna bakarsınız iyi hal durumu gösteriyorsa belki, göstermiyorsa uygulanmayabilir, demişler. O yüzden Türkiye iki yılı aşkındır bilinçli bir şekilde disiplin cezaları veriyor. Bununla iyi hal durumu göstermiyor demek istiyorlar. Umut hakkını Önderliğe uygulamamak için meşru zemini bu disiplin cezaları ile oluşturmaya çalışıyorlar. Karşılıklı böyle kirli bir politika yürütüyorlar.
Halkımız şimdiye kadar bu konsepti nasıl boşa çıkardıysa bundan sonra da mücadelemizle yine boşa çıkarabilir, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlayabilir, Kürtlere dönük soykırım planını da tamamen tasfiye edebilir. Bu mücadele ile olur, şundan bundan beklenti içerisine girerek Önder Apo’yu fiziki olarak özgürleştiremeyiz, Kürt soykırım planını ortadan kaldıramayız. Bütün bunları ancak mücadele ile boşa çıkaracağız. O yüzden başta Bakur’da, Türkiye’de, 4 parça Kürdistan’da ve ülke dışında her alanda Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için güçlü bir mücadele geliştirmeliyiz.
Topyekun bir direniş geliştiremezsek bu süreç bunu kaldırmaz
İki yılı aşkındır “Dem dema azadiyê ye” ekseninde güçlü bir mücadele yürütüldü. En temel ayağını da şu an gerilla yürütüyor. Halkımızın da önemli bir direnişi söz konusu ama yetersizdir, kesintiye uğruyor, belli bir süreden sonra rutinleşiyor, normalleşiyor. Böyle olmaması lazım. Faşist Türk devleti açısından nasıl varlık yokluk süreciyse, Kürt halkı açısından da tarihi bir anlam taşıyor. Çünkü bölgede eski dengeler yıkıldı, 21. yüzyılın siyasi dengeleri yıkıldı, sistemleri dağıldı, yeniden sistem dizayn ediliyor, bölgede 3. Dünya savaş koşullarında 21. yüzyılın dengeleri yeniden oluşuyor, Türk devleti bu 21. yüzyılda Kürtlerin siyasi statü kazanmaması için topyekun bir savaş ve soykırım politikaları yürütüyor. Fiziki, kültürel, ekolojik, ekonomik her yönü ile bir soykırım siyaseti var. Buna karşı topyekun bir direniş geliştiremezsek bu süreç bunu kaldırmaz. Bunun aşılması gerekiyor.
Önder Apo’nun Türkiye’nin demokratikleşmesine dönük onlarca yıldır görkemli bir mücadelesi var ve bunun bedelini ödüyor. İmralı’da olmasının temel nedenlerinden biri Türkiye’yi demokratikleştirmeye dönük verdiği mücadelenin sonucudur. Yani Türk egemenleri, Türkiye’nin demokratikleşmesini, özgürleşmesini istemiyorlar. Demokratik bir cumhuriyet, demokratik bir devlet istemiyorlar. Kürt sorununun demokratik bir temelde çözülmesini istemiyorlar. Çünkü Kürt sorununun çözümsüzlüğü üzerinden halkları birbirine düşürerek, çatıştırarak, düşmanlaştırarak, ırkçı milliyetçiliği geliştirerek kendilerini iktidarda tutuyorlar.
Önderliğin ve Kürt halkının yıllardır verdiği mücadele Türkiye’de çok ciddi bir gelişme düzeyi ortaya çıkardı. Demokrasi güçlerine cesaret verdi, irade, özgüven kazandırdı. Önderlik bu mücadeleyi 24 yıldır İmralı’da da veriyor. Önderliğin İmralı’da verdiği Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesidir, özgürlük mücadelesidir. Demokrasi direnişidir. AKP-MHP faşizmi ve burjuva muhalefeti de istemiyor bunu. Türkiye’de anti demokratik kanunlarla yıllardır kendilerini iktidarda tutuyorlar. Bu yüzden önderliği herkesin sahiplenmesi lazım. Çünkü Önder Apo herkesin özgürleşmesi için mücadele ediyor. Türkiye toplumunun da, demokrasi güçlerinin de, aydınlarının, sanatçılarının da, siyasetçilerinin de Önder Apo’yu en güçlü biçimde sahiplenmesi gerekiyor. Önder Apo’nun verdiği mücadele her yönü ile haklı ve meşrudur. Herkesin de bu mücadeleye güçlü biçimde katılması gerekiyor.
HPG BİM 6 aylık savaş bilançosunu açıkladı. Bir sonraki gün de kimyasal silahla katledilen 17 gerillanın kimlik bilgileri açıklandı. Savaşın vahşetini, insanlık suçunu gösteren görüntülerdi. Gerilla direnişinin bir de toplumsal alana yansıması oluyor. Bu anlamda gerilla direnişini ve toplumsal alana yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
6 ayı aşan muhteşem bir mücadele var. Korkunç bir savaş var. Faşist Türk hiçbir uluslararası hukuk tanımıyor. Türk devleti Avrupa Konseyi içerisinde yer alıyor, BM üyesidir. Birçok uluslararası sözleşmelere imza atmış. Bu sözleşmelerde kimyasal silahların tümü yasaklanmış ama Türk devleti sözleşmelere imza atmasına rağmen savaş hukuku dışında her türlü uygulamayı yapıyor. Ne Avrupa Konseyi’nin sesi çıkıyor, ne BM’nin sesi çıkıyor, ne AB’nin, ne sözde demokrasi havarisi kesilen ABD’nin sesi çıkıyor. Türk devleti böyle hukuk dışı, insanlık dışı bir savaş yürütüyor, insanlık suçu işliyor. Ama kimsenin sesi çıkmıyor. Son derece iki yüzlü, ekonomik, siyasi çıkarlara dayalı bir tutum içerisindeler. Bu güçlerin tutumunu lanetliyorum, kınıyorum.
Dünyanın gözü önünde Kürt çocukları kimyasal gazlarla grup grup şehit düşürülecek ve ses çıkarmayacaklar. Bu kadar veri var, ispat var, görüntü var, her gazın niteliğine ilişkin bu kadar belge var. OPCW’ye de götürüldü; sözde bunlar da kimyasal silahlara karşı mücadele yürüten uluslararası bir kuruluş. Bir tutum, tavır yok. Herkes Kürtlerin soykırımını izliyor, sessiz kalıyor, bir bakıma dahil oluyor. Kendileri de insanlık suçu işliyor. Bu açıdan halkımız kıyamet koparmalıdır. Ben halkın tutumunu da eleştiriyorum. Kimyasal gazlarla, taktik nükleer, yasak silahlarla şehit düşürülen bu gençler bu halkın evlatlarıdır. Hem de en değerli evlatlarıdır. Seçkin oldukları için bu mücadeleye katıldılar. Basit bir yaşamı tercih etmiş olsalardı gelip bu zorlu koşullarda bu mücadeleye girmezlerdi. Bu halkın bu evlatları halkın özgürlüğü için, siyasi statüsü için, özgür Kürdistan için, halkların özgür, demokratik temelde bir arada yaşaması için bu mücadeleyi veriyor. Canlarını ortaya koyuyorlar. Ciddi toplumsal bir tepki de yok. Adeta herkes izleyici pozisyonunda. Gerilla ile Türk devleti savaşıyor, gerilla bu savaşı kazanacak, bekleyelim sonucu görelim, sonuca göre rahat rahat yaşayalım yaklaşımı içerisindeler mi diye düşünüyor insan. Bu olmaz. Bu son derece utanç verici bir durumdur. Bunu söylerken halkımız hiç mücadele etmiyor, direnmiyor, bedel vermiyor demiyorum, bu büyük bir haksızlık olur elbette. Bu mücadele sadece gerilla direnişi ile bugünlere gelmedi. Halkın görkemli direnişi ile, mücadelesi ile, verdiği ağır bedellerle de bugüne geldi. Sonuçta bu halkın evlatlarının şehit düşmesi, on binlercesinin bu mücadele içerisinde olması da bu halkın mücadelesinin bir sonucudur. Bu evlatları da bu halk yetiştiriyor. Kürtler içerisinde böyle güçlü bir yurtseverlik geleneği de var, duruşu da var. Yıllardır halk direnişi de var ama mücadelenin geldiği aşama farklı. Artık mücadelenin geldiği aşama zirvedir. Kürt sorunu artık son aşamaya gelmiştir.
Bu vahşete karşı 7’den 70’e halk da ayağa kalkmalıdır
Bu sorun ya demokratik temelde çözülecek, ya çözülecek. Bu halk 21. yüzyılda siyasi statüsüne ya kavuşacak, ya kavuşacak. Tersi bir durum yüzlerce yıla dayanan bir soykırım politikası demektir. Kürt diye bir şey ortada kalmaz. Kürtleri bitirirler, geri kalanlar hayvanca bir yaşama mahkum olur. Tehlike buradadır. Türk devleti 21. yüzyılda, 29 Ekim 2023 yılında biz bu işi bitireceğiz diyorlar, her gün o alçak Soylu her yıl tarih veriyor; bu Türk devletinin politikasıdır. Cumhuriyet’in ve Lozan’ın 100. yıl dönümünde PKK’yi ortadan kaldırarak, Kürt halkını soykırıma uğratıp faşist Türk ulus sistemini yeniden dizayn etmek istiyorlar. Bunun ilanını 29 Ekim 2023 yılında yapacaklar; bu açıdan önemlidir. Fakat buna denk toplumsal direniş fazla gelişmiyor. Topyekun bir direnişe dönüşmüyor.
Rojava’da halk sürekli ayakta, Avrupa’da halkımız sürekli ayakta, Bakur’da belli bir direniş var, Rojhilat’ta öyle, Başûr’da halk bu soykırımcı politikalara müthiş öfkelidir ama bu toplumsal direnişe dönüşmüyor. Dönüşse, bu soykırıma onay veren dünya devletleri üzerinde büyük bir baskı oluşturur, bu Türk devletini çok daha fazla teşhir eder, AKP-MHP’yi iktidardan düşürür. Zaten çöküş sürecindedir. Irkçı-milliyetçi güruhla ayakta tutuyor kendini. Buna karşı gerillanın direnişi takdire şayandır, kusursuzdur, söylenecek hiçbir şey yok. Düşman on bin defa tanklarla, uçaklarla gerillayı bombalamış, hangi güç buna dayanır? Bir devlet bu kadar kapsamlı bir saldırı altında kalmış olsaydı, o devletin ömrü bir haftaydı, o devlet ortada kalmazdı. Bakın DAİŞ saldırdı, Irak dağıldı; Suriye dağıldı, ne hale geldi. Türk devleti her türlü NATO tekniğini, her türlü yasak silahı kullanıyor; buna rağmen gerilla 6 ayı aşkın bir zamandır çok görkemli bir direniş içerisindedir. Bu vahşete karşı 7’den 70’e halk da ayağa kalkmalıdır.
PKK bu halkın evlatlarıdır
Bu saldırıların bir diğer boyutu da işbirlikçi-ihanetçi çizgidir. İşbirlikçi-ihanetçi çizginin Türk devletinin bu soykırım saldırılarını meşrulaştıran yaklaşımları, siyaseti ve pratiği olmasa kesinlikle Türk devleti cesaret edemez. Gerillaya kimyasal silah kullanamaz, taktik nükleer silah, termobarik bomba böyle kullanamaz. İşbirlikçi-ihanetçi çizgi buna her türlü imkanı sunuyor. Siyasi olarak, açıklamalarıyla, konuşmalarıyla meşrulaştırıyor. Türk devletinin, AKP-MHP’nin Kürtlerle değil PKK ile sorunu var diyorlar, Kürtler içerisinde sormak lazım PKK kimdir diye. PKK bu halkın evlatlarıdır, bu halkın özgürlüğü için, siyasi statüsü için, Kürdistan’ın özgürlüğü için canını veriyor, insanlık için mücadele ediyor.
Peki KDP sen ne yapıyorsun? İşbirlikçilik yapıyorsun, ihanet ediyorsun, bu halkın değerlerini faşist, ırkçı Türk devletine peşkeş çekiyorsun. AKP-MHP’ye pazarlıyorsun. Kürtlerin en seçkin, nadide evlatlarını katlettiriyorsun. Bu katliamı da dünyada meşrulaştırıyorsun. Uluslararası güçlerin bu saldırılara bu kadar sessiz kalmalarının bir sebebi de KDP’nin duruşundan kaynaklıdır. KDP’nin tutumu bu saldırıları meşrulaştırıyor. Diğer taraftan da zaten sahada da birlikteler. Türk devletine yollar yapıyor, üsler yapıyor, lojistik, her türlü cephane, erzak, asker taşıyor, yaralısını taşıyor, tedavi ediyor, müdahaleyi yapıyor, elbisesini veriyor. Türk askeri gidemediği yerlere bu şekilde gidiyor. KDP nasılsa iç savaş olmasın diye var olan hassasiyeti istismar ediyor. KDP, hareketin bu hassasiyetini istismar ederek her türlü pisliği yapıyor. Dolayısıyla KDP’nin bu tutumu da soykırım saldırılarına ortak olma tutumudur. Bu konuda da Kürdistan kamuoyunda çok güçlü bir tepki ortaya çıkmalıdır, var ama zayıftır.
Duhok’ta bu kadar maske ele geçirdik dediler. Hadi diyelim ki o maskeler gerillaya gidiyordu, sen niye maskelere el koyuyorsun? Örneğin o maskeler gerillanın elinde olsaydı bu kadar şehit belki de olmazdı. Heyetler bu silahların kullanıldığı alanlara gitmek istiyor, heyetlere izin vermiyor. Bir heyet geldi, ciddi bir uluslararası tepki de oluştu, baktı ki teşhir oluyor, teşhirin önüne geçmek için heyete Amediyê’ye kadar izin verdi. Heyet savaş alanına yani kimyasal silahların kullanıldığı alana gitmek istedi gidişine izin vermedi. Heyet Amediyê’den Süleymaniye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Ellerinde de birçok veri var. KDP bırakmıyor açığa çıksın. Kim bilir diplomatik alanda neler yapıyor, neler söylüyor. Çok aktif bir diplomasi yürütüyor.
KDP’nin bundan ne çıkarı var?
Daha fazla cebini dolduruyor. KDP, Barzani ailesi kendisini bu biçimde Türkiye’ye dayandırarak aile iktidarını ayakta tutuyor, parasına para ekliyor, daha çok sermayesini geliştiriyor. Daha önce de söyledik, Körfez ülkelerinde, ABD’de, Türkiye’de birçok yatırım yapmışlar. Kürdistan’ın, halkın değerlerini, pazarlıyor, aile iktidarını, sermayesini güçlendirmeye ve kendisini ayakta tutmaya çalışıyor. Zaten Başûr’u Türkiye’nin vilayeti haline getirdi; kendisi de valisi olacak.
Şehit Bêrîtan’ın şehadet yıl dönümü yaklaşıyor. Bugün Zap, Avaşîn ve Metîna’da savaşan gerillanın öncülüğünü şehit Bêrîtan çizgisinde direnen YJA Star gerillaları yapıyor. Şehit Bêrîtan’ın şehadetinin yıl dönümüne ilişkin neler söylemek istersiniz?
Öncelikle direnen tüm yoldaşları saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Gerçekten çok onurlu bir mücadele veriyorlar. Kürt halkı adına, Ortadoğu halkı adına, insanlık adına çok onurlu bir mücadeledir. Hepsini yürekten kutluyorum. YJA Star-HPG Komuta ve savaşçı yapısını. Aynı zamanda 17 değerli yoldaşı da saygı ve minnetle anıyorum. 6 aydır Zap, Metîna, Avaşîn ve tüm Medya Savunma Alanları’nda bu direnişte şehit düşen tüm arkadaşları büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Onlar Kürdistan ve insanlık tarihine onurla nakşedildiler. Tabii savaş sürüyor, AKP-MHP bu savaşı daha da sürdürecek. Buna ihtiyaçları var.
Bu ay uluslararası komplo ayı ve heval Bêrîtan’ın şehadet yıl dönümünün olduğu aydır. 25 Ekim 1992’de Türk devleti ve KDP’nin yine gerillaya karşı yürüttüğü soykırım savaşında direnerek şehit düştü. Hikayesini halkımız da biliyor. Yaralı bir şekilde işbirlikçi-hain KDP’nin eline geçmemek, teslim olmamak için kendisini uçurumdan attı. Bu büyük bir eylemdir, bir direniş çizgisidir. Bunun üzerinden kadın ordulaşması gelişti. Kadın ordulaşması, karakterini ve kimliğini Bêrîtan’ın direnişçiliğinden, direniş çizgisinden aldı. Bêrîtan yoldaşın teslimiyete, ihanetçiliğe karşı olan duruşu, tutumu kadın ordusunun karakterini ve kimliğini oluşturdu.
Bugün eğer Zap, Avaşîn, Metîna ve tüm Kürdistan’da gerilla bu şekilde görkemli ve onurlu direniyorsa bu heval Bêrîtan’ın ortaya koyduğu miras üzerinden gelişiyor. Bu direniş Bêrîtan’ın çizgisinde gelişen bir direniştir. Şimdi de 92 yılındaki gibi faşist Türk devleti ile işbirlikçi-ihanetçi güçler birlikte bize karşı savaşıyor. Ve şu anda gerilla aynı direnişçi tutum içerisindedir. Teslim olmuyor, onurlu bir duruş ortaya koyuyor. Tepeden tırnağa fedaice bir duruştur. Bu asla basite alınamaz. Bu direniş büyük bir bilince, iradeye ve özgürlük tutkusuna dayanıyor. Bêrîtan da buydu. Bêrîtan’ın özgürlük aşkı, özgürlük tutkusu bu mücadeleyi büyüttü, bugünlere getirdi. Bu vesile ile heval Bêrîtan’ı büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Onun çizgisinde bu mücadele mutlaka başarıya gidecektir.
Bakur’da ve Türkiye’de adı konulmasa da aslında bir seçim havası, seçim süreci var. Herkes buna yönelik de çalışıyor ama iktidar Kürtlerin ve muhalefetin elini kolunu bağlamak için de çok yoğun baskı uyguluyor. Buna karşı HDP öncülüğünde Emek ve Özgürlük Bloğu oluşturuldu. Siz bu baskıları ve direniş cephesindeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu seçim Türkiye tarihindeki en önemli seçimlerden biri. İktidar bu seçimi kazanmak için her şeyi yapacak. Varlığı bu seçime bağlı çünkü. Bu faşist iktidar düşerse eğer, bunca işlediği insanlık suçu, yolsuzluk, hırsızlık gibi dünya kadar suçu var. Yargılanacak. Büyük ihtimalle Erdoğan Türkiye’de kalmayı göze alamaz. Eğer Putin kalırsa Putin’in yanına da gidebilir. Nereye gideceği de belli değil. Ya da NATO’ya sığınır. Bu açıdan seçimi kazanmak için içeride, dışarıda yapmayacağı şey yoktur. Her türlü kirli ilişkiler geliştirmeye devam edecektir. Savaşla, Kürt soykırım politikaları ile iktidarda tutuyor kendisini. Bu soykırım savaşını daha da arttıracak. Medya Savunma Alanları’nda savaşı derinleştirecek, Rojava’da uzun zamandır savaş hazırlığı yapıyor, her yerde savaş yürütecek.
Türkiye’de de korkunç bir faşizm, baskı, şiddet var
Türkiye’de de korkunç bir faşizm, baskı, şiddet var. Her gün işçiler, emekçiler katlediliyor. Bartın’daki katliam, iktidarın yaptığı katliam serilerinden biriydi. Soma katliamı var; 301 işçi yaşamını yitirdi. Her gün her yerde, ikişer, üçer, toplu işçi emekçi ölümleri yaşanıyor. Kürtlere dönük soykırım saldırıları, Türkiye toplumunda korkunç bir ekonomik-ekolojik kırım, Kürdistan coğrafyasında bunun iki katı yaşanıyor. Kürdistan’da bir soykırım var ama Türkiye’de de bir toplum kırım var. Bu çok açık. Yine kadınlara dönük de bir kırım var. Kısacası bu iktidar Türkiye’yi bir bütünen yıkıma uğrattı. Türkiye’nin tüm kaynaklarını tüketti, çaldı, çırptı, gasp etti, değerlerini bitirdi. 100 yıllık bir Kemalist sistemi de yıktı. O bildiğimiz Kemalist devlet de ortada yok onu da çöktürdü. Şimdi bu yıkım üzerinden kendi anlayışına, paradigmasına göre bir toplum inşa etmek istiyor, ulus devleti bu temelde yapılandırmak istiyor. Bunu da Kürt soykırımına, Türkiye toplum kırımına, kadın kırımına, doğa kırımına dayandırarak yapmak istiyor. Bu temelsizlik, bu yıkım üzerinden faşist bir ulus devlet sistemi inşa edecek. Türkiye’yi bu noktaya getirdi.
6’lı masa da çokça iktidarla milliyetçilik yarışına giriyor
Giderek çok büyük bir oy kaybı yaşıyor. Erime var oylarında. Kürdistan’da zaten Kürtler AKP’den koptu. İşbirlikçi-hain, düşkün bir kesim dışında kimse AKP’de kalmadı. Ciddi bir kararsızlık oranı var. İktidar kendisi çöktüğü gibi Türkiye’yi de yıkım sürecine getirdi. Bir de allahlık bir burjuva muhalefeti var. Bu da bu iktidarın ayrı bir versiyonu. 6’lı masa deniliyor. Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye sorunlarına doğru dürüst bir çözüm planları, projeleri, politikaları yok. Çünkü demokratik bir anlayışa, demokratik bir zihniyete sahip değiller. Bu yüzden demokratik bir politika da geliştiremiyorlar. Şimdiye kadar Kürt sorununa ilişkin tek ciddi bir açıklamaları olmamıştır. Ciddi programları, politikaları olmamıştır. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmezse Türkiye nasıl demokratikleşecektir? Mümkün değil.
Türkiye’de demokrasinin yolu Kürt sorunun çözümünden geçer. Şimdiye kadar tek bir cümle kuramıyor bu 6’lı masa. Tek bir politika ortaya koyamıyor. Çünkü klasik devlet ezberini sürdürüyor, aynı kodlarla devam ediyor. Ortada böyle bir durum var. O yüzden Kürt sorunu konusunda iktidardan çok farklı bir durum ortaya koyamıyor muhalefet. İktidar da bunu bildiği için sürekli buradan yükleniyor. Bu şekilde muhalefeti kendi anlayışına göre dizayn etmeye çalışıyor. CHP’yi de bu biçimde dizayn etmeye çalışıyor, İYİ Parti zaten ona daha yakın, diğer İslami partileri de -Saadet’tir, Gelecek’tir, Deva’dır- bu temelde dizayn etmeye çalışıyor. Öyle bir noktaya getiriyor ki, bu 6’lı masa da çokça iktidarla milliyetçilik yarışına giriyor. Handikap var.
Dolayısıyla Kürtlere, Türkiye demokratik toplumuna güven veren bir duruş, bir politika ve bir performans ortaya koyamıyorlar. O yüzden çözüm zaten iktidarda değil, fakat mevcut burjuva muhalefetinden de bir çözüm beklenemez. O açıdan Türkiye’de Kürt sorununun da, Türkiye’deki sorunların çözümünün adresi de mevcut durumda Önder Apo’nun demokratik ulus çizgisidir, paradigmasıdır ve buna dayalı demokratik siyasettir. Demokratik siyaset yürüten güçlerdir. Bu temelde mücadele yürüten Emek ve Özgürlük ittifakıdır. Sorunların tek çözüm yeri burasıdır. Bu açıdan Emek ve Özgürlük ittifakı kimseye dayanmadan kesinlikle kendisini Türkiye’de temel çözüm gücü haline getirmelidir. Yönetim gücü haline getirebilmelidir. Türkiye’nin yönetimine dahil olacak bir örgütlenmeye ve mücadele gücüne kendisini kavuşturabilmelidir. Bu potansiyeli vardır.
Kadınlar ve gençler zaten bu ittifakın temel gücüdür
Türkiye’de Emek ve Özgürlük ittifakının potansiyeli yüzde 60, yüzde 70’tir. Kendisini topluma etkili bir biçimde taşırabilse, tanıtabilse, toplumu bu temelde örgütleyebilse ve eyleme katabilse birinci güçtür. Böyle bir potansiyeli var. Emek ve Özgürlük ittifakının savunduğu değerler ortadadır. Türkiye toplumunun savunduğu değerlerdir. Demokrasi, özgürlük, adalet, demokratik bir hukuktur. Tüm toplumun canını yakan budur. HDP’nin savunduğu değerler de bu değerlerdir. Halkların demokratik birliğidir, kardeşçe, bir arada, demokratik, eşit bir şekilde yaşamasıdır. Kürt sorununun demokratik bir çözümüdür. Bu değerler Kürtlerin temsil ettiği değerler, talepler olduğu kadar Türkiye halklarının da temsil ve talep ettiği değerlerdir, ilkelerdir, ihtiyaçlardır. Bu açıdan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın büyüme potansiyeli çok yüksektir. Dar ve sığ yaklaşımları aşmak lazım. Bu ittifak dar bir seçim ittifakı olmamalıdır, bu ittifak bir mücadele ittifakı olmalıdır.
Türkiye’yi demokratik, özgürlükçü anlayış temelinde inşa edecek bir ittifak olmalıdır. Bu temelde çalışmalı ve mücadele etmelidir. Tüm Türkiye toplumuna açıklayabilmeli, kucaklayabilmeli ve kendini tüm Türkiye toplumuna anlatabilmelidir. Her yerde halkla buluşabilmeli, kendi anlayışını anlatabilmeli. Alevilere, demokratik muhafazakar Müslüman kesime, İslami kesime, Müslüman olmayan, Alevi olmayan tüm diğer kesimlere -bu Hristiyan olur, Yahudi olur-, tüm topluluklara kendisini anlatabilmeli, taşıyabilmeli, bu kesimlerle buluşabilmeli. Bu kesimler, bu ittifakın tabanıdır. Kadınlar ve gençler zaten bu ittifakın temel gücüdür, bileşeni ve öncüsüdür. Türkiye Kadın Hareketi ve Kürt Kadın Hareketi temel ittifak gücüdür. Şu an bölgede ve dünyada en güçlü kadın hareketidir Kürt Kadın Hareketi ve Türkiye Kadın Hareketi. Demokrasi mücadelesinde de öncülük yapıyorlar.
Sadece konuşmakla, radikal söylemler geliştirmekle bu iktidarı götüremezler
Demokrasi ve Özgürlük ittifakı 5-6 partinin ittifakı ile sınırlanmamalıdır. Bu genel toplum ittifakına dönüşebilmelidir. Bu konuda yayınladıkları bir yol haritası da oldu. Ben o haritayı çok önemsiyorum. Bir manifesto ortaya koydular ama kağıt üzerinde kalmamalıdır, eyleme ve pratiğe dönüşebilmelidir. Yani her yerde harıl harıl, kan ter içinde ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle, kişi kişi çok yoğun çalışma yürütmeli, örgütleme yapmalı ve eylem ortaya koymalıdır. artık bu mücadele söylemle olmuyor. Halk gücü sokağa dökülmezse, meydanlara çıkmazsa, ciddi bir toplumsal muhalefet gücü, direniş gücü ortaya çıkmazsa sokakları bu toplumsal muhalefet doldurmazsa bu mücadele sonuç alamaz, seçimleri de bu tarzla kazanamazlar. Seçimleri kazanmanın yolu da güçlü bir toplumsal muhalefettir. On binlerin, yüz binlerin, milyonların sokakları doldurmasıdır. 6’lı masa bu konuda yıllardır bu faşist iktidarın değirmenine su taşıyor. Toplumu sokağa çıkarmamak, meydanlara dökmemek için elinden gelen her şeyi yapıyorlar. Bunu kıracak olan da Emek ve Demokrasi ittifakıdır.
Bu toplumda faşist iktidarı yıkma gücü var. Toplum çok öfkeli. Güçlü demokratik bir muhalefet gücü ortaya çıkmış, bu iktidarın hırsızlığından, yolsuzluğundan, katliamından, soykırımından, faşizminden, adaletsizliğinden, hukuksuzluğundan bıkmış, usanmış, nefret eder duruma gelmiş bir toplumsal gerçeklik var. Sorun öncülük sorunudur. Bu topluma doğru, etkili öncülük edilirse kesinlikle bu iktidar kalmaz. Bunun için de seçim öncesinde güçlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Bunun da eylem ayağını geliştirmek gerekiyor. AKP-MHP iktidardan düşmemek için iç savaş dahil her şeyi göze alır. Bir sürü kontra, çete örgütleniş, yetiştirmiş, yıllardır denetimi altında. Devletin bütün ekonomik imkanları bu iktidarın elindedir. Bu yüzden her şeyi yapar. İktidarı götürmenin yolu mücadeleden geçer, sokaktan geçer, meydanlardan geçer. Sadece konuşmakla, radikal söylemler geliştirmekle bu iktidarı götüremezler.
Devam edecek…