BEHDÎNAN- Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan Besê Hozat, Önder APO’yla yapılan görüşmelerin ardından devam eden süreç konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Şu ana kadar Türk devleti tarafından herhangi bir somut adım atılmadığını kaydeden Besê Hozat, “Sürecin gelişmesi açısından, Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, yaşanan bu savaşın son bulması açısından gerekli olan temel şey, elbette tecridin kalkmasıdır. Önder APO’nun güvenlik, sağlık, özgür yaşam ve çalışma koşullarının oluşturulmasıdır” dedi.
Bu koşullar oluşturulmadan Önder APO’nun rolünü oynaması, çalışması, topluma dönük çağrılarda bulunmasının mümkün olmadığını belirten Besê Hozat, “Tecrit ve işkence koşullarında Önder APO’dan nasıl çağrı beklenir, nasıl çağrı istenir, nasıl açıktan kamuoyuna seslenmesi istenir ve beklenir? Tecrit ve işkence koşullarında bu olamaz” dedi.
Mandela örneğini de veren Hozat, “Mandela hangi süreçlerde rol oynadı? Güney Afrika’da çözüm süreci, barış süreci nasıl gelişti? Mandela’nın koşulları değiştirilerek oldu. Mandela özgür yaşam ve çalışma koşullarına kavuşturuldu. Her kesimle rahat ilişkiye geçti, iletişime geçti, görüştü, tartıştı ve düşüncelerini paylaştı, çağrılarını yaptı, mesajlarını herkese ulaştırdı. O tecrit koşulları kaldırıldıktan sonra bütün bunlar gelişti” ifadelerini kullandı.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat’ın değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
“İkinci görüşmeden sonra heyetin Önderliğin mesajlarını, görüşlerini partilerle paylaşmak için önemli çalışmaları oldu. O çalışmalardan da, görüşmelerden de çıkan mesajlar olumluydu, pozitifti. Bu anlamda Türkiye’de, Kürtlerde, Türkiye toplumunda, tüm demokrasi güçlerinde hatta bölge halklarında, demokratik tüm kesimlerde olumlu bir hava oluştu. Kürt sorununun demokratik çözümüne, anlamlı, onurlu bir barış sürecinin gelişeceğine dair, bu soykırım savaşının biteceğine dair iyimser bir hava oluştu.
Fakat bu havayı besleyen, güçlendiren, Önder Apo’nun bu girişimlerini destekleyen, bu anlamda Kürt halkında, genel olarak demokratik kamuoyunda, halkta oluşan bu iyimser duygu ve düşünceleri güçlendiren bir yaklaşım gelişmedi iktidar tarafından.
Şimdiye kadar da somut herhangi bir adım söz konusu değil. Sürecin gelişmesi açısından, Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi, yaşanan bu savaşın son bulması açısından gerekli olan temel şey, elbette tecridin kalkmasıdır. Önder Apo’nun güvenlik, sağlık, özgür yaşam ve çalışma koşullarının oluşturulmasıdır.
ÖNDER APO TECRİT KOŞULLARINDA ÇAĞRI YAPAMAZ
Bu koşullar oluşturulmadan Önder Apo’nun rolünü oynaması, çalışması, özgürce çalışması, topluma dönük çağrılarda bulunması, Kürtlere dönük mesaj göndermesi, çağrılarda bulunması mümkün değil. Yani Önder Apo’nun koşulları değişmiş mi ki, tecrit ortadan kalkmış mı ki Önder Apo rahat kamuoyuna seslensin, Kürtlere seslensin, görüşlerini rahat bir biçimde dışarıya aktarsın. Her kesimle, istediği kesimlerle; avukatları olur, ailesi olur, siyasetçiler olur, çeşitli görüşmek isteyen kesimler olur, sivil toplum kurumları olur, demokratik kitle örgütleri olur, tüm bu kesimlerle iletişime geçebiliyor mu, görüşlerini, değerlendirmelerini iletebiliyor mu, mesajlarını verebiliyor mu, onun koşulları mevcut durumda oluşmuş mudur? Hayır.
Peki tecrit koşullarında Önder Apo bir çağrı yapabilir mi? Yapacağı çağrının bir meşruiyeti tecrit koşullarında olabilir mi? Gerçekten bir hükmü olabilir mi tecrit ve işkence koşullarında yapacağı herhangi bir çağrının vereceği herhangi bir mesajın. Bu mümkün müdür? Mümkün olamaz. Tecrit ve işkence koşullarında Önder Apo’dan nasıl çağrı beklenir, nasıl çağrı istenir, nasıl açıktan kamuoyuna seslenmesi istenir ve beklenir? Tecrit ve işkence koşullarında bu olamaz.
Dünyada bunun hiçbir örneği yoktur. Mandela hangi süreçlerde rol oynadı? Güney Afrika’da çözüm süreci, barış süreci nasıl gelişti? Mandela’nın koşulları değiştirilerek oldu. Mandela özgür yaşam ve çalışma koşullarına kavuşturuldu. Her kesimle rahat ilişkiye, iletişime geçti, görüştü, tartıştı ve düşüncelerini paylaştı, çağrılarını yaptı, mesajlarını herkese ulaştırdı. O tecrit koşulları kaldırıldıktan sonra bütün bunlar gelişti. Dünyanın her yerinde böyledir. Tüm örnekler böyledir. Şimdi Önder Apo üzerinde çok katı bir tecrit uygulanacak, mutlak bir tecrit uygulanacak bir işkence ve tecrit sistemi 25-26 yıl boyunca aralıksız sistematik bir biçimde sürdürülecek, böyle birkaç görüşmeyle tecrit kaldırılmadan, Önder Apo’nun koşullarında hiçbir değişiklik yapmadan, özgür yaşam ve çalışma koşulları oluşturulmadan Önder Apo’dan çağrı, mesaj bekleniyor. Bu beklentiler yersizdir. Bu beklentiler doğru değildir.
Önder Apo’nun özgürce çalışması, her kesime mesaj vermesi, çağrılarda bulunması için her kesime -Hareket’e de dahil- tecridin kalkması gerekiyor. Derhal tecridin kalkması gerekiyor. Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgür yaşam çalışma koşullarının oluşturulması gerekiyor.
TECRİT BİR İNSANLIK SUÇU, BİR HUKUK İHLALİDİR
Bu da öyle sadece fiili olarak değil, bunun bir resmiyete de kavuşması gerekiyor. Dolayısıyla mecliste yasa çıkması gerekiyor. Yasa çıkmalıdır mecliste. Tecridin kaldırıldığı resmileşmelidir. Bunun yasası çıkarılmalıdır.
25 yıl geçti. AİHM’e göre, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre, uluslararası hukuka göre Önder Apo’nun umut hakkından yararlanması gerekiyor. Tecridin kalkması lazım. Önder Apo’nun serbest kalması lazım. Özgür çalışması lazım. Özgür yaşaması lazım fiziki olarak. Uluslararası hukuk da bunu söylüyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu yönlü karar aldı. Türkiye’ye bir yıl süre tanıdı. Yasal değişiklikler yapması için Türkiye’ye bir yıllık süre verildi. Bu da küresel özgürlük hamlesinin bir sonucuydu elbette.
Gelinen aşamada bu yapılmadan Önder Apo’dan her şeyi yapması isteniyor. Bu kabul edilemez. Önder Apo’nun en temel hukuki hakkı pazarlık konusu yapılamaz. Önder Apo’dan hiçbir şey istemeden umut hakkının sağlanması için yasal düzenlemenin yapılması gerekiyor mecliste.
Tecrit bir insanlık suçudur. Hukuk ihlalidir. Şu anda Türkiye, bu tecrit sistemiyle uluslararası hukuku, kendisinin de imza attığı uluslararası sözleşmeleri ayaklar altına almıştır. Yok saymıştır. Bu bir suçtur, bu bir hukuk katliamıdır. Bu bir insanlık suçudur. Bunun derhal son bulması gerekiyor.
Önder Apo’nun en temel hukuki hakkı pazarlık konusu yapılıyor. Bunun için meclisin derhal toplanıp yasa çıkartması lazım. Hukuki yasal düzenlemeler yapması lazım. Önder Apo’nun özgür yaşam ve çalışma koşullarını oluşturması gerekiyor. Öyle olursa Önder Apo’nun bu girişimleri bir sonuç bulur, bir sonuca ulaşır. Bu önemlidir.
Bu konuda gerçekten mücadelenin çok güçlü yürütülmesi gerekiyor. Belli ki şu anda mevcut iktidar, AKP iktidarı bu girişimleri de sabote etmenin, provoke etmenin çok yoğun çabası içerisindedir. Şu anda mesela Kürtler’de de, Türkiye’deki birçok demokratik çevrede de tartışılan şey şudur. Mevcut iktidarın uygulamalarından, politikalarından çok ciddi bir kaygı duyuluyor, kuşku duyuluyor. “Acaba” diyorlar yani. AKP bu görüşmelerin önünü açarak böyle bu tarz bir atmosferin, iklimin oluşmasını sağlayarak şu hesaplar peşinde midir?
Bir, zaten küresel özgürlük hamlesi, gerilla mücadelesi, halk direnişi bu iktidarı çok ciddi anlamda zorladı. İçte, dışta çok ciddi bir sıkışmayı, tıkanmayı yaşıyor. Bölgedeki gelişmeler de buna eklendi. Türk Devleti’nde ve mevcut iktidarda çok ciddi bir kaygı ve panik durumu yaratmış durumda. İktidardan düşmenin kaygısı oldukça fazla. Bütün bunlardan kaynaklı, bu süreçte olası etkili çeşitli eylemler, gerilla eylemleri çok fazla bu çöküşü hızlandıracak, daha fazla zora sokacak. Eylemlerin önüne geçmek için mi böyle bir girişimde bulundu? Toplumsal direniş, küresel özgürlük hamlesi çok ciddi bir zorlanma yarattı. Küresel özgürlük hamlesini, toplumsal direnişi, direnişi zayıflatmak amaçlı mı böyle bir yaklaşım içerisine girdi?
Diğer bir şey; bütün bu süreçte çok büyük başarısızlıklar yaşadı. Bu başarısızlıklarını örtbas etmek için mi yoğun bir şey yürütüyor? Çünkü iktidar medyası yoğun bir psikolojik özel savaş yürütüyor, herkesi aldatmaya çalışıyor. PKK bitti, tükendi, teslim olacaklar, ya olacaklar ya işte gömülecekler… Bu tür propagandalarla adeta sanki kendisi kazanmış, PKK yenilmiş gibi, Kürtler yenilmiş gibi bir algı yaratarak kendi başarısızlığını örtbas etmeye çalışarak güç devşirmek mi istiyor tekrardan? Böyle tartışmalar var bu kesimlerde.
AKP-MHP İKTİDARI İKİLİ BİR OYUN OYNUYOR
Yine diğer taraftan, muhalefeti Kürtlere karşı çıkarmak için, daha da fazla çelişkiyi, çatışmayı derinleştirmek için, kutuplaşmayı derinleştirmek için şöyle bir algı mı yaratmaya çalışıyor? Adeta Kürtler acaba AKP ile mi anlaşıyor? Yeniden iktidarla mı bir dirsek teması var? Böyle, bu konuda da kafa karışıklığı yaratma, çeşitli kaygı ve kuşkuları sistem içi muhalefette de geliştirme… Sistem içi muhalefeti, özellikle CHP ile DEM Parti arasında tabanında yaşanan yakınlaşma, kayyum politikasında ortaklaşma ve benzeri durumlar, yani seçim sürecinde izlenen şehir uzlaşısı, bu konuda yaşanan yakınlaşma, birbirine yakın bir yaklaşım ve politik duruşu bozma çabasında mı? Bu konuda muhalefeti tamamen parçalama, birbirine düşürme, Kürtleri, demokrasi güçlerini tamamen yalnızlaştırma ve diğer muhalefetin hepsini bu güçlerin karşısına çıkarma, bu güçlere karşı, Kürtlere karşı kışkırtma amacıyla, böylelikle muhalefeti tamamen parçalama amacıyla mı bir süreç geliştiriyor? Özellikle bu seküler milliyetçi kesimi Kürtlere düşmanlaştırma üzerinden mi böyle bir yaklaşım, bir tutum içerisinde? Bir taraftan bunun önünü açarken diğer taraftan da çok yoğun bir biçimde her yönlü soykırım saldırılarını sürdürüyor, böyle ikili bir oyun oynuyor.
Dolayısıyla iktidar nereden baksan güven vermeyen, kafa karışıklığı yaratan, yaklaşımlarıyla, politikasıyla, uygulamalarıyla inandırıcılık yaratmayan, güven yaratmayan bir duruş, bir tutum içerisindedir mevcut durumda. Medya da tamamen buna çalışıyor. Özel ve psikolojik savaş çok yoğun bir şekilde yapıyor.
Dolayısıyla elbette bu tartışmaların da gerçekten bir anlamı var. Bunları da hiç yabana atmamak gerekiyor. Çünkü mevcut durumda AKP iktidarı savaştan besleniyor. Çok ciddi savaşı kışkırtıyor. İşin özünde bu iktidarın mevcut politikalarına bakıyorsun, savaşın bitmesini istemiyor. Gerçekten Kürt sorununun demokratik temelde çözülmesini istemiyor. Çünkü Kürt sorunu demokratik temelde çözülürse savaş biter. Peki bu iktidar nasıl beslenecek? Bu iktidar savaştan, kaostan, krizden besleniyor. Kutuplaşmadan, düşmanlıktan besleniyor. Kürt sorunu demokratik temelde çözülür, Türkiye demokratikleşirse ortada savaş kalmaz, kutuplaşma kalmaz, adaletsizlik kalmaz, demokrasi sorunu kalmaz, adalet sorunu kalmaz, hukuksuzluk kalmaz. Nereden beslenecek? Beslendiği kaynaklar kuruyacak. Şimdi kendisini öyle kurguladığı için, savaş, kriz, kaos üzerinden kurguladığı için bütün politikasını bunlar gittiğinde düşeceğini düşünüyor, biteceğini düşünüyor. O yüzden sürekli savaş kışkırtıcılığı yapıyor. Kürt düşmanlığı yapıyor. İşte her yerde saldırılarını alabildiğine sürdürüyor. Her gün tutuklama yapıyor. Rojava’da, Kürdistan’da soykırım saldırıları, işgal saldırıları devam ediyor. Başûrê Kurdistan’da devam ediyor. Sürekli savaşı derinleştiriyor. Özel psikolojik savaşı sürekli yoğunlaştırıyor, arttırıyor.
Zaten artık Kürtlerle de sınırlı kalmıyor; Türkiye’de tüm demokratik güçlere de saldırıyor. Sadece demokratik güçlere de değil; liberal kesimlere, sistem içi muhalefete, ses çıkaran, muhalefet eden herkese saldırıyor. Gezi’ye katılan sanatçıları şimdi bir bir tutukluyor. Üzerinde çok yoğun bir baskı uyguluyor. Belediyelere kayyum atıyor. Yani sadece Kürdistan’da da artık atamıyor. Şimdi başlamış CHP belediyelerine de atıyor. Yolsuzluk adı altında o belediyelere de bir biçimde el koyuyor. El koymasa bile, meclisten seçilse bile itibarını düşürüyor. Dolayısıyla güven vermiyor.
İKTİDARA RAĞMEN KÜRT SORUNUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜNE DÖNÜK BİR EĞİLİM VAR
Önder Apo’nun gerçekten çok değerli çabaları var. Belli ki devlet içerisinde de böyle bir eğilim var. İktidara rağmen devlet içerisinde Kürt sorununun demokratik çözümüne dönük bir eğilim var. Önderlik de bunu hissediyor, bunu görüyor. Ve bu eğilimi desteklemek, güçlendirmek, beslemek istiyor. Tüm gücüyle yükleniyor. Bu anlamda Önderliği gerçekten yalnız bırakmamak gerekiyor. Devlet içerisinde gelişen bu eğilimi de yalnız bırakmamak gerekiyor.
AKP sürecinde de devlet içinde zaman zaman bu tür eğilimler gelişti. Aslında 2005’te de böyle bir eğilim devlet içerisinde gelişti. Fakat AKP bu eğilimi kendi çıkarları, iktidar çıkarları temelinde istismar etti. Bunu politik bir araca dönüştürdü. Önder Apo’nun bu çabalarını da politik bir araca dönüştürdü, araçsallaştırdı. Devlet içerisindeki o eğilimi bastırdı ve tasfiye etti. Hepsinden güç devşirdi.
2013-2015 süreci de aynıdır. Yani tamamen kendi çıkarları temelinde o süreci istismar etti ve araçsallaştırdı AKP. Şimdi aynı akıbetin, aynı süreçlerin yaşanmaması, başarısızlıkla sonuçlanmaması için ne yapmak gerekiyor? Buna çok güçlü destek vermek gerekiyor. O yüzden tüm toplumsal kesimler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kurumları, Aleviler, kadınlar, gençler, tüm demokrasi güçleri; demokrasiden, barıştan, hukuktan, adaletten yana olan, eşitlikten, özgürlükten yana olan tüm demokratik, tüm muhalif kesimler, tüm halklar, tüm inançlar bu sürece ve bu girişimlere sahip çıkmalı ve çok güçlü katılmalıdır. Bu sürecin başarıya gitmesi için mücadele etmelidir. Çalışma yürütmelidir. Sahip çıkmalıdır. Her yerde seferber olmalıdır.
O yüzden bu süreç son derece önemlidir. Bu süreçte tüm muhalefet; barıştan, demokrasiden, hukuktan, adaletten, eşitlikten, halktan yana olan, halklardan yana olan tüm kesimler, tüm muhalif kesimler gücünü birleştirmeli, ortaklaşmalı, bütünlüklü bir barış ve demokratik çözüm mücadelesi yürütmelidir. Önder Apo’nun bu girişimlerine destek vermelidir. Devlet içerisindeki bu arayışlara güç vermelidir, destek vermelidir. Bu sürecin Kürt sorununun çözümü temelinde, Türkiye’nin demokratikleşmesi temelinde başarıya ulaşması için, sonuç alması için, herkes gerçekten tüm gücüyle bu sürece katılmalıdır. Bu son derece önemlidir.
Şimdiye kadar bu yönlü bazı mesajlar oldu, olumlu mesajlar da oldu, özellikle siyasi parti görüşmelerinde. Fakat açıklama yapmak, mesaj vermekle yetinmemek lazım. İktidar çok ciddi kafa karışıklığı yaratıyor. Bakıyoruz, muhalefete, muhalif partilere yakın medyanın yayın politikasına da bu yansıyor. Çok ciddi bir kafa karışıklığı var. Bazen olumlu, bazen olumsuz, bazen yanında, bazen karşısında pozisyon alan bir durum, bir dil var. Bu süreçte, bu süreci geliştiren, besleyen, büyüten, sonuç almasını sağlayan bir dilden ziyade, iktidar medyası ve biraz da muhalif medyada provoke eden, sabote eden, tahrik eden, biraz iktidara hizmet eden bir dil daha fazla öne çıktı. Bunun aşılması gerekiyor.
Türkiye’ye adalet gelecekse, barış, demokrasi, hukuk gelecekse, kesinlikle bunun yolu Kürt sorununun demokratik çözümünden geçiyor. Türkiye’nin demokratikleşmesinden geçiyor. Türkiye’de yaşanan bütün sorunların temel nedeni, Kürt sorununda yaşanan çözümsüzlüktür. Türkiye’nin bu kadar baskıcı, faşist, antidemokratik olmasının temel nedeni, Kürt sorununda yaşanan çözümsüzlüktür. Soykırımcı politikalardır, savaştır. Bunu Türkiye toplumunun da artık kavraması gerekiyor. Muhalefetin derinliğine kavraması gerekiyor. Artık iktidarın bu oyunlarını hep birlikte gerçekten bozmak gerekiyor. Bu da ortak, birleşik, bütünlüklü mücadeleden geçer.
ÖNDER APO’DAN BİZE BİR MESAJ YA DA MEKTUP GELMEDİ
Şu ana kadar bize Önderlikten herhangi bir şey gelmedi. Yani bir mektup, doğrudan bir mesaj gelmiş değil. Fakat geleceğini düşünüyoruz, bekliyoruz. Geldiğinde de elbette değerlendireceğiz, ona göre de hareket edeceğiz. Bunu belirtebiliriz. Fakat şu ana kadar gelmiş değil. Biz de gelebileceğini düşünüyor ve bekliyoruz.
SİLAHLI MÜCADELE KÜRT SORUNUNU DOĞURAN NEDENLERİN VARLIĞINDAN KAYNAKLI
Kürt sorunu olduğu için silah var. Kürtler üzerinde inkâr-imha politikaları olmasaydı, soykırım politikaları, soykırım savaşı, imha, asimilasyon olmasaydı elbette silahlı mücadele gelişmezdi. Yani PKK de kurulmazdı. PKK’nin kurulması, 1984’te silahlı mücadelenin başlaması, yarım asra yakındır bu kadar görkemli bir mücadelenin, çok ağır bedellere rağmen kararlı, istikrarlı bir biçimde büyüyerek sürmesi, Kürtler üzerinde inkâr ve imha politikalarının aşılmamasından kaynaklıdır. Yani Kürt sorununun demokratik temelde çözülmemesinden kaynaklıdır. Silahlı mücadelenin temel nedeni de budur. Bugün hâlâ sürüyorsa bu sebepler ortadan kalkmadığından dolayıdır.
Şu anda Kürt sorunu demokratik temelde çözülmüş değil, Türkiye demokratikleşmiş değil. Kürt sorunu sürdüğü müddetçe elbette silah olacak, direniş olacak, mücadele olacak. Kürt sorunu çözülmeden Kürtler nasıl savunmasız bırakılır? Kürtler üzerinde bir soykırım savaşı var, imha savaşı var. Kürtler üzerinde bu inkâr, imha son bulmadan, soykırım politikaları, soykırım savaşı son bulmadan Kürtler savunmasız, kurbanlık koyun gibi kendisini bu soykırım çarkına terk edemez ki! Bunca ağır bedel, bunca kazanım, bunca değer, özgürlük değeri boşa mı verildi, boşa mı yaratıldı? Bu bedeller boşa mı verildi, bu değerler boşa mı yaratıldı? Elbette değil. Dolayısıyla bu soykırım savaşı sürdüğü müddetçe, Kürtler üzerinde inkâr, imha politikaları, soykırım politikaları sürdüğü müddetçe, Kürt sorunu demokratik temelde çözülmediği müddetçe elbette silahlı direniş de silahlı mücadele de devam edecek. Bunu açık belirtelim. Kürt sorunu çözüm yoluna girer, demokratik çözüm yoluna girer, demokratik temelde çözülür. Bu konuda devlet ortaya iyi niyet koyar, irade koyar, ciddi bir politika, çözüm politikası koyar, çözüm iradesi koyar; Önder Apo’yla oturur bu sorunu, sorunun demokratik çözülmesi temelinde müzakere eder; o zaman elbette silah konusu tartışılır.
Silah bu sorundan kaynaklı ele alındı. Dolayısıyla şu anda iktidar medyasında bu yürütülen tartışmaların hepsi psikolojik özel savaştır; açık söyleyelim. Özgürlük mücadelesinin özellikle bu son yıllarda küresel özgürlük hamlesinin yarattığı etki, ortaya çıkan mücadele düzeyi, bunun iktidarda, devlette yarattığı ciddi zorlanma, bölgedeki gelişmelerin yarattığı kaygı, korku ciddi bir durum yarattı. En son böyle bir girişim içerisine girdiler. Fakat şimdi de bu süreçten güç devşirmeye çalışıyorlar. Yani başarısızlıklarını bu iktidar örtbas etmek için, “PKK bitti, tükendi, silah bırakacak, Öcalan çağrı yapacak” diyerek bir bütünü buna indirgeyen, son derece basit, dar, pragmatik ve çıkarcı bir anlayışla tamamen iktidar devşirmeyi amaçlayan, araçsallaştırmayı hedefleyen gayri ciddi bir tutum içerisindedir mevcut iktidar ve medyası.
TÜRKİYE’NİN TÜM İMKANLARI SAVAŞA HARCANDI
Bunların da hiçbir altyapısı yok, hiçbir gerçekliği yok. Şu anda Önder Apo İmralı’da Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için çalışıyor. 24 saatini buna veriyor, çok yoğun bir mesai harcıyor, çok yoğun buna çalışıyor. Bu süreç gelişirse, Kürt sorunu çözülürse, silah konusu elbette tartışılır. Tüm devlet yetkililerinin ve basının “Bittiler, tükendiler, köşeye sıkıştılar” gibi söylemlerinin reel bir karşılığı yok. Gerçekten kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için, gerçekleri gizlemek için halktan, toplumdan bunu dile getiriyorlar.
Şu anda AKP iktidarı 20 yıllık tarihinin en zayıf sürecini yaşıyor. Çöküş sürecindedir, çöküşün içerisindedir, gerçekten öyledir. Türkiye’de siyaset çökmüş, ekonomi çökmüş, hukuk ayaklar altındadır, adalet kalmamış durumdadır. Toplumda çok ciddi bir ahlaki çöküntü yaşanıyor; bir bütün olarak çok ciddi bir çürüme yarattı. İşte yakın süreçte Bolu, Kartalkaya’daki yangın… Otelde yangın çıktı, bir alarm sistemi bile yoktu. 78 insan cayır cayır yanarak yaşamını yitirdi. Tam bir katliamdır bu. Ölenlerin 45’inin çocuk olduğu söyleniyor. Çok acı verici bir durumdur. Bir çocuk katliamı aynı zamanda yaşandı. Bu durum, iktidarın içinde bulunduğu durumu çok net ortaya koyuyor.
Bu vesileyle yaşamını yitirenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Gerçekten üzüntü verici bir durumdur. İşte yaklaşıyor 6 Şubat depreminin yıl dönümü. Yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Kentler yerle bir oldu. Milyonlarca insan şu an perişan bir durumda yaşıyor. Bir lokma ekmek bulamıyor, başını koyacağı bir ev bulamıyor, bir çadır bulamıyor. Bu iktidar Türkiye’yi bu noktaya getirdi.
Türkiye’nin bütün geliri, bütün kaynakları, ekonomik imkanları savaşa harcandı. Kırk yıllık silahlı mücadelenin sonucu ortadadır. Kürtler üzerindeki bu soykırım savaşının sonucu ortadadır. Dört trilyon dolar para gitmiş, net olarak itiraf ettikleri miktardır bu. Bütün kaynak buna harcandı. Sadece ekonomik kaynak değil; ortada biraz hukuk kırıntısı vardı, onu da ortadan kaldırdılar. Adalet ortadan kalktı, her şey ortadan kalktı. Türkiye’yi yıktılar.
Gelinen noktada da ciddi bir çöküş içindedir, başarısızlık içerisindedir İç politikada, dış politikada başarısızdır. Bunu örtbas etmek için sanki bu süreçten büyük bir başarıyla çıkmış gibi bir hava yaratıyor. “PKK yenilmiş, kendisi kazanmış; işte PKK bitti, ben başardım, silah bırakacak, ya bırakacak ya gömülecek” diyor. Böyle bir hamaset siyaseti yapıyor, böyle bir demagojiyle insanları buna inandırmaya çalışıyor, herkesi aldatmaya, kandırmaya uğraşıyor. Peki işin gerçeği nedir? Gerçek, bu söylemlerle başarısızlığını örtbas etmektir. Gerçek, mevcut bu iktidar politikasının bittiğidir, tükendiğidir, iflas ettiğidir. Kazanan ise halkımızın ve halklarımızın demokratik mücadele iradesidir.
Eğer böyle bir gündem açılmışsa, böyle bir süreç tartışılıyorsa, bu tamamen devrimci demokratik mücadelenin ve direnişin bir sonucudur. Bu, bir gerçektir. Yani gerçek, iddia ettikleri gibi değil; gerçek budur. Dolayısıyla, bu söylediklerinin hiçbir zemini yoktur, zaten hiçbir elle tutulur yanı da yoktur. Hepsi yalandır. Yalan söylüyor, 24 saat yalan söylüyor; artık bir “yalan iktidarı” haline gelmiştir.
Öyle ki, söylediklerine bazıları inanıyor, tam anlamıyla sarhoş gibi oluyor, gerçekten kendinden geçiyor, ardından daha fazla yalan söylemeye başlıyor. Dolayısıyla bu söylemleri ciddiye almamak, kimsenin de ciddiye almaması gerekir.
ÖNDER APO’NUN ÜZERİNDE ÇALIŞTIĞI MODEL
Kürt inkâr ve imha politikalarının, Kürdistan’ın dört parçaya bölünmesi süreci Birinci Kahire Konferansı ile başladı. Birinci Kahire Konferansı, aslında Lozan Konferansı’nın altyapısını oluşturdu. Kahire Konferansı’nda alınan karar, Kürt sorununun çözümsüzlüğü temelinde hegemonik sistemin bölge üzerinde hâkimiyet kurmasıydı. Bu amaçlandı. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümsüzlüğüne dönük bir karar alındı.
Kürt inkârı peyderpey ardı sıra sonraki yıllarda gelişti. Lozan’da ise bu durum tamamen resmileştirildi. Lozan Anlaşması 1923’te imzalandı, Birinci Kahire Konferansı’nın tarihi de 1920’dir. Şimdi Önderlik, bu oyunların tamamını bozmak istiyor. Yani gerçekten, Kahire Konferansı ve Lozan Antlaşması ile bir Kürt kapanı oluşturulmuş durumda. Kürt sorunu çözümsüz bırakılarak, inkâr, imha ve soykırım politikaları ile sürekli bir savaş hali yaratılmış.
Türk devleti, bu süreç boyunca aralıksız bir şekilde Kürtlerle bir savaş halinde tutuldu. Bu durum, hegemonik sistem açısından sürekli bir beslenme kaynağı oldu. Bölgeye hâkim olmak için Türkiye’yi bu temelde kullandılar. Türkiye, Kürtlerle savaşmak için sürekli olarak bu hegemonik sisteme ihtiyaç duyar bir duruma getirildi. Sistem ise bu ihtiyacı kullanarak yararlandı ve sürekli bu sorunu derinleştirdi.
İşte Önderlik bunun adına da “Kürt Kapanı” dedi. Elbette bu sadece Kürt kapanı değildi. Aslında, Önderliğimizin de ifade ettiği gibi, halklar üzerinde bir kapan oluşturuldu. Halklar, gerçekten bir tuzağa çekildi, bir komploya maruz kaldı. Şimdi Önderlik bu tuzağı kırmak ve aşmak istiyor. Bu kapanı, Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bölgenin demokratikleşmesi temelinde tamamen aşmak, bu komployu ortadan kaldırmak istiyor. Bu doğrultuda çok yoğun bir çaba harcıyor.
Aslında bu, 32 yıllık bir mücadeledir. 1993 sürecinde, Önderliğin ilk ateşkesle başlattığı arayış tamamen bu yönde bir girişimdi. Zamanla bu süreç gelişti, olgunlaştı. İmralı’da, tamamen demokratik ulus paradigması, kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik toplum paradigması temelinde bir sisteme kavuştu bu düşünceler. Bu son derece önemlidir.
Şu anda Önderlik, tamamen bu paradigma üzerinde bir çalışma yürütüyor. Kürt sorununu bu paradigmaya dayalı olarak çözmek istiyor. Dolayısıyla, şu anda bizim de takip ettiğimiz kadarıyla, özellikle yapılan görüşmelerden ortaya çıkan sonuçlardan şunu anlıyoruz: Önderlik, devlet ve demokrasi ilişkisini, demokratik toplum çözümü temelinde ele alan bir çalışma yürütüyor. Yani devlet ve demokrasi bir arada nasıl yaşayabilir? Devlet ve demokrasi ilişkisi nasıl düzenlenebilir? Bu ilişki, yasal ve anayasal bir temele nasıl kavuşturulabilir?
ÖNDERLİK DEMOKRATİK TOPLUM MODELİNİ GELİŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR
Demokrasi, demokratik toplumu yönetim şeklidir. Devlet ise, bütünüyle toplum üzerinde bir hegemonik baskı aracıdır. Şimdi, özellikle Türkiye’de bu faşist, soykırımcı, tekçi devlet yapısını nasıl demokrasiye duyarlı hale getirebiliriz? Bu devlet yapısını demokrasiye saygılı hale nasıl getirebiliriz? Demokratik toplumun yönetim modeli olan öz yönetim ile devletin ilişkisi nasıl düzenlenebilir? Bu ilişkinin hukuku, yasası ve anayasası nasıl oluşturulabilir? Şu anda Önderlik, anladığımız kadarıyla bu sorular üzerinde çok ciddi kafa yoruyor. Gerçekten çok büyük bir emek veriyor ve enerji harcıyor.
Önderlik, demokratik toplum modelini geliştirmeye çalışıyor. Devleti reddetmeden, devletle iç içe fakat birbirine saygılı; her iki tarafın haklarını ve hukuklarını yasal ve anayasal bir şekilde güvence altına alan bir öz yönetim modeli üzerinde çalışıyor. Ömer Öcalan ve DEM Parti heyeti ile gerçekleştirilen son iki görüşme de dâhil olmak üzere, bütün bunlardan anladığımız kadarıyla Önderlik bu çözüm modeli üzerinde yoğunlaşmış durumda. Bu çözüm modelini devletle müzakere etmek istiyor ve bu konuda çok ciddi çabalar harcıyor.
Dolayısıyla Önderlik, şu anda Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerine çok yoğun bir emek harcıyor. Üstelik sadece Türkiye’nin değil, bölgenin demokratikleşmesi üzerinde de çok yoğun bir çaba sarf ediyor. Örneğin, İran’da nasıl bir çözüm olabilir? Suriye’de nasıl bir çözüm olabilir? Bir bütün olarak bölge nasıl demokratikleştirilebilir? Bölge halkları üzerinde emperyalist ve kapitalist oyunlar nasıl boşa çıkarılabilir? Önderlik, bütün bu sorular üzerinde çok yoğun bir çaba harcıyor ve enerji harcıyor.
İşte İran’da nasıl bir çözüm olabilir? Suriye’de nasıl bir çözüm olabilir? Bölge bütünüyle nasıl demokratikleştirilebilir, nasıl etkilenebilir? Bu anlamda, emperyalist ve kapitalist oyunlar bölge üzerinde ve bölge halkları üzerinde nasıl boşa çıkarılabilir, bertaraf edilebilir? Önderlik, bu sorular üzerinde çok yoğun bir çaba harcıyor, emek veriyor ve enerji sarf ediyor. Bunu izliyoruz, takip ediyoruz, görüyoruz. Anlıyoruz da zaten; Önderliğin savunmalarını derinlemesine inceleyen, ayrıntılı olarak ele alan ve kavrayan herkes, Önderliğin nasıl bir çözüm modeli üzerine yoğunlaştığını gayet net anlar ve kavrar. Bu durum son derece açıktır.
DEVLET HAZIR MI?
Devlet şu anda çok ciddi bir tereddüt içerisindedir. Artık bu sürecin böyle devam edemeyeceğini biliyor. Bu çok net bir şekilde ortadadır. Ne yaparsa yapsın, bu hareketi ve mücadeleyi bastırması mümkün değil. Kürtlerin özgürlük arayışlarını durdurması mümkün değil. Artık dünyanın dört bir yanında ve dört parça Kürdistan’da, son derece bilinçlenmiş, iradeleşmiş, örgütlenmiş ve politikleşmiş bir Kürt halkı gerçeği var. Örgütlü bir mücadele var. Bu giderek daha da derinleşiyor ve kültürleşiyor. Bu durum, Kürt toplumunun tüm dokularında kökleşmiş bir şekilde yer etmiş durumda ve bunun tasfiye edilmesi mümkün değil. Bu sebeple devlet, şu anda bir arayış içerisindedir. Fakat halen, şu anda gelinen aşamada, tam anlamıyla bir kabullenme durumu da söz konusu değildir. Zaten çok ciddi bir savaş ve ilişki iç içe devam ediyor. Bu savaş, bu kavga ve bu saldırıların temel nedenlerinden biri de devletin yaşadığı bu netsizlik ve tereddüttür.
Dolayısıyla esas olan, Kürtlerin, Türkiye halklarının, demokrasi güçlerinin, kadınların ve gençlerin mücadelesidir. Güçlü ve kapsamlı bir mücadeleyle, devletin bu konuda netleşmesi ve çözüme yönelmesi sağlanabilir. Bu nedenle, güçlü ve bütünlüklü bir mücadele şarttır.
SÜREÇTE KADINLARIN ROLÜ
Kadın toplumun temelidir. Önderliğin ifadesiyle, kadın sosyolojinin özüdür. Kadın, toplumu oluşturan temel güç, oluşturucu güç, özne ve yapıcı güçtür. Kadının aktif, etkin ve özne olmadığı hiçbir çözüm, hiçbir çalışma ve hiçbir mücadele başarılı olamaz. Bu bir gerçektir. Zaten bu mücadele, kadın eksenli bir mücadeledir. Kadın özgürleştikçe, toplum özgürleşir; yaşam özgürleşir. Bu mücadelenin temel felsefesi ve temel ilkesi budur. Bu, hakikatin ta kendisidir. Kadın, yaşamın hakikatidir, gerçeğidir.
Ancak görüyoruz ki kadın üzerinde yoğun bir baskı, soykırım ve şiddet vardır. Kadınlar üzerinde bir cins kırım uygulanmaktadır. Temel nedeni de budur. Çünkü kadın değişimde, dönüşümde ve demokratikleşmede temel öznedir, öncü güçtür. Bu güç tasfiye edilerek demokratikleşmenin ve özgürleşmenin önü alınmaya çalışılıyor. Bu nedenle, kadın özgürlük hareketi kırılmaya, iradesi yok edilmeye ve teslim alınmaya çalışılıyor. Kadın özgürlük arayışı baskılanıyor ve önü kesilmeye çalışılıyor. Kadınlar üzerindeki yoğun şiddetin temel nedeni de budur. Devlet şiddeti esas olarak bu amacı hedeflemektedir.
Bu yüzden Kürt sorununun demokratik çözümü, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve bölgenin demokratikleşmesi, en çok kadınlar için özgürleştirici bir ortam sunar. Çünkü bu savaşın en büyük kaybedeni, en çok acı çeken ve mağdur olan kesimi kadınlardır. Bu savaşın en büyük kaybedeni kadınlardır. Eğer bu savaş son bulursa, Kürt sorunu demokratik bir çözüme kavuşursa ve Türkiye demokratikleşirse; faşist, tekçi ve soykırımcı devlet yapısı aşılırsa, demokratik bir cumhuriyet sürecine geçilirse, bundan en fazla kazanan kadınlar olacaktır. Kadınlar için muazzam bir özgürlük alanı açılacaktır. Bu çok önemlidir.
Bu yüzden kadınların bu sürece çok büyük katkılar sunması gerekiyor. Gerçekten de bu sürecin öncülüğünü çok güçlü bir şekilde üstlenmeleri gerekiyor. Her yerde, Kürdistan’da ve Türkiye’de Kürt Kadın Hareketi ve Türkiye Kadın Hareketleri ortak bir mücadele yürütmelidir.
Kadınlar, onurlu ve anlamlı bir barış için; Kürt sorununun demokratik çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için birleşik ve bütünlüklü bir mücadele yürütmelidir. Bu mücadele çok güçlü olmalı ve azimle sürdürülmelidir. Kadın hareketinin bu özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik karakterde gelişen sürecin öznesi ve öncüsü olması son derece belirleyici bir rol oynayacaktır. Kadınların bu sürece güçlü bir öncülük yapması son derece önemlidir. Ben, tüm kadınları bu sürece katılmaya çağırıyorum.
ROJAVA’DA İNSANLIK SUÇU İŞLENİYOR
Türk devletinin niyeti çok net bir şekilde ortadadır. Zaten Önderlik de bu süreci daha önce ifade etmişti. Eğer bu süreç siyasi ve hukuki bir zemine evrilmezse, savaşın son bulması zaten mümkün değildir. Sürecin siyasi ve hukuki bir zemine oturtulamaması, savaştaki ısrar politikalarından kaynaklanmaktadır. Bu savaştaki ısrar sürdüğü müddetçe, bu süreç siyasi ve hukuki bir sürece dönüşemez.
Şu anda Türk devleti, her yerde Kürtlere ve bölgedeki halklara karşı çok ciddi bir savaş yürütmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye’de bir soykırım savaşı yürütülüyor. İşgal savaşı devam ediyor. Her gün siviller bombalanıyor. Sivillerin hizmet yerleri bombalanıyor, savaş suçu işleniyor, insanlık suçu işleniyor ve soykırım suçu işleniyor. Soykırım savaşı sürerken Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtler ve Kuzey ve Doğu Suriye halkları üzerinde barıştan veya bir çözüm sürecinden nasıl bahsedilebilir? Bu mümkün değildir.
O yüzden zaten bu duruma bir barış süreci ya da çözüm süreci denilemiyor. Denilemez. Kimse de bunu iddia edemez. Çünkü soykırım savaşı tüm şiddetiyle devam ediyor. Her yerde sürüyor. Somut bir örnek ise Kuzey ve Doğu Suriye’dir.
Türk devletinin örgütlediği çeteler -ki bunların tamamı DAİŞ artığıdır- Kuzey ve Doğu Suriye halklarına, Kürtlere karşı bir soykırım savaşı yürütüyor. Bundan vazgeçilmiş değil. Bu durum aynı zamanda mevcut iktidarın ne kadar gayri ciddi, savaş yanlısı ve savaş istediğini ortaya koyuyor. Şimdiye kadar sadece Tişrîn ve Qereqozax’ta 22 insan katledildi. Bu vesileyle Bavê Teyar, Menice Haco Heyder şahsında tüm Qereqozax ve Tişrîn şehitlerini de saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
QSD’nin de YPG ve YPJ’nin de çok şehidi oldu. Onları da büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Gerçekten o bölgede çok görkemli bir direniş sergilendi. Bu direniş, saldırıları kırdı. Çeteler şu anda darmadağın oldu. Çetelerin savaşma iradesi kalmadı. Kalmadığı için Türk devleti havadan vuruyor. Her yere yoğun hava saldırıları yapıyor. Artık çeteleri karadan savaştıramaz hale geldi. Çeteler kırıldı, dağıldı.
Şimdi sağdan soldan bulduğu çete artıkları, DAİŞ artıkları toplanıyor ve bir biçimde savaşa sürülüyor. Tutukladığı DAİŞ mensuplarını serbest bırakıyor. Zaten bunları taktik amaçlı tutmuştu. Şimdi o katilleri, gaspçıları, hepsini parayla Kürtlerin üzerine sürüyor. Kuzey ve Doğu Suriye halklarının üzerine sürüyor.
Bu vesileyle uluslararası güçlere seslenmek istiyorum: DAİŞ’e karşı bir koalisyon oluşturuldu. Bu koalisyon QSD’yle DAİŞ’e karşı mücadele konusunda ittifak kurdu. Evet, bir dönem birlikte DAİŞ’e karşı mücadele verdiler. Şimdi de zaman zaman bazı girişimler sürüyor. Ancak Türkiye aylardır Qereqozax ve Tişrîn’de saldırılar düzenliyor. Bu sadece 27 Kasım sonrası başlayan bir durum değil, öncesi de var.
Hadi biz 27 Kasım’dan bu yana alalım. Kürtlere karşı orada DAİŞ artıklarıyla, DAİŞ’le Kürtlere karşı bir savaş veriyorlar. Peki bu koalisyon DAİŞ’e karşı mücadele için örgütlenmişse, neden buna karşı da ortak bir mücadele yürütmüyor QSD ile birlikte? Neden bir tutum ortaya koymuyor? Neden göz yumuyor, seyirci kalıyor? Her gün Kürtler katlediliyor. Kuzey ve Doğu Suriye halkları katlediliyor. Soykırım suçu işleniyor. Bütün hizmet yerleri vuruluyor, yaşam yerleri vuruluyor, altyapısı vuruluyor. Bu bir savaş suçudur, bu bir soykırım suçudur. Peki neden ses çıkarmıyorlar? Bütün koalisyon güçleri oradadır. Amerika oradadır, İngiltere oradadır, Fransa, Almanya, hepsi oradadır. Hepsinin bir biçimde orada birimleri, güçleri var. Gözleri önünde yaşanıyor bunlar. DAİŞ’i Türk devleti Kürtlerin üzerine sürüyor. Madem ki sen DAİŞ’e karşı mücadele için 72 devletle koalisyon kurmuşsun, o zaman neden bir tutum koymuyorsun? O zaman neden QSD ile birlikte bunlara karşı savaşmıyorsun? Türk devletine karşı net bir tutum ortaya koymuyorsun? Türk devleti, DAİŞ’i Kürtlerin üzerine sürüyor. DAİŞ’le birlikte Kürtlere karşı soykırım savaşı yürütüyor. Bu iktidar. Bu da büyük bir ikiyüzlülük tabii.
Bunu da belirtmek gerekiyor. Elbette büyük bir direniş oldu ve şu anda gerçekten çok önemli bir sonuç da alındı. Çetelerin savaşma iradesi kırıldı. Onun intikamını şimdi Türk devleti bombalamalar yaparak, sivilleri katlederek almaya çalışıyor. İntikam savaşı yürütüyor. Doğrudan kendisi askerlerini de devreye koydu ama yine bir sonuç alamadı. Şimdi bu tarzda sonuç almaya çalışıyor. Ama sonuç alamaz tabii.
KOBANÊ DİRENİŞİ BİR KÜLTÜR OLDU
Tabii Kobanê direnişinin 10. yıl dönümü, 10. yıl bitti, 11. yılına girdik. Ben bu anlamda Kobanê direnişçilerini, şehitlerini Arîn Mîrkan şahsında saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Gerçekten çok görkemli bir direniş geliştirildi. Kobanê’de büyük bir zafer kazanıldı. Kobanê’den sonra DAİŞ baş aşağı bir gidiş yaşadı. Zaten DAİŞ’in baş aşağı gidişi Kobanê ile başladı. Orada DAİŞ’in iradesi kırıldı. Peyderpey artık DAİŞ büyük bir tasfiye ile karşı karşıya kaldı.
Bu anlamda Kobanê direnişi aynı zamanda bir insanlık direnişiydi. İnsanlık adına bir direnişti. Kobanê’de Kürtler sadece kendi hakları, özgürlükleri, varlıkları için direnmedi. Tüm insanlık için direndi. Tüm halklar için direndi. Bu direnişin öncülüğünü Kürtler yaptı YPG, YPJ şahsında. Fakat gerçekten insanlık onuru direndi orada. Vicdanı direndi ve kazandı. İnsanlık değerleri kazandı. Dünya da buna sahip çıktı. İşte 1 Kasım Dünya Kobanê Günü’nde dünya halkları ayağa kalktı.
Bakurê Kurdistan 7’den 70’e ayağa kalktı. Başûrê Kurdistan çok güçlü bir sahiplenmeyi geliştirdi. Rojhilatê Kurdistan öyle. Yani Kürtler’de müthiş bir ulusal birliği, dayanışmayı geliştirdi Kobanê direnişi. İnsanlığın vicdanını bir araya getirdi. Kürtlerle buluşturdu. Bu çok önemliydi. Türkiye sosyalist güçleri, demokrasi güçleri büyük bir dayanışma ve birlik örneği sergiledi. Düş yolcuları var. 33 sosyalist genç, Suruç’ta bunun için katledildi Türk devleti destekli DAİŞ tarafından.
Gerçekten Kobanê ruhu, direniş ruhu, tüm Kuzey ve Doğu Suriye halklarının direniş ruhunu besledi, büyüttü. İnsanlığın direniş geleneğine güç kattı, bu geleneği besledi. Şimdi o ruhun bir benzeri, işte şimdi Qereqozaz ve Tişrîn’de yaşanıyor. Halkımız Kobanê ruhuyla direniyor. Her direnişin kendine göre tabii ki bir özgünlüğü var.
Her direnişin kendine özgü bir niteliği var. Tişrîn ve Qereqozax’ın da bir özgünlüğü, bir niteliği var. Güçlü bir direniş Tişrîn ve Qereqozax’ta da yaşandı. On binlerce insan Tişrîn’e aktı. QSD, YPG ve YPJ’nin yanında direnişte yer aldı.
Gerçekten Kuzey ve Doğu Suriye halkımız, Rojava halkımız, devrimci halk savaşı çizgisinde bir direniş ve mücadele geliştirdi. İşte devrimci halk savaşı tam da budur. Savaşan halk gerçeği şu anda bizim Kuzey ve Doğu Suriye’de gördüğümüz, Rojava’da gördüğümüz halk duruşudur. Halk mücadelesidir. Ben halkımızın bu direnişçi duruşunu kutluyorum, selamlıyorum. Çok değerli, çok kıymetlidir. Gerçekten çok görkemli, onurlu bir biçimde kendi topraklarını savundu, onurunu savundu, varlığını ve özgürlüğünü savundu, savunmaya devam ediyor. Bu güçlenerek de sürmelidir. Bu önemlidir. Kobanê direniş ruhu da bu ruhu beslemiştir. Güç katmıştır. Direnişi kültürleştirmiştir. O kültür üzerinden şimdi her yerde bu direniş sürüyor, gelişiyor. Sonuçta da elbette bu direniş karşısında da ne düzeyde saldırı olursa olsun zaten düşmanın sonuç alması mümkün değildir. Sonuç da alamıyor, net ortadadır.
SURİYE’DEKİ SON GELİŞMELER
Türkiye, Suriye’de kazanmış gibi bir hava yaratıyor. Büyük bir başarı, zafer havası. Fakat bunların içinin boş olduğu, altının boş olduğu ileride daha net ortaya çıkacak. Şimdi belki bazılarını aldatabilir. Evet, böyle kısa vadeli bazı kazançlar elde etmiş olabilir kendince. Fakat bu kazançların ömrü uzun olmayacak. Bu çok açıktır. Daha önceden de belirtmiştik.
Suriye’yi Türkiye’ye yedirmezler. Öyle Türkiye, Suriye üzerinde hegemonyasını kuracak; Suriye’den hareketle Ortadoğu’da hegemonyasını tesis edecek, Ortadoğu’ya hakim olacak, hegemonik güç olacak. Bu mümkün değil.
Şimdi İran’ın etkisi kırıldı Suriye’de. Bu bir gerçek. Lübnan’da kırıldı. Bölgede önemli bir güç kaybı yaşadı İran. Türkiye, İran’la ciddi bir rekabet içerisindeydi; bölge üzerinde hegemonik bir mücadele içerisindeydi. Bu anlamda, rakibi olan İran geriledi. Fakat şu anda özellikle Arap sahasında ve Ortadoğu’da Türkiye’nin çok ciddi bir rakibi de Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan’ın HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) üzerinde çok ciddi bir etkisi var. Suriye’de de etkisini artırıyor. Suriye’nin güneyinde de ciddi bir nüfuz alanı var. Ve şu anda Şam yönetimiyle yoğun ilişkileri var.
Aynı zamanda İsrail’le de Suudi Arabistan ilişkilerini geliştirdi. Biliyorsunuz, İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde yer aldı. Giderek bu ilişkiler daha fazla gelişiyor İsrail ile Suudi Arabistan arasında. Suudi Arabistan giderek bölgede hegemonik bir güç haline gelmeye çalışıyor. Kendi içinde de ciddi reformlar yapıyor. Bu, eski bildiğimiz Suudi Arabistan değil artık.
Kral Selman döneminde birçok reform yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Suudi Arabistan tamamen küresel sisteme kendisini entegre etti ve bu süreci daha da geliştiriyor. Selman yönetiminde bu süreç daha fazla gelişecek gibi görünüyor. Dolayısıyla Suriye, İsrail’in çıkarları ve güvenliği temelinde dizayn edilecek. Bu dizaynda Suudi Arabistan’ın da ciddi bir rolü olacak.
Türkiye, mevcut politikasında ısrar ederse, Suriye’deki mevcut sınırlı etkisi tamamen kırılabilir, ortadan kalkabilir. Gerçekten Türkiye, bu kafayla devam ederse, Kürt düşmanlığı ve Kürt soykırım politikasıyla, kimsenin çıkarını gözetmeden, her şeyi kendi çıkar ekseni etrafında döndürerek devam ederse, bölgede kaybeden en büyük güç olacak.
Aslında, mevcut durumda bu kaybı yaşamıştır da. Türkiye bölgede kaybeden en büyük güç olacak. O açıdan, aldatarak ve kandırarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Yoğun bir tartışma yürütüyorlar. Hemen, alelacele, “HTŞ yönetimiyle oturup saha anlaşmaları yapalım, Akdeniz’de Türkiye’nin etkisini artıralım” gibi söylemler var. Şimdi Türkiye’nin çabalarını boşa çıkarmaya dönük çok ciddi çalışmalar ve girişimler var. Örneğin, Yunanistan ile Güney Kıbrıs’ın anlaşması, Yunanistan ile Mısır-Güney Kıbrıs arasındaki anlaşmalar, Türkiye’nin bu tür girişimlerini baltalıyor, boşa çıkarıyor.
Körfez ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan da Suriye üzerinde etkinliğini artırmaya çalışıyor. En çok da Suudi Arabistan mevcut durumda bölgedeki etkisini artırmaya çalışıyor. İsrail’in etkisi de giderek artıyor. Bu tartışılmaz bir gerçek. Çünkü Suriye, İsrail’in çıkarları temelinde yeniden dizayn edilecek. Bu da Suudi Arabistan’ın önemli bir rol üstleneceği bir süreç olacak.
Mevcut iktidar ise toplumu aldatmamalı, kendisini kandırmamalı. Kürt soykırım politikaları Türkiye’ye sürekli kaybettiriyor. Kürt düşmanlığı, Türkiye’nin yalnızlaşmasına yol açıyor. Türkiye, bu politikalardan vazgeçmezse, bölgede ve dünyada az da olsa elde ettiği kazanımları da tamamen kaybedebilir. Yapayalnız kalabilir. Bu zihniyet ve politikalar, Türkiye’yi her anlamda yalnızlaştırıyor.
Diğer iddialar ve söylemler ise psikolojik savaşın bir parçasıdır, toplumu aldatmaya yöneliktir. Türkiye’nin Ortadoğu’ya, Afrika’ya, Güney Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya egemen olduğu gibi bir hava yaratıyorlar. Böyle bir şey mümkün değil, tamamen aldatmaca. Türkiye, bu politikalarla bölgede kaybeden taraf olmaya devam ediyor.
ULUSAL BİRLİK İÇİN HER TÜRLÜ KATKIYI SUNMAYA HAZIRIZ
Kürdistan ve Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı koşullarında Kürtlerin ulusal birliği tekrar gündeme geliyor. Kürtlerin birliği sağlanırsa, bölge dizaynında çok etkili bir rol oynayabilirler. Siyasi statülerini ve kimliklerini kazanıp varlığını ve özgürlüğünü güvence altına alabilirler. Ancak Kürtler parçalı ve dağınık kalırsa, bu süreçte etkisiz kalabilirler.
Şu anda tarih, Kürtler açısından altın değerinde fırsatlar sunuyor. Kürtler, bölgenin en belirleyici gücü durumundadır. Bölge siyasetinde ve dengelerinde temel bir aktördür. Bu konjonktürde Kürtlerin demokratik birliği hayati öneme sahiptir. Halk arasında bir birlik sorunu yok. Ulusal bilinç, ruh ve duygu birliği oldukça güçlü. Bir yerde saldırı olduğunda her yerde dayanışma ve refleks gelişiyor.
Bu güçlü birlik talebi karşısında, ulusal birlik konusundaki tüm çabalar desteklenmeli. Biz de bu çabaları destekliyoruz. Rojava’da bu yönlü çabalar var ve bu çabalar çok değerlidir. Biz de ulusal birliği desteklemek için her türlü katkıyı sunmaya hazırız. Bu süreç, demokratik birliği sağlamak için temel bir görev olarak karşımızda duruyor.